Terörist İsrail Neden Direk Suriye Halk Sarayını Vurmuyor?
Terörist İşgalci neden Suriye Halk Sarayı’nı bombalamıyor ve Şar‘a’yı suikastla ortadan kaldırmıyor?
Yazar İhsân el-Fakîh / Doha
Ahmed eş-Şer‘a yönetiminin Suriye’de idareyi devralmasından bu yana, işgalci İsrail, Suriye topraklarını barbarca bombalamayı bir an olsun durdurmamıştır. Oysa bu saldırılara meşru hiçbir gerekçe yoktur. Zira Suriye yönetimi, birçok vesileyle İsrail’le düşmanlık gütmeyeceğini, tüm dikkatini iç inşaya verdiğini açıkça beyan etmektedir.
Buna rağmen İsrail, Suriye topraklarında küstahça saldırılarına devam etmekte; kimi zaman Suriye güçlerinin güneye ilerlemesini engelleme bahanesiyle, kimi zaman önceki rejimden miras kalan silahların -ki İsrail’in ifadesine göre bu silahlar aşırıların yönetimde olduğu dönemde işgal rejimi için tehdit arz etmektedir- ortadan kaldırılması maksadıyla, kimi zaman da Dürzî topluluğunu koruma iddiasıyla saldırılarını sürdürmektedir.
Bu küstahlığın son halkası, işgal ordusunun Cumhurbaşkanlığı Sarayı çevresini bombalamasıdır. Bu kuşkusuz son derece ciddi bir gelişmedir. Zira doğrudan rejim başkanının hedef alınmasına işaret etmektedir. Bu da bizi şu mühim suale götürmektedir:
Madem işgalcinin füzeleri Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın çevresine kadar ulaşabilmiştir ve yeni kurulan devlette ciddi bir hava savunma sistemi de yoktur, hâl böyleyken neden bizzat saray bombalanmamış ve Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şer‘a suikasta uğratılmamıştır?
Ben, bu soruya verilen şu cevaba katılmıyorum: “Siyonist İşgalciyi bundan alıkoyan şey, uluslararası bir desteğin olmayışıdır. Yani İsrail, Batı’nın verdiği destekle 7 Ekim saldırısını gerekçe gösterip Gazze’yi vurabiliyorsa; Suriye’de, hiçbir saldırı gerçekleştirmemiş bir devletin kalbi olan kurumları bombalamak için geçerli bir mazereti yoktur.”
Benim bu görüşe muhalefetim, bilhassa “Aksâ Tufanı” sonrası yaşanan gelişmelere ve Gazze’ye karşı hâlen sürmekte olan vahşi saldırılara dayanmaktadır. Zira uluslararası hukuk ve insanî teamülleri ayaklar altına alan, ateşkes anlaşmasını hiçe sayıp zorbalıkla ikinci aşamaya geçmeyi reddeden bir işgal devleti, Amerika’nın sınırsız desteğini arkasına almışken, en zayıf gerekçeyle dahi olsa Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı bombalamaktan ve başkanı öldürmekten geri durmayacaktır.
Peki, saray bombalanır ve Şer‘a öldürülürse, İsrail’in başına ne gelir?
Arap ülkeleri, kınamadan ve lanetlemekten öteye geçebilecek midir?
Amerika, bu pervasızlığına karşı bir yaptırım uygulayacak mıdır? Oysa İsrail, hem ABD’nin gözbebeğidir hem de derin devlet ve Siyonist lobi sayesinde ABD yönetimlerinin ayakta kalmasının teminatıdır.
Bir şey yapabilecek midir Birleşmiş Milletler yahut Güvenlik Konseyi? ABD vesayeti altındaki bu kâğıt üstü kurumların harekete geçebileceğini kim iddia edebilir?
O hâlde soruyu tekrarlayalım:
İsrail’i engelleyen hiçbir güç yokken neden sarayı bombalamıyor ve Şar‘a’yı hedef almıyor?
Siyonist İşgalcinin bundan geri durmasının en makul sebebi, hayatın tabiî kanunudur:
Bir varlık, ne denli zayıf olursa olsun, köşeye sıkıştığında, hayatta kalmak için can havliyle savaşır. Eğer işgalci, yeni doğmakta olan bir devletin tüm kurumlarını yıkarsa, bu, o yapının artık bir “devlet” sıfatını kaybetmesine yol açar ve Suriyelileri tek bir tercihle baş başa bırakır:
Ölümüne bir direniş!
Zira kendi devletlerinden ümit kesildiği anda, geçmişte yıllarca Beşşar rejimine karşı savaşmış silahlı gruplar -ki zamanla devlet menfaati için eritilmişlerdi- yeniden harekete geçer. Halk, artık kendisine zulmeden bir iç rejimle değil, varlığını toptan tehdit eden bir işgal gücüyle karşı karşıya kaldığını idrak eder ve topyekûn bir direniş biçimi doğar.
Bu durum, Suriye dışından da yoğun katılımları beraberinde getirir. “Mukaddes cihad” çağrısıyla dışarıdan gelen büyük kitleler içeriyle birleşir. Neticede, işgalci devletin sınırlarında büyük bir kaos baş gösterir. Bu da hem işgalci için hem de çevre ülkeler için büyük bir baş ağrısı olur.
Çünkü bu halk artık diplomasinin, barışçıl çözümün ve siyasî süreçlerin içinin boş olduğunu görmüş; bu söylemlere inancını tümüyle yitirmiştir.
İsrail de, hamisi Amerika da böyle bir kaosa katlanacak takatte değildir.
Geçmişte, Beşşar Esed rejimi döneminde İsrail, zaman zaman İran Devrim Muhafızları’nın konuşlandığı noktaları, yahut Hizbullah’a uzanan ikmal hatlarını hedef alıyordu. Ancak Beşşar’ın iktidarda kalması, İsrail’in işine geliyordu.
Çünkü Netanyahu’nun da itiraf ettiği üzere, Esed rejimi İsrail için bir tehdit teşkil etmiyordu. Oysa bu rejimin elinde büyük bir silah envanteri, hatta kimyasal silahlar dahi bulunuyordu.
Bugünse durum farklı.
Şimdi iktidarda, İslâmî köklerden gelen bir yönetim var.
Bu sebeple İsrail, hedeflerini dikkatle ayarlıyor.
Bir yandan Suriye kurumlarını topyekûn yıkmak istemiyor -ki yukarıda bunun sebepleri zikredildi- diğer yandan da bu yönetimin güçlü bir silahlanmaya ulaşmasını engellemek istiyor.
Ayrıca birleşik bir Suriye istemiyor; tersine Kürtlere federatif bir yapı kurdurmaya, Dürzîlere güneyde müstakil bir devlet tesis etmeye çalışıyor. İsrail içindeki Dürzîleri de kullanarak Suriye’deki Dürzîlerle doğrudan temas kuruyor ve onları, “mezhepçi Suriye rejiminden” koruduğunu iddia ederek kendi safına çekmeye uğraşıyor.
Sarayın bombalanmaması ve Şar‘a’ya suikast düzenlenmemesinin bir başka sebebi de Türkiye’dir.
Yeni Suriye’yi, kendi millî güvenliğini koruma saikiyle destekleyen Ankara, bilhassa sınırlarında bir Kürt devleti kurulmasını engellemek için bu süreci yakından takip etmektedir.
Her ne kadar İsrail’le doğrudan bir çatışmaya girmeme eğiliminde olsa da ve Suriye’nin iç kalkınmasına, ekonomik canlanmasına öncelik verse de, böyle bir suikast teşebbüsü, Türkiye için doğrudan bir millî güvenlik tehdidine dönüşecektir.
İsrail de bu gerçeğin farkındadır.
Bu sebeple, şimdilik Suriye devletini doğrudan yıkmaya niyetli değildir. Onun istediği, zayıf ve bölünmüş bir Suriyedir.
Evet, şüphesiz İsrail için en ideal Suriye, zayıf kurumlara sahip bir devlet yahut devletçiklerden oluşan bir yapıdır.
Suriye liderliği ise ağır bir yük taşımaktadır.
Bir yandan iç inşayı, ekonomik kalkınmayı ve toprak bütünlüğünü sağlama gayreti içindeyken, diğer yandan da ayrılıkçı girişimlere karşı koymakta, tahrik edici saldırıları ise büyütmeden sineye çekmektedir.
Çünkü çok iyi bilmektedir ki, henüz bu işgal devletiyle savaşmaya muktedir değildir.
Ve Allah, işini hükmü altına alandır; lâkin insanların çoğu bunu bilmezler.
Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
11.05.2025 OF
لماذا لم يقصف الاحتلال قصر الشعب ويغتال الشرع؟
منذ أن تولت إدارة أحمد الشرع مقاليد الحكم في سوريا، لم يكف الاحتلال عن القصف الهمجي المتكرر على الأراضي السورية، على الرغم من أنه لا يوجد مبرر حقيقي للعدوان، فالقيادة السورية تصرح في عدة مناسبات بأنها لن تقوم بأية أعمال عدائية مع الكيان الإسرائيلي، بل تلتفت فحسب للبناء الداخلي.
الكيان الإسرائيلي لا يكف عن العربدة في الأراضي السورية، والقصف المتكرر، تارة بدعوى حماية حدوده من تقدم قوات سورية إلى الجنوب، وتارة تحت ستار التخلص من الأسلحة الموروثة عن النظام السابق، التي تمثل خطورة على دولة الاحتلال في ظل حكم المتطرفين -حسب التوصيف الإسرائيلي- وتارة بزعم حماية الطائفة الدرزية.
آخر تطورات العربدة الإسرائيلية هو، إقدام جيش الاحتلال على قصف محيط القصر الجمهوري، وهو قطعا أمر خطير، لأنه يتعلق بالاقتراب من اغتيال رأس النظام، وهذا بدوره يقودنا إلى سؤال مهم: إذا كانت صواريخ الاحتلال قد وصلت إلى محيط القصر الجمهوري، في ظل غياب الدفاعات الأرضية في الدولة الوليدة، فلماذا لم يقصف الاحتلال القصر نفسه ويغتال الرئيس أحمد الشرع؟
أختلف في الرأي مع من يقول إن ذلك مردّه إلى عدم وجود غطاء دولي يمكّن الاحتلال من ضرب مقر قيادة دولة معترف بها دوليا دون مبرر مقبول، بمعنى إذا كان الغرب قد أعطى المبرر للكيان الإسرائيلي في ضرب غزة بذريعة قيام حماس بهجوم السابع من أكتوبر، فكيف يتم تكييف وشرعنة العدوان على سوريا، وضرب مؤسساتها الصلبة، في الوقت الذي لم تطلق القوات السورية رصاصة على الجانب الإسرائيلي، وفقا لأصحاب هذا الرأي.
ومعارضتي لهذا القول مبنية على تداعيات طوفان الأقصى، والعدوان الوحشي الذي يستمر حتى اللحظة على قطاع غزة، فالاحتلال الذي ضرب بالقوانين والأعراف الدولية والإنسانية عرض الحائط، والاحتلال الذي نسف اتفاق وقف إطلاق النار ورفض الدخول إلى المرحلة الثانية عنوة وبلطجة، لن يتورع عن قصف القصر الجمهوري واغتيال الرئيس، تحت أي مبرر واهٍ، طالما أنه يلقى الدعم الأمريكي المفتوح.
ولو تم قصف القصر واغتيال الشرع، ما الذي يمكن أن يحدث للكيان الإسرائيلي؟ هل ستملك الدول العربية أن تزيد على الاستنكار والشجب والإدانة؟
وهل ستردعه أمريكا بقرارات صارمة وهو، طفلها المدلل الذي هو مادة بقائها في سدة الحكم في الوقت نفسه، بسبب اللوبي الصهيوني والدولة العميقة؟
وهل ستفعل الأمم المتحدة ومجلس الأمن شيئا، وهي المنظمات الورقية التي لا تستطيع الخروج عن الوصاية الأمريكية؟
إذن لا شيء يردع الكيان الإسرائيلي، فلماذا لا يقصف القصر ويغتال الشرع؟
السبب الأقرب لعدم إقدام الاحتلال على ذلك، هو القانون الطبيعي للأحياء، الذي يجعل الأضعف ـمهما كانت درجة ضعفه- يقاتل بشراسة إذا تم حصره في الزاوية من قبل الأقوى، مهما كانت درجة قوته، لأن الأمر صار متعلقا بفكرة البقاء.
إذا أقدم الاحتلال على تدمير مؤسسات الدولة في مهدها، فهذا ينزع عنها صفة الدولة، ويضع السوريين أمام خيار واحد، وهو المواجهة حتى الموت، لأن اليأس من قيام دولتهم سوف يحرك الجماعات المسلحة التي قاتلت نظام بشار على مدى سنوات، والتي تم تذويبها للمصلحة العامة للدولة، وتتشكل صيغة جديدة للمقاومة تشمل الشعب بأكمله، لأنه يتعرض لتهديد وجودي من قبل كيان خارج عن الدولة، وليس حتى نظاما داخليا قمعيا.
سوف يترتب على ذلك فوضى تسرب أعداد غفيرة من خارج سوريا تحت راية الجهاد المقدس، لتلتحق بمن في الداخل، وتحدث فوضى عارمة على حدود دولة الاحتلال، وهو ما يضع دول الطوق في موقف لا تُحسد عليه، أمام جماهير كفرت بكل شعارات الدبلوماسية والسلمية والمسار السياسي، فلا الاحتلال ولا الراعي الأمريكي لديهم الاستعداد لتحمل تبعات هذه الفوضى.
في حقبة النظام البائد، كان الاحتلال يقصف بعض أماكن تمركز قوات الحرس الثوري الإيراني، أو يضرب خطوط الإمداد الإيراني لحزب الله المارة عبر الأراضي السورية، لكنه كان يرى بقاء بشار الأسد يصب في صالحه، فلم يكن النظام في حالة عدائية مع الاحتلال، كما صرح نتنياهو، على الرغم من أن نظام بشار كان يمتلك ترسانة أسلحة ضخمة، بما فيها الأسلحة الكيميائية، لكن الأخير لا يمثل خطرا على الكيان الإسرائيلي.
لكن في الوقت الراهن، وفي ظل وجود قيادة ذات جذور إسلامية، فإن الاحتلال يسعى للتوتير المضبوط، فهو من ناحية لا يريد تدمير مؤسسات الدولة بما فيها مؤسسة الرئاسة، للأسباب سالفة الذكر. ولكنه من ناحية أخرى، يهدف إلى عدم وصول القيادة السورية إلى تسليح قوي يهدد أمنه، كما يسعى إلى وجود دولة مفككة إلى دويلات مستقلة، فهو يدعم المساعي الكردية لإقامة نظام فيدرالي، ويعمل على إقامة دولة للطائفة الدرزية في الجنوب، مستغلا الدروز في الداخل الإسرائيلي لفتح قنوات اتصال مباشرة مع الدروز في سوريا، واستمالة الطائفة من خلال ادعاءات حمايتها مما سماه النظام السوري الطائفي.
يضاف إلى هذا السبب المانع من قصف القصر واغتيال الشرع، أن تركيا التي تدعم سوريا الجديدة انطلاقا من الحفاظ على الأمن القومي التركي، ومنع قيام كيان كردي على الحدود، لن تقف مكتوفة الأيدي، فهي وإن كانت تعمل على عدم التصعيد مع الكيان الإسرائيلي، وتُولي البناء الداخلي والنهضة الاقتصادية في سوريا الأولوية في هذا الملف، إلا أن الأمر حينئذ سيعتبر تهديدا مباشرا لأمنها، والاحتلال يدرك ذلك جيدا، لذلك هو لن يسعى حاليا لهدم الدولة السورية، بل يكتفي كما قلنا بسوريا ضعيفة مفككة.
بلا شك، دولة أو دويلات ذات مؤسسات واهنة في سوريا، هي الخيار الأفضل للكيان الإسرائيلي. القيادة السورية تواجه تحديات ضخمة، ففي الوقت الذي تعمل على النهوض بالاقتصاد والبناء الداخلي ووحدة الأراضي السورية، والتصدي لمحاولات التقسيم والانفصال، تمتص الضربات الاستفزازية دون تصعيد، لأنها تعلم يقينا أنها ليست مؤهلة للدخول في حرب مع الكيان، والله غالب على أمره ولكن أكثر الناس لا يعلمون.
إحسان الفقيه / الدوحة