AYNAMA YANSIYANLAR
Lübnan Cumhurbaşkanı ve Müftüsüne Acil Çağrı

Lübnan Cumhurbaşkanı ve Lübnan Müftüsüne Acil Çağrı:

Şefkatinizi Gösterin, İmam Karadavi’nin Oğlunu Derhal Serbest Bırakın.
Onun babasının iyiliklerine lâyık bir şekilde davranın ve tarih sizin asaletinizi hatırlasın.

Sayın Cumhurbaşkanı ve Müftü Hazretleri:

Sizin için Resulullah (s.a.v.)’in hayatında güzel bir örnek yok mudur?
Resulullah (s.a.v.), Araplara yaptığı iyiliklerden dolayı kâfir olan Hatem et-Tai’nin kızı olan esir Safane’yi affetmiş ve özgürlüğüne kavuşturmuştur. Safane, Peygamber Efendimize şöyle seslenmişti:
“Ey Allah’ın Resulü! Arapların beni aşağılamasına izin verme. Ben, kavmimin liderinin kızıyım. Babam esirleri serbest bırakır, zayıfları korur, misafirlere ikramda bulunur, açları doyurur, sıkıntıları giderir ve kimseyi eli boş çevirmezdi. Ben, Hatem et-Tai’nin kızıyım.”

Ardından sordu:
“Böylesi niteliklere sahip bir insan, kendi adına ve başkaları adına şefaat etmeye layık değil midir?”

Resulullah (s.a.v.) şöyle cevap verdi:
“Ey genç kadın! Bu, müminlerin sıfatıdır. Eğer baban Müslüman olsaydı, onun için rahmet dilerdik.”
Sonra da ashabına dönerek:
“Onu serbest bırakın. Çünkü babası güzel ahlâkı severdi. Onun ve babasının hatırına beraberindeki insanları da serbest bırakın.”

Ve şöyle buyurdu:
“Üç kişiye merhamet edin; merhameti hak edenlerdir:

• Eskiden izzet sahibi olup sonra zillete düşen,

• Eskiden zengin olup sonra fakirleşen,

• İlmiyle kaybolan âlim.”

Sayın Cumhurbaşkanı ve Müftü Hazretleri:

Resulullah’ın (s.a.v.) şu sözlerini hatırlayın:
“Müslüman, Müslümanın kardeşidir; ona zulmetmez ve onu düşmana teslim etmez. Kim bir Müslümanın ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın sıkıntısını giderirse, Allah onun kıyamet günü sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun ayıbını kıyamet günü örter.”
(Buhari: 2442, Müslim: 2580)

Sayın Cumhurbaşkanı ve Müftü Hazretleri:

Osman bin Affan’dan şu güzel örneği alamaz mısınız? Resulullah (s.a.v.)’in, Kâbe örtüsüne sarılıyken dahi öldürülmesini emrettiği süt kardeşi Abdullah bin Ebi Sarh’ın bağışlanması için aracı olmuştu.
Şimdi dünyadaki onca Müslüman arasında, Karadavi’nin oğlunun serbest bırakılması için şefaat edecek bir kişi bile yok mu?

Sayın Cumhurbaşkanı ve Müftü Hazretleri:

Cahiliye dönemindeki asalet ve haysiyeti hatırlayın.
Resulullah (s.a.v.), Taif halkı tarafından kovulmuş, Mekke halkı ise onu şehre almamak için ant içmişti. Ancak kâfir Mut’im bin Adiy, ona koruma ve güvence sağlayarak Mekke’ye girmesine izin verdi. Kendi çocuklarına ve kavmine şöyle dedi:
“Silahlarınızı kuşanın ve evin köşelerinde durun. Çünkü Muhammed’e koruma sağladım.”
Resulullah (s.a.v.) Mekke’ye girdiğinde, Mut’im ve oğulları silahlarını kuşanmış bir şekilde onu koruyorlardı. Bu asil davranış, düşmanlık döneminde dahi gösterilen insani değerlerin bir örneğiydi.

Sayın Cumhurbaşkanı ve Müftü Hazretleri:

Fıkıh kurallarında “Tabi olan, asıl olana tabidir.” denir.
Bu nedenle İmam Karadavi’nin oğlu da babasının itibarıyla değerlendirilmelidir.

Diplomatik kurallara göre, bir kişinin eşi ve çocukları, onun statüsünden yararlanabilir. Emeklilik ve kira yasaları bile, ebeveynin haklarının çocuklarına geçtiğini kabul eder.

Sayın Cumhurbaşkanı ve Müftü Hazretleri:

Karadavi’nin oğlunun suçlanmasının sebebi siyasidir, ahlaki veya adli bir suçlama değildir.
Bu durumu kötü niyetle kullananlara kulak asmayın. Onlar, Arapların misafiri koruma geleneğini dahi anlamazlar.

Sonuç:

Lübnan’ı özgürlüklerin ülkesi ve fikirsel zulme uğrayanların sığınağı olarak koruyun.
Eğer bunu yapmazsanız, tarih sizi kaydetmekten vazgeçer ve erkeklerin başlarından asalet duygusu uçar gider.
Allah sizi hayırlı işlerde başarılı kılsın ve size tüm erdemleri ilham etsin.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
31.12.2024 Üsküdar

نداء عاجل لدولة الرئيس وصاحب السماحة مفتي الجمهورية اللبنانية:

أظهروا شهامتكم،
أطلقوا ابن الإمام القرضاوي فورا لمكرمة أبيه… واجعلوا التاريخ يحفظ نخوتكم:

🚩-دولة الرئيس ويا صاحب السماحة:
أما تريدون أن يكون لكم في رسول الله أسوة حسنة،
فقد أكرم رسول الله صلى الله عليه وسلم الأسيرة سفانة بنت حاتم الطائي الكافر، لما كان لوالدها من فضل على العرب بعد أن مر بها فقالت:
لا تُشَمِّتْ بي أحياء العرب، فإني بنتُ سيد قومي،
كان أبي يفك الأسير ويحمي الضعيف، ويَقْرِي الضيف، ويشبع الجائع، ويفرّج عن المكروب، ويطعم الطعام، ويفشي السلام، ولم يرد طالب حاجة قط،
أنا بنت حاتم الطائي، أوليس الذي يتصف بتلك الخلال جديراً بأن يشفع في نفسه، ويشفع للآخرين بسجاياه؟،
فرد صلى الله عليه وسلم:
يا جارية، هذه صفة المؤمن، لو كان أبوك مسلماً لترحمنا عليه،

ثم قال لأصحابه: خلوا عنها، فإن أباها كان يحب مكارم الأخلاق، أطلقوا من معها كرامة لها ولأبيها،

ثم قال: ارحموا ثلاثاً وحق لهم أن يرحموا:
عزيزاً ذلّ من بعد عزّهِ،
وغنياً أفتقر من بعد غناه،
وعالماً ضاع ما بين جُهّال.

🚩-يا دولة الرئيس ويا صاحب السماحة:

يذكركم حبيبكم رسول الله صلى الله عليه وسلم:
” المسلمُ أخو المسلمِ لا يظلِمُه ولا يُسلِمُه مَن كان في حاجةِ أخيه كان اللهُ في حاجتِه ومَن فرَّج عن مسلمٍ كُربةً فرَّج اللهُ بها عنه كربةً مِن كُرَبِ يومِ القيامةِ ومَن ستَر مسلمًا ستَره اللهُ يومَ القيامة”
(أخرجه البخاري 2442، ومسلم 2580 باختلاف يسير)

-أما لكم في عثمان بن عفان أسوة حسنة حين شفع لأخيه في الرضاعة عبد الله بن أبي سرح بعد أن أهدر رسول الله صلى الله عليه وسلم دمه وأمر بقتله ولو متلبسا بأستار الكعبة.
ألا يوجد من مسلمي العالم، على عظم قدرهم ، من تقبل شفاعته عندكم ممن نادى بإطلاق سراح ابن الإمام القرضاوي.

🚩- يا دولة الرئيس ويا صاحب السماحة:
أما تذكرون نخوة أهل الجاهلية مع رسول الله وقد خالفوه في دينه، بعد أن أخرجه أهل الطائف وعزم أهل مكة أن لا يدخلوه إليها، فقام المطعم بن عدي الكافر وأدخل رسول الله صلى الله عليه وسلم لمكة بأمانه حاميا مجيرا بعد أن طلب منه الجوار،
فدعا بنيه وقومه، وقال: البسوا السلاح، وكونوا عند أركان البيت، فإني قد أجرتُ محمداً،

فدخل رسول الله ـصلى الله عليه وسلم ـ، ومعه زيد بن حارثة حتى انتهى إلى المسجد الحرام،
فقام المطعم على راحلته، فنادى:

يا معشر قريش، إني قد أجرت محمداً، فلا يهجه أحد منكم،

فانتهى رسول الله ـصلى الله عليه وسلم ـ إلى الركن، فاستلمه، وصلى ركعتين، وانصرف إلى بيته ومطعم وولده محدقون به بالسلاح حتى دخل بيته.”
قال ابن الأثير: “وأصبح المطعم قد لبس سلاحه هو وبنوه وبنو أخيه فدخلوا المسجد، فقال له أبو جهل: أمجير أم متابع؟، قال: بل مجير، قال: قد أجرنا من أجرت.”

🚩 ياصاحب السماحة ويا دولة الرئيس:

أما تنص القواعد الفقهية على أن
“التابع يأخذ حكم المتبوع” وأن “التابع تابع” وأن “التابع له حكم الأصل” وأن “الحريم له حكم ما هو حريم له.”
فابن القرضاوي بالإكرام يأخذ حكم أبيه.

أما أن القواعد الدبلوماسية تتضمن إعطاء الجواز الدبلوماسي للزوجة والأولاد لأنهم تبع لوالدهم،

أما أن قواعد قوانين التقاعد والايجارات تجعل الزوجة والأولاد
يستفيدون مما كان لوالديهم وهم أحياء.

-لا تسمعوا لمن يتذرع باتفاقيات تسليم المجرمين الإرهابيين، فتهمة ابن القرضاوي سياسية، وليست تهمة جنائية شائنة.

-🚩 يا دولة الرئيس ويا صاحب السماحة:
لا تسمعوا لمن يخوفكم من غضبة السفارات، فهم يفهمون أعراف قبائل العرب في حماية الضيف ولو كان قاتل أبيهم.

-حافظوا على لبنان بلدا للحريات وموئلا للمضطهدين فكريا.

⛔ فإن أبيتم.. فاطلبوا من التاريخ أن لا يحدث، فتطير النخوة من رؤوس الرجال…
🙏 سددكم الله لما فيه خيركم وخير المسلمين وألهمكم كل مكرمة.

https://www.facebook.com/share/p/1Av7n7TU6f

Güzel ve Önemli Bazı Sözler ..

IRANLI SADİ ŞİRAZİ’NİN ÖNEMLİ BAZI SÖZLERİ:

1.Kötü insan baş kalarının kötülüğü ile rahatlayandır.
2.On derviş bir posta sığar da iki padişah dünyaya sığmaz
3.Her saat ver diyen bir nefis beladan kurtulmaz
4.Gayesiz yaşayanlar nasipsiz kalırlar
5.Kendi ahlakını düşmanından öğren, dostun her zaman iyiliğini söyler

6.Eskiden dışı dağınık içi derli toplu insanlar vardı oysa şimdikiler içi dağınık dışı süslü insanlar var

7.İnsan insanlardan iyilik bekler ve ister, ben geçtim senden iyiliği Sen bana kötülük yapma yeter

8.Diken ekersen Gül biçemezsin

9.Meyvesi olmayan ağaca kimse taş atmaz
10.İsanlara ateşe yaklaştığın gibi yaklaş çok uzaklaşırsan donarsın,Çok yakınlaşırsan yanarsın.
11.Bir çiçeğe çok su verirsen çürütürsün insana çok değer verirsen şımartırsın

12.Güzel kadın Cevher iyi bir kadın tükenmez bir hazinedir
13.Yanlış üslup doğru sözün cellatıdır

14.Kafanın hakiki süsü akıl ve Zekadır

15.Rahat ve huzur yalnızlıktadır

16.Konuşmadan köşede oturan Cahil dilini tutamayan bilginden daha iyidir.
17.İnsan dilinin altında gizlidir,dili insanı ifşa eder

18.Ticaretsiz mal, tekrarsız bilgi, cesaretsiz devlet iyi değildir
19.Mademki herkesin sonu topraktır,sen toprak olmadan önce toprak ol
20.Her şeyin açıkça konuşulması gevezeliktir
21.Bilgi insanı kibirden, iyilik insanı hatadan uzaklaştırır

22.Dil yarası kılıç yarasından daha derindir.
23.İnsan kendi hatasını görürse başkasının hatasını görmekten uzaklaşır

24.Övgü ipiyle kuyuya inme
25.Sorun cahil olmak değil,Kendini alim sanmaktır
26.Dünyanın mülküne dayanıp güvenme,O senin gibi nice insanları besleyip öldürdü
27.Hiçbir şeye Gönül Bağlama, sonra gönlünü ondan ayıramazsın
28.İçin ağlarken kim duyar Seni,Leyla’nın yüzünü gören bilir mecnun’un halini.
29.Dindarlığını gösteriş olsun diye yapan kimse harmanını ateşe veren kimsedir
30.İnsan insanlar gibi ya akıllıca söylemeli ya da hayvanlar gibi susmalı
31.Maden Dün geçti, Yarın da gelmedi o halde hesabını bugüne göre yap.

HAYATTA EN GÜZEL ŞEYLER ASLINDA BEDAVADIR

1-Hava 2-Yağmur 3-İştah 4-Uyku 5-Nefes 6-Rüya
7-Hayal 8-Renkli bir güneş batımı 9-Yağmur sonrası Toprak kokusu. 10-Kuşların cıvıltısı 11-Güzel bir sohbet. 12-Sevdiğinizin gülümsemesi
13-Sevdiğiniz bir melodi 14-Tatlı bir süs 15-Küçük bir iyilik 16-Dua etmek. 17-Şükretmek 18-Suyun sesi. 19-Çimenlerde yalınayak yürümek 20-Sevmek 21-Bir insanı sevindirmek

(M.Ali Kırcı Kardeşimiz Derledi)

Baştan Sona Suriye’deki Kriz Masası Suikastının Perde Arkası .. (1)

“Baştan Sona Kriz Masasına Suikast Hikayesi”

Emani Mahluf

Suriye’de olayların başlangıcında Ahmed Davutoğlu, dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve ardından Recep Tayyip Erdoğan’dan Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a çeşitli mesajlar iletti. Bu mesajlar, Türkiye’nin Suriye’ye destek verdiğini ve yanında olduğunu belirtiyordu.

Davutoğlu, Beşar Esad’dan Suriye ordusunu gösterileri kontrol altına almak için kullanmamasını rica etti. Bunun gerekçesi olarak, ordunun büyük bir kısmının Alevi azınlıktan oluştuğunu ve bunun mezhebi bir gerilime yol açabileceğini ileri sürdü. Türkiye, Arap Birliği’nin çalışma grubu ile birlikte Suriye krizine çözüm bulmaya çalışıyordu.

Hiç kimse, Suriye’de rejim değişikliği talebinde bulunmamıştı. Suudi Arabistan ve Türkiye, Suriye hükümetini reform paketlerini kabul etmeye ve işleri normale döndürmeye ikna etmeye çalışıyordu. Suudi Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkili (adını vermemeyi tercih eden bir kaynak), “Suudi kraliyet ailesi Suriye’deki durumdan hoşnut değildi. Olayın Körfez’e ve Suudi Arabistan’a sıçramasından korkarak bu krizi kontrol altına almak için çalıştılar ve çağrıda bulundular,” ifadelerini kullandı.

Gerçekten de Arap Birliği, Türkiye ile ortak bir gizli heyet gönderdi. Bu heyet, bir ay boyunca Suriye’de çalıştı ve Arap Birliği ile Beşar Esad arasında bir anlaşmaya varıldı: “Kriz Masası” oluşturulacaktı.

Krizin ilk ayında, Suriye yönetim kademelerinde anlaşmazlıklar şiddetlendi ve yetkililer iki gruba ayrıldı. Bir grup, krizi barışçıl yollarla çözmek istiyordu. Bu grubun başında, o dönem İçişleri Bakanı olan ve Ceble’den gelen Sünni General Said Semmur vardı. Semmur’a, Şam’daki göstericilerle irtibat kurma görevi verilmişti. Tarzı son derece olgun, bilinçli ve Suriye’deki sıkıntının farkında olan bir yaklaşımı yansıtıyordu.

Şehit(!) Asıf Şevket de, daha önce İçişleri Bakanlığı görevinden önce Said Semmur’un yardımcılığını yaptığı dönemde kendisiyle koordinasyon halindeydi. İkili, Esma Esad’ın desteğiyle bir ekip kurdu. Göstericilerin liderleriyle irtibat kurmayı başardılar ve temsilcilerini Suriye’nin tüm vilayetlerine gönderdiler.

Hafız Mahluf, Banyas, Ceble ve Lazkiye’deki göstericileri yatıştırmak için büyük bir rol oynuyordu. Öte yandan, henüz rütbesi albay olan (daha sonra general oldu) Mahir Esad, İran’ın doğrudan siyasi desteğiyle güvenlik çözümünü ve 1980’lerin yöntemlerini savunuyordu.

İran, Türkiye ve Arap Birliği’nin Suriye’deki krizi çözme çabalarını baltalamaya çalıştı.

Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda kafa karışıklığı hâkimdi. Aynı gün içinde, Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Ebu Selim Daboul, Mısır İstihbarat eski Başkanı Ömer Süleyman’ı, bir ara bulucu ve Arap Birliği temsilcisi olarak karşıladı. Aynı zamanda, İranlı General Hüseyin Hemedani de Mahir Esad ve Ebu Selim Daboul ile görüşerek, İran’a ait özel birliklerin Suriye’ye girmesi talebinde bulundu. Hemedani, gösterileri iki hafta içinde bastırma taahhüdünde bulundu.

Karşı tarafta ise General Ömer Süleyman, Suriye’ye siyasal ve ekonomik reformları ihtiva eden bir eylem planı sundu. İki Körfez ülkesi, Suriye’de ekonomik reformlar yapılması için 10 milyar dolarlık mali destek ve milyonlarca dolarlık yatırım teklif etti. Türk-Arap talepleri kabul edilirken, İranlı Hemedani’nin önerileri reddedildi. Bu durum, İran’ı öfkelendirdi.

Kriz Masası Beşar Esad’ın talimatıyla kuruldu. Başkanlığını Hasan Türkmeni yapıyordu. Üyeleri arasında Asıf Şevket, Muhammed Şaar, Bahitan, Ali Memluk, Davut Raciha, Bıhtiyar, Zeytun, Kudsiyye ve Cemil Hasan bulunuyordu.

Başlangıçta Kriz Masası’nın bir üyesi olması beklenen General Said Semmur, Cemil Hasan’ın baskıları nedeniyle görevinden istifa etti. Semmur, güvenlik çözümüne tamamen karşı çıkıyordu.

Kriz Masası, Ömer Süleyman ve Katar Emirliği temsilcisiyle birkaç kez bir araya geldi; Arap ve Türk heyetleriyle de görüştü. Bu toplantıların nihai sonuçları şunlardı:
1. Suriye’nin İran ve Hizbullah ile askeri bağlarının koparılması.
2. Müslüman Kardeşler dahil olmak üzere kapsamlı bir ulusal uzlaşma yapılması ve tüm siyasi tutukluların serbest bırakılması.
3. Katar Devleti’nin savaş mağdurlarına maddi tazminat sağlaması.

Anlaşmanın imzalanmasının ardından:
Arap Birliği’nin Beşar Esad’a destek veren birleşik bir tutum açıklaması planlandı. Bunu, Suudi Arabistan Kralı’nın Suriye’ye ziyareti ve Suriye devletine mali yardım yapılması takip edecekti.

Bu durum, İran’ı ve Kriz Masası’ndaki temsilcisi Cemil Hasan’ı öfkelendirdi. Cemil Hasan, son toplantılardan birinde Hasan Türkmeni’yi Türkiye ile işbirliği yapmakla suçladı.

Bu bilgiler, Beşar Esad’ın kız kardeşi Büşra Esad’ın talebi üzerine uzun süre gizli tutuldu. Bunun nedeni, Kriz Masası’nın şehitlerinin(!) kanıyla birlikte yok olan soruşturmaların tamamlanması umudu ve Asıf Şevket’in özel şoförünün güvenliğini sağlamaktı. Ancak sonunda gerçekleri açığa çıkarmak, şehitlerin(!) kanının boşa gitmemesi ve suçluların adalet önüne çıkarılması için gerekliydi.

Son Olaylar:
Cemil Hasan ile Hasan Türkmeni arasında büyük bir gerginlik yaşandı. Cemil Hasan, Türkmeni’yi Türkiye ve ABD’ye ajanlık yapmakla suçladı. Bu sırada, şehit Asıf Şevket ile Arap Birliği temsilcisi Ömer Süleyman arasında, diğer tarafta ise Cemil Hasan arasında bir sözlü tartışma çıktı.

General Hemedani ve Kasım Süleymani’nin Suriye’ye ulaşmasıyla, Suriye yönetimi ikiye ayrıldı:
1. Arap Birliği ile çalışmak isteyenler.
2. İran’a bağlı olanlar.

Arap girişimlerini destekleyen grup, Kriz Masası’nın doğrudan desteğiyle üstünlük sağladı. Nihai toplantıda, Arap girişiminin imzalanması kararlaştırıldı.

Patlama Öncesi Gelişmeler:
Asıf Şevket, Başkanlık Ofisi Müdürü Ebu Selim Daboul ile yaptığı bir telefon görüşmesinde, Hemedani ve Süleymani’nin Suriye’den gönderilmesini talep etti. Bu, Kriz Masası toplantısının gerçekleşmesinden saatler öncesindeydi.

Son toplantılara umumiyetle katılan Cemil Hasan bu kez toplantıda bulunmuyordu. Kasım Süleymani, Hemedani, Mahir Esad ve Cemil Hasan, Asıf Şevket ve Kriz Masası’nı ortadan kaldırma kararı almıştı. Şehit (!) Asıf Şevket’in şoförlerinden biri, toplantı salonuna bir çanta içinde patlayıcı yerleştirdi. Bu patlayıcı, toplantı masasına doğrudan yerleştirildi.

Toplantının yapıldığı bina, binlerce güvenlik personeliyle korunuyordu ve binaya gizlice patlayıcı yerleştirilmesi mümkün değildi. Bu olay, İran’ın talimatıyla ve Mahir Esad ile Cemil Hasan’ın işbirliğiyle planlanmıştı.

Patlama Anı ve Sonrası:
Krizin çözümü için oluşturulan komite, saat tam 12:00’de toplantıya başladı. Ancak toplantının yapıldığı yer tamamen patlayıcılarla döşenmişti. Maher Esad, toplantı çevresindeki tüm unsurları uzaklaştırarak onların yerine Dördüncü Tümen ve Cumhuriyet Muhafızları’na bağlı unsurları yerleştirdi. Toplantı başladığında, kriz komitesinin orduyu kışlalardan çekme, halkın barışçıl bir şekilde toplanmasına izin verme, tüm medya organlarını ülkeye kabul etme, yeni bir başkanlık seçimi düzenleme ve mevcut anayasanın askıya alınması kararlarını açıklaması bekleniyordu. Ancak alınan bu kararlar İran ve Hizbullah’ı memnun etmedi. Komiteyi ortadan kaldırma kararı aldılar ve Maher Esad ile Cemil Hasan’a orduyu her açıdan destekleme teklifinde bulundular.

Bu esnada, toplantı salonunda patlama gerçekleşti ve içeride bulunan herkes hayatını kaybetti. Ölenler arasında Mısırlı general Ömer Süleyman ve Fransız vatandaşı Louis de vardı. Olay yerinin hemen kapatılmasının ardından, bazı istihbarat unsurları suçu üstlenerek hava istihbaratı yetkililerinin muhalefeti bu saldırıyı gerçekleştirmekle suçlamalarını sağladı. Ancak, merhum Asıf Şevket’in korumalarından biri, eşi Büşra’ya (Beşar Esad’ın kız kardeşi) yaşananları bildirdi. Bunun ardından Suriye’nin liderliği ikiye bölündü. Maher Esad, İranlılarla olan bağlantısını kullanarak herkesi tehdit etti. Bu süreçte, 5.000 İranlı asker ve 4.000 Hizbullah militanı Suriye’ye getirildi. Bunun sonucunda tüm liderler Maher Esad ve İran’a boyun eğdi. Bu süreçte Ömer Süleyman, Fransız Louis ve kriz komitesindeki diğer tüm isimler öldürüldü.

Böylelikle İran, Suriye üzerindeki karar mekanizmasını tamamen ele geçirdi. Suriye dosyası Arap Birliği’nden alınarak, Arap, Türk, Fransız ve Amerikan desteğiyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne taşındı.

Peki, 300 bin Alevi gencin öldürülüp aileleriyle birlikte bu ateşin içine atılmasının asıl sorumlusu kimdi? Onları bu trajedinin içine sürükleyen, İslami İran değil, Pers İranı idi. İran’ın bu kibri, Cemil Hasan, General Maher Esad, Kasım Süleymani, Hemdani ve Hasan Nasrallah gibi isimler tarafından desteklendi. Tüm bu gerçekleri büyük bir yürek acısıyla söylüyorum: Bu isimler Kriz komitesini öldürenlerdir.

Emani Mahluf

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
30.12.2024 Üsküdar

Ayrıntı İçin Bakılabilecek Arapça Yazı Linki:
https://search.app/LCMhnrHQMGNYKk859

Üstte Linki verilen Arapça Yazıda Özetle:

Kriz Masası Suikastının Sırları: Esad, Kardeşi Mahir ve İran’ın Baskılarına Boyun Eğdi, Suriyeli Kanı Döküldü; başlıklı makale, 18 Temmuz 2012’de Şam’da gerçekleşen ve Suriye rejiminin üst düzey güvenlik yetkililerinin ölümüne yol açan bombalı saldırının perde arkasını ele almaktadır.

Yazar Amani Mahluf, dönemin Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın destek mesajlarını Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a ilettiğini belirtmektedir. Davutoğlu, Esad’dan orduyu gösterilere müdahale ettirmemesini, aksi takdirde mezhebi gerilimin artacağını ifade etmiştir. Türkiye ve Suudi Arabistan, Suriye hükümetini reform yapmaya teşvik etmeye çalışmış, ancak İran’ın güvenlikçi yaklaşımı bu çabaları engellemiştir.

Makalede, Suriye’de kriz masasının oluşturulması süreci ve bu masa içindeki farklı görüş ayrılıkları detaylandırılmaktadır. Özellikle, İran’ın desteklediği Mahir Esad ve Cemil Hasan’ın güvenlikçi çözüm yanlısı tutumları ile reform yanlısı diğer yetkililer arasındaki çekişmeler vurgulanmaktadır. Sonuç olarak, İran’ın etkisiyle kriz masasına yönelik bombalı saldırının planlandığı ve bu saldırının, Suriye’nin iç işlerinde İran’ın nüfuzunu artırdığı belirtilmektedir.

Bu makale, Suriye’deki iç savaşın başlangıç döneminde yaşanan iç dinamikleri ve dış müdahaleleri anlamak için önemli bir perspektif sunmaktadır.

Mütercim: Ahmet Ziya İbrahimoğlu

Yukarıda tercüme ettiğim yazı ile ilgili bir arkadaşımız şöyle bir not yazdı:👇
Yazı akademik ve objektif bir dil taşımıyor. Eksik, manipülatif ve ajitatif bir muhtevaya sahip. Mezhebi bir asabiyet taşımakla birlikte bilgi yanlışları da var.
Selamlar.
Dr. Y.K. Bey

Aziz kardeşim,
Yazıyı yazan edebiyatçı, yazar veya akademisyen değildir; üslubu ve muhtevayı yüzeysel değerlendirmeniz sizi yanıltıyor.
Yazıyı yazan Beşşar Esad’ın annesinin akrabalarından olup Sünni de değildir.
Bilgi eksik veya yanlış olunca doğru yorum yapma imkanınız olamaz. Önce doğru bilgi sahibi olmaya gayret etmek gerekir.

AİLE İÇİ SÜRTÜŞMELERİN ORTAYA ÇIKARDIĞI GERÇEKLER

Emani Mahluf, ağabeyi Rami Mahluf ve mensup oldukları aile, Suriye’nin ekonomi ve politika arenasında uzun süredir etkin olan bir ailedir. Rami Mahluf, Beşşar Esad’ın kuzeni ve özellikle Suriye’deki ekonomik faaliyetlerin büyük bir kısmını kontrol eden bir iş adamı olarak tanınır. Suriye’nin telekomünikasyon, finans, gayrimenkul ve diğer birçok sektördeki en büyük oyuncularından biri olarak uzun yıllar boyunca ülke kaynaklarını kendi çıkarları için kullanmakla suçlanmıştır.

Beşşar Esad’ın annesi Enise Mahluf’un sağlığında, Mahluf ailesi ve Esad ailesi arasındaki bağlar daha güçlüydü. Ancak Enise Mahluf’un 2016’daki ölümünden sonra bu bağlar zayıfladı ve aile içindeki güç mücadelesi gün yüzüne çıktı. Rami Mahluf ile Beşşar Esad arasında özellikle ekonomik ve siyasi çıkar çatışmaları nedeniyle büyük bir gerilim yaşandı. Rami Mahluf’un mallarına el konulması ve şirketlerinin devlet kontrolüne geçirilmesi, bu çatışmanın açık bir göstergesiydi.

Rami Mahluf, bu sürecin ardından sosyal medyada yaptığı açıklamalarla Beşşar Esad ve yönetimine dolaylı eleştirilerde bulundu. Bu da Esad rejimi içindeki çatlakların ve güç mücadelelerinin ne kadar derin olduğunu ortaya koydu. Mahluf ailesi içindeki bu çatışmaların, Suriye’deki rejimin zayıflayan yapısını daha da belirgin hale getirdiği söylenebilir.

Sonuç olarak, Mahluf ailesinin Suriye’deki etkisi büyük ölçüde azalmış olsa da, bu durum rejimin kendi içindeki çatışmalarını ve iktidar mücadelesini gözler önüne sermektedir.

Ahmet Ziya İbrahimoğlu

(قصة اغتيال خلية الأزمة من الألف إلى الياء)

أماني مخلوف.

في بداية الاحداث في سوريا ….

نقل أحمد داود اوغلو عدة رسائل من الرئيس التركي عبد الله غول وخلفه أردوغان إلى الرئيس بشار الأسد (رسائل دعم ووقوف مع سوريا).

حيث طلب داودأوغلو من الرئيس بشار عدم زج الجيش السوري في ضبط المظاهرات بحجة أن أغلبية ضباط الجيش من الأقلية العلوية وهذا ما سيدفع الأمور إلى التصعيد الطائفي
وكانت تركيا تعمل مع مجموعة العمل العربي في الجامعة العربية من أجل ايجاد حل للأزمة السورية.

لم يقل أحد ابدا بتغيير نظام الحكم في سوريا وكانت السعودية وتركيا تعملان على اقناع الحكومة السورية بحزمة اصلاحات تعيد الأمور إلى مجراها وبحسب وصف أحد العاملين في الخارجية السعودية (نتحفظ عن ذكر اسمه) ، قال لي بالحرف لم تكن الأسرة المالكة مسرورة بالحدث السوري بل عملت ودعت إلى تطويقه خوفا من امتداده إلى الخليج والسعودية وفعلا ارسلت الجامعة العربية وفد سري بالاشتراك مع تركيا ،وعمل هذا الوفد لشهر كامل في سوريا وتم الاتفاق بين الجامعة العربية من جهة والرئيس بشار الأسد على تشكيل خلية الأزمة.

كان الصراع قد احتدم داخل منصات القيادة السورية منذ الشهر الأول وانقسم المسؤولون السوريون إلى قسمين قسم يريد حل الأزمة بشكل سلمي وعلى راسهم وزير الداخلية حينها اللواء سعيد سمور وهو سني من جبلة واوكلت له مهمة التفاهم مع المتظاهرين في دمشق وكان اسلوبه راقي ويدل على وعي وادراك كبير لواقع المشكلة السورية وايضا الشهيد أصف شوكت كان ينسق مع صديقه سعيد سمور الذي كان نائبا له في المخابرات قبل تكليفه بوزارة الداخلية وشكل الاثنين فريق عمل بدعم من أسماء الأخرس استطاع التواصل مع قيادات المتظاهرين وارسلوا مندوبين لهما الى كل المحافظات السورية.

كان حافظ مخلوف يلعب دور كبير في تهدئة المتظاهرين في بانياس وجبلة واللاذقية وعلى الطرف الأخر كان حينها العميد قبل ترفيعه الى لواء ماهر الأسد بدعم سياسي مباشر من ايران من دعاة الحل الأمني ونهج الثمانينات .

حاولت ايران اجهاض جهود تركيا والجامعة العربية للحل في سوريا .

التخبط يسود القصر الجمهوري وفي يوم واحد استقبل ابو سليم دعبول مدير مكتب الرئيس السوري مدير المخابرات المصرية السابق السيد عمر سليمان كوسيط وطرف عن الجامعة العربية
والجنرال الايراني حسين همداني الذي التقى ماهر الاسد و ابو سليم دعبول وطلب الجنرال همداني دخول وحدات خاصة ايرانية وتعهد بقمع المظاهرات خلال اسبوعين بالمقابل اعطى اللواء عمر سليمان ورقة عمل للجانب السوري تتضمن اصلاحات سياسية واقتصادية وتعهدت دولتين خليجيتين بتقديم مبلغ 10مليار دولار لاجراء اصلاحات اقتصادية في سوريا استثمارات بملايين الدولارات وكانت الموافقة على الطلب العربي التركي
ورفض مقترحات همداني الامر الذي أغضب ايران.

تشكلت خلية الأزمة في سوريا بأمر من الرئيس بشار الأسد ، وبرئاسة حسن تركماني ، وعضوية كل من اصف شوكت ومحمد الشعار وبخيتان وعلي مملوك وداوود راجحة وبختيار وزيتون وقدسية وجميل الحسن.

كان من المفروض أن تضم اللواء سعيد سمور الذي قدم استقالته بسبب تعرضه لضغوط من جميل الحسن ورفض الحل الامني رفضا قاطعا.

اجتمعت خلية الازمة مع عمر سليمان ومبعوث لامير قطر عدة مرات والتقت بوفود عربية وتركية وكانت النتائج النهائية للاجتماعات :

-فك الارتباط السوري بايران وحزب الله عسكريا.

-اجراء مصالحة وطنية شاملة حتى لجماعة الاخوان المسلمين
واطلاق سراح جميع المعتقلين السوريين (معتقلي الرأي) من السجون السورية.

  • تقوم دولة قطر بتقديم تعويضات مادية لجميع ضحايا الحرب
    وبعد توقيع الاتفاق!!!!

كان مقررا خروج الجامعة العربية بموقف موحد داعم للرئيس بشار الاسد تعقبه زيارة للملك السعودي الى سوريا وتقديم مساعدات مادية للدولة السورية.

هذا الامر اغضب ايران ووكيلها في الخلية جميل الحسن الذي اتهم حسن تركماني بالعمالة لتركيا امام الجميع في الاجتماع القبل الاخير.

هذه المعلومات ترددت لفترة كبيرة عن نشرها بطلب شخصي من بشرى الأسد وبسبب وعود اكمال التحقيقات التي ذهبت مع دماء شهداء خلية الأزمة وللحفاظ على سلامة السائق الخاص لآصف الذي كان مصدر معلوماتنا ولكن في النهاية لابد من وضع النقاط على الحروف لكي لاتذهب دماء الشهداء من دون أن تنال المجرمين العدالة.

بعد التوتر الكبير الذي حصل بين جميل الحسن وحسن تركماني وتهديد الحسن لتركماني واتهامه بالعمالة لتركيا وامريكا والمشادة الكلامية التي حصلت بين الشهيد اصف ومبعوث الجامعة العربية عمر سليمان من جهة وبين جميل الحسن من جهة اخرى
ومع وصول الجنرال همداني وقاسم سليماني لسوريا، انشقت الدولة السورية لقسمين قسم يريد العمل مع الجامعة العربية
وقسم موالي لايران والغلبة كانت للفريق الداعم للجهود العربية بدعم مباشر من الخلية المشكلة.

وفي الاجتماع النهائي كان التوقيع على المبادرة العربية
وفي اتصال هاتفي بين اصف شوكت مع مدير مكتب الرئيس ابو سليم دعبول طلب اصف من مدير مكتب الرئيس صرف همداني وسليماني من سوريا ،،، كل هذا كان قبل ساعات من تفجيرات خلية الازمة!!!!

وقبل التوقيع النهائي وتغيب عن الاجتماع على غير عادة جميل الحسن ، وكان قاسم سليماني وهمداني وماهر الاسد وجميل الحسن قد اتفقوا على انهاء خطر اصف شوكت والخلية المشكلة حيث قام احد سائقي الشهيد اصف شوكت بادخال حقيبة المتفجرات الى قاعة الاجتماع حقيبة المتفجرات التي انفجرت في قاعة الاجتماعات ووضعت تحت الطاولة بشكل مباشر ومن وضعها لقو وضعها بكل اريحية ، ومكان الاجتماع كان محاط باكثر من الف عنصر امن ومن يعرف المكان يعلم انه من المستحيل الوصول للمبنى والصعود لقاعة الاجتماعات ووضع متفجرات.

العمل كان مدبرا باوامر ايرانية وتوجيهات من ماهر الاسد للاسف وجميل الحسن الذي تغيب عن الاجتماع.

بدات الخلية بالاجتماع في تمام الساعة الثانية عشر ظهرا وكان المكان مفخخ بالكامل وقام ماهر الاسد بطرد كل العناصر من محيط الاجتماع واستبدالها بعناصر المكان من الفرقة الرابعة والحرس الجمهوري وبعد بدء الاجتماع كان خلية الازمة ستصدر قرار بسحب الجيش من الثكنات والسماح للناس بالتجمع السلمي وادخال كل وسائل الاعلام والبدء بانتخابات رئاسية جديدة ووقف العمل بالدستور ولكن عندما قرروا ذلك لم يرق للابرانيين وحزب الله هذا الشي وقرروا ان ينهوا الخلية وقدموا اغراءات لماهر الاسد وجميل الحسن وانهم سيدعمون الجيش بكل شي، وبهذه اللحظات تم تفجير المكان وقتل كل من كان فيه وحتى اللواء عمر سليمان المصري وشخص معه الجنسية الفرنسية وتم اغلاق المكان وقام بعض المنتسبين للمخابرات بتبني العمل حيث اوعز رجال المخابرات الجوية لاشخاص بان المعارضة هي من قامت بقتل الخلية ، لكن قام احد مرافقي اصف شوكت بابلاغ زوجته بشرى بالذي حصل وانقسمت القيادة الى قسمين هنا قام ماهر الاسد بتهديد الجميع بالايرانيين حيث تم جلب ٥٠٠٠ الاف عنصر ايراني و٤٠٠٠ الاف عنصر من حزب الله وقام الجميع بتقديم الطاعة لماهر الاسد ولايران ، قتل عمر سليمان المصري والفرنسي لويس وكل خلية الازمة.

استفردت إيران بالقرار السوري وتم نقل ملف سوريا من الجامعة العربية الى مجلس الامن بدعم عربي تركي فرنسي امريكي.

هل عرفتم من كان السبب في قتل ٣٠٠ الف شب من ابناء الطائفة العلوية وزجهم في محرقة مع اهلهم من باقي الطوائف ،، انها ايران الفارسية وليست (((الاسلامية))) ورعونها جميل الحسن واللواء ماهر الاسد للاسف اقولها بكل حرقة قلب ماهر الاسد وجميل الحسن وقاسم سليماني وهمداني وحسن نصر الله هم الذين قتلوا الخلية.

اماني مخلوف

:Bu Olayın Arap Basınında Yer Alışı 👇https://search.app/LCMhnrHQMGNYKk859
👇
https://ar.m.wikipedia.org/wiki/خلية_إدارة_الأزمة_السورية
👇
https://syrianmemory.org/daily-events/event/5eb6d54b0e607900012dad49
👇
https://www.alalam.ir/news/4330796/7-سنوات-على-اغتيال-خلية-الأزمة-السورية
👇
https://www.aljazeera.net/amp/news/2012/7/18/خلية-إدارة-الأزمات-في-سوريا
👇
https://www.syria.tv/9-سنوات-على-اغتيال-خلية-الأزمة%C2%A0-تعدّدت-الروايات-والحقيقة-ما-زالت-غائبة?amp

Hamas’tan Basın Açıklaması ..

İslamî Direniş Hareketi – Hamas’tan Basın Açıklaması

🔹 Gazze Şeridi’nde şiddetli soğuk hava dalgası ve sert kış şartları sebebiyle yaşanan ölümlerin artması üzerine, halkımızdan yedi kişinin, aralarında altı bebek ve çocuk olan vatandaşlarımızın soğuktan hayatını kaybettiği acı olaylar yaşanmıştır. Bu trajedi, kötü durumdaki sığınaklarda hayat mücadelesi veren insanların, şiddetli soğuklar ve ısınma imkânlarının yokluğu nedeniyle gerçekleşmiştir. Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler’i, Arap ve İslam ülkelerini, yüzbinlerce yerinden edilmiş sivil halkı, soğuk hava ve devam eden Siyonist saldırıların yıkıcı etkilerinden korumak adına, acil olarak yardım malzemeleri ve çadırların bölgeye ulaştırılması için harekete geçmeye çağırıyoruz.

🔹 Uluslararası toplumun ve Birleşmiş Milletler’in insani ve hukuki sorumluluğu, yaklaşık on beş aydır devam eden Siyonist soykırım ve etnik temizlik suçlarına maruz kalan Gazze halkına acil yardım sağlamayı gerektirmektedir. Gazze halkının barınma, gıda, su, ilaç ve ısınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak için derhal harekete geçilmeli; faşist işgalci, saldırılarını durdurmaya ve iki milyondan fazla insanı hedef alan insanlık dışı kuşatmayı kaldırmaya zorlanmalıdır. İşgalci rejimin dayattığı bu soykırım ve insanlık dışı hayat şartları, tüm dünya halklarının vicdanını yaralayan bir insanlık suçudur.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
30.12.2024 Üsküdar

حركة المـ.ـقاومة الإسلامية – حمـ.ـاس في تصريح صحفي

▪️ على إثر ازدياد حالات الوفاة في قطاع غـ.ـزة بسبب موجة البرد القارس والمنخفض الجوي، واستشـ.ـهاد سبعة من شعبنا بينهم ستة من الأطفال الرضع في خيام النزوح المتهالكة، جراء البرد الشديد وعدم توفّر وسائل التدفئة؛ فإننا ندعو وبشكل عاجل الأمم المتحدة والدول العربية والإسلامية لضرورة العمل على إدخال المستلزمات الإغاثية والخيام لحماية مئات الآلاف من المدنيين النازحين من البرد ومن الآثار الكارثية للعدوان الصهـ.ـيوني المتواصل.

▪️ إن الواجب الإنساني والقانوني للمجتمع الدولي وللأمم المتحدة يقتضي التحرك العاجل لإغاثة شعبنا في قطاع غـ.ـزة الذي يتعرّض لجريمة إبادة وتطهير عرقي صهـ.ـيوني مستمرة منذ نحو خمسة عشر شهراً، والعمل لتوفير الاحتياجات الأساسية من مأوى وغذاء وماء ودواء ووسائل تدفئة، وإلزام الاحتلال الفـ.ـاشي بوقف عدوانه، ورفع حصاره عن أكثر من مليونَي إنسان يواجهون التطهير العرقي وظروفاً معيشية لا إنسانية يفرضها الاحتلال المجرم.

Kıyamet Sadece Ürkütücü ve Korkutucu mu?

Kıyamet Günü Sadece Korkutucu Değil!
Dr. Mustafa Mahmud

Kıyamet Günü, bazı insanların sandığı gibi yalnızca korkutucu değil; aksine, ahdine sadık kalanlar ve o gün için hazırlık yapanlar için harika ve muhteşem bir gün olacak.

“Onlar, en büyük korku (kıyamet) ile hüzünlenmezler.”

O gün harika olacak:
• Yeniden diriltildiğinde, seni karşılamak üzere bekleyen melekleri gördüğünde…
“Melekler onları karşılar ve derler ki: İşte size vaad edilen gününüz!”
• Dünya âlemine sevinçten bir çığlık attığında:
“Alın, okuyun kitabımı!”
• Arkana dönüp baktığında, soyundan gelenlerin seninle birlikte olduklarını ve sevincini paylaşmaya geldiklerini gördüğünde:
“Onların soylarını da kendilerine kavuşturduk.”
• Allah’ın hoşnut olduğu bir topluluğun arasında yürürken ve önlerinde Peygamber Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) bulunduğunu gördüğünde:
“O gün Allah, Peygamber’i ve onunla birlikte iman edenleri utandırmaz. Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşar.”
• Sen ve ailene özel bir davetle cennete girdiğinizde:
“Cennete girin, siz ve eşleriniz mutluluk içinde ağırlanacaksınız.”
• Orada, Peygamber Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ile birlikte Musa, İsa, Nuh ve İbrahim (aleyhisselam) gibi büyük peygamberlerle dost olduğunda yüzündeki mutluluğu saklayamayacaksın:
“İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddîkler, şehitler ve salih kimselerle beraberdir. Onlar ne güzel arkadaştır!”

O anda burada okuduğun ayeti hatırlayacaksın:
“Kime güzel bir vaatte bulunmuş ve o da buna kavuşmuşsa, bu kişi dünya hayatında bir süre faydalandırılıp sonra kıyamet günü (cezaya) getirilen biri gibi olur mu?”

Sonsuz bir yaşama hazırlanın.
Allah, bizi ve sizleri, ebeveynlerimizi, üzerimizde hakkı olanları, eşlerimizi, çocuklarımızı, sevdiklerimizi ve tüm Müslümanları Peygamberimiz Muhammed (sav) ile birlikte Firdevs Cennetine nail eylesin.

Ancak unutmayın: O günün harika olması için çalışmamız gerek. İtaat ve Peygamberin izinden gitmek olmadan güzellik yoktur.

“Allah’ım, bizi korku ve hüzünden emin olan kullarından eyle.”

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
30.12.2024 Üsküdar

يوم القيامة ليس مرعبا فقط!!
د. مصطفى محمود…

يوم القيامة ليس مرعبا كما يتخيل البعض ولكنه سيكون يوما رائعاً وجميلاً لمن سار على العهد وعمل لذلك اليوم
(لا يحزنهم الفزع الأكبر)

سيكون يوماً رائعاً
عندما تُبعث وترى الملائكة في إنتظارك تتلقاك ..
{وَتَتَلَقَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ هَٰذَا يَوْمُكُمُ الَّذِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ}
سيكون يوماً رائعاً عندما تطلقها صرخة في العالمين من الفرح ..
{هَاؤُمُ اقْرَءُوا كِتَابِيَهْ}
سيكون يوماً سعيداً عندما تنظر خلفك وترى ذريتك تتبعك لمشاركتك فرحتك ..
{أَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ}
سيكون يوماً في غاية الروعة وأنت تمشي ولأول مرة في زمرة المرضي عنهم ويتقدمك النبي محمد صل الله عليه وسلم ..
{يَوْمَ لَا يُخْزِي الله النَّبِيَّ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ نُورُهُمْ يَسْعَىٰ بَيْنَ أَيْدِيهِمْ}
سيكون يوماً جميلاً جداً عندما تكون ضيفاً مرغوباً أنت وأهلك وتسمع نداءً خاصا لك ادخل ..
{ادْخُلُوا الْجَنَّةَ أَنتُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ تُحْبَرُون}
لن تكون قادراً على إخفاء نضارة وجهك السعيد عندما يكون رفيقك هناك النبي محمد صل الله عليه وسلم وموسى وعيسى ونوح وإبراهيم – عليهم السلام
{ فَأُولَٰئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَٰئِكَ رَفِيقًا}
هناك ستتذكر ما تلوته هنا :
{أَفَمَن وَعَدْنَاهُ وَعْدًا حَسَنًا فَهُوَ لَاقِيهِ كَمَن مَّتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنَ الْمُحْضَرِينَ}
استعدوا لحياة سرمدية
رزقنا الله وإياكم ووالدينا جميعاً وكل من له حق علينا وأزواجنا وذرياتنا وأحبابنا..والمسلمين الفردوس الأعلى برفقة حبيبنا محمد صل الله عليه وسلم..
……..

لكن علينا العمل ليكون جميلا رائعا، فلا روعة إلا بالطاعة والاتباع….

اللهم إجعلنا ممن لا خوف عليهم ولا هم يحزنون

2 Ekim Savaşının Gerçek Kahramanı ..

Gerçek Ekim Savaşı Kahramanı Kimdir?

Hayır, bu kişi Hafız Esad değildir, iddia ettikleri gibi.
Okullarımızda çocuklarımızın zihinlerine kazınan ve “İki Ekim’in Kahramanı” olarak adlandırılan bu unvan tamamen yanlıştır.

Gerçek Ekim Savaşı Kahramanı, Şam şehrinin Salihiye semtinden gelen ve Hafız Esad’ın emriyle İbrahim Safi adlı cellat tarafından suikaste uğrayan kahraman şehit Tümgeneral Ömer El-Ebruş’tur.
Çocuklarınıza bu makaleyi okumalarını sağlayın.

Savaşın Başlangıcı

1973’ün 6 Ekim günü, Mısır ve Suriye, İsrail’e karşı savaş ilan etti.
Ancak Hafız Esad’ın İsrail ile gizli bir anlaşması vardı. Bu anlaşmaya göre, Esad Şam’ı İsrail’e teslim edecek ve ordusunu Humus’a çekecekti. Başkenti ya Humus’a ya da Halep veya Lazkiye’ye taşıyacaktı.
Tıpkı 1967’de Golan Tepeleri’ni İsrail’e teslim ettiği gibi. O dönem Savunma Bakanı olan Hafız Esad, Golan’ı düşmana terk etmişti.

Savaşta sınırları savunmak için sadece bir tümen görevlendirmişti ve bu tümen, Tümgeneral Ömer El-Ebruş’un liderliğindeydi. Bu tümenin, İsrail ordusu tarafından kolaylıkla yok edilmesi bekleniyordu.

El-Ebruş’un Büyük Zaferi

Ancak beklenmedik bir şekilde, Ömer El-Ebruş’un komutasındaki 7. Mekanize Tümen, İsrail savunmalarını deldi. Orta Golan sektöründe, Tel El-Muhfi bölgesinde İsrail kuvvetleriyle şiddetli bir tank savaşı verdi. Bu savaş, 20. yüzyılın en büyük tank savaşlarından biri olarak kabul edilir.
El-Ebruş, bu zaferin ardından Şeyh Dağı’nı ve Golan Tepeleri’ni tamamen özgürleştirdi. Ardından Lut Gölü’ne kadar ilerledi.

Ancak Hafız Esad’dan bir telefon aldı. Esad, El-Ebruş’tan geri çekilmesini istedi. Bunun üzerine El-Ebruş öfkelenerek,
“Sen bir MiG-17 pilotusun, savaş yönetiminden ne anlarsın?” diye cevap verdi.

Bu olayın ardından Hafız Esad, El-Ebruş’un rütbesinden düşük subaylara doğrudan geri çekilme emri verdi.
Esad, El-Ebruş’u durdurmak için İbrahim Safi’yi gönderdi. Safi, 8 Ekim 1973’te El-Ebruş’u suikastla öldürdü. Olay intihar olarak duyuruldu; daha sonra İsrail ordusu tarafından öldürüldüğü yalanı yayıldı.

El-Ebruş’un tümeni geri çekilince, Şam savunmasız kaldı. Bu durum dünyayı şok etti. Ancak sürpriz bir şekilde Irak ordusu yetişti ve Şam’ı kurtardı.

Irak Ordusu’nun Müdahalesi

Irak ordusunun Suriye’yi ve Şam’ı kurtarması savaşın dönüm noktasıydı. Irak, savaşın başlangıcını bilmeden bile hızla harekete geçti.
10 Ekim 1973’te ilk olarak 12. Zırhlı Tugay Şam’a ulaştı. Ardından 8. Mekanize Tugay ve 6. Zırhlı Tugay geldi.
Irak’ın ilk harekâtı, geri çekilen Suriye birliklerinin bıraktığı boşluğu doldurarak İsrail ilerleyişini durdurmak oldu.

Irak kuvvetleri, hava desteği olmamasına rağmen İsrail ordusuna büyük kayıplar verdirdi. Özellikle 12. Zırhlı Tugay, İsrail kuvvetlerini ciddi şekilde yıprattı.

Hafız Esad’ın İhaneti

Irak ordusu Golan Tepeleri’nin büyük bölümünü özgürleştirdi ve Lut Gölü’ne ulaştı. Ancak Hafız Esad, savaşı durdurmak için ABD ve İsrail ile gizli müzakereler yaptı.
24 Ekim 1973’te savaş sona erdi ve ateşkes ilan edildi. Irak ordusu, Esad’ın desteğini çekmesi nedeniyle geri çekilmek zorunda kaldı. Bu süreçte Irak ordusu 900’den fazla şehit verdi.

Savaştan Sonra

1974 yılında Hafız Esad, İsrail ile bir “Ayrışma Anlaşması” imzaladı. Bu anlaşmaya göre, Golan Tepeleri’nin büyük bir bölümü İsrail’in kontrolüne geçti.
Kalan küçük bir bölge ise askerden arındırılmış bir tampon bölge olarak belirlendi. Bu bölgede Suriye ordusunun yalnızca sembolik bir varlığına izin verildi.

Hafız Esad’ın ihanetleri sonucunda İsrail, Golan Tepeleri’nde hakimiyetini pekiştirdi. Bu durum, Suriye’nin geleceğini ciddi şekilde etkiledi.

Kaynaklar:
1. Ekim 73: Silah ve Siyaset – Muhammed Hassanein Heykel
2. Savaş Yolu Barıştır – Hamdi El-Kenisi
3. Irak Ordusu ve Ekim Savaşı 1973 – Albay Selim Şakir El-İmami
4. Altı Saatlik Savaş ve Beşinci Savaş Olasılıkları – Abdülsettar El-Tavili
5. Ekim Savaşı Anıları – General Saad Şazli
6. Ramazan Savaşı – Mean El-Adasi

Yazan: Tarihçi Tamer El-Zegari

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
30.12.2024 Üsküdar

هل تعلمون من هو بطل حرب تشرين الحقيقي.؟؟؟
كلا ليس الطاغية حافظ الأسد كما كانوا يدعون،
وقد زرعت هذه المعلومة الكاذبة في عقول أطفالنا في المدارس تحت عبارة ما يسمى
(بطل التشرينين) .؟؟

بطل حرب تشرين الحقيقي هو الشهيد البطل
اللواء الركن عمر الأبرش إبن حي الصالحية في مدينة دمشق الذي تم إغتياله من قبل السفاح إبراهيم الصافي بأمر من حافظ الأسد

دعوا أولادكم يطلعون على هذا المقال

في 1973/10/06م أعلنت مصر وسوريا الحرب على إسرائيل،
وكانت إتفاقية حافظ الأسد مع إسرائيل تفيد بأن يقوم بتسليم دمشق لهم والإنسحاب إلى حمص، ونقل العاصمة السورية إما إلى حمص وفي رواية أخرى حلب أو اللاذقية،
تماماً كما قام بتسليمهم الجولان عام 1967م عندما كان وزيراً للدفاع،
ولهذا وضع على الحدود فقط فرقة واحدة بقيادة العميد عمر الأبرش وبإستطاعة الجيش الإسرائيلي إبادتها بسهولة .؟؟

  • ولكن المفاجأة أن فرقة المشاة الآلية السابعة بقيادة العميد عمر الأبرش نجحت في إختراق الدفاعات الإسرائيلية وخاض معركة طاحنة مع القوات الإسرائيلية في منطقة تل المخفي في القطاع الأوسط من الجولان،
    واعتبرت واحدة من أكبر معارك الدبابات في القرن العشرين،
    وبعد إنتصاره نجح عمر الأبرش في تحرير جبل الشيخ وكامل الجولان والوصول جسر بنات النبي يعقوب ثم إلى بحيرة طبريا،

ولكن أتاه إتصال من حافظ الأسد يطلب منه الإنسحاب،
فرد عليه عمر الأبرش غاضبا ً:
(أنت شوفير ميغ 17 شو فهمك بقيادة المعارك) فصُدم عمر الأبرش بإنسحاب قطاعات من فرقته بعد أن تجاوزه حافظ الأسد وأمر أصحاب الرتب الأقل من عمر الأبرش بالإنسحاب،
ثم أرسل حافظ الأسد الضابط السفاح إبراهيم الصافي الذي قام بإغتيال عمر الأبرش في 1973/10/08م وتم إعلان انتحاره ثم تغيير الرواية بأنه قتل على يد الجيش الإسرائيلي،
وانسحب ما تبقى من فرقة عمر الأبرش بشكل صدم العالم،
وضاع كل ما حققه وأصبحت دمشق جاهزة للتسليم

وكانت المفاجأة مع وصول الجيش العراقي وإنقاذ دمشق.؟؟؟
يُعتبر إنقاذ القوات العراقية للعاصمة السورية دمشق من السقوط هو الإنجاز الأكبر،
فقد وصل الإنقاذ من العراق الذي لم يكن يعلم ساعة الصفر،
حيث وصلت أولى طلائع القوات العراقية إلى دمشق مساء 1973/10/10م المتمثلة باللواء المدرع 12، تبعه لواء المشاة الآلي 8 ثم اللواء المدرع 6،
وكان أول الواصلين اللواء المدرع 12 بقيادة البطل سليم شاكر الإمامي والذي فوجئ بعدم وجود أي قائد سوري على الجبهة وسأل عن موقع رئاسة الأركان، ثم عندما علم بأن العثور عليها يحتاج وقتاً قرر أن يدخل المعركة بشكل مباشر ودون ترتيب،
بعد أن سد ثغرة الصنمين التي انسحب منها الجيش السوري الذي أمره حافظ الأسد بالإنسحاب.؟؟؟

وخلال تقدم القوات الإسرائيلية على محور جيعا
-كفر ناسج، باغتهم اللواء المدرع 12 الواصل حديثاً لساحة المعركة وكبدهم خسائر كبيرة وأسر عدد من اطقم الدبابات والجنود، وما يزيد الإعجاب بهذا النصر هو أنه تحقق دون تغطية جوية،

وقد بين التقرير السري المرقم (7) المعد من قبل مكتب الشؤون العسكرية المصرية عن سير المعارك والمقدم للرئيس أنور السادات عن الموقف في الجبهة السورية النص التالي:
(إشترك اللواء العراقي في تثبيت العدو وتوجيه ضربة مضادة ومنعه من تطوير هجومه شرقا ومنع قوات العدو من الإتصال بكتيبة مظلات العدو التي نزلت في منطقة العدسية وإستعاد الأوضاع)

وفي يوم 1973/10/11م وصل العقيد العراقي محمد وهيب من فرقة المدرعات الثالثة العراقية إلى دمشق ووجد أن منطقة الكسوة بين دمشق ودرعا فارغة بعد أن إنسحب اللواء المدرع 70 السوري منها،
فقرر العقيد محمد وهيب أخذ مواقع المدرع السوري المنسحب دون أوامر أو تعليمات،
ثم بحث العقيد محمد وهيب عن القيادة السورية وبعد بحث طويل وجد أن حافظ الأسد مختبئ في ملجأ في جبل قاسيون فذهب له وقابله،
وقال حافظ الأسد لمحمد وهيب:
(القوات السورية إنهارت في المعركة وإن دمشق خرجت من شارب السوريين وأصبحت بشارب العراقيين)

وفي يوم 1973/10/13م حاول الجيش الإسرائيلي التقدم داخل سوريا ولكنه فشل،

ففي يومها وصلت كامل الفرقة المدرعة الثالثة العراقية، وفي 1973/10/15م أيقنت القيادة الإسرائيلية أن التقدم نحو دمشق يعني فناء الجيش الإسرائيلي بسبب البسالة العراقية،؟؟؟

تحرير الجيش العراقي للجولان:
بعد توقف التقدم الإسرائيلي وعودة القوات السورية تم الترتيب لتحرير الجولان بمعركة تل عنتر ثم الدخول لفلسطين بهجوم يبدأ في 1973/10/18م، حيث اشتكى الجيش العراقي من عدم توفر الخرائط وهذا ما ذكره الفريق العراقي محمد أمين لرئيس الأركان السوري يوسف شكور،
وبعد ترتيب الهجوم فوجئ الجيش العراقي بطلب سوريا تأجيل الهجوم إلى 1973/10/19م فوافق العراقيين،

وبدأ الهجوم المشترك ونجحوا في تحرير كامل جبل الشيخ،
ولكن في يوم 1973/10/20م أمر حافظ الأسد جيشه بإيقاف القتال لإنتظار حصول هدنة،
فاستمر الجيش العراقي بالقتال لوحده خلال الأيام التالية ونجح الجيش العراقي بتحرير كامل الجولان والوصول لبحيرة طبريا في تاريخ 1973/10/23م، زاد إرتفاع معنويات العراقيين بوصول فيلق عراقي كامل بهذا اليوم،
فاستعد الجيش العراقي لهجوم شامل داخل فلسطين ولكن حافظ الأسد أعلن إيقاف الحرب في 1973/10/24م فقد كان يتفاوض على هدنة دون علم العراقيين،؟؟؟

غدر حافظ الأسد للجيش العراقي:

رفض العراقيون الهدنة وقرروا إستكمال القتال في 1973/10/24م، ولكن حافظ الأسد قام بإجراءات لإجبار العراقيين على الانسحاب،
فقد أغلق الحدود السورية العراقية لمنع أي دعم للجيش العراقي، وكسياسة ضغط أغلق سد الطبقة فانخفض منسوب نهر الفرات عن العراق لتتحول لأزمة مائية انتهت بوساطة سعودية بعد عامين، واتهم الجيش العراقي بالتآمر وهدده بأن يهاجمه وبهذا سيكون الجيش العراقي وحيداً بين الجيش السوري والأسرائيلي ومحاصراً وبلا دعم،
فاضطر العراقيون للإنسحاب بمكسب واحد وهو إنقاذ دمشق وقد إستشهد من ضباط وجنود الجيش العراقي حوالي 900 شهيد

قصة إجتياح إسرائيل لسوريا بعد نجاح الثورة:

وقع حافظ الأسد مع إسرائيل اتفاقية فض الاشتباك عام 1974م،
وأصبح ما حرره عمر الأبرش ثم الجيش العراقي مقسم لقسمين،؟؟؟
القسم الأكبر بقي بشكل مباشر تحت الحكم الإسرائيلي،
والقسم الأصغر هو عبارة عن منطقة عازلة،
سميت بمنطقة فض الإشتباك
ويُمنع أن يدخلها الجيش السوري إلا بأعداد رمزية وبإذن اسرائيلي،
وحتى جبل الشيخ بقي أغلبه مع إسرائيل،
والقسم الأصغر السوري لا يتجاوز عدد الجنود السوريين فيه 20 جندي،؟؟؟

وقد بدأت إسرائيل بالتقدم في المنطقة العازلة عام 2024م بمجرد بداية حربها مع لبنان وفي زمن حكم بشار الأسد،
وزادت وتيرة التقدم بعد سقوط بشار الأسد في 2024/12/08م، لهذا تعتبر هذه المناطق ساقطة وتحت حكم إسرائيل الفعلي من سنة 1974م
بمجرد أن وافق حافظ الأسد على أن تكون خالية من الجيش السوري وأن تأخذ إسرائيل المواقع المرتفعة في جبل الشيخ والجولان،
وبمجرد أن غدر بالجيش العراقي الذي كان يسيطر على كامل الجولان وتآمر عليه لكي ينسحب ،؟؟؟

المصادر:

1- كتاب أكتوبر 73 السلاح والسياسة:
محمد حسنين هيكل
2- كتاب الحرب طريق السلام: حمدي الكنيسي
3- الجيش العراقي وحرب تشرين 1973:
العقيد الركن سليم شاكر الإمامي
4- كتاب حرب الساعات الستة وإحتمالات الحرب الخامسة: عبد الستار الطويلة
5- كتاب مذكرات حرب أكتوبر الفريق سعد الشاذلي
6- العبور والثغرة، إدغار أوبلانس
7- كسرة خبز، سامي الجندي
8- خلاصة العمليات الجوية والبرية للجيش العراقي في حرب تشرين 73، عبد الوهاب الجبوري
9- اسرائيل وسوريا ، انتوني كوردسمان
10- حرب رمضان ، معن العداسي

كتب بقلم: المؤرخ تامر الزغاري.

Suriye Yeni Yönetim Lideri Ahmet Şer’a Beyin Arabia Tv Mülakatından ..

Suriye Yeni Yönetimi Lideri “Ahmed Şer’a” Arabia Tv kanalına konuştu:

📌 Kurtuluş sürecinde sivil kayıpların ya da göçlerin yaşanmamasını gözetmeye çalıştık.

📌 İktidarın devrini mümkün olduğunca sıkıntısız gerçekleştirmeye çabaladık.

📌 Suriye’nin kurtuluşu, bölgenin, Körfez’in ve Suriye’nin önümüzdeki 50 yıl boyunca güvenliğini garanti altına alır.

📌 Ne Tahran’a ne de Güney Lübnan’a girdik, yalnızca kendi şehirlerimize ve köylerimize döndük.

📌 Kendimi Suriye’nin kurtarıcısı olarak görmüyorum; fedakarlık yapan herkes kurtuluş sürecine katkı sağladı.

📌 Başkanlık seçiminden önce birçok siyasi merhale geçilecek.

📌 Anayasa yazım süreci yaklaşık üç yıl sürebilir.

📌 Amacımız, mümkün olduğunca uzun süre geçerliliğini koruyacak bir anayasa hazırlamak. Bu, zahmetli ve uzun bir süreç.

📌 Seçimlerin düzenlenmesi yaklaşık dört yıl sürebilir.

📌 Sağlıklı bir seçim gerçekleştirebilmek için kapsamlı bir nüfus sayımı yapılması gerekiyor.

📌 Ulusal Diyalog Konferansı’nda uzmanlaşmış komiteler oluşturulacak ve oylamalar yapılacak.

📌 Halkın hizmet alanında köklü değişiklikleri hissetmesi yaklaşık bir yıl sürecek.

📌 Atamalardaki tek renk tenkitleri doğru; çünkü bu süreç uyum gerektiriyor.

📌 Mevcut atama şekli, dönemin gerekliliklerinden kaynaklanmaktadır; kimseyi dışlama amacı taşımıyor.

📌 Heyet Tahrir el-Şam’ın feshedildiğini Ulusal Diyalog Konferansı’nda ilan edeceğiz.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
29.12.2024 Üsküdar

القائد العام للإدارة السورية الجديدة “‏أحمد الشرع” للعربية:

📌راعينا أثناء عملية التحرير عدم وقوع ضحايا أو نزوح.

‏📌حاولنا جاهدين أن يكون انتقال السلطة سلسا.

📌تحرير سوريا يضمن أمن المنطقة والخليج وسوريا لـ50 سنة مقبلة.

📌لم ندخل طهران ولا جنوب لبنان بل مدننا وقرانا.

📌 لا أعتبر نفسي محرر سوريا فكل من قدم تضحيات شارك بالتحرير.

📌مراحل سياسية عديدة ستسبق اختيار شخصية الرئيس.

📌عملية كتابة الدستور قد تستغرق نحو 3 سنوات.

📌نتطلع لدستور يستمر لأطول مدة ممكنة وهذا عمل شاق ويطول.

📌تنظيم انتخابات قد يستغرق 4 سنوات.

📌أي انتخابات سليمة ستحتاج إلى القيام بإحصاء سكاني شامل.

📌مؤتمر الحوار الوطني سيشكل لجانا متخصصة وسيشهد تصويتا .

📌سوريا تحتاج نحو سنة ليلمس المواطن تغييرات خدمية جذرية.

📌الكلام عن تعيينات اللون الواحد صحيح لأن المرحلة تحتاج انسجاما.

📌شكل التعيينات الحالي كان من ضرورات المرحلة وليس إقصاء لأحد.

📌شكل التعيينات الحالي كان من ضرورات المرحلة وليس إقصاء لأحد

📌سنعلن عن حل هيئة تحرير الشام في مؤتمر الحوار الوطني

Suriye’den İbretlik Sahneler ..

Suriye’de Görülen İşaret ve ibret dolu sahneler
• Bugün Suriye’de, kalbi olan ya da duyup da şahit olan herkes için birçok ayet, işaret ve ibret vardır. Kur’an ayetlerini okuduğunuzda, sanki bugün indirilmiş gibi hissedersiniz. Bu yüzden, “Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık” diyen Allah’a hamdolsun.
• Allah, dilediğine mülk verir ve dilediğinden alır. Günleri insanlar arasında döndüren O’dur. İnsanlar derin değişimler arasında, ölüm ve hayat, sağlık ve hastalık, fakirlik ve zenginlik, hidayet ve sapkınlık, neşe ve hüzün arasında dönüp durur. Ancak celal ve ikram sahibi Rabbinin yüzü baki kalır.
• Zafer, yalnızca Allah’tandır ve O’nun elindedir. Allah, dilediğini destekler. O’nun ordularını yalnızca Kendisi bilir. Allah, kibirlilerin kalbine korku salar; onların maddi ve manevi kaleleri sonbaharda yaprakların rüzgarda savrulması gibi yıkılır. Allah’tan zafer kazananlara tevazu, vefa ve adalet emredilmiştir: “Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun, bu takvaya daha yakındır.” (Maide 8. Ayet)
• Beşar Esad, baskı, zulüm ve katliamlarıyla milyonlarca Suriyeliyi göçe zorladı. Ancak bugün kendisi de bir mülteci oldu. Ne ironik bir durum ki, insanlığa yıllarca zulmeden bu cellat, şimdi bir “insani mülteci”.
• İnanç ve mezhep olarak batini olan Esad’ın hayatı, yönetimi ve kaçışı sürekli çelişkilerle doluydu. Baas ve Arap milliyetçiliği sloganları atarken İranlılarla ittifak kurdu. Laiklik iddiasıyla yaşarken matem ritüellerine sarıldı. Birlik, özgürlük ve sosyalizm söylemleriyle Suriye’yi parçaladı ve halkının nefesini kesti. Direniş ve dayanıklılık söylemleriyle övünürken bir fare gibi kaçtı ve destekçilerinin öfkesine ve küçümsemesine yol açtı.
• Kıyamet günü, kişi kardeşinden ve yakınlarından kaçar. Ancak suçluların durumu farklıdır: “(Suçlu) o günün azabından kurtulmak için oğullarını, eşini, kardeşini, kendisini barındıran kabilesini ve yeryüzündeki herkesi fidye vermek ister.” Beşşar Esad da dünyada aynı yolu izledi; kaçarken kardeşi Mahir’i bile kaderine terk etti.
• Hama kasabı olarak bilinen Rıfat Esad, Suriye ve halkının servetini çalıp Avrupa’ya taşıdı. Ancak Avrupa, servetiyle hoş karşıladığı bu adamı sonunda dışladı. Rıfat, bir zamanlar öldüren ve baskı yapan biriyken şimdi dünyada bir sığınak arıyor. Hangi şehir, bu katil ve hain ihtiyarın nefeslerini kirletmek ister?
• Esad ve diğer suçlular, olayları izlerken zillet, aşağılanma ve kırgınlık içinde yaşamaktadır. Allah onların mülklerini sürgüne, saraylarını dağılmış bir mülteci hayatına çevirmiştir. Bir zamanlar dalkavukların onları yücelttiği alkışlar, bugün ülkede onları küçümseyen ve lanetleyen seslere dönüşmüştür. Onların dünyada rezilliği, ahirette ise büyük bir azapları vardır.
• Suçlular, hem yaptıklarından hem de birbirlerinden uzak durup birbirlerini suçlarlar. Bu durum, kalplerindeki pişmanlık ve kederin onları öldürecek kadar ağırlaşmasına neden olur. Böylece bir ne ölen ne de yaşayan bir hale düşerler. Oysa onlar birbirlerinin dostları değil, düşmanlarıdır.
• Ateistler, Suriye’deki zulüm hakkında, “Allah nerede?” diye soruyorlardı. Allah onların söylediklerinden münezzehtir. Bugün Allah’ın ayetlerini ve kudretini kör olanlar bile görebiliyor. İnananlar ise, zalim en süslü haliyle ve kibir içinde dolaşırken bile bunu görüyordu. Allah, zalimle birlikte mülkü, makamı ve konumunu da yerle bir etti.
• İnananların zaferi, asıl olarak ahirette, Allah’ın onlardan razı olmasıdır. Onlar, musibetlere sabreder ve nimetlere şükreder. Şehitler, sabredenler ve Allah yolunda canlarını verenler, gerçek zaferi ve mutluluğu kazandılar. Dünya hayatının ahirette ne önemi var? Çünkü dünyadaki zaferin ve fetihlerin dakikaları bile, zulüm ve zorbalıkla inşa edilen onlarca yılı yerle bir eder. O halde, ahirette, yerin ve göklerin değiştiği günde durum nasıl olacaktır? Ey akıl sahipleri ve basiret ehli, ibret alın!

Yasir Sa’duddin

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
29.12.2024 Üsküdar

وفي سوريا الكثير من الآيات والعبر

• في سوريا اليوم الكثير من الآيات والعبر، لمن كان له قلب أو ألقى السمع وهو شهيد.، تقرأ من آيات القران فتحسبها كأنها نزلت اليوم، فسبحان القائل: ما فرطنا في الكتاب من شيء.

• سبحان من يؤت الملك لمن يشاء وينزعه ممن يشاء، سبحان من جعل الأيام دولا بين الناس، تتبدل المنازل ويتقلب الخلق بين تغييرات عميقة وبين الموت والحياة وبين عافية وأسقام وبين فقر وغنى وهداية وضلال وبين ما أضحكهم وما أبكى، ويبقى وجه ربك ذو الجلال والإكرام.

• النصر من الله وبيد الله وهو سبحانه ينصر من يشاء، لا يعلم جنوده إلا هو، يقذف الرعب في قلوب المستكبرين، فتنهار الحصون والقلاع المادية والنفسية كأوراق شجر في خريف عاصفة فيه الريح. إن من واجبات المنتصر بالله التواضع والوفاء وأن يقيم العدل “ولا يجرمنكم شنآن قوم على ألا تعدلوا اعدلوا هو أقرب للتقوى”.

• بشار الأسد والذي دفع ملايين السوريين للجوء ببطشه وإجرامه وظلمه ومجازره وقمعه، أصبح اليوم لاجئا، ويا لسخرية الأحداث السفاح هو لاجئ إنساني، وهو من أجرم في حق الإنسانية سنوات وعقود.

• لإنه باطني العقيدة والمذهب والمنهج والهوى، كانت التناقضات سمة حياته وحكمه وهروبه وربما مماته. كانت شعاراته: البعث والقومية فحالف الفرس، العلمانية فعاش على اللطم، الوحدة والحرية والاشتراكية فمزق سوريا وكتم أنفاسها وشعبها وعاش والطفيليين حياة الأثرياء والترف والبذخ. وكان يتغنى بالصمود والمقاومة فهرب كالجرذ وأسخط قلوب مؤيديه وأثار احتقارهم.

• يوم القيامة يفر المرء من أخيه وأقربائه، غير أن للمجرم شأن آخر: (يود المجرم لو يفتدي من عذاب يومئذ ببنيه وصاحبته وأخيه وفصيلته التي تؤويه ومن في الأرض جميعا ثم ينجيه). المجرم بشار مارس في الدنيا نفس المنهج، هرب وترك خلفه حتى شقيقه ماهر لمصيره.

• رفعت الأسد جزار حماة، والذي رحبت بثروته التي نهبها من شوريا وشعبها، أوربا وبنوكها ثم لفظته من أرجائها، رفعت تائه في الأرض يبحث من مأوى ومنفى، بعد أن كان يقتل ويبطش…أية مدينة تلك التي ستلوث هواءها بأنفاس عجوز قاتل مجرم غادر، لص وسارق.

• أية حياة تلك التي يعيشها المجرمون وعلى رأسهم الأسد وهم يتابعون الأحداث بذل وصغار وانكسار، أبدل اللهم ملكهم تشردا، وقصورهم لجوء وتشتتا، وهتافات المنفاقين في تمجيدهم حين كانوا يحكمون هتافات عارمة صاخبة في أرجاء البلاد تحقرهم وتنال منهم. لهم في الدنيا خزي ولهم في الآخرة عذاب عظيم.

• يتبرأ المجرمون من تصرفاتهم ومن بعضهم البعض ويتلاومون، ليعيشوا الحسرة في قلوبهم والتي تكاد تقتلهم كمد وغما، فإذا بهم كمن لا يموت ولا يحيا…أخلاء بعضهم لبعض عدو.

• كان الملحدون يقولون تعليقا على ما حدث في ظلم ومظالم في سوريا، أين الله؟ سبحانه وتعالى عما يقولون علوا كبيرا. هذه آيات الله وهذه قدرته يراها اليوم حتى عميان البصيرة، بل إن المؤمنين كانوا يرونها حتى عندما كان الظالم يخرج في زينته وجبروته وكبريائه حتى خسف الله به الملك والمكان والمكانة.

• نصر المؤمن والذي يكون رصيده في الآخرة، هو في رضا الله عليه صابرا في المحن شاكرا في المنح. لقد فاز الشهداء والصابرون ومن قضوا نحبهم في سبيل الله…فازوا وأفلحوا. فما هي قيمة الحياة الدنيا في الآخرة، إذا كانت دقائق الفرج والنصر والفتح في الدنيا الفانية، تهدم عقودا من بناء الظلم وجبروته ومؤسساته….كأن لم يغنوا فيها. فما هو الحال في الآخرة يوم تبدل الأرض غير الأرض والسموات، فاعتبروا يا أولي الألباب والنهى والأبصار.

ياسر سعد الدين

İçkiye İzin Verecek misiniz?

‏İnsanların Alkol İçmesine İzin Verecek Misiniz?..

Elli yıl…
Baas Partisi’nin hüküm sürdüğü yarım asır!

Hama’da Hafız Esad’ın yok ettiği kırk bin can…
Ve ardından, oğlunun kurban ettiği yarım milyon masum!
Üç milyon insan, yurtlarından sökülüp dünyanın dört bir yanına savrulurken…
Kimyasal gazlarla boğulan, varil bombalarıyla vurulan insanlar!
İki yüz binden fazla kayıp!
Akıbetlerini yalnızca Allah bilir…

“Sednaya Hapishanesi”nin kapıları açıldığında, insanlık gördü ki, tüm edebiyat birikimi bu zulüm dolu hapishanenin sadece bir bölümü kadar bile anlatmaya yetmezdi!
Ve tüm bunlara rağmen, Beşar Esad, Batı’da bir karabasana dönüşmedi!
Kimsenin korkusunu celp etmedi…
Doğu’da ise bir devlet adamı olarak karşılandı, zirvelere davet edildi.
Kürsülerde İsrail’in Gazze’de işlediği suçları anlattı;
Ama kendi halkına karşı işlediği vahşetin bu suçlardan bir farkı yoktu!

Ne tuhaf, değil mi?
Herkes, onun modern çağın en büyük kan emicilerinden biri olduğunu biliyordu.
Ama işgalci İsrail’in sınırlarını büyük bir başarıyla koruyan bu lider, Golan Tepeleri’nde tek bir kurşun bile sıkmamıştı.
Müttefikleri onun ihanetini geç fark etti: Çünkü tahtından başka dostu yoktu!
Ne ümmeti kazandılar, ne de ona karşı güvende kaldılar!
Ve o, sabahleyin kaçana kadar kimseye korku salmadı…

Sonunda Devrim Zafer Kazandı

Ev sahipleri, evlerine döndü.
Ailelerine, hatıralarına, köklerine…
Bu halk, son derece medeni bir halktı.
Devrim, modern tarihin en merhametli fetihlerinden biriydi.
Elli yıl boyunca acı çektiren azınlığa bile intikam hırsı ile yaklaşmadılar.
Ne bir türbe yıktılar ne de bir ibadet hakkını gasp ettiler.

Ama işte o anda, dünya paniğe kapıldı!
Şam, diplomatların istilasına uğradı.
Herkes merak içindeydi:
Bu halk, kendi ülkesini nasıl yönetecek?

Televizyonlar onlardan bahsetmeye başladı, haber bültenlerinde manşet oldular.
BBC, Ahmed Şer’ ile bir röportaj yaptı.
Sorular art arda geliyor, tiksinti uyandırıyordu.
Ahmed Şer’a sakin ve ölçülüydü.
Zor sorular karşısında diplomatik bir üslupla, dünya kamuoyunun beklediği cevabı veriyordu.
Belliydi ki, İdlib günleri ona toparlanma fırsatı sunmuştu.
Ama iki soru vardı ki, diğerlerinden daha utanç vericiydi:

Kadınların eğitim almasına imkan verecek misiniz? İnsanların alkol içmesine izin verecek misiniz?

Birdenbire dünya, Suriye’de kadınların eğitim hakkı için endişelenmeye başlamıştı!
Ama kadınların hayat hakkı için endişelenmemişlerdi!
Tam on üç yıl boyunca kadınlar, varil bombaları ve kimyasallarla katledilirken…
On üç yıl boyunca dul kalmış, çocuklarını kaybetmiş, hapishanelerde işkenceye ve tecavüze uğramışken…
Hiç kimse kılını kıpırdatmadı!

Sessiz Dünyanın Çığlığı

Feministler, onlar için tek bir konferans düzenlemedi!
Avrupa, Ukrayna için olduğu gibi onların yardımına koşmadı!
Ağlamayı bile çok gördüler; kimse onlar için gözyaşı dökmedi!
Ama şimdi, dünya büyük bir endişe içinde:
Suriyeli kadınlar, eğitim hakkını elde edebilecek mi?

Afganistan’da Amerika eliyle öldürülen kadınlar için Batı sahte gözyaşları dökmemişti.
Ama Amerika Afganistan’dan çekilir çekilmez, kadın haklarının korunması gerektiğini fark ettiler!

Kadın haklarını kimden koruyacaklar peki?
Babalarından mı? Kardeşlerinden mi? Eşlerinden mi? Oğullarından mı?

Batı, Gazze’deki kadınlar için de ağlamadı.
440 gün boyunca katledilirken tek bir gözyaşı dökülmedi!
Ama savaş biter bitmez Gazze’deki kadınların hakları gündeme gelecektir…

Sormak Gerekir

Peki siz neredeydiniz?
O cellat, onların kanlarını gözlerinizin önünde içerken neredeydiniz?
Erkekler hapishanelerde ezilirken?
Kadınlar zulüm ve acıyı yudum yudum içerken?
Çocuklar gözyaşlarında boğulurken neredeydiniz?

Onları elli yıl boyunca cellatlarına terk ettiniz!
Ayaklandıklarında ise donanmalarınızı gönderip onları öldürdünüz, askerlerinizi petrol rafinerilerini korumak için yerleştirdiniz.
Şimdi kalkıp kadınların eğitimiyle ve alkolle ilgili sorular mı soruyorsunuz?

Bu Batı, gerçekten hiç utanmıyor…

Edhem Şarkavi / Sutur

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu 29.12.2024 Üsküdar

هل ستسمحون للنَّاس بشرب الخمر؟!

خمسون عاماً من حكم البعث!
أربعون ألفاً قتلهم حافظ الأسد في حماةٍ وحدها!
نصف مليونٍ قتلهم ابنه!
وثلاثة ملايين هجَّرهم في أصقاع الأرض!
ضربهم بالأسلحة الكيماوية، والبراميل المتفجرة!
قصفهم في الخيام وبؤس اللجوء!
أكثر من مئتي ألف مفقود لا أحد إلا الله يعرفُ عن مصائرهم شيئاً!
فُتحتْ أبواب سجن “صدنايا” فاكتشف العالم أنَّ ما كتبته البشرية جمعاء عن أدب السُّجون لا يبلغُ فصلاً واحداً من فصوله!
ورغم هذا بقي بشَّار الأسد رئيساً لا يُثير ذعر أحدٍ في الغرب!

وفي الشَّرق كان يُدعى إلى القمم كرئيس دولة! وكان يعتلي المنبر ليحدِّثنا عن جرائم إسرائيل في غزَّة، هذه الجرائم التي لا تختلفُ كثيراً عمَّا ارتكبه في حقِّ شعبه!
ولكنَّه بقي لا يثير ذعر أحدٍ، رغم أنَّ الجميع كان يعرفُ أنه أحد أكبر مصاصي الدماء في العصر الحديث!

حمى حدود دولة الاحتلال بكفاءة، وتاجرَ بالمقاومة التي لم يمارسها في الجولان ولو بطلقةٍ واحدة من باب على عينك يا تاجر! وحلفاؤه يتهامسون سراً أنه أسلمَ إحداثياتهم، فقد عرفوا بعد فوات الأوان أنَّه لم يكن له من صاحبٍ إلا عرشه، فلا هم كسبوا الأُمة، ولا هم سلموا منه!
ولكنَّه بقي حتى صبيحة هروبه لا يثيرُ ذعراً عند أحد!

ثمَّ انتصرت الثَّورة، عاد أصحاب الدَّار إلى بيوتهم وعائلاتهم وذكرياتهم!
كانوا متحضِّرين جداً، وفتحُهم واحد من أكثر الفتوحات رحمةً في التَّاريخ الحديث!
لم يعتدوا على قلّة أذاقتهم الويلات طوال خمسين سنة!
لم يهدموا مرقداً أو يمنعوا أحداً من أداء شعائره!
ورغم هذا دبَّ الذُّعرُ في الكوكب!
صارت دمشقُ مَحَجًّا للدبلوماسيين من كل حدب وصوب، الكل يريدُ أن يعرف كيف سيحكمون بلدهم!
تحدثت عنهم قنوات التلفزة، وتصدَّروا نشرات الأخبار!
قناة ال BBC أجرت مقابلةً مع أحمد الشَّرع، سيلٌ من الأسئلة التي تُثير القرف!
كان الرَّجلُ متَّزناً في إجاباته، دبلوماسياً حين يُحشر في الزَّاوية ليقدِّم إجابة قد تُستخدم ضدَّه، عارفاً بما يريدُ هذا العالم أن يسمع، على ما يبدو أنَّ فترة إدلب أتاحت له لملمة أوراقه، وتجهيز إجاباته!
ولكن أكثر سُؤالين وجدتهما مثيرين للقرف هما :
هل ستسمحون للمرأة بأن تتعلم؟
وهل ستسمحون للنَّاس بشرب الخمر؟

فجأة صار هذا العالم قلقاً على حقِّ النِّساء في التعليم في سوريا!
ولكنهم لم يقلقوا على حقِّ النِّساء في الحياة!
ثلاثة عشر عاماً وهُنَّ يُقصفنَ بالبراميل المتفجرَّة والكيماوي!
ثلاثة عشر عاماً وهُنَّ يُرمَّلنَ، ويُقتلُ أولادهُنَّ!
ثلاثة عشر وهُنَّ يُسجنَنَّ ويُغتصبنَ!
لا أحد في هذا العالم حرَّكَ ساكناً!
لم تعقد النَّسويات لأجلهنَّ مؤتمراً واحداً!
ولا هبَّتْ أوروبا تنصُرهُنَّ كما فعلت في أوكرانيا!
حتى البكاء استكثروه عليهنَّ فلم يبكِ عليهنَّ أحد!
أمَّا الآن فهذا العالم قلقٌ جداً ويتساءل: هل ستحصل نساء سوريا على حقِّ التعليم؟!
لم يبكِ هذا الغرب الكاذب نساء أفغانستان وهُنَّ يُقتلنَ على يد أمريكا، ولكن بمجرد انسحابها من أفغانستان، اكتشفَ العالم أنَّ في أفغانستان نساءً يجب أن يحمي حقوقهُنَّ!
وممن سيحمون حقوقهنَّ؟!
من آبائهنَّ، وإخوتهنَّ، وأزواجهنَّ، وأبنائهنَّ!
هل بكى أحدٌ في هذا الغرب العاهر نساء غزَّة وهُنَّ يُبدنَ منذ 440 يوماً؟!
ولكن بمجرد أن تنتهي الحرب سيصبح لنساء غزَّة حقوق يجب أن يُطالبوا بها!

هل ستسمحون للنَّاسِ بشرب الخمر؟!
أين كنتم حين كان السَّفاح يشربُ دماءهم أمام أعينكم؟!
أين كنتم حين كان الرِّجال يذوقون الإذلال في السُّجون؟!
أين كنتم حين كانت النساءُ تشربُ القهرَ والمُرَّ؟!
أين كنتم حين اختنقَ الأطفال بدموعهم؟!
تركتموهم لجلاديهم خمسين سنةً يفعلون بهم ما شاؤوا، وحين ثاروا، أرسلتم أساطيلكم لقتلهم، وقواتكم لحراسة مصافي النَّفط!
ثم الآن تأتون لتسألونهم عن تعليم النِّساء وشرب الخمر!
هذا الغرب لا يستحي!

أدهم شرقاوي / سطور

Filistin’i İngilizlere Kim Terketti?

FİLİSTİN İNGİLİZLERE NASIL TERK EDİLDİ?
Filistin’de savaş alanından kaçarak İngilizlere dünyanın en büyük askeri zaferini hediye eden Mustafa Kemal… Ankara’da da İngilizle iyi geçinmeyi sürdürüyor…
TEHLİKELİ OSMANLI SUBAYLARINI YAKALAYIP MALTA ADASI’NDA HAPSE TIKAN İNGİLİZLER, MUSTAFA KEMAL’E YOL VERDİ. MUSTAFA KEMAL, İNGİLİZLERİN İZNİYLE ANKARA’DA ORDU KURACAK
27 Aralık 1919. 105 yıl önce bugün. Mustafa Kemal, İngiliz işgali altındaki Ankara’ya geldi. Şehirde 2 bin kadar İngiliz askeri, 500 kadar da Fransız askeri var. Ankara, 13 aydır işgal altında. Ama enteresandır… Mustafa Kemal’in Filistin’den getirdiği 7’nci Ordu’nun yarısı / 20’nci Kolordu da Ankara’da. İngilizler, Mustafa Kemal’in ve onun 7’nci Ordusu’nun zararsız olduğunu biliyorlar. Sonuçta bu ordu, Filistin’de cepheden kaçarak İngilizlere dünyanın en büyük askeri zaferini hediye etti. İngiltere’ye bağlılığını ispat etti. Mustafa Kemal’e İngiliz generali, 7’nci Orduya da İngiliz Ordusu diye bakıyorlar. Mustafa Kemal şimdi, Yunan’ı bahane ederek Ankara’da bir ordu toplayacak ve en sonunda bu orduyu Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak için kullanacak. Elbette, önce kolorduları bir araya getirecek ve ilave asker bulacaksın. Sonra yeni ordunun finansman sorunu var. Kabaca 300 bin askeri yedirecek, giydirecek ve silahlandıracaksın. Para bulmak gerekiyor. Bu yüzden Batum’u 10 milyon altın karşılığında Ruslara satacak.!

✅CHP eski milletvekili Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali adlı kitabında Mustafa Kemal’in ne yaptığını ayrıntılı olarak anlatır…
Kaynaklar:
. Abdülkerim Erdoğan / Gökçe Günel, ANKARA TARİHİ VE KÜLTÜRÜ DİZİSİ: 3 / İSTİKLAL SAVAŞI’NDA ANKARA. sayfa 56/59 Yayın Danışmanları Yrd. Doç. Dr. Süleyman Solmaz / Dr. Nazif Öztürk / Ahmet Yüksel
. Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali.. Savaş alanından kaçma olayı sayfa 34-35,
. Anlatan Adnan Çakmak, yazan Murat Sertoğlu, Fevzi Çakmak açıklıyor: “Mustafa Kemal Paşa’yı kurşuna dizilmekten nasıl kurtardım” sayfa 14)

Evet Sınırlar Değişecek Ama Nasıl?

Emin Batur Bey Yazdı

BANA NE BOP’TAN BORANDAN BANA NE ARZ-I MEVUD’UN SINIRLARINDAN

Aramızda
Olayları yüz yıl geriden takip edenler var.
Pasif, pesimist, edilgen bir ruh haline sahip bu arkadaşlar yüz yıl önceki gibi;
“Ruslar şöyle böyle yapacak
İngiliz ve Fransızlar şunu bunu düşünüyor vs. gibi şeyler yazıp çiziyorlar.

BİZİM ELİMİZ ARMUT MU TOPLUYOR?
Bir kısmı ise işi biraz daha ileri götürerek;
Cumhurbaşkanımızı da bu planın bir parçası imiş gibi göstermeye çalışıyor.
BOP eş genel başkanlığını diline dolayarak gavura hizmet ettiğini ima ediyor.
Bir başkası,
Elinde İsrail’in Arz-ı Mev’ud haritası.. ahkâm kesiyor.

Biraz sadede gelelim.
Düşmanlarımızın elinde planlar var mı? Var!
Bugün de var.. yüz yıl önce de vardı.. bin yıl önce de…
Ama bu planların
Bugüne kadar hangisi gerçekleşti de yarın gerçekleşmiş olsun.
Dün tüm Avrupa.. Haçlılar olarak üstümüze geldiğinde netice alabildiler mi? Hayır!
Kaldı ki,
Bugün Avrupa’nın paramparça olması bir yana siyasi ve ekonomik olarak ayakta duracak hali yok.
Keza Rusya da öyle…
Dünkü kendi toprağı Ukrayna ile baş edemiyor da K. Kore’den asker ithal etmek zorunda kaldı. Şu anda Rusya başının çaresine bakıyor.
Bunları söylerken Ruslar olsun diğer gavurlar olsun planlarından vazgeçtiğini söylemiyorum
Ancak
Bizim de planlarımız var.. Allah’ın da cc planları var.

Ama diyelim ki,
Tüm gavurlar birleşti ve Arz-ı Mevud’u gerçekleştirmek üzere yüzyıl önceki gibi üstümüze geldiler.
Yüzyıl önce netice alabildiler mi? Hayır!
Çanakkale’de havalarını alıp gitmediler mi?
Üstelik o günlerde topumuz tüfeğimiz bile Almanlardan geliyordu. Şimdiki gibi insansız hava uçağı falan üretimi bir yana.. yokluk içinde olup, yıkılış vetiresine (sürecine) girmiş bulunuyorduk.
Şimdi ise;
Allah’ın izniyle biz yükselişte batı dünyası inişe geçmiş durumdadır
Ama velev ki, öyle olmasın.
Düşman üstümüze geldi diyelim. Bizim elimiz armut mu topluyor?

İSRAİL’İN ARZ-I MEVUD’UNA GELİNCE
İsrail’in Arz-ı Mev’ud safsatasına gelince…
Herkesin kendine göre bir ülküsü vardır.
Nasıl ki, bizim;
İslam Birleşmiş Devletleri
Büyük Turan Birliği.. D-8.. Kızıl Elma vb. gibi ülkülerimiz varsa
Yahudilerin de Arz-ı Mev’ud ülküsü var mı? Var…
Ama bizim ülkülerimizin gerçekleşme ihtimali yeri ve zamanı geldiğinde mümkün olma ihtimali yüksek.
Nitekim D-8’e Azerbaycan dahil oldu. Kısa bir süre önce de Türk Devletler Teşkilatı’nın Macaristan’daki toplantısında yeni bayrağını kabul etti.
Yani olma ihtimali var
Ama
Yahudilerin ise; bu ülküsünün gerçekleşme ihtimali sıfır. Evet sıfırdır!

Zaten
4 bin yıllık tarihlerinde kaç tane Arz- Mev’udları var ki?
Kurdukları en büyük devlet Karadeniz ile Hazar denizi arasındaki Hazar Kağanlığı’dır. Ki onu da Musevilik dinini seçmiş Türkler kurmuştur. Yahudilik inancına göre sonradan Yahudi olunmayacağına göre bu da onlara ait bir devlet sayılmaz.
Hâlbuki biz,
Kaç tane İslam ve Türk imparatorluklar kurmuş bir milletiz. Bir avuç korkak Yahudi’ye pabuç mu bırakacağız?

NEDEN?
Nedeni çok ama her şeyden önce nüfusları buna yeterli değil.
İsrail’in nüfusu 10 milyon bile değil.
Bunun 3 milyonu Filistinli… Şu andaki hükumetleri de koalisyon olduğuna göre, Yahudilerin içinde bu ülküye adanmış insan sayısı bir avuç fanatik. Diğerleri dünyalarını yaşama derdinde.
Bu bir avuç Yahudi mi Nil nehrinden Fırat’a kadar olan ve içinde Türkiye, İran ve Mısır gibi devletlerin de olduğu 7-8 ülkelik coğrafyayı kontrol edecek?
Daha kendi içlerinde olan Filistin’i bırakın
Bir avuç Gazzeli mücahit ile baş edemiyorlar da Arz-ı Mevud’u gerçekleştireceklermiş.

ŞUNU DESELER ANLARIM
“Yahudiler
Ellerindeki sermaye ve medya gücü ile dünyayı tehdit ediyor ülkeleri kendilerine kul köle yapıyor.” Deseler, kabul ederim.
Bu doğru.. buna itirazım yok.
Ama İsrail’e o kadar güç vehmetmek.. gelecek de bizi yutacak gibi şeyleri kabul etmiyorum.

Bugünkü İsrail Arz-ı Mev’ud için değil,
Amerika ve batı dünyasının pis işlerini deruhte etmek için kurulmuş bir devlettir ki, bugün de bu işleri yapıyor. Vakti zamanı geldiğinde yıkılıp gidecek…

NETİCE-İ KELAM
Bugün Suriye
Özgürlüğüne kavuşmuş bir ülkedir.
61 yıllık despot yönetim defolup gitmiştir.
Zalim rejimin
Geride ne kadar büyük acılar ve ne kadar büyük bir enkaz bıraktığı gözler önündedir.
Suriyeliler bu günleri gösteren Allah’a cc şükrediyor.. çılgınlar gibi Şam-ı Şerif, Halep ve diğer şehirlerde sevinç gözyaşları döküyor kutlamalar yapıyorlar.

Hâlbuki
Suriyeli her aile ya bir yakınını işkencehanelerde kaybetmiş
Veya
Muhacir olmuş.. yollarda perişan olup bir kısmı denizin dibini boylarken.. sağ kalıp kurtulanlar merde nâmerde muhtaç durumu düşmüştür.
Buna rağmen
Her akşam şehrin meydanlarına çıkıp kutlama yapıyorlar. Artık Beşşar Esad ve kanlı Baas rejiminden nasıl bir eziyet görmüşlerse.. bu kadar acılarına rağmen çıkıp kutlama yapabiliyorlar.

Her şey bu şekilde apaçık âyan-beyan iken
Bazı arkadaşlar
Yok, BOP planı şöyle olacakmış da
Veya
Condoleezza Rice denilen eski ABD dışişleri bakanı, yılan suratlı kadın 20 ülkenin haritası değişecek demişmişmiş de.. Suriye’de istikrarsızlık olursa şöyle olacak böyle olacak diyenler var. Sanki şimdiye kadar Suriye’de istikrar varmış gibi ahkâm kesiyorlar.
Bu arkadaşlara tavsiyem:

EVET, HARİTALAR DEĞİŞİYOR
Bu arkadaşlara tavsiyem,
Bundan sonra Condoleezza Rice ne dedi değil,
Hakan Fidan ne dedi ona bakın.
Trump.. Putin.. Hameney.. Macron yerine Reis ne diyor Türkiye ne diyor ona bakın!
Bu demek değildir bundan sonra Suriye’de her şey güllük gülistanlık olacak.
Evet, düşmanları Suriye’yi karıştırmak için ellerinden gelenini yapacaklar. Biz de işlerin düzelmesi için dua edeceğiz.
Bu arada başarıları için de,
Yeni Suriye yönetimi ile Ülkemize güveneceğiz.
Allah
Yar ve yardımcıları olsun.

24.12.2024
Emin Batur

NOT: Condoleezza Rice haritalar değişecek demişti ya. Evet değişti.
Bunun için Dağlık Karabağ’dan girip Libya’dan çıkacaktım
Ama bundan önce;
Suriye’nin tarafımıza geçmesi ile Akdeniz’den, Afrika boynuzu Somali, Etiyopya ve Kıbrıs dahil tüm Kuzey Afrika, Arap Yarımadası, Hindistan, Pakistan, İspanya(bizden uçak almak için anlaşmalar imzalandı) vs. sayamayacağım kadar ülkede nüfuzumuzun ne kadar arttığını, bu bölgede nasıl bir dinamizm kazandığımızı anlatmak gerekiyor. Yazı uzadığı için bu da başka bir sefere inşallah…

Şii Bir Aktivistin İbretlik Tesbiti ..

Iraklı bir Şii aktivistin kısa makalesinin Türkçeye tercümesi:

Unutulmaması gereken tarihî gerçekler

Şu sorulara dikkat edin:
• Şam, Irak ve Fars diyarını kim fethetti?
Ömer bin Hattab (Sünni)
• Sind, Hindistan ve Maveraünnehir’i kim fethetti?
Muhammed bin Kasım (Sünni)
• Kuzey Afrika’yı kim fethetti?
Kuteybe bin Müslim el-Bahili (Sünni)
• Endülüs’ü kim fethetti?
Tarık bin Ziyad (Sünni) ve Musa bin Nusayr (Sünni)
• İstanbul’u (Konstantinopolis) kim fethetti?
Fatih Sultan Mehmet (Sünni)
• Sicilya’yı kim fethetti?
Esed bin el-Furat (Sünni)
• Endülüs medeniyetini kim kurdu ve orayı ilmin merkezi haline getirdi?
(Emevî İkinci Hilafeti’nin Sünni hükümdarları)
• Hıttin Savaşı’nda Müslümanlara kim liderlik etti?
Selahaddin Eyyubi (Sünni)
• Ayn Calut Savaşı’nda Moğolları kim yendi?
Seyfeddin Kutuz (Sünni) ve Rükneddin Baybars (Sünni)
• Fas’ın Rif bölgesinde İspanya’nın gururunu kim kırdı?
Abdülkerim el-Hattabi (Sünni)
• İtalya’yı Libya’da geri adım atmaya kim zorladı?
Ömer Muhtar (Sünni)
• Yakın tarihte Çeçenistan’da Ruslara kim galip geldi ve Grozni şehrini fethetti?
Hattab (Sünni)
• NATO’yu Afganistan’da kim mağlup etti?
(Sünniler)
• Amerikalıları Irak’tan çıkmaya kim zorladı?
(Sünniler)
• Filistin’de Yahudilerin huzurunu kim kaçırdı?
Ahmed Yasin (Sünni)

Peki biz Şiiler, çocuklarımıza ne bıraktık?
• Hüseyin’i Kufe’ye çağırıp Kerbela’da terk eden kimdi?
Muhtar es-Sakafi (Şii)
• Abbasî Halifesi Radî Billah’a ihanet eden kimdi?
Buveyhîler (Şii)
• Moğolların Bağdat’ı işgal etmesine kim yardım etti?
İbnü’l-Alkamî (Şii)
• Hülagu Han’ın kötülüklerini kim süslüyordu?
Nasirüddin Tusi (Şii)
• Moğolların Şam’a saldırmasına kim yardım etti?
(Şiiler)
• Haçlılarla kim ittifak yaptı?
Fatımîler (Şii)
• Selçuklu Sultanı’na kim ihanet etti?
Tuğrul Bey el-Bessasiri (Şii)
• Haçlıların Kudüs’ü işgal etmesine kim yardım etti?
Ahmed bin Ata (Şii)
• Selahaddin Eyyubi’nin suikastini kim planladı?
Kenzü’d-Devle (Şii)
• Hülagu’yu Şam’da kim karşıladı?
Kemaleddin bin Bedr et-Tiflisi (Şii)
• Hacerü’l-Esved’i çalıp hacıları kim öldürdü?
Ebu Tahir el-Karmatî (Şii)

Yakın tarihte:
• Amerikan işgalini Irak’ta kim destekledi?
Sistani ve Hakim (Şii)
• Haçlıların Afganistan işgalini kim destekledi?
İran (Şii)
• Burma’daki savaşı kim destekledi?
Ahmedinejad (Şii)

Sonuç:
Tarih boyunca Şii liderlerin sözde kâfirlere karşı olan söz ve yazıları, gerçekte onların dostluğuna yönelik olmuştur. Ancak dilleri, kalemleri ve kılıçları her zaman Sünni Müslümanların aleyhine kullanılmıştır.

Bu gerçekler Sünni gençlere anlatılmalı ve İran ile müttefiklerinin Sünniler üzerindeki düşmanlıkları öğretilmelidir.

Allah İslam’ı ve Müslümanları yüceltsin ve düşmanlarımıza fırsat vermesin.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
28.12.2024 Üsküdar

ناشط شيعي عراقي من أنصار الصدر كتب مقالا قصيرا أحدث زلزالاً بالحقائق التالية:

حقائق تاريخية يجب أن لا تنسى .. ٣ علامة التعجب

  • من الذي فتح الشام والعراق وفارس ..؟
    عمر بن الخطاب (سني)
  • من الذي فتح بلاد السند والهند وما وراء النهرين ..؟
    محمد بن القاسم (سني)
  • من الذي فتح شمال أفريقيا ..؟
    قتيبة بن مسلم الباهلي (سني)

*من الذي فتح بلاد الأندلس ..؟
طارق بن زياد (سني) وموسى بن نصير (سني)

*من الذي فتح القسطنطينية ..؟
محمد الفاتح (سني)

  • من الذي فتح صقلية ..؟
    أسد بن الفرات (سني)
  • من الذي أنشأ حضارة الأندلس وجعلها منارة علم ..؟ (حكام الخلافة الأموية الثانية السنة)
  • من الذي قاد المسلمين في حطين ..؟ صلاح الدين الأيوبي (سني)
  • من الذي قاد المسلمين في عين جالوت وهزم التتار ..؟ سيف الدين قطز (سني) وركن الدين بيبرس (سني).
  • من الذي كسر غرور أسبانيا بالريف المغربي ..؟
    عبد الكريم الخطابي (سني)
  • من الذي أجبر إيطاليا على إعادة حساباتها في ليبيا ..؟
    عمر المختار (سني)

*وحديثا، من الذي قهر الروس في الشيشان وفتح مدينة غروزني ..؟ خطاب (سني)

*من الذي مرغ وجه الناتو في التراب بأفغانستان ..؟
(السنة)

  • من الذي أجبر الأمريكان على الخروج من العراق ..؟ (السنة)
  • من الذي أقض مضاجع اليهود في فلسطين ..؟
    أحمد ياسين (سني)

🔷يقول :

لكن، ماذا نحن تركنا لأبنائنا من الشيعة في المقابل ..؟؟ ٣ علامة التعجب

  • من الذي غدر بالحسين حين أخرجه ثم تخلى عنه في كربلاء ..؟
    المختار الثقفي (شيعي)
  • من الذي غدر بالخليفة العباسي الراضي بالله ..؟ البويهيون (شيعة)

*من الذي مكن للتتار دخول بغداد ..؟
ابن العلقمي (شيعي)

  • من الذي كان يزين لهولاكو سوء أعماله ..؟ نصيرالدين الطوسي (شيعي)
  • من الذي أعان التتار في هجومهم على الشام ..؟
    (الشيعة)
  • من الذي حالف الفرنجة ضد المسلمين ..؟
    الفاطميون (شيعة)
  • من الذي غدر بالسلطان السلجوقي ..؟ طغرل بك البساسيري (شيعي)

*من الذي أعان الصليبيين على الاستيلاء على بيت المقدس ..؟
أحمد بن عطاء (شيعي)

  • من الذي دبر لقتل صلاح الدين ..؟
    كنز الدولة
    (شيعي)
  • من الذي استقبل هولاكو بالشام ..؟
    كمال الدين بن بدر التفليسي
    (شيعي)
  • من الذي سرق الحجر الأسود وقتل الحجيج في الحرم ..؟
    أبو طاهر القرمطي
    (شيعي)
  • من الذي ساعد محمد علي في هجومه على الشام ..؟ (الشيعة)
  • من الذي ساعد نابليون في هجومه على الشام ..؟
    (الشيعة)

** وحديثاً

*من الذي بارك الغزو الأمريكي لبلاد العراق ..؟
السيستاني والحكيم (شيعة)

  • من الذي بارك الغزو الصليبي لبلاد أفغانستان ..؟
    إيران (شيعة)
  • من الذي قال نحن مع بورما في حربها على الإرهاب ..؟
    نجاد (شيعي)

على مر التاريخ لسان وأقلام الشيعة ضد الكفار بزعمهم وقلوبهم معهم ٣ نقطة
بينما لسانهم وأقلامهم وسيوفهم في صدور المسلمين السنة ٣ نقطة
هذا هو الغزو الفكري الحقيقي للسائل عنه …
ولو أردنا سرد جميع الحقائق لاحتاج الأمر لمجلدات …

على كل مسلم سني أن يحتفظ بهذه الحقائق في جهازه وينشرها ليعلم شباب السنة الحقد الأسود الدفين علينا من قبل إيران واذنابها، مازال حقدهم يسود ويزداد ظلمة في قلوبهم على أهل السنة …
اللهم اكفناهم بماشئت …

✋✋انشروها في القروبات حتى يعرف العالم دسائس إيران وانصارهم وخياناتهم واهدافهم في حربهم على السنة والإسلام على مدى التاريخ ……

لا اقام الله لهم دولة ولا شوكة ، اللهم اعز الإسلام والمسلمين ……

Çoğunluğun Öncü Rolü

Avukat Edwar Haşuh: Çoğunluğun Öncü Rolü

Bir İslami entelektüel bana şu mesajı gönderdi:
“Alevilerin hükmünden ve katliamlarından sonra artık Suriye’yi Sünnilerden başkası yönetemez.”

Bu sözler beni, Hılal Esad’ın bir yorumuna geri götürdü. O şöyle demişti:
“12 milyon Sünni’den kurtulmamızın ne sakıncası var?”

Aynı şekilde, Alevi bir filozof arkadaşımdan gelen bir mesajı hatırladım. Mesajında aynen şöyle diyordu:
“Size bin yıl boyunca hükmedeceğiz!”

Bu tür ifadeler, çok dinli, çok mezhepli ve çok unsurlu bir ülkede milli olmayan bir yaklaşımı temsil eder. Ve eğer bu tür düşünceler entelektüeller tarafından benimsenirse, durum bir felakete dönüşmeye çok yaklaşır!

Rejim, 12 milyon insanı zorla göç ettirmeyi başardı. Ancak beklenmedik bir devrimle, göç edenler geri döndü ve rejim devrildi.

Alevi filozofun iddia ettiği gibi rejim, Suriye’yi bin yıl boyunca yönetmeyi başaramadı. Rejim devrildi, rejimin hayalleri de aynı şekilde yok oldu!

İslami entelektüelin mesajına cevaben şunları söylüyorum:

Ben her zaman çoğunluğun öncü rolüne saygı gösterilmesi gerektiğini savundum ve hâlâ savunuyorum. Mezhep esaslı askeri bir yönetimin, çoğunluğa yapılan bir saldırı olduğunu düşünüyorum. Bu saldırı, Allah’tan korkmayan baskı araçlarıyla birlikte gerçekleşmiştir.

1950 Anayasası’nda yer alan şu ifadeleri desteklemiştim:
“Devlet başkanının dini İslam’dır ve İslam hukuku, yasaların başlıca kaynaklarından biridir.”

Hâlâ da çoğunluğun öncü rolüne saygı gösterilmesi gerektiğine inanıyorum. Suriye nüfusunun %85’i Müslüman olduğuna göre, seçimle başa gelen bir devlet başkanı Müslüman olacaktır. Bu, anayasal bir metinde yazılı olsun ya da olmasın, bir gerçektir. Bu nedenle, buna karşı çıkanların hatalı bir inanç taşıdıklarını düşünüyorum. Çünkü anayasal düzenlemeler olmasa bile devlet başkanı Müslüman olacaktır. Bu duruma saygı göstermek, akılcı bir yaklaşımdır ve göz ardı edilemez.

Burada çoğunluğun öncü rolüne saygı gösterilmesinin yöntemine değinmek istiyorum. Bu yöntem, ya bir anayasa oluşturmak için meclis seçimleri yoluyla ya da geçerli bir halk referandumu aracılığıyla mümkündür.

Sandık aracılığıyla çoğunluk, rolünü elde eder. Hiç kimse, bu rolün önüne geçmemelidir. Askeri darbeler, çoğunluğun rolüne yapılmış ve yapılabilecek en büyük saldırılardır.

Evet, çoğunluğun liderlik rolüne saygı gösterilmelidir. Ancak bu, yalnızca demokratik süreçle mümkündür. Demokratik süreç, çoğunluğun bu rolünü güçlendirir ve korur. Aynı zamanda diğer kesimlerin haklarına tecavüz etmez ve onlara bir gün mezhepçi bir yönetim hayali kurma cesareti vermez. Suriye’yi bin yıl boyunca mezhepçi bir anlayışla yönetme düşüncesi, demokratik süreç sayesinde asla gerçekleşemez!

26 Aralık 2024

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
27.12.2024 Üsküdar

المحامي أدوار حشوه: الدور المتقدم للاغلبيه!

أرسل إلي مثقف إسلامي يقول(بعد حكم العلوين ومجازرهم لن نسمح ان يحكم سوريه غير اهل ألسنه)

عادت بي الذاكرة إلى تعليق لهلال الأسد قال فيه (ما المشكله إذا تخلصنا من ١٢ مليون سني؟)

وعادت الذاكرة إلى رسالة وردتني من صديق فيلسوف علوي قال فيها بالحرف الواحد (سنحكمكم ألف عام)!

هذا المتراكم من هنا وهناك في بلد تعددي في اديانه وطوائفه وعناصره
ظاهرة غير وطنيه وحين يتبناها مثقفون تقترب من الكارثه!

نجح النظام في تهجير ١٢ مليونا ومع الثورة المفاجئة عادوا وطار النظام.!

فشل النظام في حكم سوريه لألف عام
ليس كما توقع فيلسوفهم وطار النظام وطار ت أحلام الشبيحه!

في الرد على المثقف الأسلامي أقول:

أنا دائما كنت ولا ازال وادعو إلى احترام الدور المتقدم للاغلبيه واعتبرت قيام حكم عسكري بجذر طائفي عدوانا على
الأغلبيه ترافق مع القمع بادوات لا تخاف الله!

كنت مع ما ورد في دستور ١٩٥٠ (دين رئيس الدوله الاسلام والفقه الاسلامي مصدر رئيسي من مصادر التشريع)

وطبعا لا ازال احترام عبره الدور المتقدم للاغلبيه لان بلدا ٨٥٪؜ من سكانه من المسلمين أي رئيس يأتي بالانتخابات سيكون مسلما وبالتالي من يعارض ذلك يقع في خطأ الاعتقاد لأنه بنص دستوري او بدونه الرئيس سيكون مسلما وبالتالي احترام هذا الدور موقف عقلاني ولا يمكن القفز عليه!

هنا اتوقف عند طريقة احترام الدور المتقدم للاغلبيه وهو الانتخابات لمجلس نيابي ينتخب دستورا او لاستفتاء شعبي صحيح!

من صناديق الاقتراع تحصل الاغلبية على دورها ولا احد يجب يتقدم عليه الأنقلابات العسكريه هي من اعتدى وسيعتدي على هذه الاغلبيه ودورها!

نعم الاغلبيه يجب احترام دورها القيادي
عبر العملية الديمقراطية التي وحدها
تعزز هذا الدور وتحميه ولا تعتدي على دور الآخرين ولا تجعلهم يحلمون يوما بحكم طائفي في سوريه لألف عام!

٢٦-١٢-٢٠٢٤

İslamı Seçen Nuseyrî Kadının Söyledikleri ..

Suriyeli Bir Nusayri Kadının İslam’a Geçişi

Şam’ın mübarek toprakları, sahabeler ve tabiîn neslinden gelen, davet insanları olan erdemli erkeklerin yetiştiği bir yerdir. Bu insanlar devlet adamı olmaktan önce davet adamıdır. Acaba şu an, mezhep temelli bir krizi hidayet ve entegrasyon fırsatına çevirmek için gerekli sorumluluğu üstlenecek biri var mı?

Aşağıdaki metin, Nusayri (Alevi) inancını terk ederek İslam’a geçen bir kız kardeşimizin yerel dilde anlattıklarını ihtiva etmektedir.

Ben Fatma Muhammed Mahluf, sizlere bizim Nusayri ya da Alevi inancımız hakkında biraz bilgi vermek istiyorum.

Birinci olarak: Bizde “yeniden diriliş” veya “kıyamet günü” diye bir şey yoktur. Bizde “reenkarnasyon” (ruh göçü) inancı vardır. Misal olarak, Beşşar Esad öldüğünde ruhu bir köpeğin ya da bir farecik gibi bir hayvanın bedenine geçebilir.

İkincisi: Bizde “namaz” diye bir ibadet yoktur. Namaz dediğimiz şey, sadece Ali, Hasan, Hüseyin, Muhsin ve Fatıma isimlerinin zikredilmesinden ibarettir.

Üçüncüsü: Bizde “oruç” da yoktur. Onun yerine, otuz erkek ve otuz kadının isimlerini tek tek anmak oruç yerine geçer. Ayrıca bizde toprağı yaratanın Ali, gökyüzünü yaratanın ise Allah olduğuna inanılır.

Bir Nusayri’nin gerçek bir inanan olması için, onunla oturup içki içmeden, sırlarımızı ona açmadan veya kadınlarımızla evlenmesine izin vermeden olmaz. Ayrıca, dinimizi gizli tutacağına ve yalnızca kendi inancımızdan olanlara yardım edeceğine dair yemin etmesi gerekir. Ona, rabbi olan Ali’yi, imamı olarak gördüğü kişinin görünüş ve nur içerisindeki rolleriyle tanımasını öğretiriz. Her dönemde bu isimlerin ve anlamlarının değiştiğine inanırız.

Bizde Ali rabdir, Muhammed ise perde, Salman da kapıdır.

Bize şu sözleri söylemeyi öğrettiler:
“Eşhedü en la ilahe illa Haydar el-Enez’ul Batin.
Ve la hicab aleyhi illa Muhammed es-Sadık el-Emin.
Ve la tarik ileyhi illa Salman Zu’l-Kuvvet el-Metin.”

Ayrıca şu öğretiler de bize verildi:
Şeytanların şeytanı olan İblis’in Ömer bin Hattab (r.a.) olduğu, ardından Ebu Bekir (r.a.) ve Osman’ın (r.a.) geldiği… Bizde içki içmek helaldir.

Cünüp olduktan sonra gusül abdesti almak gerekmez. Sadece Ali, Hasan, Hüseyin, Muhsin ve Fatıma’nın isimlerini zikretmek, bizi temizler. Ayrıca bizlere, Sünnilerin necis oldukları ve onları öldürmenin ilahiyata yaklaşmak anlamına geldiği öğretildi.

Bunların hepsini daha çocukken bize öğrettiler. Şimdi bunları size söylediğim için yakalanırsam hemen öldürülürüm. Çünkü inancımızın sırlarını açığa çıkardım.

Buradan, Fatma Muhammed Mahluf olarak, Nusayri/Alevi inancından tamamen uzaklaşıp Sünni İslam’a girdiğimi ilan ediyorum. Tüm Nusayri inancına mensup kardeşlerimi, bu saçma hurafelerden uzaklaşmaya ve gerçek İslam’ı öğrenmeye davet ediyorum.
Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Rasulullah.
Hz.Ebu Bekir, Hz.Ömer, Hz.Osman, Hz.Ali ve Hz.Muaviye’den Allah razı olsun.

Fatma Muhammed Mahluf (Ümmü Kasvure)

Makale ile ilgili bir not:
Kardeşimiz Fatma’nın İslam’a girişine ve cehennem ateşinden kurtulmasına şükrediyoruz. Şam’ın mübarek topraklarındaki davetçi kardeşlerimize, Nusayri/Alevi topluluğundaki kadın ve erkeklere İslam’ı tebliğ etme görevini hatırlatıyoruz. İki kuşak boyunca Müslümanlarla yan yana yaşamış bu topluluk, bugün mezhepçi tutarsızlıklar nedeniyle İslam’ı dinlemeye daha açık bir haldedir. Ey Şam’ın davetçileri ve İslam mesajını yayanlar, Allah’ın sizden iyilik görmesini sağlayın! Dünyaya gösterin ki Şam’ın bereketi yalnızca topraklarında değil, onun erdemli erkeklerinde, kadınlarında, davetçilerinde ve mücadelecilerindedir.

Mudar Ebu’l-Hejca
Filistin, Cenin – 27/12/2024

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
27.12.2024 Üsküdar

نصيرية سورية تعلن إسلامها ..

أرض الشام المباركة حيث نبت رجالها الأبرار من أصلاب الصحابة والتابعين هم رجال دعوة قبل أن يكونوا رجال دولة، فهل من متلقف لدور واجب في فترة خصبة للدعوة، تقلب المحنة الطائفية إلى منحة هداية واندماج؟

النص أسفله منقول بالعامية عن الأخت التي أعلنت إسلامها وانتقلت من دين الباطنية لهدي الإسلام.

أنا فاطمة مخلوف بدي احكي الكن شوي عن ديننا نحن النصــيرية أو العلوية.

أولا: ما في شيء عنا اسمه يوم البعث أو يوم القيامة نحن عنا شي إسمه التقمص يعني مثلا بشار فطس يمكن يولد بروح كلب او شي جردون!

ثانيا: نحن عنا ما في شي إسمه صلاة .. الصلاة هي عبارة عن اسماء علي و حسن وحسين ومحسن وفاطمة!

ثالثا: الصيام عنا عبارة عن ثلاثين رجل وثلاثين امراة يطول الوقت لذكرهم ، عنا كمان يللي خلق الأرض هو علي ويللي خلق السماء هو الله!

وكمان النصـيري عندنا لا يصير نصيريا مؤمنا حتى نجلس معه او نشرب معه الخمر ولا نطلعه على أسرارنا او نزوجه من نسائنا حتى نحلفه على كتمان ديننا ومعرفة مشايخنا وأكابر أهل مذهبنا .. وان يعطينا وعدا ألا ننصح مسلماً ولا غيره إلا من كان من أهل ديننا، وعلى أن يعرف ربه وإمامه بظهوره في أنواره وأدواره، فيعرف انتقال الاسم والمعنى في كل حين وزمان!

وعلي عندنا هو الرب ومحمد هو الحجاب وسلمان هو الباب!

وعلمونا أن نقول:

أشهد أن لا إله إلا حيدرة الأنزع البطين
ولا حجاب عليه إلا محمد الصادق الأمين
ولا طريق إليه إلا سلمان ذو القوة المتين.

وعلمونا ايضاً:

أن إبليس الأبالسة هو عمر بن الخطاب رضي الله عنه، ويليه ايضا في رتبة الإبليسية أبو بكر رضي الله عنه، ثم عثمان رضي الله عنه .. وعنا كمان الخمر حلال!

وعنا ما في داعي الواحد يتدوش – يستحم من الجناية بعد المجامعة بس نقول علي وحسن وحسين ومحسن وفاطمة فورا فإننا نطهر، وعلمونا انه السـُنة انجاس وقتلهم تقرب إلى اللاهوت!

هل تعرفوا هاي علمونا اياها ونحن صغار ، بتعرفوا إذا بيمسكوني فورا يقتلوني لاني أفشيت الكم سر ديننا.

ومن هنا انا فاطمة محمد مخلوف اتبرء من الديانه العلوية النصيرية وادخل دين الإسلام السـُنة والجماعة، واتمنى من كل أبناء الطائفة المغرورين بخزعبلات ما انزل الله بها من سلطان ان يرتدوا عن هذا الدين الخرافي، وان يتعلموا الدين الإسلامي الحقيقي، وأشهد ان لا إله إلا الله واشهد ان محمد رسول الله، ورضي الله عن ابو بكر وعمر وعثمان وعلي ومعاوية.

فاطمة محمد مخلوف (ام قسورة)

أحمد الله على دخول الأخت فاطمة للإسلام ونجاتها من الخلود بالنيران، وأجدد الدعوة لإخواني الدعاة الثوار في أرض الشام المباركة للقيام بواجب الدعوة تجاه أبناء وبنات الطائفة العلوية النصيرية الباطنية، لاسيما أن جيلين من بين أجيالهم خالطت المسلمين وجاورتهم وعاشت معهم في عموم مدن الشام، وهم الآن وفي ظل حالة غياب التماسك والتوازن الطائفي أقرب إلى الإستماع منهم إلى صم الآذان، فأروا الله من أنفسكم خيرا يا دعاة الشام ويا أبناء رسالة الإسلام، وليشهد العالم أن بركة الشام ليست محصورة في أرضها فحسب، ولكن برجالها ونسائها ودعاتها وثوارها الأبرار.

https://t.me/modar_abualhayjaa/6770

مضر أبوالهيجاء فلسطين-جنين 27/12/2024

İşte Bazı Suriye Gerçekleri ..

İşte Bazı Suriye Gerçekleri ..

8 Aralık’ta Beşşar Esad’ın Rusya’ya kaçmasından bu yana, yeni yönetim, özellikle Ahmed Şaraa, yoğun eleştirilerin ve taleplerin hedefi oldu. Ancak bu eleştirilerin çoğu gerçeklere dayanmamaktadır. Burada bunlardan birkaçını, yani “denizin bir damlasını” ele alacağım.

Misal olarak, Suriye’de askeri bir çözümün mümkün olmadığı söylenirdi. Ancak Esad, Rusya ve İran’ın varlığına rağmen 12 gün içinde askeri bir operasyonla devrildi. Başkan Putin, ülkesinin 4.000 İranlı savaşçıyı tahliye etmeye yardım ettiğini söylüyor.

Şimdi ise Suriye’deki farklı toplulukların, özellikle de azınlıkların güvence altına alınması gerektiği ifade ediliyor. Ancak baba ve oğul Esad rejimleri, 50 yıl boyunca çoğunluğa karşı suç işledi. Yeni yönetimden, örneğin Akabe Bildirgesi’nde yer alan çeşitli şartlara uyması talep ediliyor. Oysa Esad, 24 yıl boyunca hiçbir şarta uymadı. Bazı Arap liderleri onu İran’dan uzaklaşmaya ikna etmeye çalıştı; ancak Esad bu konuyu kötüye kullandı, yalan söyleyerek bunu siyasetin bir parçası olarak gördü ve Rusya’ya kadar zaman tanıdı.

Lübnan meselesine gelince, yeni Suriye’nin Lübnan’ı güvence altına alması gerektiği söyleniyor. Ancak baba Esad Lübnan’ı yönetip zulmetti; oğul Esad ise suikastlar ve baskılarla Lübnan’ı kaosa sürükledi. Şimdi güvence isteyenlerin çoğu, Esad döneminde Şam’a sürekli gidip geliyordu.

Yeni yönetimden, özellikle Irak sınırını güvence altına alması gerektiği ifade ediliyor. Ancak dünya, Saddam Hüseyin’in devrilmesinden bu yana Suriye’nin silah ve milislerin Irak’ın Bukemal sınır kapısından giriş noktası olduğunu biliyor. Suriye’deki milislerden korkulduğu söyleniyor; oysa Irak’ta, özellikle Haşdi Şabi milisleri bulunuyor.

Bazıları, Suriye ordusunun korunması gerektiğini dile getiriyor. Ancak eski videolar, örneğin Cemal Abdunnasır ve Enver Sedat’a ait görüntüler, Suriye ordusunun mezhepçi bir ordu olduğunu ispatlıyor. 2011 devriminden bu yana, ordu, yaşanan ayrılıklar nedeniyle artık mevcut değil. Afgan, Pakistanlı, Iraklı milisler ve Hizbullah gibi gruplar, ordunun yerini aldı.

Bazıları, Suriye’nin bölünmesinden endişe ediyor. Ancak Suriye 2011’den bu yana zaten Amerikan, Rus, İran, Türk ve Kürtler arasında bölünmüştü; bunlardan önce ise İsrailliler vardı. Bazı Suriyeliler, Esad’ın Arap dünyasına geri kazandırılma çabasının, Suriye muhalefetini Esad’ın devrilmesinden önce böldüğünü söylüyor. Bu doğru değil. Muhalefeti bölen, Rusya, İran ve Türkiye’nin garantör olduğu Astana Anlaşması’ydı; Arapların bununla bir ilgisi yoktu.

Yeni Suriye’nin İsrail saldırılarına neden cevap vermediği de sorgulanıyor. Ancak Esad rejimi İsrail’e tek bir kurşun bile sıkmadı. Esad, “uygun zamanda karşılık vereceğiz” sözünü meşhur etti; ancak o zaman hiçbir zaman gelmedi. Hizbullah, İsrail’in partiye içeride ve dışarıda saldırı hakkını tanıyan ateşkesi kabul etti. Milisler, İsrail’in Suriye’deki hedeflerine yönelik saldırılarına rağmen Suriye topraklarından tek bir kurşun bile sıkmadı.

Ahmed Şaraa’nın ABD tarafından terörist olarak sınıflandırıldığı ve Esad’ın Caesar Yasası kapsamına alındığı belirtiliyor. Ayrıca, Türkiye’nin Suriye’yi kontrol ettiği iddia ediliyor. Ancak siyasetin temel ilkelerinden biri, boşlukların her zaman doldurulmasıdır; siyaset boşluktan nefret eder. Dolayısıyla, Şam’a yardım etmekten geri duranlar sorumludur.

Bu tespitler gerçeklerden sadece bir kesit; liste daha da uzayıp gider.

Tarık Alhomayed
Suudi gazeteci, Washington’da muhabirlik yapmış bir isimdir. 2004-2013 yılları arasında Şarku’l Avsat gazetesinin genel yayın yönetmenliğini ve daha önce “Er-Racul” dergisinin genel yayın yönetmenliğini yapmıştır. Medya eğitim programlarında eğitmen, televizyon programı sunucusu ve gazetede siyasi yazardır.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
27.12.2024 Üsküdar

سوريا .. هذه الحقائق،

منذ فرار بشار الأسد، في 8 ديسمبر (كانون الأول)، إلى روسيا، وهناك سيل من النقد والمطالبات للحكام الجدد، وتحديداً أحمد الشرع. والقصة ليست بجدوى ذلك من عدمه، بل إن جل تلك الانتقادات لا تستند إلى حقائق. وسأناقش بعضاً منها هنا، وهي «غيض من فيض».

مثلاً، كان يقال إن لا حل عسكرياً بسوريا، بينما سقط الأسد في 12 يوماً بعمل عسكري، ورغم الوجود الروسي والإيراني، والرئيس بوتين يقول إن بلاده ساعدت في إجلاء أربعة آلاف مقاتل إيراني.
ويقال الآن إنه لا بد من طمأنة المكونات السورية، وتحديداً الأقليات، بينما نظاما الأب والابن أجرما بحق الأكثرية طوال خمسة عقود. وتطالب الإدارة الجديدة بالالتزام بشروط عدّة، منها ما صدر ببيان العقبة.
بينما لم يلتزم الأسد بشيء طوال 24 عاماً، وكان بعض العرب يحاولون إقناعه بالابتعاد عن إيران، واستخدم الأسد هذا الملف أسوأ استخدام، وكان يكذب معتبراً الكذب جزءاً من السياسة، ومنح كل الوقت، وإلى لحظة هروبه، لروسيا.
ويقال إن على سوريا الجديدة طمأنة لبنان الآن، علماً بأن الأسد الأب حكم لبنان، ونكل به، والأسد الابن عبث في لبنان باغتيالات وقمع، وعطل كل مؤسساته، وجل مَن يطالبون بالتطمين بلبنان الآن كانوا يحجون إلى دمشق الأسد!
ويقال إن على الإدارة الجديدة ضمان حدودها، خصوصاً مع العراق، والعالم يعرف أنه منذ سقوط صدام حسين وسوريا هي منفذ السلاح والميليشيات عبر معبر البوكمال العراقي. ويقال إن هناك خشية من الميليشيات بسوريا، بينما الميليشيات موجودة بالعراق، وتحديداً الحشد الشعبي.
ويتحدث البعض عن ضرورة الحفاظ على الجيش السوري، و«يوتيوب» يثبت، وعبر فيديوهات قديمة لجمال عبد الناصر وأنور السادات، أنه كان جيشاً طائفياً. ومنذ الثورة عام 2011 لم يعد هناك جيش بسبب الانشقاقات.
وحلت الميليشيات من أفغان وباكستانيين وعراقيين و«حزب الله» بديلاً للجيش. وفوق هذا وذاك، يخشى البعض الآن تقسيم سوريا، بينما هي كانت مقسمة أصلاً منذ 2011 بين الأميركيين والروس والإيرانيين والأتراك والأكراد، وقبلهم الإسرائيليون.
وبالنسبة لبعض السوريين، يقال إن محاولة إعادة الأسد للحضن العربي تسببت بتقسيم المعارضة السورية قبل سقوط الأسد. وهذا غير صحيح. فما قسم المعارضة هو اتفاق آستانة وبرعاية روسية إيرانية تركية، ولم تكن للعرب علاقة بذلك.
وأيضاً يقال: لماذا لا ترد سوريا الجديدة على الاعتداءات الإسرائيلية، بينما لم يطلق نظام الأسد رصاصة على الإسرائيليين، بل إن الأسد هو مَن رسّخ عبارة «الرد بالوقت المناسب» ولم يأتِ ذاك الوقت إطلاقاً.
كما قبل «حزب الله» باتفاق وقف إطلاق نار يخول إسرائيل حق استهداف الحزب بالخارج، والداخل اللبناني. ولم تطلق الميليشيات رصاصة على الإسرائيليين من الأراضي السورية، رغم كل الاستهداف الإسرائيلي لها بسوريا.
ويقال إن الشرع مصنّف «إرهابياً» من أميركا، وكذلك الأسد تحت قانون قيصر. ويقال إن تركيا تسيطر على سوريا، ومن أبجديات السياسة أن كل فراغ يُملأ، فالسياسة «تكره الفراغ». والتقصير هو ممن ينكفئ الآن عن مساعدة دمشق.
وعليه، هذه لمحة من الحقائق، والقائمة تطول.

طارق الحميد، جريدة الشرق الأوسط
صحافي سعودي، عمل مراسلاً في واشنطن. تدرَّج في مناصب الصحيفة إلى أن أصبحَ رئيس تحرير «الشرق الأوسط» من 2004-2013، ورئيس تحرير مجلة «الرجل» سابقاً. محاضر دورات تدريبية في الإعلام، ومقدم برنامج تلفزيوني حواري، وكاتب سياسي في الصحيفة.

Darbeci Anlayışa Taviz Verilmemeli ..

Vehbi Kara / Em. Deniz Subayı

Asker, Devrim, Darbe

Türkiye’de her 8-10 yılda bir darbe yapılmasından her vatandaşımız gibi ben de bıktım.
Bazı siyasetciler askerleri siyasetin içine cekerek yeniden darbe sürecini başlatmak istiyorlar. CHP yoneticisi bir emekli askerin disiplinsizlik yapan 6 subayı korumak maksadıyla 11 Ocak 2025 tarihinde askerleri sokağa çağırdığını üzülerek görmüş olduk.
Peki! Yapılan bu şuursuzca darbe çığırtkanlığını ve askeri kışkırtan çağrıları çaresizce oturup seyredecek miyiz?
Elbette 15 Temmuz 2016’da FETÖ Örgütüne nasıl karşı koyup 252 şehit pahasına darbeyi önlediğimiz gibi Allah’ın izni ile yine böyle bir askeri darbeyi önleyecek şuur ve iradeye sahibiz, Elhamdulillah…
İşte böyle bir durumun meydana gelmemesi için yakın tarihimizde yaşanan olayları dile getirerek tedbir almaya çalışmak gerekiyor.
Bunun için darbeye kaynak olan Atatürk’ün Bursa Nutkunu ve darbelerin anası olan 27 Mayıs 1960 tarihinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun‘un darbeden sadece 12 saat önce darbeci subaylara verdiği nutku hatırlamak gerekiyor.
Gündemde olan ve çok tartışılan anayasa ile birlikte demokratik hukuk devleti ilkelerine açıklık kazandırmak en önemli hususların başında gelmektedir.
Çünkü hem hükümet hem de muhalefet tarafından sık sık hamasi nutuklar çekilmekte silahlı kuvvetlerimizde bilerek veya bilmeyerek darbeci anlayışı geri getirmek isteyen bahtsız insanları görmekteyiz.
Bu meselenin iyi bir şekilde anlaşılması için orduya kumanda etmiş iki önemli kişinin tutum ve davranışlarını analiz edebiliriz.
Bu sayede ülkemizde tek partili faşist yönetimi tekrar hortlatmak isteyen darbeci anlayışı deşifre ederek demokratik hukuk devletinin asli unsurlarını gerçekleştirme imkânı vardır.
Orgeneral Fevzi Çakmak, uzun yıllar boyunca Genelkurmay Başkanlığı vazifesini sürdürmüştür. Fakat bu görevi esnasında siyasetten uzak kalması gereken ordumuzu birçok siyasi olayın içine çekerek büyük bir yanlışlığı imza atmıştır.
Siyasi düzenlemeler ve önemli devrimler yapılırken ordumuz bizzat siyasetin içine çekilmeye çalışılmıştır.
Fevzi Çakmak, demokrasi ve cumhuriyet ilkeleri yerine CHP’nin altı oku olarak ifade edilen ilkelere bağlı kalmış her on yılda bir yapılan darbelere zemin hazırlamıştır.
Askeri darbe ve halkımıza karşı uygulanan şiddetin temeline inilmesini sağlayacak bu analizler çok önemlidir.
Fevzi Çakmak’tan bir müddet sonra Genelkurmay Başkanı olan Orgeneral Rüştü Erdelhun ise askerlere vermiş olduğu nutuk ile cumhuriyet tarihimizin en önemli konuşmasını yaparak tarihe geçmiştir.
Bundan önce mahkemelere konu olan ve halen de çok tartışılan CHP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Atatürk’e ait olduğu ifade edilen bir nutuk daha vardır. Bu iki nutuğu karşılaştırmak sureti ile silahlı kuvvetlerde rolmodel ve örnek alınması gereken komutanları incelemeye çalışalım.
Bursa Nutku olarak ifade edilen ve elimizdeki sadeleştirilmiş metinlerde şu hususlar göze çarpmaktadır:
“Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük yâ da en büyük kıpırtı ve bir davranış duydu mu, ‘Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır’ demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir’ diye düşünecek; ama hiçbir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, ‘demek adalet örgütünü düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek’ diyecektir. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayırılmasını istemeyecek. Diyecek ki, ‘ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir’ diyecektir”.
Bu metni 27 Mayıs 1960 darbesinden sadece 12 saat önce Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun‘un askerlere karşı söylediği nutuk ile mukayese ederek; darbeci kalkışmaları önlemek mümkündür.
Dünyada emsali olmayan ve her 10 yılda bir gerçekleştirilen askeri darbeler ve terör olaylarının ülkemizde akıl almaz boyutlara yükselmesinin en önemli sebeplerinden bir tanesi bu darbeci anlayıştır.
Rüştü Erdelhun ise bu anlayışın ülkemizi içinden çıkılmaz bir darbe bataklığına düşüreceğini düşünüyordu. ABD’nin ülkemizde darbe yapacağının istihbaratını almıştı. Askerlerin siyasete karışmasının ne derece kötü sonuçlar doğuracağını görmüş ve bunun ülkemize vereceği zararları fark etmişti. Komuta kademesinde bulunan fakat darbeden sonra emekli edilen 265 general ve 5000’e yakın subay da aynı düşünceye sahipti.
Fakat içlerinde Ümit Özdağ’ın babası Yüzbaşı Muzaffer Özdağ’ın da bulunduğu ABD’nin kandırmış olduğu subaylar; vatan hainliğine eşdeğer bir darbe kararı almışlardı. ABD’nin gizli servis elemanları birçok ülkede olduğu gibi Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde sinsi bir şekilde yuvalanmış ve halkın seçtiği iktidarı devirmenin planlarını yapmıştı. Çünkü Adnan Menderes, Batının Türkiye’de kurmak istemediği çok önemli sanayi tesislerini Sovyetler Birliği ile beraber inşa ediyordu.
Darbe hazırlığını fark eden Erdelhun, faşist cunta yapılanmasının önüne geçmek için Ankara dışından takviye kuvvet getirilmesini emreder. Fakat CHP, darbeyi desteklemektedir. Bir de hükümet içinde cuntacılarla işbirliği yapan Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes bulunmaktadır.
Samet Kuşçu isimli bir subay, cuntacı subayları ifşa etmiş fakat mahkemede 27 Mayıs darbesini yapacak bu subaylar beraat ederken; Kuşçu hapis cezasına çarptırılmıştır. Kısaca ABD ve CHP, Menderes hükümetini yargı dâhil her yönden kuşatmıştır.
Nihayet Adnan Menderes kandırılır ve takviye kuvvet getirilmesi konusu rafa kaldırılır.
Erdelhun Paşa, yine de darbeyi önleyebilmek maksadı ile 27 Mayıs’tan bir gün önce cuntacıların da aralarında olduğu subayları Genelkurmay Karargahı’nda toplar ve tarihe geçecek şu konuşmayı yapar:
“1912 Balkan Harbi’nde Silahlı Kuvvetler; İttihatçı ve İtilafçı diye ikiye bölündü. Emir komuta ve idarenin muhal (boş) olması neticesinde Osmanlı İmparatorluğu parçalandı. Bütün bu misaller askerlerin mesleklerinden gayri bilmedikleri ve rejimin kendilerine vermediği hakları zorla alarak ya aşırı milliyetperverlik ya da birden, sıfırdan yüze çıkabilmek için yaptıkları hareketlerdir. Anayasa iç hizmet kanunu ile silahlı kuvvetler, millet iradesi yetkisine verilmiştir. Parlamento ve onun icra ettiği hükümetin elindeki bir kuvvettir. Demokratik rejimlerde parlamento ve hükümet, milletin seçimi ile meydana gelir. Partiler içerisinde en çok rey alan iktidara geçer. Bugün Demokrat Parti iktidardır. Silahlı Kuvvetler parti diye değil, seçimle gelmiş bir iktidar hükümetinin emrindedir. Yarın seçimleri Halk Partisi kazanırsa ordu onun başkanına da itaat etmeye ve emirlerini yapmaya mecburdur. Seçimle gelen hangi iktidar veya partinin herhangi bir kusuru olursa onu millet takdir eder. Ve seçmez, düşürür. Kulağıma gelen bazı haberlere göre Ankara’da 60 kadar subay Sayın Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nü ve Millet Meclisi’ni basarak istifalarını isteyecekmiş. Bugün Türkiye’nin en değerli malı Silahlı Kuvvetlerdir. Bunun diğer maddi ve fiziki kıymetlerinden başka hassaten itaatkârlığı, hükümet ve milletime; kanunlarına riayeti sayesinde malıdır. (Silahlı Kuvvetler’de) Kıta ile veya kıtasız, cüzi ve külli yapılacak böyle bir hareket, yukarıda Türkiye için değerli mal olarak ifade ettiğim biricik kıymetli silahlı kuvvetlerin bu değerini gaip etmesiyle (kaybetmesiyle) neticelenir. Sonra, demokrasiye ve seçime bir darbe olacak böyle bir hareketin milletin büyük ekseriyetince tutulmayacağından neticesi hüsran olur.”

Sözlerini askerlerin siyasete müdahaleleri konusunda örneklerle sürdürür: “1941’de İkinci Dünya Harbi’nde Japonlar, Amerikalılarla anlaşmaya çalışırken silahlı kuvvetlerin tazyiki ile Pearl Harbour baskını yapılarak Amerika ile harbe tutuşmuş ve neticesinde mağlup olup kayıtsız şartsız teslim olmuşlardır. Yunan Silahlı Kuvvetleri’nin Geminis hükümetine müdahalesi neticesinde Milli mücadelede bize karşı mağlup olmuşlardır. İtalyan ordusunun Mussolini ile faşizme kayması neticesinde silahlı kuvvetler siyasete girmiştir.”
Erdelhun, bu konuşmadan yalnızca 12 saat sonra 27 Mayıs günü gece saat 3’te tutuklanarak Harp Okulu’na götürülür. Küfürler altında hakarete uğrayarak yaka paça dövülerek askeri disiplini ayaklar altına alan cuntacı askerler tarafından aşağılanır.
Darbeci askerlerden Muzaffer Özdağ’ın Kara Harp Okulu öğrencilerini kandırarak Genelkurmay Başkanını dövmesi tarihimize düşen kirli bir an ve lekedir. Düşünün bir Yüzbaşı, Orgenerali diğer faşistlerle beraber yaka paça tekmeleyip hastanelik ediyor. Şimdilerde ise Ümit Özdağ: babasının çirkin davranışını övüne övüne anlatmaktan çekinmemektedir.
Birbirine tamamen zıt bu iki anlayış ve düşüncenin cesur ve kararlılıkla tartışılması devletimizin bekası için çok önemlidir.
Medeni ülkelerin hiç birisinde şiddete açık bir şekilde çağrı yapan benzeri ifadeler kabul edilemez.
Bazı yazarlar “1933 Bursa Nutku’nun muhteva ve üslubuyla 1927 Gençliğe Hitabesi’nin muhteva ve üslubu birebir örtüşmektedir. Her iki nutukta da gençlere seslenilmekte, Cumhuriyetin, devrimlerin korunmasının altı çizilmekte ve gençlerin direnişinden söz edilmektedir” demektedirler.
Ayrıca “Galip gelmek için mutlaka ve mutlaka o gayeye varacağız” cümlesi CHP Başkanının diğer nutuk ve demeçlerinde de geçmektedir. Bu söz ve demeçler “Amaca ulaşmak için her yol mubahtır” diye düşünen başta FETÖ Örgütü lideri F. Gülen ve darbeci askerlerin ayrıca şiddet taraftarı insanların şiarı olmuştur.
Meclis kürsüsünde söylenen “ihtimaldir ki bazı kelleler kesilecektir” anlayışı birçok nutuk ve demece bu şekilde yansımıştır. Buna karşı ancak ciddi bir askeri eğitim ile karşı konulabilir.
Yapılacak analizlerde bu tutum ve davranışlar ele alınmalı cesaretli bir şekilde tartışılmalıdır. Zira Fetö ve teröristleri de aynı silahlı yöntemi kullanmaktadır. Her türlü dini ve kutsal değeri ayaklar altına almaktan çekinmeyen bu dehşetli terör örgütüne ve ABD işbirlikçisi Sabetaycılara karşı devlet ve sivil toplum örgütleri, daha çok çalışması gereklidir.
Her 10 yılda bir gerçekleştirilen çirkin darbe kalkışmalarına karşı gerekli tedbirlerin alınması için Rüştü Erdelhun’un nutku ve davranışları ele alınarak akademik çalışmalar yapılmalıdır.
Her şeyden önce darbe kalkışmalarını önlemek için darbeci nutuk ve söylemler yerine Erdelhun’un tarihe geçmiş bu sözlerini hiç olmaz ise kamu kurum ve kuruluşlarının önemli noktalarına asılması zorunludur.
Darbeci kalkışmaları görmezlikten gelmek, Tuzla Piyade Okulundaki ve Kara Harp Okulundaki disiplinsizlikleri cezasız bırakmak büyük bir hatadır.
Menderes, darbeci kalkışma esnasındaki ihmalinin hatasını idam edilerek ve şehit olarak ödemiştir. Şu anda ordumuz daha 8 yıl önce gerçekleştirilen 15 Temmuz 2016 kalkışmasını yaşamış bir ordunun travmasını yaşamaktadır.
CHP başta olmak üzere siyasi partiler, üniversitelerimiz, medya ve sivil toplum örgütlerimiz yaşadığımız acı olaylardan hiçbir ders almamış gibi görünmektedir. Genelkurmay Başkanı olarak atanacak kişilerden en önemli vasfın; bu kişilerin demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine bağlı insanlar olması gerektiği, açıktır.
Askeri okul ve kışlalarda meydana gelen kalkışmaların failleri hakkında ciddi işlem yapılması bu açıdan çok önemlidir. En azından Askeri Ceza Kanununun gereği olarak askeri disiplin kurallarını ayaklar altına alan bazı subayların derhal ve ağir bir sekilde cezalandırılması önemli bir hale gelmiştir.
Eğer darbeci teğmenleri koruyan komutanlar var ise bunun acilen gereği yapılmalıdır. Ağır disiplinsizlik olayları karşısında görevinde ihmal suçu işleyen komutanların cezalandırılması da ibret alınması açısından önemlidir.
Maalesef 63 yıl önce olduğu gibi ordumuz yine Afrika’nın Darbeci Silahlı Kuvvetlerine benzetilmeye çalışılmaktadır.
Askeri Ceza Kanunu çok açık hükümler ihtiva etmektedir.
Darbeci kalkışmalar yüzünden Türkiye en az 40 sene geriye gitmiştir. Daha kötüsü ise darbeci askerlerin kurmuş olduğu “askeri vesayet sistemi” sayesinde her on senede bir darbeler yapılması sağlanmıştır. Bu durum son olaydan anlaşıldığı üzere hala devam etmekte doğru dürüst ders alınmadığı anlaşılmaktadır.
İşte Erdelhun’un sözlerinin aksine hâlâ askeri okullarda devrimci ve darbeci ruhu ayakta tutan eğitime ve müsamerelere devam edilmektedir. Halkın seçtiği yöneticilere bağlılığı arttırmak yerine öğrenciler, faşist ruhlu 6 ok ilkelerini benimsemeye ve itaat etmeye zorlanmaktadırlar.
Umulur ki; Erdoğan hükümeti ülkemizin karşı karşıya kaldığı bu büyük tehlikeye karşı gerekli tedbirleri alır.
15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünden şu ana kadar yapılan icraatlar yeterli değildir.
Halkın seçtiği siyasetçilerin yönetimine saygı duyulması için Erdelhun’un yukarıda arz ettiğim konuşmasını bütün askeri okul öğrencilerine öğretmek ve benimsetmek için çalışmalar yapılması şarttır, vesselam..

Vehbi Kara / Em. Deniz Subayı

Yukarıdaki Yazıyı Okuyanların Aşağıdaki Videoyu İzlemeleri de Faydalı Görülmüştür.👇

Kara Harp Okulu Teğmen Adayları Yemin Olayı
Emekli Subay Gürcan Onat Bey Anlatıyor 👇
https://youtube.com/watch?v=T_0O0O2Wd7c&si=rFoBTBooQ-U2jC-B

Özellikle 56. Dakikadan Sonrası Konu İle İlgili

Suriye’yi Karıştırmak İsteyenler Boş Durmuyor

Bugün yatsı namazından sonra, kimya mühendisi, İslami ilimlerde âlim, soy bilgisi uzmanı ve zalim rejimin zindanlarında iki şehit evladı olan, ayrıca bir serbest bırakılmış tutuklu babası, Halep Kastal Zeytoun Camii imamı ve hatibi olan Şeyh Muhammed Beşir Biraçikli ile bir araya geldim. Kendisine bugünkü Alevi gösterilerinden bahsettim. Gösterilerin, Alevilere ait olduğu iddia edilen Şeyh Husaybi’nin makamının yakılması bahanesiyle yapıldığını söyledim. Ardından şöyle dedim: “Amca, Halep’te Alevilere ait bir makam olduğunu hiç duymadım. Bu nasıl mümkün olabilir?” Hemen cevap verdi: “Bu, halk arasında ‘Şeyh Yabrak’ olarak bilinen yerdir.”

Sonrasında ekledi: “Bu makam bir Alevi şeyhine değil, bir Sünni’ye aittir. Benim dedemin eviyle aynı yerdedir.” Ardından şunları yazmamı istedi:
“Bu kişi, Şemseddin Muhammed bin Ahmed bin Mahmud el-Rifâî el-Ahmadi’dir ve Şeyh Yabrak adıyla tanınır. Mezar yeri Halep’teki Sekenet Hananu’dadır.”
(Kaynak: Halep Tarihinde Altın Nehir, ikinci cilt)

2016 yılında Halep düştüğünde Aleviler bu yere geldiler. Bu makam, Arqoub’taki Hananu Kışlası’nın içindedir. Katil Suheyl Hasan tarafından yeniden inşa edilerek koruma görevlisi atandı ve yakınına bana (yani Şeyh Muhammed Beşir’in) ait olan evi yerleştirdi. Açılış, İran Büyükelçisi ve Suriye Turizm Bakanı’nın katılımıyla yapıldı ve bu yerin Şeyh Husaybi’ye ait olduğu iddia edildi. Ancak bu makam, Şii Alevilere göre Ebu Abdullah el-Hüseyin bin Hamdan el-Husaybi’ye ait.

Buradan şu sonuçlara varabiliriz:
1.
Bugünkü Alevi gösterileri, iki yalan üzerine kurulmuştur: İlki, devrimcilerin makamı yaktığı iddiasıdır. Ancak bu olayın videosu eskidir ve o dönemde komşuların da şahit olduğu üzere makamı rejim unsurları, Halep’ten çıkmadan önce yakmıştır.
2. İkinci yalan, bu yerin Alevilere ait olduğu iddiasıdır. Ancak doğru olan, bu makamın yukarıda ismi geçen ve halk arasında “Şeyh Yabrak” olarak bilinen bir Sünni sufiyeye ait olmasıdır.

Bu durum, bugünkü Alevi gösterilerinin İran ve onun yerli işbirlikçileri tarafından kışkırtıldığını ve Suriye halkı arasında mezhepçi fitne tohumları ekmeyi amaçladığını açıkça göstermektedir.

Amcam Şeyh Beşir’e bu bilgiler için teşekkür ettim ve şöyle dedim: “Eğer ‘Şeyh Yabrak’ deselerdi, Halep’te herkes bu yeri bilirdi. Ben de hemen tanırdım çünkü burası, dedem Şeyh Muhammed Biraçikli’nin, babam merhum yargıç Mustafa’nın eviyle yan yana.” Allah onlara, sizin ölmüşlerinize ve tüm Müslümanlara rahmet etsin.

Amcama vedalaşırken dedim ki: “Öyleyse bu makam Şeyh Yabrak’a ait.” O da, “Evet,” diye yanıt verdi. Ardından, “Yarın seni ve sevdiklerini öğle yemeğine davet ediyorum. Yemek menüsü: Yabrak (yaprak sarması)!” dedim. 😊

Abdullah Mustafa

Avukat, hukukçu ve Suriyeli yazar
25/12/2024

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
26.12.2024 Üsküdar

اليوم بعد صلاة العشاء التقيت الشيخ محمد بشير بيره جكلي وهو مهندس كيميائي ورجل علم شرعي وعالم بالأنساب وأب لشهيدين في سجون الطاغية وآخر معتقل محرر وهو أمام وخطيب جامع قسطل الزيتون بحلب، وحكيت له عن مظاهرات العلوية اليوم التي خرجت متذرعة بحرق مقام الشيخ الخصيبي العلوي وقلت له ياعماه كيف عنا بحلب مقام لشيخ علوي ولم اسمع به في حياتي ..فقال لي على الفور هذا الشهير بالشيخ يبرق
وقال لكن ليس شيخ علوي بل سني وعمي بيته هو نفس بيت جدي في نفس المكان ،، ثم قال لي اكتب ما أمليك: هو شمس الدين محمد بن أحمد بن محمود الرفاغي الأحمدي والمعروف بالشيخ يبرق دفين سكنة هنانو بحلب.
(المصدر كتاب نهر الذهب في تاريخ حلب المجلد الثاني)

وبعد سقوط حلب عام ٢٠١٦ جاء العلويون للمكان
وهذا المقام داخل ثكنة هنانو بالعرقوب
تم تجديده من قبل المجرم سهيل الحسن وعين عليه حارسا واسكنه في بيتي (اي بيت الشيخ العم محمد بشير) القريب منه، وتم افتتاحه بحضور السفير الإيراني ووزير السياحة السوري .. وزعموا أنه للشيخ الخصيبي.
فمقام الشيخ يبرق عند الشيعة العلوية هو مقام الشيخ ابي عبدالله الحسين بن حمدان الخصيبي.

نستنتج من ذلك أن المظاهرات اليوم بنيت على كذبتين ان الثوار أحرقوا المزار .. والفيديو قديم والذي احرقه عناصر النظام باعتراف الجوار حينها قبل خروجهم من حلب.
والكذبة الثانية ان المقام لشيخ علوي هو الحصيني والأدق والأصح أنه لشيخ سني صوفي ذكرنا اسمه أعلاه والشهير بالشيخ يبرق.
مما يؤكد ان مظاهرات العلوية اليوم مشبوهة خبيثة ممولة محركة من إيران وأزلامها بيننا لبث الفتن الطائفية بين الشعب السوري ..

شكرت عمي الحبيب الشيخ بشير على هذه المعلومات وقلت له لو قالوا شيخ يبرق كل حلب تعرفه .. وانا كنت عرفته فورا فهو جانب بيت جدي الشيخ محمد بيره جكلي ابو والدي القاضي المرحوم مصطفى رحمهما الله ورحم أمواتنا وأمواتكم واموات المسلمين أجمعين.

قلت لعمي وأنا أودعه إذن المقام للشيخ يبرق قال نعم ..قلت وأنت ومن تحب غدا معزوم عندي على الغداء ..والأكلة يبرق 😍

عبدالله مصطفى

محامي وحقوقي وكاتب سوري
٢٥/١٢/٢٠٢٤

Suriye’de Baas Rejimi Neden Bu Kadar Kolay Çöktü?

Dr. Ağid Ganem’in (Suriye asıllı Fransız, Uluslararası Politika, Ortadoğu uzmanı) bir soruya cevabı:

Soru: Bu durumu bekliyor muydunuz? Görüşünüz nedir? Her soruya 7 dakika süreniz var.

Cevap:
Kısa bir sessizlikten sonra moderatöre teşekkür edip katılımcıları selamlayan Dr. Ganem şu şekilde yanıtladı:

“Yaşananları birçok kişi gibi ben de öngörüyordum çünkü bu bir zorunluluktu. Ancak yaşananların zamanlaması ve Esad rejiminin bu kadar hızlı çöküşü konusunda bir fikrim yoktu. Esad’ın çöküşünü bu kadar hızlandıran üç temel faktör olduğunu düşünüyorum:”

1. Jeopolitik Faktör:

“Rejimin varlığını üç müttefik sürdürüyordu: Rusya, Hizbullah ve İran. Bugün bu üçlünün durumu ciddi şekilde zayıfladı:
• Rusya: Ukrayna’da sıkışmış durumda ve bu savaşı bir şekilde ‘kazanan’ taraf olarak bitirmenin yolunu arıyor. Suriye artık Rusya’nın öncelikli bir meselesi değil.
• Hizbullah: İsrail’in 7 Ekim’i bahane ederek Ortadoğu’yu kendi istediği şekilde yeniden şekillendirmeye çalıştığı savaşta ağır kayıplar veriyor. Bu, Hizbullah’ın omurgasını kırdı.
• İran: Bölgedeki en önemli kozu olan Hizbullah’ı kaybettiği için stratejik olarak zayıf. Aynı zamanda içeride halkın artan baskısı ve ekonomik çöküşle boğuşuyor.”*

“Bu üçlünün zayıflaması, Esad rejiminin çöküşünü kaçınılmaz hale getirdi.”

2. Ekonomik Faktör:

“Esad rejimi, Suriye’yi 13 yıldır bir savaş ekonomisiyle yönetiyordu. Hiçbir konuda müzakere yapmadı, hiçbir taviz vermedi. Halkın büyük kısmı hayatta kalma mücadelesi veriyordu; bir elektrik saati bile gökten bir lütuf gibi görülüyordu. Her şey, insanların rejime bağımlılığını artıran kart sistemine bağlanmıştı. Öte yandan, servetlerini göstermekten çekinmeyen ve halkı daha da kızdıran bir grup fahiş zengin, ülkenin kalan kaynaklarını paylaşarak toplumun önünde adeta bir aşağılama sergiliyordu.”

“2016 ile düşüş anı arasında Esad, Suriye toplumunda köklü değişiklikler yaparak sahneden onurlu bir şekilde çekilebilirdi. Ancak bu fırsatı değerlendiremedi. Zekâ eksikliği vardı ve Suriye’yi bir kraldan çok, kişisel mülkü olarak görüyordu. Bir keresinde mültecilerle ilgili bir soruya verdiği ‘Daha homojen bir halk oldu, ne var bunda?’ cevabı, onun bu yaklaşımını özetliyordu.”

3. Sosyal Faktör:

“Gençlik, öfke içinde kaynıyordu. Gelecek arıyor ama önlerinde kapıların kapalı olduğunu görüyordu. Mücadele ruhuyla müzik gibi araçlarla direnmeye çalışıyorlardı. Geçen Mayıs ayında bu konuda bir makale yayınlamıştım. Daha da önemlisi, bu direniş Suriye halkının tüm kesimlerini kapsıyordu. Özellikle Esad rejiminin kıskacı altında ezilen Alevi toplumu içindeki bastırılmış öfke beni hayrete düşürüyordu.”

“Bugün gördüğüm bu devrim, 2011’in devamı değil; 2011’in hatalarından ders almış, tüm Suriye halkını kucaklayan yeni bir devrim. Bu devrimin başlangıcını, Süveyda’daki itaatsizlik ve Dera’daki barışçıl direniş olarak görüyorum. Rejim, bu sefer onları şiddetle bastırmaya cesaret edemedi.”

Devrimin Hızlı Zaferi Hakkında:
“Hızlı zafer konusuna gelince, ordu bu kez Esad için savaşmak istememiş olabilir. Daha önce defalarca onun için savaştılar ama karşılığında sadece aşağılanma ve halkın nefretini kazandılar.”

Sonuç:
“Bu üç faktör, diktatörün çöküşüne ve devrimin zaferine katkıda bulundu.”

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
26.12.2024 Üsküdar

سؤال للدكتور أغيد غانم سوري، فرنسي، علوم سياسية، سياسة دولية، ركّز دراساته على الشرق الأوسط:

هل كنت تتوقع ما حصل وما رأيك،أمامك ٧ دقائق للإجابة على كل سؤال:

صمت بسيط يشكر مدير الجلسة ويحيي الحضور ثم يجيب: كثيرون وأنا منهم كانوا يتوقعون ما حصل لأنه كان حتمياً، أما لو سألتني عن توقيت ما حصل وسرعة سقوط الأسد فهذا لم أكن على دراية به، رأيي أن ثلاثة عوامل أسرعت سقوط الأسد بهذه السرعة:

  1. عامل جيو سياسي: النظام كان مستمراً بفضل حلفاء ثلاثة: روسيا التي تتخبط اليوم بأوكرانيا وتتفاوض من أجل أن تنتهي من حربها فيها وهي بصورة المنتصر، وسورية لم تعد هاجسها الحقيقي.. حزب الله الذي انكسر عموده الفقري بالحرب الرهيبة التي تخوضها إسرائيل مستغلة ٧ أكتوبر كي تعيد رسم الشرق الأوسط كما ترتأيه… وإيران التي تجد نفسها بموقع الضعف، ضعف استراتيجي بخسارة رأس حربتها بالمنطقة (حزب الله) ضعف داخلي باشتداد المعارضة من الشعب الإيراني ضد حزب الملالي، وضعف إقتصادي مع اقتصاد منهك .. الثلاثي الذي حافظ على بقاء نظام الأسد لم يعد موجوداً وجعل سقوطه حتمياً..
  2. عامل إقتصادي: الأسد ترك سورية تعيش باقتصاد حرب منذ ثلاثة عشر عاماً، لم يفاوض على أي شيء،لم يتنازل عن أي شيء،.. شعب كامل منهك وراء لقمة العيش ينتظر ساعة الكهرباء كأنها هدية من السماء، كل شيء ببطاقة اخترعها الحكم كي يزيد من تبعية الناس وذلها وطبقة من الثراء الفاحش يتقاسمون ما بقي من ثروات شرعية وغير شرعية يبالغون حتى الفظاظة بنشر غناهم امام أعين السواد، كنت ألاحظ هذا بزياراتي لسورية وكانت هذه الظاهرة تزداد عاما بعد عام، كان بإمكان بشار الأسد استغلال الفترة بين ٢٠١٦ ولحظة سقوطه كي يقوم بتغييرات جذرية بالمجتمع السوري وأن يخرج من المشهد برأس مرفوع لكنه كان يفتقر للذكاء، ولم يكن واردا بالنسبة له أن يشعر باللحظة الدراماتيكية تلك التي تغير وجه التاريخ، حتى أنني كنت أراقب ما يجري وأقول بنفسي ان هذا الرجل يعتبر نفسه مالكاً لسورية وليس فقط الملك.. اروي دائما جوابه عن سؤال عن مأساة اللاجئين السوريين عندما أجاب: ما مشكلة هيك الشعب صار أكثر تجانساً!!!
  3. عامل إجتماعي: الشباب كان يغلي غضباً، يريد أن يرى مستقبلاً فيجد الأبواب مقفلة بوجهه، يبحث عن بصيص ضوء، يحاول أن يقاوم حتى بالموسيقى، وقد نشرت مقالاً عن مقاومة الشعب السوري بما استطاع حتى بالموسيقى صدر بأيار الماضي.. الأهم أن هذه المقاومة صارت تحتوي الشعب السوري بكل أطيافه، وكنت مذهولاً من الغضب المقموع عند العلويين المحاصرين من شبيحة الأسد من كل حدب وصوب.. الثورة السورية اليوم التي لا أراها امتدادا ل ٢٠١١ بل أنها ثورة جديدة استطاعت الإستفادة من أخطاء ٢٠١١ وجاءت جامعة لكل الشعب السوري.. أنا أعتقد أن بدايات هذه الثورة كانت بعصيان السويداء وغضب درعا وخروجها عن الحكم بشكل سلمي لم يتجرأ الحكم على تحطيمه هذه المرة..

أما عن سرعة انتصار الثورة فعندي نوع من الشكوك أن الجيش لم يكن يريد أن يحارب هذه المرة من أجل الأسد، لقد حارب من أجله مرات ومرات ولم ينله منه إلا الذل والهوان وكراهية الناس..

عوامل ثلاثة ساهمت بسقوط حكم الطاغية وانتصار ثورة

Bu Vurguncuları Kim Yetiştirdi?

Yavuz Bahadıroğlu

BU VURGUNCULARI KİM YETİŞTİRDİ?

1800’lü yılların başı…

O tarihlerde İstanbul’un Karaköy semti dünyanın en önemli ticaret merkezlerinden biridir.

Osmanlı Devleti’nin sadece İstanbul’a ve Anadolu’ya açılan ticari kapısı değil, aynı zamanda ithalat ve ihracatın da merkezidir.

Karaköy o yıllarda yerli yabancı çok sayıda insanın kaynaştığı bir limandır…

O tarihlerde henüz trenle ulaşım olmadığından, İstanbul’a gelen yabancı tüccarların kullandığı en önemli ulaşım aracı gemilerdir.

Avrupa’dan gemilerle gelen yabancı tüccarlar ve seyyahlar Karaköy limanına ayak basarak İstanbul’a giriş yapıyorlar…

Haliyle o tarihlerde kâğıt para henüz kullanılmaya başlanmadığından (ilk kâğıt para 1840’ta tedavüle çıktı), bütün alışverişler altın ve gümüş paralarla yapılıyor.

Fransa’dan gelen bir gemiden inen ve Karaköy rıhtımına adımını atan bir Fransız tüccar, hem İstanbul’a ilk ayak basmanın şaşkınlığı, hem de kalabalığın itiş kakışıyla kemerinde taşıdığı altın kesesini yere düşürüyor.

Etrafa saçılan altınlar kalabalığın arasında ayaklar altında sağa sola yayılıp gidiyor.

Fransız tüccar altınlardan bazılarının denize yuvarlandığını da görüyor.
“Eyvah mahvoldum!” diyerek oracığa çömeliyor, saçını-başını yolmaya başlıyor.

İnsanlar altınlara üşüşüyor. Toplamaya başlıyorlar. Hatta bazı gençler üstlerini çıkarıp denize düşen altınların peşinden denize atlıyorlar.
“Bittim ben” diye düşünüyor, Fransız tüccar, “bir teki bile geri dönmez.”

İyice panikliyor, ağlamaya başlıyor.
O sırada yanına gelen iyi giyimli biri, neden saçını-başını yolduğunu, neden hıçkıraraktan ağladığını soruyor.

Fransız kesik kesik cümlelerle derdini anlatınca, adam gülüyor:
“Merak etme” diyor, “burası İstanbul, burada tek kuruşun bile kaybolmaz!”

Tabii Fransız tüccar kulaklarına inanamıyor.
Neden sonra denizdekiler çıkıyor, rıhtımdan altın toplayanlarla buluşup Fransız tüccarın önüne geliyorlar. Buldukları altınları üçer-beşer avucuna koyuyorlar.

Fransız, gözlerine inanamıyor. İnanamıyor ama her gelen avucuna altın koyuyor.

Sırılsıklam ıslanmış gençlerden birinin uzattığı altını almak istemiyor:
“Sende kalsın” diyor.

Delikanlı ısrarla avucuna koyuyor altını: “Bize yardım sevabı kalsa yeter!”

Fransız tüccar altınları alıyor. Oracıkta sayıyor. Tek bir altının bile eksik olmadığını görünce, hâlâ yanında dikilip duran iyi giyimli adama soruyor:

“Ama bu nasıl olur?”
“Olur” diyor adam, “dedim ya burası İstanbul, biz Müslümanız, haram lokma yemeyiz!”

Devlet “Toplumsal ahlâkı” eğitim ve kültür hamleleriyle “tanzim” ederse, diğer alanlar kendiliğinden düzelir!

(Yavuz Bahadıroğlu)

Yaşanmış Bir Hikaye ve Bir Ders ..

Hristiyanlıktan Müslümanlığa geçen doktor Wadi Fethi şöyle anlatıyor:

1978 yılında, İskenderiye Üniversitesi’ne bağlı (Emiri) ana hastanesinin “Estetik ve Yanıklar” bölümünde doktor olarak çalışıyordum. O dönemde, Meryem Ana Kilisesi’nde büyük bir din adamı, Kıpti dili öğretmeni ve pazar okulu öğretmeniydim.

Bir gün, erkekler yanık koğuşundaydım. O sırada, İskenderiye’nin Ramleh semtinde bulunan “Santa Lucia” restoranının mutfağında bir yangın çıktı. Ambulanslar yaralıları hastaneye getirdi. Benim hastam, en ağır yaralanan kişiydi; restoranda çalışan aşçıydı. Vücudunun tamamı, yani %100’ü yanmıştı. Korkunç bir acı içinde çığlıklar atıyordu. Tecrübemizden biliyorduk ki bu durumda bir hasta 24 saat içinde kesinlikle hayatını kaybederdi.

Yine de, standart prosedürlere uygun olarak ilk yardımı uygulamaya başladım. Ağrısını hafifletmek için ona bir ağrı kesici verdim ki yaralarını temizleyebileyim.

Ancak tam o sırada, sakin bir ses tonuyla bana şöyle dedi:
“Doktor bey, lütfen durun. Çabalarınızı ve ilaçlarınızı diğer arkadaşlarım için saklayın.”

Bu sözlere çok şaşırdım ve hayretler içinde kaldım.

Devam etti:
“Ben Müslüman bir adamım, Allah’a iman eden ve O’nu birleyen bir kulum. Eskiden askeriyede hemşire olarak çalıştım ve yanık vakalarının nasıl tedavi edildiğini öğrendim. Biliyorum ki birkaç saat içinde mutlaka öleceğim. Bu yüzden kendinizi yormayın ve ilaçları boş yere harcamayın. Bana sadece ağrım oldukça bir ağrı kesici yapın, yeter. Ölmekten korkmuyorum. Hatta Allah’a kavuşmayı ve O’nun huzurunda Kur’an okurken ruhumu teslim etmeyi istiyorum.”

Bu sözler beni öylesine sarstı ki, adeta saçlarım diken diken oldu.

Yüzünü çevirdi ve sessizce Kur’an okumaya başladı. Onu dinledikçe huzurunun arttığını gördüm.

Ertesi sabah koğuşa geldiğimde onu bulamadım. Hemşirelere sordum. Birisi bana şöyle dedi:
“Kur’an okumaya devam etti. Son nefesini sakin bir şekilde verdi. Sadece bir bardak su ve bir ağrı kesici istedi.”

O adamın görüntüsü hala zihnimde ve hiç unutamadım.

Kendi kendime sürekli şunu soruyordum:
Nasıl olur da ölümden korkmaz?
Bu cesaret İslam’dan mı kaynaklanıyordu?
Yoksa Kur’an’dan mı?
Yoksa ikisinden birden mi?
Bu ne büyük bir inanç ve huzur! Allah ile böylesine bir barış ve O’na kavuşma arzusu nereden geliyordu?
Bu nasıl bir din?
Ve Kur’an’ın kelimeleri, nasıl bir büyüklük ki okundukça sahibine daha fazla sükunet veriyor?

O adamı hiçbir zaman unutmadım. 15 yıl sonra, 1993’te Müslüman oldum.
Onun bana söylediklerini yıllar sonra, imanım güçlendiğinde ve Kur’an’ı öğrenip tefsirini çalıştığımda anlayabildim.

O adamı her hatırladığımda, dua ediyorum:
Allah’ım, ona rahmet et, günahlarını bağışla, onu affet. Kabrini cennet bahçelerinden bir bahçe yap. O gün bana söylediklerini kıyamete kadar sevap terazisine koy. Amin.

Ders:
💐 Kur’an’ın mucizevi yönlerinden biri, kalpler üzerindeki etkisidir. O, en büyük öğüt verici olarak yeterlidir.
Bu hikayeyi anlamaya çalışın. O zaman Kur’an’ın lezzetini, büyüklüğünü ve eşsizliğini fark edeceksiniz.

💥 Ey Allah’ım, sevgili Peygamberimiz Muhammed’e, onun âline ve ashabına salat ve selam olsun. 💐

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
26.12.2024 Üsküdar

قصة وعبرة

يقول الطبيب المسيحي سابقًا وديع فتحي:

كنت في عام 1978، أعمل طبيب (إمتياز) في قسم (التجميل والحروق) بالمستشفى الرئيسي الجامعي (الأميري) بالاسكندريه، وكنت يومئذ من الشمامسة الكبار وأستاذ اللغة القبطية وأستاذ في مدارس الأحد في كنيسة العذراء مريم في محرم بك بالإسكندرية.
وذات يوم كنت في عنبر الحروق للرجال وحدث حريق في مطبخ مطعم (سانتا لوتشيا) في محطة الرمل، وجاءت سيارات الاسعاف بالمصابين الينا وكان مريضي هو أشدهم إصابةً الطباخ، وكان نسبة الحروق في جسده مائة بالمائة وكان يصرخ صراخاً فظيعاً من الآلام، وكنا نعرف أنه سيموت خلال 24 ساعة بحسب الخبرة. ولكنى بدأت معه الإسعافات الطبية كالعادة وأعطيته مسكن للألم حتى أتمكن من تطهير الحروق في جسده.
فلما هدأ وبدأت الإسعافات قال لي بهدوء شديد جعل شعر رأسي يقف:
يا دكتور انتظر .. وفر جهودك وأدويتك لزملائي.
فتعجبت جداً
أضاف: أنا رجل مسلم مؤمن وموحد بالله وكنت ممرضاً في الجيش ودخلت الحرب وتعلمت إسعاف الحروق وأعلم أنني سأموت حتماً خلال ساعات قليلة فلا تتعب نفسك وتضيع الأدوية هباء. يكفيني الحقنة المسكنة كلما شعرت بالألم واتركني أموت في سلام فأنا لا أخاف من الموت وأتمنى لقاء الله وأنا أتلو القراّن.
وكاد شعر رأسي أن يشيب في تلك اللحظة.
وأشاح بوجهه عني وأخذ يرتل القراّن في هدوء
وكلما رتل إزداد هدوءاً.
وفي صباح اليوم التالي لم أجده، وسألت عنه الممرضات ، فقالت لي إحداهن أنه ظل يرتل القراّن حتى خرجت روحه بهدوء ولم يطلب الا شربة ماء وحقنة مسكنة واحدة فقط.
وظلت صورته في مخيلتي وما زالت الى اليوم
وأخذت أسأل نفسي: كيف لا يخاف من الموت؟
هل بسبب الإسلام؟
أم بسبب القراّن؟
أم كلاهما معاً؟
ما هذا اليقين؟
ما هذه الطمأنينة؟ ما هذا السلام مع الله وحب لقائه؟
ما هذا الدين؟
و ما سر هذا الكتاب الذي يرتل كلماته فيزداد سكينة؟
ولم أنس هذا الرجل حتى أسلمت بعد حوالي خمسة عشر عاماً، سنة 1993،
وفهمت ما قاله بعد إسلامي بسنين، لما تثبّت إيماني
وتعلمت القراّن
وتفسيره.
وكلما تذكرته أقول: اللهم ارحمه، واغفر له وسامحه, واجعل قبره روضة من رياض الجنة، واجعل كلامه معي في ميزان حسناته إلى يوم ألقاك. أمين .

العبرة:
💐 من روائع الإعجاز القرآني ما يعمله القرآن في القلوب، فكفى به واعظاً
افهموا هذه القصة وستجدون حلاوة القرآن وعظمة إعجازه وروعته.

💥اللهم صل علي الحبيب المصطفي سيدي و حبيبي و مولاي محمد وعلى آله وصحبه وسلم💐

Gençleri Bilmem Ama 50 Yaş ve Üstü Bu Yazıyı Okumalı ..

Elli Yaşını Geçenlere: “Geç Kaldım” Demeyin, Aksine “Bismillah ile Başlıyorum” Deyin

Denir ki, yaş sadece bir rakamdır. Ancak bu sözün, yaşlılık çağına ulaşanlara moral vermek için söylendiğini düşünüyorum. Daha doğru bir ifade, hayatın bir dizi duraktan ibaret olduğunu söylemek olabilir; her durağın kendine has özellikleri, güçlü yanları ve zayıf yönleri vardır.

Elli yaşını geçen bir dostum, saçlarına düşen aklara bakarken dalgınlaşıyor. Geçmişteki sağlık durumu ile şimdiki halini kıyaslıyor. Torunlarının ona “dede” diye hitap etmesinden hem gizli bir mutluluk hem de hafif bir hüzün duyuyor. Artık yaşının ilerlediğini, önündeki günlerin geçmişe oranla daha az olduğunu düşünüyor. “Artık geç kaldım,” diyor kendi kendine. “Gençlere yol vermek gerek. Hayatın mücadelelerinden uzak bir köşeye çekilip huzurlu bir son beklemek en iyisi.”

Ama bu dostum, yaşının sunduğu bazı önemli gerçeklere sırtını dönüyor. Elli yaşın getirdiği en büyük avantajlardan biri, yıllar boyunca biriken tecrübelerdir. Bu tecrübeler, gençlerin özlemle sahip olmak istediği birer hazine gibidir.

Elli yaşını geçenler, duygusal istikrar ve denge konusunda çok daha olgunlaşmış olurlar. Bu özellikleri, çevrelerindeki insanlar için vazgeçilmez kılar. Olaylara geniş bir perspektiften bakabilir, hayatın ince noktalarını görebilir ve bilgelikle hareket edebilirler.

Bu yaş grubundaki insanlar, hayata artık daha gerçekçi ve objektif yaklaşırlar. Hayalperestlikten uzak, ayakları yere basan bir bakış açısına sahiptirler.

En önemlisi ise, yaşın öğrenmek, öğretmek, başarmak ve hayata anlam katmak için bir engel olmadığını fark etmeleri gerekir. Elli yaşını geçtikten sonra büyük işler başaran birçok örnek vardır:
• Hz. Muhammed (s.a.v.), 53 yaşında Medine’ye hicret etmiş ve insanlık tarihinin en yüksek değerlerine sahip toplumunu inşa etmiştir.
• Yusuf bin Taşfin, 79 yaşında yaptığı Zallaka Savaşı ile Endülüs’te Müslümanların dört asır daha hüküm sürmesini sağlamıştır.
• Ömer Muhtar, 53 yaşında İtalyan işgaline karşı Libyalıların direniş mücadelesine liderlik etmiş ve bu mücadeleyi 20 yıl boyunca sürdürmüştür.

Bilgi öğrenmek için de yaş bir engel değildir:
• Salih bin Keysân, 70 yaşında ilim öğrenmeye başlamış ve önemli bir âlim olmuştur.
• Vizr bin Hubeyş, 60 yaşında ilim tahsil etmeye başlamış, sonunda Kufe’nin önde gelen kıraat âlimlerinden biri olmuştur.
• İbnü’l-Cevzî, 90 yaşında kıraat ilmini öğrenmeye başlamıştır. Bu insanlar, “Mürekkep hokkasıyla mezar arasındaki süre zarfında öğrenmek” düsturuyla yaşamışlardır.

Hayatta başarılar, yaşa bağlı değildir:
• Winston Churchill, 60 yaşını geçtikten sonra İngiltere’yi Hitler’in ordularına karşı zaferle yönlendirmiştir.
• Albay Sanders, 60 yaşından sonra Kentucky Fried Chicken (KFC) restoran zincirini kurmuş ve dünya çapında bir marka haline getirmiştir.
• Sylvia Weinstock, 52 yaşında anaokulu öğretmenliğini bırakıp pasta yapımına yönelmiş ve dünyanın en ünlü pasta tasarımcılarından biri olmuştur.

Elli yaşını geçtikten sonra yazmaya başlayan birçok yazar vardır:
• Alexander McCall, ilk kitabını ellili yaşlarında yazmıştır.
• Richard Adams, ilk romanını 53 yaşından sonra yayımlamıştır.

Sevgili ellili yaşlarındaki dostum, unutma, kalbin attığı sürece ve nefes aldığın müddetçe, her şey senin elinde. Yaşlanmayı kabullenip teslim olmak yerine, her saniyeni öğrenmek, öğretmek, yeteneklerini geliştirmek ve yeni bir şeyler başarmak için değerlendir.

Hayatı genç bir ruhla yaşa; yaşlanma. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in şu hadisini kendine rehber edin: “Kıyamet koparken elinde bir fidan bulunan kimse, kıyamet kopmadan onu dikmeye gücü yetiyorsa, hemen diksin.”

İhsan el-Fakih
10 Aralık 2018

Not: Bundan sonra yorumlarınız, her konu ya da her bir detayda genişlemem için birer tema, aydınlatıcı birer ışık ya da birer ilham kaynağı olarak toplanıp değerlendirilecektir. Çünkü fark ettim ki okurlarım, özellikle beni en çok takip eden, en eski ve bana en çok ilgi gösteren okurlarım; bana mesajlar gönderip tavsiyeler veren, bazen beni azarlayan büyüklerim, yakınlarım ve hatta benden daha genç olanlar bile, çoğu zaman benden daha derin, daha bilinçli ve daha olgunlar. Hatta bana öyle şeyler sunuyorlar ki, aklıma bile gelmemişti. Ne ile başladım, ne kadar ilerledim, Allah’ın lütfuyla dayanabildim ve inşallah sizinle birlikte daha da gelişip büyüyeceğiz, fark oluşturacağız.

Allah’tan dileğim, hepimizi koruması, bizlere ve size faydalı olmayı nasip etmesi ve hepimize doğru söz ve doğru işler yapmayı ihsan etmesidir.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
26.12.2024 Üsküdar

إلى من تخطى الخمسين لا تقل فات الأوان .. بل قُل: “باسم الله أبدأ .. “

يقولون إن العمر مجرد رقم، لكنني أراها مقولة تُطَيبُ بها خواطر من تقدموا في العمر، ربما كان الصواب أن العمر محطات، ولكل محطة سمات وملامح ونقاط قوة ومواطن ضعف.

صاحبي الذي تخطى الخمسين يمعن النظر كثيرًا في شيبته، وتؤرقه المقارنة بين حالته الصحية قديمًا وبين وقته الراهن، وتنتابه حسرة خفية ممزوجة بالسعادة حين يناديه الأحفاد: «جدّي، جدّو»، لقد كبر الرجل، ويرى أن ما يستقبله من عمرٍ لن يكون بقدر ما مضى، إذن فقد فات الأوان، فدع الدنيا للأجيال الشابة، وانزو أنت في بقعة سلام مع الحياة بعيدا عن معتركاتها، تنتظر حسن الختام.

صاحبي الخمسيني أدار وجهه عن حقائق هامة تتعلق بمرحلته العمرية، فهو يغفل أو يتغافل عن نقطة تفوق لصالحه، وهي الخبرات المتراكمة التي تدحرجت ككرة الثلج عبر عقود، خبرات في الحياة يتطلع الصبيان والشباب إلى حيازة مثلها.

صاحبي الخمسيني يغفل أو يتغافل عن حالة الثبات والرُّسُوّ الانفعالي التي يتمتع بها في هذه السن، والتي لا يستغني عنها وسطه المحيط، وتجعله يرى ما لا يراه الآخرون، ويحكم قبضته على زمام الحكمة.

صاحبي الخمسيني يغفل أو يتغافل عن حقيقة أنه صار في نظرته إلى الحياة أكثر واقعية وموضوعية، وأبعد عن مرمى الهفوات والإغراق في الأحلام الوردية.

والأهم من ذلك، أن صاحبي الخمسيني يدير وجهه عن حقيقة كوْن السن ليست حائلا بينه وبين الإنجاز والتعلم والتعليم والتأثير والغدو والرواح في مواجهة الحياة، فكثير من العظماء كان أعظم بذلهم بعدما تخطوا الخمسين من أعمارهم.

النبي محمد صلى الله عليه وسلم في الثالثة والخمسين هاجر إلى المدينة وقام بتأسيس أعظم وأرقى مجتمع عرفته البشرية.

يوسف بن تاشفين أقوى حكام دولة المرابطين في المغرب الأقصى، قاد وهو التاسعة والسبعين معركة الزلاقة الفاصلة، التي غيرت تاريخ الأندلس، ومددت حكم المسلمين فيها أربعة قرون.أسد الصحراء عمر المختار، قاد كفاح الشعب الليبي ضد المحتل الإيطالي منذ كان في الثالثة والخمسين على مدى عشرين سنة.

وعن الذين طلبوا العلم بعد الخمسين فحدث ولا حرج، فهذا الإمام الثقة صالح بن كيسان مؤدب ولد عمر بن عبد العزيز، طلب العلم وهو في السبعين وصار من العلماء البارزين. وزر بن حبيش الإمام القدوة مقرئ الكوفة مع السلمي، طلب العلم وهو في الستين من عمره. والإمام ابن الجوزي طلب علم القراءات وهو في التسعين من عمره. هؤلاء عاشوا على نهج: «من المحبرة إلى المقبرة».

الإنجازات على مختلف نوعياتها لا ترتبط بعمر، ونستون تشرشل المصنف كأعظم الشخصيات البريطانية، قاد تحت شعار «لن نستسلم أبدًا» انتصار بلاده على جيوش هتلر بعدما تخطى الستين.

كولونيل ساندرز صاحب سلسلة مطاعم كنتاكي الشهيرة، تقاعد من وظيفته بعد سن الستين، وأسس أول مطعم دجاج كنتاكي الذي تميز بالخلطة السرية وانتشرت سلسلة المطاعم في جميع أنحاء العالم.

الأمريكية سيلفيا وينستوك، تخلت عن وظيفتها كمعلمة في رياض الأطفال بعدما بلغت الثانية والخمسين وانغمست في صناعة الكعك، وبرعت في ابتكار هيئات الكعك لدرجة أن الكعكة الواحدة ربما بلغ تحضيرها أسبوعا كاملا، وأصبح مشاهير العالم من عملائها منهم الرئيس الأمريكي السابق ترامب.

العديد من الكتاب بدأوا الكتابة والتأليف بعدما تخطوا الخمسين، منهم ألكسندر ماكال أصدر كتابه الأول بعدما تجاوز الخمسين، وريتشارد آدامز الذي نشر روايته الأولى بعدما تجاوز الثالثة والخمسين.

صديقي الخمسيني، انتبه، فطالما يدق قلبك وتتردد أنفاسك فأنت لها، العالم بين يديك، لا تستسلم لفكرة التقدم في العمر، استثمر كل دقيقة من عمرك لتحصل علمًا أو تبذله، أو تطور من قدراتك وتكتسب مهارات جديدة، أو تفتح لنفسك مسارًا جديدًا للبذل والعطاء.

خض غمار الحياة بروح شاب لا تشيخ، ودونك حديث النبي صلى الله عليه وسلم «إن قامتِ الساعةُ وفي يدِ أحدِكم فسيلةً، فإن استطاعَ أن لا تقومَ حتى يغرِسَها فليغرِسْها»، والله غالب على أمره ولكن أكثر الناس لا يعلمون.

إحسان الفقيه

ملاحظة: تعليقاتكم بعد الآن سيتم جمعها واعتبارها محاور وإشراقات أو إضاءات للإنطلاق منها للتوسع في كل موضوع أو في كل جزئية .. لأنني اكتشفت أن قرائي .. خاصة القُرّاء الأكثر متابعة لي والأقدم والأحرص عليّ ممن يرسلون الرسائل والنصائح ويُقرّعونني ويُبّخني كبارهم ويلومني أقربهم وقد يتجاوز عليّ أحدثهم سنّا وقد أغضب وأحظرهم ثم أعيدهم .. وجدتّ أن أغلبهم أكثر وعيا وعُمقا ونُضجا مني بمراحل بل ويُقدّمون لي ما لم يخطر على بالي..
بكم بدأت .. وبكم بعد فضل الله صمدتّ.. ومعكم بإذن الله نتطوّر وننمو ونُحدث فرقا ..

اسأل الله أن يحفظكم وينفع بنا وبكم ويرزقنا وإياكم الإخلاص في القول والعمل ..

Gençleri Bilmem Ama 40 Yaş ve Üstü Bu Yazıyı Okumalı ..

Kırk Yaşına Dair Bir Öz Değerlendirme

Altı yıl önce kırk yaşına girdiğimde bu satırları yazmıştım ve bugün yeniden paylaşmak istiyorum.

Kutsal kitabın şu ayeti kulaklarımı çınlattı:
“Nihayet olgunluk çağına erişip kırk yaşına varınca, dedi ki: ‘Rabbim, bana ve anne babama lütfettiğin nimetlere şükretmemi, razı olacağın salih ameller işlememi sağla ve soyumda bana iyilik ver. Şüphesiz ben sana yöneldim ve ben Müslümanlardanım.’” (Ahkâf, 46:15)

Bu ayeti düşündüğümde, kırk yaşın insana olgunluk, ciddiyet ve sorumluluk yükleyen bir dönemin işareti olduğunu anladım. Orta yaş krizinden veya psikolojik değişimlerin neden olduğu bir kaostan ziyade, bu yaş dönemi, geçmişin, şimdinin ve geleceğin anlamları arasında gidip gelen bir farkındalık dönemiydi.

Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Dönem

Kırk yaşına ulaştığımda, kendimi geçmişin karmaşıklığı, coşkusu ve zaman zaman anlamsızlığı ile geleceğin ağırbaşlı bakışları arasında bir köprüde buldum. Geçmiş, hatıralarını taşırken gelecek, daha olgun ve sorumlu olmamı bekliyordu. Geçmişi değerlendirmek ve geleceği hazırlamak üzere bir hesap verme anına çağrılmış gibi hissettim.

Hayatı Sorgulama ve Ölümün Farkındalığı

Ansızın kırk yaşına vardığımda, “Sonsuz hayatım için ne hazırladım?” diye düşünmeden edemedim. Saçlarımda beliren beyaz telleri artık yüzeysel bir şekilde değerlendirmiyor, onları yaklaşan sonun habercisi olarak görüyordum. Geçmişin muhasebesi, bana şu hatırlatmayı yaptı: “Sen günlerin toplamısın; her geçen gün, senden bir parça alır.” Geriye kalan günlerin, geçenlerden daha az olma ihtimali karşısında, bu gerçekle yüzleştim. Ancak umudumu yitirmememi sağlayan şu söz, bana denge sağladı: “Kalan ömrünü iyi değerlendir, geçmişteki ve gelecekteki tüm günahların bağışlanır.”

Aile Hatıralarının Değeri

Kırk yaşına geldiğimde, çocukluğum ve aileyle geçirdiğim anılar zihnimde bir Niagara Şelalesi gibi akmaya başladı. Sabah ekmeğinin kokusuna, ailece aynı sofrada sadece bedenlerimizin değil, kalplerimizin de bir araya geldiği kahvaltılara, dedemin şefkatli kollarında geçmişin kokusunu duyduğum o anlara özlem duydum. Şimdi, şehir hayatının hırsları arasında bu anıların değerini daha iyi anlıyorum.

Gençlik Heyecanlarının Yerini Olgunluğa Bırakması

Bir zamanlar kalemimin aceleciliğiyle, tıpkı ilk kez aşık olan bir gencin heyecanı gibi, ölçüsüz şiirler yazdığım günleri düşündüğümde gülümsüyorum. Ama bugün, o aceleci kalemin artık benim cehaletime yardım edemeyeceğini biliyorum. Bir bilgenin dediği gibi: “Kırk yaşına vardığında, cehalet seni terk etmelidir.”

İdeolojik Çıkmazlardan Evrensel Bir Farkındalığa

Gençliğimde, Müslüman gruplar arasında bir doğru arayışına dalmıştım. Ancak zamanla, insanların mutlak iyilik ya da kötülükten uzak olduğunu ve hakikat ile adaletin kişilere veya gruplara bağlı olmadığını anladım. Bugün, İslam ümmetine doğrudan aidiyetimi hissetmek, bu dünyadaki en büyük kimliğimdir.

Hatalardan Ders Çıkarmak

Hayatta bazı dönemlerde büyük umutlar bağladığım şeylerin hüsranla sonuçlandığını gördüm. Ancak bugün biliyorum ki sevgi ve nefreti ölçülü yaşamak gerekir. Peygamber Efendimiz’in şu hadisi her zaman rehberimdir:
“Sevdiğini ölçülü sev, bir gün düşmanın olabilir. Nefret ettiğinden de ölçülü nefret et, bir gün dostun olabilir.”

Hayatın Yaprakları: Bir Kırk Yaş Yolculuğu

Hayat, okuduğumuz ve hala okunmayı bekleyen yapraklardan ibarettir. Belki de hikayemin en güzel bölümü henüz gelmedi. Bir zamanlar, Hindistan’ın bağımsızlığından 12 yıl önce, Jawaharlal Nehru kendi otobiyografisini tamamladığında şöyle demişti:
“Hayatımın bir bölümü sona erdi, yeni bir bölüm başlamak üzere. Acaba bu bölüm ne içerecek? Kimse bunu tahmin edemez çünkü hayatın gelecek yaprakları mühürlüdür.”

Sonraki yıllar ona Hindistan başbakanlığına yükseldiği haberini getirdi. Politik kariyerinin zirvesindeyken bile, kitabının henüz açılmamış bölümlerinin olduğunu hissediyordu.

Kırk Yaşın Ardından Yeni Umutlar

Kırk yaşıma ulaştığımda, aklımda tek bir düşünce vardı: Gelecek daha iyi olmalı. Geri kalan nefeslerim, geçmişin bir kopyası olmamalı. Bu düşünceyi benden önce belki de en güzel şekilde Amerikan Müslüman boksör Muhammed Ali dile getirmişti:
“Eğer kırk yaşımda hâlâ yirmi yaşımda söylediklerimi söylüyorsam, demek ki hayatımdan yirmi yılı boşa harcamışım.”

Değişim ve Sabit İlkeler

Geçmişim tamamen karanlık değildi. Hayatımda takdir ettiğim en büyük şey, duruşlarımı sabit ilkelerle karıştırmamış olmamdır. Bir ilkeye sadık kalmak, her durumda aynı duruşu sergilemeyi gerektirmez; bu, ölü bir bedenin hareketsizliği olurdu. Bu anlayışa sadık kalmayı umuyorum. Dönüş yolunu her zaman açık bırakmak, bundan utanmamak, benim için vazgeçilmezdir.

Yanlış Anlaşılmalar ve Tutkulu Arayış

Uzun bir yolculuğun ardından, kendimi çoğu zaman yanlış anlaşılmış bir insan olarak görüyorum. Belki başkaları beni çelişkili buluyor, bazen duygusal yaklaşımlarım nedeniyle eleştiriyor, hatta kargaşa yaratan bir yazar olduğumu söylüyor. Ancak şunu biliyorum: Ben bir fark yaratmak istiyorum. Ve unutulmamalıdır ki Allah her şeyi kontrol eden kudrettir; ancak insanların çoğu bunu bilmez.

İhsan el-Fakih
10 Aralık 2018

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
26.12.2024 Üsküdar

بعيدا عن السياسة .. قبل ستّ سنوات .. بلغتُ الأربعين وكتبتُ هذا .. وأُعيده اليوم للفائدة ..
👇🏻👇🏻
لم ألتفت لتلك الحالة من الضياع المُحتمل، إذ أرعيتُ سمعي لآي الكتاب {حَتَّى إِذَا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَبَلَغَ أَرْبَعِينَ سَنَةً قَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَصْلِحْ لِي فِي ذُرِّيَّتِي إِنِّي تُبْتُ إِلَيْكَ وَإِنِّي مِنَ الْمُسْلِمِينَ}، فألفيْتُ المقامَ مقامَ الأشُدّ، وموطن النضج والجد، بعيدًا عن اعتبارها أزمة منتصف العمر، وبعيدًا عن الخضوع لهيستيريا التغيرات السيكولوجية والدخول في فترة مراهقة أخرى.

لكنها مرحلة يرافقها الكثير من المعاني المُتدفقة والخواطر التي تتزاحم في العقل ولا تكف عن التردد بين الماضي والحاضر والمستقبل.

ها قد بلغتُ الأربعين، ووضعت رحالي على أبواب مرحلة هي الأكثر غرابة وإثارة، حيث تشعر أنك في حياة برزخية بين تفاصيل الماضي بقوته وعنفوانه ووعورةِ تضاريسه بل وعبثه وصبيانيّته، وبين مستقبل يرقبك في وقار، ويطالبك بأن تكون أكثر نضجًا، ويفتح أمامك كشف حساب لما مضى، فتقف أمامه كتلميذ بليد.

بلغت الأربعين بغتة، فوجدتني كمسلمة أتساءل: ماذا قدمت لحياتي الأبدية التي أوقن بأنها المآل والمصير؟ فلم تعد نظرتي إلى الشعرات البيض المتناثرة بذات السطحية، بل أراها ناقوسًا يدق على رأسي، ورسولًا ينذر بدنو الأجل، ولم أُفلت من تقريع أحد سادة القرون المفضلة يقول: “إنما أنت أيام مجموعة، كلما مضى يومٌ مضى بعضك”، فما الذي تبقى مني والظن بالسنين أنها لن تكون بقدر ما مضى؟ لكنّ جناح الرجاء الذي يمنحني الاتزان قد أتاني بالمخرج على لسان سيدٍ آخر: ” تُحسن فيما بقي، يُغفر لك ما مضى وما بقي”.

بلغت الأربعين والذكريات مع العائلة قد تدفقت كشلالات “نياجرا” في كياني، الحنين إلى رائحة الخبز في البكور، إلى مائدة الإفطار التي اجتمعت عليها قلوب قبل أجساد، إلى الاستدفاء تحت إبط الجد الحنون فأشتم فيها رائحة السنين، إلى التحلّق في المساء للاستماع إلى نشرة الأخبار المنزلية وفنون الدعابة.

وبعدما حملتني أحلام صباي إلى المدينة، واستبد بي الطموح في عالم الحروف، كنت حديثة عهدٍ بحياة العائلة، فلم أجد ذلك الوجْد للذكريات بسبب سطوة زخارف العالم الجديد، أمَا وقد انسلّت الأعوام، وودعتُ الشباب إلى الكهولة هدأت الثورة، وحانت مني التفاتة حزينة إلى العائلة، وعلمت كم فقدت من كنزٍ لا أعدل به سواه.

بلغت الأربعين وأنا أنظر بابتسامة باهتة إلى قلمي المتهور، كم كان متسرعًا كحال مراهقٍ يستقبل نظرة الفتاة الأولى فيتعجل قصيدة غزلٍ لا وزن فيها ولا قافية ولا دراية ببحور الشعر، وكم أوقعني في الخجل وأدخلني في دائرة الصراع بين نفسي ونفسي، لكنني اليوم أراني أستحي من جهالة تتلبّس بقلمي، وقد دُعي أحدهم إلى لهو كان يساعد عليه، فقال: “دخلت في حد الأربعين، فما بقي فيّ على الجهل مساعد”، وأنا كذلك لم يبقَ فيّ على الجهل مساعد.

أكاد أنفجر ضحكًا وأنا أتذكر فترة طفولتي الإعلامية، عندما حبست نفسي في دائرة المقارنة بين الإخوان والسلفيين والجهاديين لأرى أيُّهم على الحق لأتخندق معه، لكن سرعان ما تسلل إلى الرشد، فأدركت أن العالم أوسع من تلك الرايات الجزئية، وأنه ليس علي الاختيار بل ولا الانتماء، أيقنت أنه ليس هناك في البشر ملائكة خُلّص ولا شياطين خُلّص، وأن التقارب يكون بحسب ما لديهم من حق، والدفاع عن مظلومهم واجب، ونقدهم حال الخطأ عين الصواب، كما هو الحال مع غيرهم، وكفاني انتمائي لأمتي دون وسيط، أنا لها كما قال دريد بن الصمة:

وَهَلْ أنَا إلا مِنْ غَزِيَّةَ إنْ غَوَتْ … غَوَيْتُ وَإنْ تَرْشُدْ غَزيَّةُ أرْشُدِ

ربما كانت عاصفة الحزم التي راهنت عليها حدثًا فارقًا في حياتي، بعدما تحولت فجأة إلى التخندق مع آل سعود بعد طول شقاق، وذلك عندما تراقصت أمامي الأحلام بعهد الملك الجديد، وغفلت عن السياق المُتشابك، ثم تحولت الأحلام إلى هباءٍ منثور، لكنني أدركت بعد أربعة عقود مضت أنه لا ينبغي لي أن أحب جملة أو أكره جملة، وألا أرمي بهلب السفينة في عمق الصحراء، لقد كانت القاعدة ماثلة دائمًا لكنني لم ألتفت إليها، قاعدة نبوية (أَحْبِبْ حبيبك هونًا ما، عسى أن يكون بغيضك يومًا ما، وأَبْغِضْ بغيضك هونًا ما، عسى أن يكون حبيبك يومًا ما).
الحياة ما هي إلا أوراق، بعضها فرغنا من قراءته والآخر في الانتظار، ربما كان الفصل الأجمل من حكايتي لم يأت بعد، ذات يومٍ كان جواهر لال نهرو يختم كتابةَ سيرتِه الذاتية قبل 12 عامًا من استقلال الهند، فذيلها بقوله: ” إنني أشعر أن فصلًا من حياتي قد انتهى، وأن فصلًا على وشك البدء، ترى ماذا سيحوي هذا الفصل؟ لا أحد يتنبأ به، فإن أوراق الحياة القادمة مختومة”، لكن الأوراق التي أتت لاحقًا في حياته كانت تحمل له نبأ تنصيبه رئيسا للوزراء، ولا زال في أوج بروزه السياسي يشعر أن فصولًا أخرى من كتابه لم تُفتح ولم تتقلب صفحاتها بعد.

أمَا وقد بلغت الأربعين فإنّ الهمَّ يتّجِه لأن يكون القادم أفضل، وألا تكون الأنفاس المتبقية لي على ظهر الأرض استنساخًا لمشاهد الماضي، ربما سبقني إلى التزين بهذه الحقيقة الملاكم الأمريكي المسلم الراحل “محمد علي كلاي” عندما قال: “إذا كنت أقول اليوم وأنا في الأربعين ما كنت أقوله وأنا ابن العشرين، فمعنى ذلك أني ضيعت عشرين من عمري دون جدوى”.

ليس كل ما مضى من حياتي قاتمًا، فأكثر ما حمدته من مسلكي أن المواقف ليست هي المبادئ، والثبات على المبدأ لا يُحتّم الثبات على المواقف، وإلا فهو سكون الجسم الميت، وهو ما أرجو أن أظل على عهد القيام به، سأظل دائمًا أُبقي على خط الرجعة بلا استنكاف. وبعد رحلة طويلة وجدت نفسي أُمثل حالة سوء فهم، ربما أبدو للكثيرين متناقضة بسبب تغير مواقفي، أو ربما باندفاعي العاطفي في التناول أحيانًا، وربما تقولون بأنني كاتبة أحدثتْ جلبة، لكنني أعرف من نفسي الرغبة في أن أُحدث فارقًا، والله غالب على أمره ولكن أكثر الناس لا يعلمون.

إحسان الفقيه
10 ديسمبر، 2018

Golan Tepelerinin İbretlik Hikayesi ..

İhsan el-Fakih Yazdı

6 Ekim 1973’te Mısır ve Suriye, İsrail’e savaş ilan etti. Hafız Esad’ın İsrail ile yaptığı anlaşma, Şam’ı İsrail’e teslim ederek Humus’a çekilmesini ve Suriye’nin başkentinin ya Humus’a ya da Halep veya Lazkiye’ye taşınmasını öngörüyordu. Bu durum, 1967’de Savunma Bakanı olduğu dönemde Golan Tepeleri’ni İsrail’e teslim etmesiyle paralellik gösteriyordu. Bu sebeple sınır bölgesine yalnızca, İsrail ordusunun kolaylıkla yok edebileceği bir piyade birliğini, Tümgeneral Ömer el-Ebriş komutasında konuşlandırdı.ş

Ancak beklenmedik bir şekilde, Ömer el-Ebriş komutasındaki 7. Mekanize Piyade Tümeni, İsrail savunma hatlarını aşmayı başardı. Golan Tepeleri’nin orta kesimindeki Tel el-Mehfi bölgesinde İsrail güçleriyle şiddetli bir çatışmaya girdi. Bu, 20. yüzyılın en büyük tank savaşlarından biri olarak kabul edildi. Zaferin ardından Ömer el-Ebriş, Şeyh Dağı’nı ve tüm Golan Tepeleri’ni özgürleştirdi ve Banat en-Nebi Yakub Köprüsü’ne, ardından Taberiye Gölü’ne kadar ilerledi.

Ancak Hafız Esad’tan gelen bir çağrı ile geri çekilmesi emredildi. Ömer el-Ebriş, öfkeyle şu sözleri söyledi: “Sen Mig-17 pilotusun, savaş yönetmekten ne anlarsın?” Esad’ın, Ömer el-Ebriş’i bypass ederek, onun altındaki rütbeli subaylara geri çekilme emri verdiği ortaya çıktı. Bunun ardından Hafız Esad, Ömer el-Ebriş’i 8 Ekim 1973’te İbrahim es-Safi isimli bir subay aracılığıyla öldürttü ve intihar ettiği duyuruldu. Daha sonra bu hikâye değiştirilerek İsrail ordusu tarafından öldürüldüğü iddia edildi. Ömer el-Ebriş’in birliğinin geri çekilmesi, tüm dünyayı şaşkına çevirdi ve kazanılan başarıların heba olmasına neden oldu. Şam, teslim olmaya hazır hale geldi.

Irak Ordusunun Şam’ı Kurtarışı

Başarılar arasında en büyüğü, Irak kuvvetlerinin Suriye’nin başkenti Şam’ın düşmesini engellemesiydi. Irak, savaşın başlangıç saatinden haberdar olmamasına rağmen, 10 Ekim 1973 akşamı ilk olarak 12. Zırhlı Tugay ile Şam’a ulaştı. Ardından 8. Mekanize Piyade Tugayı ve 6. Zırhlı Tugay geldi. İlk ulaşan, 12. Zırhlı Tugay’ın kahraman komutanı Selim Şakir el-İmami oldu. Cephede hiçbir Suriyeli komutan bulamayan el-İmami, Genelkurmay’ın yerini sordu ancak bulunmasının zaman alacağını öğrenince doğrudan savaşa girme kararı aldı ve Suriyelilerin çekildiği Sanamin boşluğunu doldurdu.

İsrail güçleri, Ci’a-Kefr Nasic hattında ilerlemeye çalışırken, yeni gelen 12. Zırhlı Tugay tarafından pusuya düşürüldü. Büyük kayıplar verdiler ve birçok tank mürettebatı ve asker esir alındı. Bu zaferin daha da dikkat çekici olan yönü, hava desteği olmadan kazanılmış olmasıydı. Mısır Askeri İşler Bürosu tarafından Cumhurbaşkanı Enver Sedat’a sunulan gizli 7 numaralı raporda şu ifadelere yer verildi:

“Irak tugayı, düşmanı sabitledi, karşı saldırı düzenledi ve doğuya ilerleyişini engelledi. Ayrıca düşmanın, Adasiya bölgesine inen paraşüt birliği ile bağlantı kurmasını önleyerek durumu eski haline getirdi.”

11 Ekim 1973’te Irak Zırhlı Kolordusu’ndan Albay Muhammed Vehib, Şam’a ulaştı. Albay Vehib, Şam ile Dera arasındaki Kisuva bölgesinin, 70. Suriye Zırhlı Tugayı’nın çekilmesiyle boşaltıldığını gördü. Bunun üzerine, Suriye zırhlı birliğinin mevzilerini emirsiz ve talimatsız olarak ele geçirdi. Ardından Suriye liderliğini aradı ve uzun aramalar sonucunda Hafız Esad’ın Kasyun Dağı’ndaki bir sığınakta saklandığını buldu. Esad, Vehib’e şu sözleri söyledi:
“Suriye kuvvetleri savaşta çöktü. Şam artık Suriyelilerin değil, Iraklıların bıyığındadır.”

13 Ekim 1973’te İsrail ordusu Suriye içinde ilerlemeye çalıştı ancak başarısız oldu. O gün, Irak’ın 3. Zırhlı Tümeni tam kadro cepheye ulaştı. 15 Ekim 1973’te İsrail liderliği, Şam’a ilerlemenin İsrail ordusunun yok olması anlamına geleceğini fark etti.

Irak Ordusunun Golan’ı Özgürleştirmesi

İsrail ilerlemesi durdurulduktan ve Suriye kuvvetleri geri döndükten sonra Golan’ı kurtarmak için Tel Antar Muharebesi ve ardından Filistin’e girme planları yapıldı. Iraklılar, harita eksikliğinden şikâyetçi oldular. Irak’tan Tümgeneral Muhammed Emin, Suriye Genelkurmay Başkanı Yusuf Şakkur’a bunu iletti. Planlanan saldırı 18 Ekim 1973’te başlaması gerekirken, Suriye’nin talebiyle 19 Ekim’e ertelendi.

19 Ekim’de başlayan ortak saldırı sonucunda Şeyh Dağı’nın tamamı özgürleştirildi. Ancak 20 Ekim 1973’te Hafız Esad, ateşkes beklemek için savaşmayı durdurma emri verdi. Buna rağmen Irak ordusu tek başına savaşmaya devam etti ve 23 Ekim 1973’te Golan’ın tamamını özgürleştirerek Taberiye Gölü’ne ulaştı. Aynı gün bir Irak kolordusunun daha gelmesiyle moral yükseldi. Irak ordusu, Filistin içinde kapsamlı bir saldırıya hazırlık yaptı. Ancak Hafız Esad, 24 Ekim 1973’te savaşı durdurdu çünkü İsrail ile ateşkes için gizlice görüşmeler yürütüyordu.

Hafız Esad’ın Irak Ordusuna İhaneti

Iraklılar 24 Ekim 1973’te ateşkesi reddetti ve savaşa devam etme kararı aldı. Ancak Hafız Esad, Iraklıları savaştan çekilmeye zorlamak için bir dizi adım attı. Suriye-Irak sınırını kapatarak Irak ordusunun destek almasını engelledi. Bunun yanı sıra, baskı politikası olarak Tabka Barajı’nı kapatarak Fırat Nehri’nin su seviyesini düşürdü ve Irak’ta bir su krizi yarattı. Bu kriz, iki yıl sonra Suudi Arabistan’ın arabuluculuğu ile sona erdi. Ayrıca, Irak ordusunu komplolarla suçladı ve doğrudan saldırı tehdidinde bulundu. Böylece Irak ordusu, hem Suriye hem de İsrail ordusu arasında kuşatılmış ve destekten yoksun bir durumda kalacağı için geri çekilmek zorunda kaldı. Irak ordusu, yaklaşık 900 şehit vererek yalnızca Şam’ı kurtarma başarısıyla savaştan çekildi.

Devrimden Sonra İsrail’in Suriye’yi İşgali

Hafız Esad, 1974 yılında İsrail ile “Çatışmayı Sonlandırma Anlaşması” imzaladı. Bu anlaşma sonucunda, önce Ömer el-Ebriş’in, ardından Irak ordusunun kurtardığı Golan Tepeleri ikiye bölündü. Golan Tepeleri’nin büyük bir kısmı doğrudan İsrail kontrolünde kaldı. Daha küçük olan diğer bölüm ise tampon bölge haline getirildi. Suriye ordusunun bu tampon bölgeye ancak sembolik bir asker sayısıyla ve İsrail’in izniyle girmesine izin verildi. Şeyh Dağı’nın büyük kısmı İsrail’de kalırken, Suriye’ye bırakılan küçük bölümde yalnızca 20 Suriyeli asker görev yapabiliyordu.

1974’ten itibaren bu tampon bölge, fiili olarak İsrail’in kontrolü altına girdi. 2024’te İsrail ile Lübnan arasında başlayan savaş sırasında ve özellikle Beşar Esad’ın 8 Aralık 2024’te iktidardan düşmesiyle birlikte İsrail’in tampon bölge üzerindeki hâkimiyeti daha da arttı. Böylece Golan Tepeleri’nin bu bölgeleri, Hafız Esad’ın 1974’teki anlaşmasıyla zaten fiilen İsrail’e terk edilmiş sayıldı.

Hafız Esad, Golan Tepeleri’nde stratejik öneme sahip yükseklikleri ve Şeyh Dağı’nın büyük bölümünü İsrail’e bırakarak, Irak ordusunun bölgedeki tam kontrolünü kaybetmesine yol açtı. Ayrıca, Golan Tepeleri’ni özgürleştirme fırsatını baltalayarak, İsrail’in bölge üzerindeki hâkimiyetini sağlamlaştırmasına neden oldu.

Kaynaklar:
👇👇👇
1. Ekim 73, Silah ve Politika – Muhammed Hasaneyn Heykel
2. Savaş, Barışa Giden Yol – Hamdi el-Kenisi
3. Irak Ordusu ve 1973 Tişrin Savaşı – Albay Selim Şakir el-İmami
4. Altı Saatlik Savaş ve Beşinci Savaş Olasılıkları – Abdussattar et-Tavilah
5. Ekim Savaşı Hatıraları – General Said eş-Şazli
6. Geçiş ve Yarık – Edgar O’Balance
7. Bir Parça Ekmek – Sami el-Cundi
8. 1973 Tişrin Savaşı’nda Irak Ordusunun Kara ve Hava Operasyonlarının Özeti – Abdulvehhab el-Cuburi
9. İsrail ve Suriye – Anthony Cordesman
10. Ramazan Savaşı – Muin el-Adası

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
26.12.2024 Üsküdar

في 6/10/1973 .. أعلنت مصر وسوريا الحرب على إسرائيل، وكانت إتفاقية حافظ الأسد مع إسرائيل تفيد بأن يقوم بتسليم دمشق لهم والإنسحاب إلى حمص، ونقل العاصمة السورية إما إلى حمص وفي رواية أخرى حلب أو اللاذقية، تماماً كما قام بتسليمهم الجولان عام 1967م عندما كان وزيراً للدفاع، ولهذا وضع على الحدود فقط فرقة واحدة بقيادة العميد عمر الأبرش يستطيع الجيش الإسرائيلي إبادتها بسهولة.

ولكن المفاجأة أن فرقة المشاة الآلية السابعة بقيادة العميد عمر الأبرش نجحت في اختراق الدفاعات الإسرائيلية وخاض معركة طاحنة مع القوات الإسرائيلية في منطقة تل المخفي في القطاع الأوسط من الجولان، واعتبرت واحدة من أكبر معارك الدبابات في القرن العشرين، وبعد إنتصاره نجح عمر الأبرش في تحرير جبل الشيخ وكامل الجولان والوصول جسر بنات النبي يعقوب ثم إلى بحيرة طبريا.

ولكن أتاه إتصال من حافظ الأسد يطلب منه الإنسحاب، فرد عليه عمر الأبرش غاضباً: “أنت شوفير ميغ 17 شو فهمك بقيادة المعارك”، فصُدم عمر الأبرش بإنسحاب قطاعات من فرقته بعد أن تجاوزه حافظ الأسد وأمر أصحاب الرتب الأقل من عمر الأبرش بالإنسحاب، ثم أرسل حافظ الأسد الضابط إبراهيم الصافي والذي إغتال عمر الأبرش في 1973/10/08م وتم إعلان انتحاره ثم تغيير الرواية بأنه قتل على يد الجيش الإسرائيلي، وانسحب ما تبقى من فرقة عمر الأبرش بشكل صدم العالم، وضاع كل ما حققه، وأصبحت دمشق جاهزة للتسليم.

وصول الجيش العراقي وإنقاذ دمشق

يُعتبر إنقاذ القوات العراقية للعاصمة السورية دمشق من السقوط هو الإنجاز الأكبر، فقد وصل الإنقاذ من العراق الذي لم يكن يعلم ساعة الصفر، حيث وصلت أولى طلائع القوات العراقية إلى دمشق مساء 1973/10/10م المتمثلة باللواء المدرع 12، تبعه لواء المشاة الآلي 8 ثم اللواء المدرع 6، وكان أول الواصلين اللواء المدرع 12 بقيادة البطل سليم شاكر الإمامي والذي فوجئ بعدم وجود أي قائد سوري على الجبهة وسأل عن موقع رئاسة الأركان، ثم عندما علم بأن العثور عليها يحتاج وقتاً قرر أن يدخل المعركة بشكل مباشر ودون ترتيب، بعد أن سد ثغرة الصنمين التي انسحب منها السوريين.

وخلال تقدم القوات الإسرائيلية على محور جيعا-كفر ناسج، باغتهم اللواء المدرع 12 الواصل حديثاً لساحة المعركة وكبدهم خسائر كبيرة واسر عدد من اطقم الدبابات والجنود، وما يزيد الإعجاب بهذا النصر هو أنه تحقق دون تغطية جوية، وقد بين التقرير السري المرقم (7) المعد من قبل مكتب الشؤون العسكرية المصرية عن سير المعارك والمقدم للرئيس أنور السادات عن الموقف في الجبهة السورية النص التالي:(اشترك اللواء العراقي في تثبيت العدو وتوجيه ضربة مضادة ومنعه من تطوير هجومه شرقا ومنع قوات العدو من الاتصال بكتيبة مظلات العدو التي نزلت في منطقة العدسية واستعاد الأوضاع).

وفي يوم 1973/10/11م وصل العقيد العراقي محمد وهيب من فرقة المدرعات الثالثة العراقية إلى دمشق ووجد أن منطقة الكسوة بين دمشق ودرعا فارغة بعد أن انسحب اللواء المدرع 70 السوري منها، فقرر العقيد محمد وهيب أخذ مواقع المدرع السوري المنسحب دون أوامر أو تعليمات، ثم بحث العقيد محمد وهيب عن القيادة السورية وبعد بحث طويل وجد أن حافظ الأسد مختبئ في ملجأ في جبل قاسيون فذهب له وقابله، وقال حافظ الأسد لمحمد وهيب: “القوات السورية انهارت في المعركة، وإن دمشق خرجت من شارب السوريين، وأصبحت بشارب العراقيين”.

وفي يوم 1973/10/13م حاول الجيش الإسرائيلي التقدم داخل سوريا ولكنه فشل، ففي يومها وصلت كامل الفرقة المدرعة الثالثة العراقية، وفي 1973/10/15م أيقنت القيادة الإسرائيلية أن التقدم نحو دمشق يعني فناء الجيش الإسرائيلي بسبب البسالة العراقية.

تحرير الجيش العراقي للجولان.

بعد توقف التقدم الإسرائيلي وعودة القوات السورية تم الترتيب لتحرير الجولان بمعركة تل عنتر ثم الدخول لفلسطين بهجوم يبدأ في 1973/10/18م، حيث اشتكى الجيش العراقي من عدم توفر الخرائط وهذا ما ذكره الفريق العراقي محمد امين لرئيس الأركان السوري يوسف شكور، وبعد ترتيب الهجوم فوجئ الجيش العراقي بطلب سوريا تأجيل الهجوم إلى 1973/10/19م فوافق العراقيين.

وبدأ الهجوم المشترك ونجحوا في تحرير كامل جبل الشيخ، ولكن في يوم 1973/10/20م، أمر حافظ الأسد جيشه بإيقاف القتال لإنتظار حصول هدنة، فاستمر الجيش العراقي بالقتال لوحده خلال الأيام التالية، ونجح الجيش العراقي بتحرير كامل الجولان والوصول لبحيرة طبريا في تاريخ 1973/10/23م، زاد إرتفاع معنويات العراقيين بوصول فيلق عراقي كامل بهذا اليوم، فاستعد الجيش العراقي لهجوم شامل داخل فلسطين، ولكن حافظ الأسد أعلن إيقاف الحرب في 1973/10/24م فقد كان يتفاوض على هدنة دون علم العراقيين.

غدر حافظ الأسد للجيش العراقي.

رفض العراقيون الهدنة وقرروا إستكمال القتال في 1973/10/24م، ولكن حافظ الأسد قام بإجراءات لإجبار العراقيين على الانسحاب، فقد أغلق الحدود السورية العراقية لمنع أي دعم للجيش العراقي، وكسياسة ضغط أغلق سد الطبقة فانخفض منسوب نهر الفرات عن العراق لتتحول لأزمة مائية انتهت بوساطة سعودية بعد عامين، واتهم الجيش العراقي بالتآمر وهدده بأن يهاجمه وبهذا سيكون الجيش العراقي وحيداً بين الجيش السوري والأسرائيلي ومحاصراً وبلا دعم، فاضطر العراقيون للإنسحاب، بمكسب واحد وهو إنقاذ دمشق وقد استشهد منه حوالي 900 شهيد.

قصة إجتياح إسرائيل لسوريا بعد نجاح الثورة

وقع حافظ الأسد مع إسرائيل اتفاقية فض الاشتباك عام 1974م، وأصبح ما حرره عمر الأبرش ثم الجيش العراقي مقسم لقسمين، القسم الأكبر بقي بشكل مباشر تحت الحكم الإسرائيلي، والقسم الأصغر هو عبارة عن منطقة عازلة، يُمنع أن يدخلها الجيش السوري إلا باعداد رمزية وبإذن اسرائيلي، وحتى جبل الشيخ بقي أغلبه مع إسرائيل، والقسم الأصغر السوري لا يتجاوز عدد الجنود السوريين فيه 20 جندي.

وقد بدأت إسرائيل بالتقدم في المنطقة العازلة عام 2024م بمجرد بداية حربها مع لبنان وفي زمن حكم بشار الأسد، وزادت وتيرة التقدم بعد سقوط بشار الأسد في 2024/12/08م، لهذا تعتبر هذه المناطق ساقطة وتحت حكم إسرائيل الفعلي من سنة 1974م بمجرد أن وافق حافظ الأسد على أن تكون خالية من الجيش السوري وأن تأخذ إسرائيل المواقع المرتفعة في جبل الشيخ والجولان، وبمجرد أن غدر بالجيش العراقي الذي كان يسيطر على كامل الجولان وتآمر عليه لكي ينسحب.


المصادر:
👇👇👇

1- كتاب أكتوبر 73، السلاح والسياسة : محمد حسنين هيكل.
2- كتاب الحرب طريق السلام :حمدي الكنيسي.
3- الجيش العراقي وحرب تشرين 1973 :العقيد الركن سليم شاكر الإمامي
4- كتاب حرب الساعات الستة واحتمالات الحرب الخامسة : عبد الستار الطويلة
5- كتاب مذكرات حرب أكتوبر الفريق سعد الشاذلي.
6- العبور والثغرة، إدغار أوبلانس
7- كسرة خبز، سامي الجندي
8- خلاصة العمليات الجوية والبرية للجيش العراقي في حرب تشرين 73، عبد الوهاب الجبوري
9- اسرائيل وسوريا، انتوني كوردسمان
10- حرب رمضان, معن العداسي

İran’ın Gerçek Yüzü ..

İRAN’ın GERÇEK YÜZÜNÜ merhum Teoman DURALI HOCA’dan ÖĞRENELİM:

FARSLAR RUHBAN SINIFI ÜRETTİLER!
Avusturya’da, 1994’te, gelen bir Ayetullah’la sohbet ediyoruz. Dedim ki biz bizeyiz, gelin bana doğruyu söyleyin. Sizin İslâm’ınız Zerdüşt’ten kaynaklanıyor, öyle değil mi? Sakalını sıvazladı, sağa döndü, sola döndü. “Vallahi çok da haksız sayılmazsınız!” dedi. Farslar İslâm’da olmayan, İslâm’a aykırı olan ruhban sınıfını üretmişlerdir. İslâm niçin gelmiştir? Ruhban sınıfını kaldırmak için. Tarihteki en önemli devrimlerden biri, İslâm’ın ruhban sınıfını lağvetmesidir. Yani ilâhî insan yoktur. Rahibin manası, üstün kişi değil, ilâhî kişi olmasıdır. Veli olursunuz, dahi olursunuz, üstünsünüzdür, fakat rahip bu değil. Rahip normal kul değil, ilâhî bir kişiliktir. İran’da, Katolikliğin paralelinde bir ruhban sınıfı oluşmuştur ve bu büyük bir sapmadır. Bunu kimse inkâr edemez. Ama Farslar, Şiiler İslâm’dan mı çıkmıştır? Hayır, ne münasebet, bunu kimse iddia edemez… Farslar niye Hz. Hüseyin’e bu kadar bağlılar? Hz. Hüseyin’i bilhassa sevmelerinin başında son Sasanî Şahının kızıyla evlenmiş olması vardır. Hz. Hüseyin’den gelen çocuklar İran, Fars kanı taşıyor. Hint-Avrupa kavimlerinin en önemli özelliklerinden biri kana verilen önemdir. O yüzden Farslar son derece ırkçı olmuşlardır. Nazilikten dolayı Almanların namı çıkmıştır ırkçılıkla, onlardan ibaret değildir. Onların eline su dökenler var. Az da değil. Kavmiyetçilerden biri de Farslardır. Dışarı gelin verip damat almak istemezler.
Teoman Duralı, Din ve Felsefe-Bilim Açısından Doğu ve Batı Medeniyetleri s. 317

NEYMİŞ BU LOZAN

Gâlip Hoca / Celâl Bayar “Osmanlı’ya İhanet Eden Baş Kamalistlerden”

NEYMİŞ BU LOZAN

Lozan’da Batılılara, İslâm’ı Yok Etme Sözü Verilmiş…Allah Azabınızı ve Ateşinizi Bol ve Daim Etsin. Âmin

Yıl 1952, Demokrat Parti iktidarda, Celal Bayar Cumhurbaşkanı bizler de Milli Türk Talebe Federasyonu yöneticileriyiz. Bu sıralarda Hüseyin Üzmez, Malatya’da, Ahmet Emin Yalman’a silah sıkmıştı. Hüseyin Üzmez milliyetçiler derneği mensubu olduğu ve bu derneğe zamanın Maarif Bakanı Tevfik İleri Bey para yardımında bulunduğu için, kurşun atma olayından Tevfik İleri Bey’in de sorumlu olduğunu, Cumhurbaşkanı’na anlatmak ve şikâyette bulunmak için köşke gittik. Fikirlerimizi açıkladık, Milliyetçiler Demeği’nin gerici olduğunu, bu dernek mensuplarının para desteği yapılarak şımartıldığını ve bunun neticesi olarak ta bu olayın ortaya çıktığını belirttik.

Bayar, bakanı çağırttı, azarlar gibi çıkıştı. Ve sonra biz gençlere dönerek ciddi bir şekilde sordu:

Söyleyin bakalım, laikliğin esas hedefi nedir?

Efendim, din işleriyle devlet işlerinin ayrı olması,

Evet ama bu cevap kafi değil,

Efendim kimsenin dini baskılara tabi tutulmaması,

Bu da yeterli değil. Gençler olarak biz Bayar’a sorduk:

Efendim siz lütfen bizi aydınlatır mısınız?

Gençler bakın dinleyin, lâikliğin esas hedefi dini toplumumuza tamamen unutturmaktır. Biz Lozan’da Batı’lılara bu konuda söz verdik. Benden önceki devlet başkanlarımız bu sözün takipçisi oldukları gibi benden sonrakiler de takipçisi olacaklardır. Siz ilerici gençler olarak bunu böyle bilip böyle uygulayasınız.

Kaynak: Süleyman Arif Emre, Siyasette 35 Yıl 1. Cilt, Sayfa: 133

Suriyeli Avukat Bir Hanımın Araştırılması Gereken İddiası

Suriye Hava Yolları’nda görev yapan bir kabin memurunun, firari mücrim Beşar Esad’ın kaçması sonrasında yaşadıklarına dair ifadesi:

[Esad’lı yıllarda, kabin memuru olarak çalıştığım dönemlerde, Şam’dan Moskova’ya olan uçuşlarda, sağlıklı, iyi beslenmiş ve bakımlı genç yolcular uçağa biniyordu. Bu gençler, ülkeyi zor ekonomik koşullara sürükleyen rejim nedeniyle yüksek fiyatlar ve para biriminin değer kaybı altında ezilen bir vatandaşa kıyasla oldukça farklı bir durumdaydılar. Onlar için ayrılmış koltuklarda oturuyorlar ve her zamanki gibi, uçuşlarda bize eşlik eden güvenlik ve istihbarat görevlileri bu uçuşlarda güvenliği daha da sıkılaştırıyordu.

Yemek servisi sırasında, gece uçuşunda herkes uykuya daldığında, bu gençlerden biri bana göz işareti yaptı. Yanına yaklaştığımda kulağıma adını fısıldayarak şöyle dedi: ‘Biz Sednaya hapishanesinden mahkûmlarız. Birkaç ay önce kan ve doku testleri yapıldı. Öğrendiğimize göre, Moskova’da organlarımızı, uygun alıcılar bulunduktan sonra satmak için buradayız. Bu, hayattaki son yolculuğumuz. Lütfen aileme akıbetimi bildir.’]

Beşar ve Putin’in organlarını çaldığı ve karaborsada sattığı bu kişiler, kayıpların büyük bir kısmını oluşturuyor. Ne kalıntılarına ne de cenazelerine ulaşabildik; kayıtları yakıldı ve gizlendi.

Beşar, kan ve organ tüccarı, captagon satıcısı ve savaş taciridir. Rusya, İran ve sınır ötesi terörist milisleri ve Lübnan’daki şeytanın partisiyle birlikte, Suriye halkının ölüm ve yıkımına sebep olmuştur.

Beşar Esad’ın uluslararası düzeyde, süratle tutuklanmasını talep ediyoruz.

Şehitlerimize rahmet, Beşar’a ise utanç ve ölüm diliyoruz.

Yaşasın özgür Suriye ve onurlu, büyük halkı.

Av. Ahid Koca

EbuAmr Abdulfettah

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
23.12.2024 Üsküdar

📥 ‏شهادة لأحد مضيفين الخطوط الجوية السورية بعد سقوط بشار الفار المجرم

‏قال: [خلال سنوات الثورة يحدث في نوبات عملي كمضيف طيران أن يكون جدولي لرحلة من دمشق لموسكو، ‏وخلال هذه الرحلات كان يصعد فيها مسافرون شباب تبدو عليهم علامات الصحة والإعتناء والغذاء الجيد في وطن يرزح تحت ظروف إقتصادية صعبة وضعهم فيها النظام والغلاء الفاحش بالأسعار وانخفاض العملة، ‏هؤلاء الشباب كانوا يجلسون بمقاعد مخصصة لهم وكان كالعادة يصعد في الطائرة عدد من عناصر الأمن للنظام وفروعهم المخابراتية ترافقنا دوماً في كل الرحلات ولكن هذه الرحلة يتم تشديد الأمن بها، ‏كنت أقدم الوجبات لهؤلاء الشباب وفي الرحلة الليلية نام الجميع وغفلوا عن أحد هؤلاء الشبان الذين بهذه الرحلة وأشار لي بعينه اقتربت فهمس بأُذني باسمه وقال: “نحنا سجناء من صيدنايا ومن كم شهر عملوا لنا فحوص دموية ومخبرية ونسيجية وهم كما عرفنا أنهم يبيعون بأعضائنا في موسكو بعد وجود مطابق لنا وهذه رحلتنا الأخيرة للحياة أخبر أهلي بمصيري”] .

‏هؤلاء الذين سرق بشار وبوتين أعضائهم وباعوها في السوق السوداء هم جزء كبير من المفقودين الذين لم نعثر على رفاتهم ولا على جثامينهم وحرقوا سجلاتهم واخفوها .

‏بشار تاجر دم وأعضاء وتاجر كبتاغون وتاجر حرب وسبب قتل ودمار الشعب السوري بالإشتراك مع روسيا وإيران وميليشياتها الإرهابية العابرة للحدود وحزب الشيطان في لبنان.
‏الإسراع بالمطالبة باعتقال بشار الأسد دولياً .
‏الرحمة لشهدائنا الابرار والخزي والموت والعار لبشار.
‏عاشت سورية حرة وعاش شعبها العظيم .
………….
المحامية عهد قوجة
ـ•┈┈•✿❁✿•┈┈•ـ

أبوعمروعبدالفتاح

Siyonist İsrail’in Beşşar Esad ve Suriye Planı ..

🔴 İngiliz “Middle East Eye” haber sitesine konuşan bölgenin güvenlik kaynakları, İsrail’in, Suriye’yi üç bölgeye bölerek eski Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı Birleşik Arap Emirlikleri’nin vesayeti altında iktidarda tutmayı planladığını ortaya çıkardı. Kaynaklara göre, bu planın temel hedefi, Suriye’yi İran ve Lübnanlı parti (Hizbullah) etkisinden koparmak ve kuzeydoğudaki Kürtler ile güneydeki Dürzilerle ittifaklar kurmaktı.

🔴 Aynı kaynaklara göre, İsrail’in planı, Türkiye’nin Suriye’deki etkisini İdlib ve kuzeybatıyla sınırlamayı amaçlıyordu. Bu bölgeler şu anda Heyet Tahrir eş-Şam ve Türkiye destekli silahlı muhaliflerin kontrolü altında bulunuyor.

🔴 İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa’ar, bir ay önce yayımlanan açıklamalarında, Kürtler ve Dürziler gibi azınlıklarla işbirliğinin önemine dikkat çekerek şunları söyledi: “İsrail, bölgedeki kalıcı bir azınlık olarak, diğer azınlıklarla doğal ittifaklar kurmaya ihtiyaç duyuyor.” Bu açıklamalar Middle East Eye tarafından aktarıldı.

🔴 Middle East Eye, Esad yanlısı güçlerin Humus ve Hama’daki çatışmalarda çöküşü ve muhaliflerin Halep şehrini ele geçirmesinin İsrail’in planını engellediğini bildirdi.

🔴 Aynı zamanda, güvenlik kaynaklarının aktardığına göre, “Heyet Tahrir eş-Şam” başkente yaklaşırken, Suriye’deki BAE ve Ürdün büyükelçileri, Heyet Tahrir eş-Şam’ın Şam’ı kontrol etmesini durdurmak için çaresiz girişimlerde bulundu.

🔴 Olayların kontrolünü kaybeden İsrail, Suriye’nin askeri altyapısını hedef alarak Lazkiye’deki donanmayı yok etti ve Golan Tepeleri’ndeki stratejik bölgelerde, misal olarak Şeyh Dağı’nda, önemli noktaları ele geçirdi. Bu bilgi, Middle East Eye’a konuşan güvenlik kaynakları tarafından doğrulandı.

🔴 Siteye göre, Ürdünlü ve Emirlikli yetkililer, Suriye’de bir İslamcı hükümetin iktidara gelmesinden endişe duyuyordu. Bu duruma cevap olarak, Ürdün Akabe’de bir Arap toplantısı düzenleyerek geçiş sürecini denetleme ve terörle mücadele konularını tartıştı.

🔴 Middle East Eye, Lübnan’daki el-Ahbar gazetesinin genel yayın yönetmeni ve Lübnanlı partiye yakın bir isim olan İbrahim el-Emin’in açıklamalarına dayanarak, Esad’ın Şam’dan ayrılmadan önceki son anlara kadar kendisini kurtarması için BAE’nin müdahalesine güvendiğini bildirdi. Ancak, Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Rus ve İranlı mevkidaşlarını Esad’ı desteklememeye ikna etmesinden sonra Esad, artık her şeyin sona erdiğini anladı.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
23.12.2024 Üsküdar

🔴 كشفت مصادر أمنية إقليمية لموقع “ميدل إيست آي” البريطاني، أن إسرائيل كانت تخطط لإبقاء الرئيس السوري السابق بشار الأسد في السلطة تحت وصاية إماراتية، مع تقسيم سوريا إلى ثلاث مناطق. وأشارت المصادر إلى أن الهدف الأساسي للخطة كان فصل سوريا عن إيـ.ـران والحزب اللبناني من خلال إقامة تحالفات مع الأكراد في شمال شرق سوريا والدروز في الجنوب.

🔴 بحسب المصادر نفسها، كان المخطط الإسرائيلي يهدف إلى تقليل النفوذ التركي في سوريا إلى إدلب والشمال الغربي، وهي مناطق تخضع لسيطرة “هيئة تحرير الشام” والمعارضة المسـلحة المدعومة من تركيا.

🔴 أوضح وزير الخارجية الإسرائيلي غيدون ساعر، في تصريحات نُشرت قبل شهر، أهمية التعاون مع الأقليات مثل الأكراد والدروز، قائلاً إن “إسرائيل، كأقلية دائمة في المنطقة، تحتاج إلى بناء تحالفات طبيعية مع أقليات أخرى”، وفق ما نقله الموقع.

🔴 أفادت ميدل إيست آي أن انهيار القوات الموالية للأسد في معـ.ـارك حمص وحماة، واستيلاء المعارضة على مدينة حلب، أدى إلى إحباط المخطط الإسرائيلي.

🔴 كما نقل الموقع عن مصادر أمنية، أنه حتى مع اقتراب “هـيئة تحرير الشام” من العاصمة، كان السفراء الإماراتيون والأردنيون في سوريا يقومون بمحاولات يائسة لوقف سيطرة “هـيئة تحـرير الشام” على دمشق.

🔴 مع فقدان السيطرة على الأحداث، أقدمت إسرائيل على استـ.ـهداف البنية العسـ.ـكرية السورية، بما في ذلك تدمـ.ـير أسطولها في اللاذقية واحتـ.ـلال مواقع استراتيجية في المنطقة العازلة بالجولان مثل جبل الشيخ، بحسب المصادر الأمنية التي تحدثت لـ”ميدل إيست آي”.

🔴 وقال الموقع إن مسؤولين أردنيين وإماراتيين قلقوا من تولي حكومة إسلامية السلطة في سوريا. واستجابةً لذلك، عقدت الأردن اجتماعاً عربياً في العقبة لمناقشة الإشراف على الانتقال ومكافحة الإرهـاب.

🔴 ذكر تقرير ميدل إيست آي، مستشهداً بما نقلته صحيفة “الأخبار” اللبنانية على لسان رئيس تحريرها الصحفي إبراهيم الأمين، المقرب من الحزب اللبناني، أن الأسد كان يعتمد على تدخل إماراتي لإنقاذه حتى اللحظات الأخيرة قبل مغادرته دمشق. وأدرك أن الأمر قد انتهى بعد أن تمكن وزير الخارجية التركي هاكان فيدان من إقناع نظيريه الروسي والإيراني بعدم التدخل لدعمه.

Suriye’nin Özgür Genç Kadın ve Erkeklerine ..

Önümüzdeki Pazar günü Sahn-ı Ümeyye Meydanı’nda, Sawsan Zakzak liderliğinde, devriminize karşı bir kadın hareketi başlatılacak. Birleşik Arap Emirlikleri’nden destek alan ve Muhammed Habbaş’ın eşi, Birleşmiş Milletler eski özel temsilcisi Stefan De Mistura’nın Suriye Kadın Danışma Konseyi üyesi Esma Keftaro bu eyleme öncülük ediyor. Bu grup, kendi dışlanmalarına son verilmesini ve demokratik, sivil, laik bir devlet için bir anayasa yazılmasını talep ediyor.

Kadın hareketi (feminist düşünce) özetle; erkek ve kadın arasında eşitlik, kadının kendi kararlarında tamamen özgür olması, başka bir kişinin onun kararlarına müdahale edememesi ve erkeğe bağımlı olmaması gerektiğini savunuyor. Bu düşünceye göre, kadınların belli bir çerçeve içine hapsedilmesi doğru bulunmuyor.

Bu feminist anlayış, özellikle Avrupa’ya göç eden ya da zorla göç ettirilen Suriyeli kadınlar arasında, babalarına, kardeşlerine ve eşlerine karşı bir başkaldırı alanı oluşturdu. Bu durum, kadınların zarafet ve dişiliklerini kaybetmelerine yol açtı; birçok aile felaketine, bağların kopmasına ve aile ilişkilerinin tamamen dağılmasına neden oldu.

Bu nedenle, anne ve kız kardeşlerimizin bu kadın hareketine, özgür Suriye halkının devrimine karşı yapılan bu eyleme katılmamalarını rica ediyorum.

Kardeşiniz
Hişam el-Hımsî (Ebu Ubade)

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
22.12.2024 Üsküdar

إلى شابَّات وشباب سورية الحرة..

هناك ثورة نَسَوية مضادة لثورتكم ستعتصم يوم الأحد القادم في ساحة الأمويين بقيادة سوسن زكزك ناشطة سياسية علمانية تدعمها من الإمارات أسماء كفتارو زوجة محمد حبش عضوة المجلس السوري النسائي الاستشاري للمبعوث الأممي السابق ستيفان دي مستوا يطالبنَ بعدم تهميشهنَّ ويطالبنَ بكتابة دستور لدولة ديمقراطية مدنية علمانية.

والفكر النَسَوي باختصار يعني المساواة بين الرجل والمرأة، وأن تكون المرأة مسؤولة عن نفسها وليس لأي أحد أن يتدخل في قراراتها ومنفصلة عن الرجل ولا يجوز تاطيرها !!

وبهذا الفكر النَسَوي وجَدَت المرأة السورية ملاذاً للتمرّد على أبيها وأخيها وزوجها عندما هاجرت أو هُجِرَت إلى اوروبا أفقدتها رقتها وأنوثتها فنتجت كوارث أُسرية عديدة فكّكَت روابطها وقطّعَت صلتها ببعض.

فارجو من الأمهات والأخوات عدم الانضمان لهذا الاعتصام النَسَوي المضاد لثورة الشعب السوري الحر.اخوكم
هشام الحمصي
أبو عبادة

Suriye’de Laikler Boş Durmuyor:

Fikir Sefâleti mi, İdeolojik Saplantı mı?

Prof. Dr. Mehmet Maksudoğlu

Bay Merdan Yanardağ ile Prof. Dr. Emre Kongar, Yılbaşı kutlamasının haram olduğunu bildiren, Müslümanlara, yılbaşı kutlaması yapmamalarını tavsiye eden  Diyânet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ı, mâlûm bir kanalda, 20 Aralık 2024 Cuma akşamı, ciddî, bilgiç tavırlarla, kıyasıya eleştiriyorlardı. Okullara, yılbaşı kutlamaları yapılmamasını bildiren Millî Eğitim Müdürü de bu çok bilmiş yurttaşların hışmından payını alıyordu. 

Ali Erbaş Şeriat mı istiyor? diye başladılar nutuk çekmeye, Hz. İsâ’nın da Müslümanların kabûl ettikleri Peygamber arasında bulunduğunu bildirerek dinleyenleri aydınlattılar. Ali Erbaş’ı, “insanların yaşam tarzına karışmakla” suçladılar, bıraksınmış, insanlar bir gün keyiflerince eğlensinler imiş … özetle bir MUGALÂTA ŞÂHESERİ…   

Prof. Dr. Ali Erbaş, Türkiye Cumhûriyetinin Diyânet İşleri Başkanı, RESMÎ GÖREVİ, Müslümanları İslâm Dîni konusunda AYDINLATMAK. Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan insanların % 98 inin Müslüman olduğu biliniyor. İnsanlarımız, ibâdetlerini yerine getirirler veya getirmezler, belki kısmen getirirler, ama, inanç olarak Müslümandırlar. İslâm’a göre de, Müslümanın, başka inançta olanlara benzemesi, onları taklîd etmesi yasaktır, Başkan’ın belirttiği gibi, haramdır. Bu baylar, bunu bilmeyecek kadar câhiller mi? Bay Merdan ve Prof. Emre Kongar Müslüman olmayabilir, kimseyi ilgilendirmez, kendi seçimleridir, ama, Müslümanlara İslâmî bir konuyu hatırlatan Resmî görevliyi böyle pervasızca eleştirmeleri büyük münasebetsizliktir, haddini bilmezliktir. Ali Erbaş onlara müdâhale edip ne yapmış? ellerindeki içki kadehlerini mi alıp kırmış? dinledikleri müziği mi susturmuş? herhangi bir yurttaşın evine çam ağacı götürmesini (Ağaç severlerin kulakları çınlasın!) mi engellemiş? vitrinlerini süsleyen dükkânlardan birine gidip ‘böyle yapmayın’ diyerek vitrinleri mi dağıtmış? süsleri fırlatıp sokağa mı atmış? Öyle bir eylem olmadığına göre, MÜDÂHALE iddâsı yersiz, temelsiz, MUGÂLATAdır, SAFSATAdır, İftiradır!

Bu iki sayın bayın benimsediklerini sanmadığım İslâm inancına göre, (isteyen gâvur olabilir, kanunî bir engel yoktur) Müslümanların, Müslüman olmayanları taklîd etmeleri, onlar gibi davranmaları yasaktır. Hazreti Muhammed Aleyhisselâm, “Bir kavme benzeyen onlardandır” buyurmuştur. Müslümanları ibâdete çağırmak için bir usûl düşünüldüğünde, Yahûdîler gibi boru öttürmek, Hristiyanlar gibi çan çalmak, Mecûsîler gibi ateş yakmak yoluna gidilmemiş, insan sesi kullanılmıştır. Zâten, Müslüman, Kur’ân-ı Kerîmdeki ilk sûreyi okurken “Bizi, Doğru Yola gönder, gazaba uğramış Yahûdîlerin, sapıtmış Hristiyanların yoluna değil” diye yakarmaktadır, Diyânet İşleri Başkanı, Müslümanlara, bu durumu da hatırlatıyor olsa gerektir. 

Her şey bir yana: Müslümanlara dînlerinin bir konusunu anlatan resmî yetkilinin bu hatırlatması, bu iki yurttaşı NÎÇİN rahatsız ediyor? onların en üst seviyedeki  bir dîn görevlisi’nin, dindaşlarına, bir konuyu hatırlatmasına böyle karşı çıkmaları, laikliğe AYKIRI olmuyor mu? Rum Patriği’nin Hristiyanlara, Baş Haham’ın yahûdilere olan tavsiyesine bu iki yurttaş karışıyorlar mı? böyle bir şey akıllarına geliyor mu? Bu ülke nüfusunun tamâmına yakını -şöyle böyle de olsa- Müslümandır. İslâmla ilgisi kopuk bu yurttaşlara ne oluyor? yakışıyor mu? Müslüman mahallesinde salyangoz satmak ayıp değil mi?

Ha, fikir seviyeleri biraz müsâid olanlara, Yılbaşı kutlamalarının, kültür istilâsı’nın bir tezâhürü olduğu, kültür istilâsı’nın da asker işgalinden ÇOK DAHA VAHÎM olduğu gerçeğini anlatmak gerekir. (Millî eğitim Müdürü, gerçekten millî görev yapmıştır) ama, şimdi içimden gelmiyor.

 *** *** ***      

 20 Aralık 2024       

Geriye Götürmek mi Dediniz? Anlamadım, Nasıl?

Dr. Muhammed Amara (Allah rahmet eylesin) şöyle anlatıyor:

Bir toplantıda, katılımcılardan biri olan laik bir kişi bana alaycı bir şekilde dönüp şunu söyledi:
“Yazılarınızdan, şeriat hükümlerini uygulamak istediğinizi ve bizi gerilere götürmek niyetinde olduğunuzu mu anlamalıyım?”

Ben de kendisine şu soruyla cevap verdim:
“Acaba geriye götürmekten kastınız 100 yıl öncesi mi?
Yani Sultan II. Abdülhamid’in dünyanın yarısına hükmettiği dönemi mi?

Yoksa Avrupa krallarının kendi halklarını Osmanlı sultanından aldıkları yetkiyle yönettiği zamanı mı kastettiniz?

Yahut daha da geriye, Memlüklerin dünyayı Moğol ve Tatar tehlikesinden kurtardığı döneme gitmekten mi bahsediyorsunuz?

Veya Abbasilerin dünyanın yarısına hükmettiği dönemi mi kastediyorsunuz?

Yoksa Emeviler zamanını mı?
Ya da daha öncesinde Hz. Ömer’in dünyanın büyük bir kısmını yönettiği dönemi mi?

Yahut Harun Reşid’in Bizans kralı Nikeforos’a şu sözlerle mektup yazdığı dönemi mi ima ediyorsunuz:
‘Harun, Müminlerin Emiri’nden Nikeforos, Rumların Köpeği’ne’?

Yahut Endülüs’ün kurucusu Abdurrahman ed-Dahil’in ordusunun İtalya ve Fransa’yı kuşattığı zamana gitmeyi mi kastettiniz?

Eğer siyasetten bahsediyorsanız bu böyle.

Peki ya bilim açısından?
Acaba Arap âlimlerinin -Farabi, İbn Cübeyr, Harezmi, İbn Rüşd, İbn Haldun, İbn Sina ve diğerlerinin- Arap ve Batı dünyasına tıp, eczacılık, mühendislik, astronomi ve edebiyat öğrettiği dönemi mi kastediyorsunuz?

Ya da bir kadının onuruyla ilgili mi konuşuyorsunuz?
Bir Yahudi’nin Müslüman bir kadının örtüsüne el uzatması üzerine kadının, ‘Ey Mu’tasım!’ diye haykırdığı ve Halife Mu’tasım’ın ordusunu toplayıp Yahudileri devlet topraklarından sürdüğü zamanı mı?
Oysa bugün kadınlar tecavüze uğruyor, görüntüleri kaydediliyor ve televizyonlarda yayınlanıyor!

Belki de Müslümanların İspanya’da Avrupa’nın ilk üniversitesini kurduğu dönemi kastediyorsunuz?
Veya o zamandan beri Arap kıyafetinin (‘aba’) tüm dünyada mezuniyet törenlerinin resmi kıyafeti haline gelmesini mi?
Bugün hâlâ mezuniyet kepinin düz olmasının nedeni, o zamanlar mezuniyet törenlerinde Kur’an’ın kepin üzerine yerleştirilmesidir.

Belki de dünyanın en güzel şehri olan Kahire’nin zamanını kastediyorsunuz?

Yoksa bir Irak dinarının 483 dolara eşit olduğu dönemi mi?

Avrupa’nın fakirlikten kaçan insanlarının İskenderiye’ye yöneldiği zamanı mı?

Yoksa Amerika’nın, Avrupa’yı kıtlıktan kurtarması için Mısır’dan yardım istediği zamanı mı ima ediyorsunuz?

Şimdi bana tam olarak neyi kastettiğinizi açıklar mısınız?
Bizim, sizi ne kadar geriye döndürmek istediğimizi söyler misiniz?”

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
20.12.2024 Üsküdar

يقول الدكتور محمد عماره رحمه الله
في أحد المجالس التفت أحد المدعوين العلمانيين تجاهي وخاطبني مستهزئاً وقال: هل أفهم من كتاباتك أنك تريد تطبيق أحكام الشريعةالاسلامية والعودة بنا إلى الوراء؟

فأجبته متسائلاً:
هل تقصد بالوراء يعني حوالي 100 سنة
عندما كان السلطان عبدالحميد الثاني يحكم نصف الكرة الأرضية؟

ام عندما كان ملوك أوروبا يحكمون شعوبهم بتفويض من السلطان العثماني؟

ام قصدك إلى الوراء أكثر، زمن حكم المماليك الذين أنقذوا العالم من المغول والتتار؟

ام الى الوراء أكثر عندما حكم العباسيون نصف الأرض؟

ام إلى الوراء أيام الأمويين؟
ام قبلهم سيدنا عمر الذي حكم أكثر الكرة الأرضية؟

ام قصدك عندما بدأ هارون الرشيد رسالته إلى ملك الروم نقفور
(من هارون أمير المؤمنين الى نقفور كلب الروم..؟

ام الى زمن عبدالرحمن الداخل الذي طوّق جيشه إيطاليا وفرنسا ؟,,,
هذا سياسياً..
ام إن كان قصدك علمياً عندما كان علماء العرب مثل
الفارابي
وابن جبير
والخوارزمي
وابن رشد
وابن خلدون
وابن سينا
إلخ، يعلّمون العالم العربي والغربي
الطبّ
والصيدلة
والهندسة
والفَلَك
والشِّعر؟!

ام قصدك عن كرامةامرأة، عندما عبث يهودي كافر بعباءة امرأةمسلمة فصاحت وامعتصماه ! فجمع المعتصم الجيش وطرد اليهود من أرض الدولة .. !

بينما النساء اليوم تُغتصب اغتصاباً وتُصوّر وتنشر على القنوات . !

ام قصدك عندما أنشأ المسلمون أول جامعة تعرفها أرض أوروبا في إسبانيا؟
ومن وقتها أصبح الزيّ العربي «العباءة» هو لباس التخرج في كل جامعات العالم،
ولليوم وقبعة التخرّج مسطّحة، لأنه كان يتم وضع القرآن فوقها في احتفال التخرّج.

ام قصدك لمّا كانت القاهرة أجمل مدينة بالعالم؟

ام عندما كان الدينار العراقي يساوي 483 دولاراً؟

ام عندما كان الهاربون من أوروبا الفقيرة يتوجّهون الى الإسكندرية؟

ام عندما طلبت أميركا من مصر إنقاذ أوروبا من المجاعة ؟

منتظرك تشرح لي قصدك وتخبرني
كم تريد أن نرجع الى الوراء ؟

Şam’da Laiklik Yürüyüşü ..

Dün Şam’da düzenlenen protesto, İslam nizamı ile yönetimi reddetme ve laik bir yönetim talebine yönelikti.

Suriyeli aktivistler, bu protestonun bazı katılımcılarını araştırmış ve sosyal medyadaki eski paylaşımlarını incelemişlerdir. Araştırmalar, bu kişilerin geçmişte zalim Beşar Esad rejimini desteklediğini ortaya koymuştur.

Protestocular, rejimin çökmesinden birkaç gün sonra ve doğudaki bölgelerin QSD’den (Demokratik Suriye Güçleri) kurtarılması ile durumun istikrar kazanmasından önce sokağa inmiştir. Ancak onların amacı ne rejimin suç ortaklarının yargılanması, ne mazlumların haklarının alınması, ne de açların doyurulmasıdır. Ülkenin dünü, bugünü ve yarınıyla çıkarlarını umursamayan bu kişiler, tarih boyunca münafıkların tek derdi olan şu düşünceyi taşımaktadır: “Dini ve onun taşıyıcılarını hedef almak ve düşmanlarını güçlendirmek.”

İşte yaşananlarla ilgili birkaç nokta:

1- Protestoların odak noktası adalet değil.

Bu tür protestolar, Arap dünyasında genellikle zalim diktatörlere karşı değil, İslamcıların iktidara yaklaşmasıyla harekete geçiyor. Beşar Esad gibi suçluların cezaevleri, davetçiler ve mazlumlarla doluyken bu protestolar rejime destek verenleri yüceltmekte ve İslamcıların güçlenmesini engellemeye çalışmaktadır.

2- Batı’nın ‘laiklik ve demokrasi’ kartı.

Laiklik, demokrasi, özgürlük, çeşitlilik ve sivil toplum gibi kavramlar, Batı’nın müdahaleleri için kullandığı kozlardır. İçişlerimize ve hatta daha özel konulara (misal olarak alkol ve başörtüsü) müdahale etmeyi meşrulaştırmak için bu kavramları kullanırlar. Dün BBC’de yayınlanan bir röportajda bu tutumu bir kez daha gördük. Yüzbinlerce insanın ölümünden sorumlu olan bir diktatöre karşı ses çıkarmayanlar, bugün alkol ve ahlaksızlık konularını gündeme getiriyor. Bu ikiyüzlülük, dini duygularımızı uyandırmalı ve bizleri bu sömürgeci zihniyet karşısında daha uyanık hale getirmelidir.

3- Laiklik, uygulamada çifte standarttır.

Bu protestocuların iktidara gelmesi durumunda, özgürlük ve laiklik gibi sloganları unutup İslami bağlamları baskı altına alacakları kesindir. Bu, 1950’lerden beri Arap dünyasında süregelen bir alışkanlıktır. Laiklik sloganları, modern tarihin en ucuz söylemleri haline gelmiştir çünkü genellikle bir bahane olarak kullanılır, uygulanmaz. Arap Baharı sonrası bazı ülkelerde bu sloganları samimiyetle benimseyen İslamcılar bile baskı, cinayet ve hapislere maruz kalmıştır.

4- İslamcıların laiklik söylemine yönelmesi.

Protestocular arasında rejim destekçilerinin bulunması şaşırtıcı değil. Ancak asıl mesele, devrimci saflardan bazı kişilerin, laik düşünürlerin etkisiyle bu tür söylemleri benimsemesidir. Bunlar arasında İslamcılar bile olabilir. Bu durum, dini veya laikliği yanlış anlamaktan, ikiyüzlülükten ya da özgüven kaybından kaynaklanabilir. Devrimciler, onurlarını ve bağımsızlık ruhlarını korumalıdır. Davetçiler ve reformcular da bu konuda geniş çaplı bir bilinçlendirme ve fikri mücadele yürütmelidir.

5- Şeriat yönetimine olan tepkinin nedenleri.

Bazı Müslümanlar, şeriatla yönetim fikrine, radikallerin kötü uygulamaları nedeniyle soğuk bakmaktadır. Bu kişiler, şeriatla yönetimin adaletsizlik ve şiddet anlamına geldiğini düşünmektedir. Oysa gerçek problem, adaletsizlik, baskı ve insanların haklarını çiğnemektir. Şeriat, adaleti ve eşitliği emreder.

6- Şeriatın kabulü zorunluluktur.

Bazı cahiller, Müslümanların şeriatla yönetimi kabul etmekte özgür olduklarını sanıyor. Oysa bir Müslüman, Allah’ın hükmünü kabul etmekle yükümlüdür:

“Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına, o işte kendi isteklerine göre hareket etme hakkı yoktur.” (Ahzâb, 36)

Şeriatı kabul etmek bir inanç meselesidir ve İslam’ın temelidir. İslam, Allah’a teslimiyet demektir. Bu bilinci yaymak ve şeriatın, halkın açık tercihi haline gelmesini sağlamak gerekir.

7- Şeriatın siyasi uygulaması ve uluslararası baskılar.

Şeriatı ferdi düzeyde kabul etmek farz olsa da, siyasi uygulaması büyük zorluklar barındırır. Uluslararası güçler, yeni bir Suriye yönetimine (hatta laik bir yönetim olsa bile) tam anlamıyla boyun eğmediği ve İsrail’in güvenliğini garanti etmediği sürece kolayca razı olmayacaktır. Ancak asıl mesele, şeriata içeriden karşı çıkanlardır. Bu kişiler, uluslararası baskılarla aynı safta yer alarak ülkenin bağımsızlığına zarar vermektedir.

✍️ Ahmed bin Yusuf es-Seyyid

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
20.12.2024 Üsküdar

Suriye’de Feministler de Boş Durmuyor 👇

خرجت مظاهرة يوم أمس وسط دمشق لرفض الحكم بالإسلام وطلب الحكم العلماني، وقد تتبع الناشطون السوريون عدداً من دعاة هذه المظاهرة واستخرجوا مشاركاتهم القديمة في شبكات التواصل فإذْ بهم ممن كان يؤيد نظام الطاغية المجرم بشار الأسد.
وهؤلاء المتظاهرون الذين نزلوا بعد أيام من سقوط النظام، وقبل تحرير شرق البلاد من (قسد) وقبل استقرار الأوضاع: لا يهمهم محاسبة أزلام النظام المجرم، ولا أخذ حقوق المظلومين، ولا إطعام الجائعين، ولا مصلحة البلد، لا في الأمس ولا في اليوم ولا في المستقبل، بل همهم هو همّ المنافقين على مرّ الأزمان: “محاربة الدين وحَمَلَته والتمكين لأعدائه”.

وهذه بعض الوقفات حول ما جرى:

1- لا تنشط هذه المظاهرات -عادة- في عالمنا العربي ضد الظلمة والمجرمين كبشار الأسد وأمثاله من المجرمين الذين تمتلئ سجونهم بالدعاة والمصلحين والمظلومين، بل تجد كثيرا من الداعين لهذه المظاهرات ممجدين لهؤلاء المجرمين وداعمين لهم، ولا تنشط مظاهراتهم إلا حين يقترب الإسلاميون من الحكم.

2- ورقة (العلمانية) و (الديمقراطية) و (الحرية والتنوع والمجتمع المدني) و (محاربة التشدد الديني) هي الورقة الرابحة التي يستعملها الغرب متى أرادوا التدخل في شؤوننا الداخلية، بل حتى بما هو أخصّ من ذلك، كالخمر والحجاب ونحو ذلك، كما رأينا في مقابلة BBC التي نُشرت يوم أمس، وكأنهم أوصياء علينا وعلى منطقتنا وأرضنا، وهم الذين تركوا الظالم يعيث في الأرض فسادا ويقتل مئات الآلاف ثم يأتون اليوم ليحملوا همّ أهل السكر والخنا، وهذا في الحقيقة يجب أن يستثير فينا الحمية الدينية ويجعلنا غير مخدوعين بهؤلاء المستعمرين الذين رأينا إنسانيتهم العظيمة في أحداث غزّة.

3- حين يصل أمثال هؤلاء المتظاهرين للحكم فإنهم ينسون شعارات الحرية ومقتضيات العلمانية وينشطون في محاربة السياقات الإسلامية وقمعها كما هي العادة في العالم العربي منذ الخمسينات من القرن الماضي إلى اليوم، وهذه الشعارات هي أرخص شعارات تم تداولها في العصر الحديث لأنها دائما تستعمل كذرائع دون تطبيق.
ولم تشفع هذه الشعارات لبعض الإسلاميين المساكين الذين طبقوها بإخلاص وشفافية في بعض البلدان العربية بعد الربيع العربي، بل كانت عاقبتهم القتل والسجون وسلب الحقوق لمجرد كونهم إسلاميين حتى مع كونهم ديمقراطيين.

4- إذا كان بعض الذين دعوا إلى هذه المظاهرات من بقايا مؤيدي النظام السابق وكان أمرهم مفضوحاً فإن الإشكال يتجدد حين يتبنى هذه الشعارات لاحقا بعض أبناء الثورة السورية ممن تأثر بأطروحات بعض المفكرين العلمانيين، وقد يكون بعضهم من الإسلاميين، وقد يكون هذا نابعاً من جهل بالدين أو جهل بالعلمانية أو سوء فهم، وقد يكون ناتجاً عن نفاق، أو عن انهزامية وفقدان لروح العزّة التي لم تتحرر البلاد إلا بها. وهذا يُحتّم على أبناء الثورة الصادقين المحافظة على روح العزة والكرامة والاستقلالية، ويحتّم على الدعاة والمصلحين جهداً علميا واسعا وجهادا فكريا كبيرا.

5- من أسباب نفور بعض المسلمين من قضية الحكم بالشريعة هو سوء تطبيق بعض الغلاة لها، وتسلطهم على الناس باسمها، والظن بأن الحكم بالشريعة يعني الظلم والعنف، وهذه مصيبة عظيمة في الوعي يجب تصحيحها ومعالجتها، والمتأمل في الواقع بصدق يجد أن مشكلتنا الكبرى في عالمنا العربي هي في الظلم والعدوان والتسلط على الناس وقمعهم وهذا كله من أبرز صور مخالفة الشريعة التي تأمر بالعدل والقسط.

6- يظن بعض الجهال أن المسلم مخير في قبول حكم الشريعة، وأن هناك نماذج متعددة في مرجعيات الحكم كلها سائغة، وأنه لا علاقة للدين بالسياسة، وهذا كله جهل كبير يجب محاربته، إذ إن المسلم مأمور أمراً مؤكدا بقبول حكم الله: (وما كان لمؤمن ولا مؤمنة إذا قضى الله ورسوله أمراً أن يكون لهم الخيرة من أمرهم) بل لا يكون المرء مؤمنا إلا بذلك (فلا وربك لا يؤمنون حتى يحكموك فيما شجر بينهم)
ولذلك فإنه -وبغض النظر عما سيؤول إليه الحال السياسي في البلد- يجب توعية الناس بخطورة هذه القضية وأن قبول حكم الإسلام فرض تكليفي لازم، وليس اختياريا، وهو متعلق بأساس الدين والإسلام، وأنه من أصول العبودية لله تعالى، بل هذا هو معنى كلمة (الإسلام) أصلاً؛ فالإسلام هو الاستسلام لله وأمره وشريعته.
ويجب أن يكون هذا خياراً شعبيا واضحا يعين أصحاب القرار على الإحالة على الشعب في الخطاب الإعلامي والسياسي في أنموذج الحكم.
7- كل الكلام السابق هو من جهة القبول والرضا الشخصي للحكم بالإسلام فهو واجب عيني على كل مسلم، أما من جهة إمكان التطبيق السياسي فهذا تكتنفه ظروف وتحديات هائلة تتطلب تدرجا في التطبيق وحكمة ومداراة للواقع الدولي -الذي لن يرضى عموما عن الحكم الجديد في سوريا حتى لو طبقوا العلمانية بحذافيرها مالم تكن هناك تبعية شمولية حقيقية -غير صورية- وضمان تام لأمن الكيان الإسرائيلي- وهذا كله معلوم لكن المصيبة أن يكون الضغط ضد الشريعة من أبناء الداخل ممن يصطف مع هذا الضغط العالمي.

✍️ احمد بن يوسف السيد

“Kemalist Rejim Demokrasiye İmkan Tanır mı?”

”Kemalist rejim demokrasiye imkan tanır mı?”

Bu yazı teoride ve pratikte demokrasi yazısıdır. Pratikte demokrasi, sonu gelmeyen teorik mülahazaları ve spekülasyonları anlaşılır ve faydalı kılar. Her şey zıddıyla bilinir ilkesince, demokrasinin ne olduğunda değilse de ne olmadığı hususunda anlaşmak mümkündür. Bu sebeple Türkiyede demokrasi kavramını iyice somutlaştırmalı, en önemli sorunları da teşhis etmeliyiz. Bunlar;
1- Kutsal Kemalist rejim
2- Israrlı, tavizsiz, Kemalist beyin yıkama (endokrinasyon)
3-Diğer partileri kapatma, serbest seçim yaptırmama
4- Kemalizmi ihya için on yılda bir Kemalist (Amerikancı) darbeler yapma
5- Bir sonraki darbeye kadar, silahlı-silahsız bürokratik, yargısal, komprador sermaye vesayeti ile seçilmiş sivil hükumetleri kuşatma, engelleme
6- CIA güdümünde dünyanın en dehşetli iki terör örgütü olan PKK ve FETÖ’yle Türkiyeyi zayıflatma. Hukuk devleti ve demokrasinin makul, mutedil, sınırlarını zorlama, etkisizleştirme.
7- Kemalist endokrinasyon sebebiyle seçimlerin adil ve eşit şekilde yapılamaması.

Demokrasimizin en büyük pratik sorunu Kemalist rejimdir. Zira Kemalizm demokrasiye imkan tanımaz. Kemalizm, tek adam, tek parti, tek ideoloji fikriyatı olarak tekçi, monist bir yapıdır. Kemalizmin kitabında çoğulculuğa, plürüalizme, yer yoktur. Başka bir görüş, fikriyat, siyaset ve kanaate, hatta dine, yer yoktur. Çünkü, Atatürk’ün “Biz ilhamlarımızı gökten almıyoruz” ve daha pek çok sözünde geçtiği gibi, tabiatçı, materyalist bir new age (yeni yetme) bir din gibidir. Halbuki İslam ve diğer dinler semavi (göksel) vahye dayanır. Kemalizmin kutsalları vardır ve aşılmasına, çiğnenmesine asla geçit vermez.( Hristiyan) Batı hayranı bir rejim olarak İslamı, Hilafeti, Osmanlı Hilafetini, Müslüman halkı, en azından rakip olarak görür, Batılı, oryantalist, bir gözlükle bakar.

Fakat Türkiye’de Kemalist rejim, neredeyse hiç demokrasi sorunu olarak görülmez. Türkiyede Kemalizm kanıksanmış otokrasidir. Sorun olarak görülmez. Şöyleki; Göz kendini göremez, göz, gözlüğündeki camı da göremez. Gözlüklü bir insan temiz bir camdan dışarı bakarken gözlük camını ve pencere camını görmez. Gözün kendi merceğini göremediği gibi. Miyop, hipermetrop, astigmat vs görme kusurları bulunan biri, bir teste girmeden, kendi mevcut görüşünü normal, olağan, sanır. İnsanoğlu mikroskopla mikrolara, teleskopla makrolara bakmadan, o alemlerin varlığından bile habersizdi. Haberdar da olsa mahiyetini ve çeşitliliğini bilemez, en azından müşahede edemezdi. Kemalizm, herbirimizin gözündeki bir gözlüktür. Eşyayı, hadisatı, olduğu gibi göstermek değil, arzu edildiği gibi göstermek için üretilmiş bir merceğe sahiptir. Renkli bir gözlükle, nesneleri, o renkte gördüğümüz gibi!

Kemalizmin demokrasi engelleri psikolojik, sosyolojik, sosyal psikolojik ve siyaset (rejim) alanlarında cereyan ediyor. Mesela CHP dışındaki partileri kapatma ve serbest seçim yapmama ki, bu Kemalizmin, katıksız saf hali ve kutsal kurucu, ebedi ve milli önderliğin yüksek takdiridir. Tam otuz yıl sürmüştür. (Günümüzde Anayasa mahkemesince parti kapatmaya dönüşmüştür!) Osmanlı’da Abdülhamid Han zamanında başlayan serbest seçimler devam ettirilmemiştir!

Başka bir mesele, Anaokulundan doktora’ya kadar sıkı bir Kemalist endokrinasyon (beyin yıkama), eğitme ve terbiye etme faaliyetidir. Ki, bu okullarla da sınırlı değildir. Okullar, işyerleri gibi bütün kurumlarda, meydanlarda, Atatürk resim ve heykelleri, adliyelerden, stadyumlara kadar vecizeleri, kitapların ilk sayfalarında, Atatürk resmi ve ikinci sayfada gençliğe hitabe (din dersi kitaplarında bile). Kitap ve müfredat içeriklerine girmeye dahi gerek yok. Her zaman ve safhada tekrarlanan, namaz’da kıyamı çağrıştıran saygı duruşları. Mesela ayakkabıcılar kooperatifi kongrelerinde bile gündemin değişmez ilk maddesi mutlaka, Atatürk huzurunda saygı duruşu ve İstiklal marşı okunmasıdır. Bunu hiçbir kooperatif ve şirket es geçemez. Eskiden şöyle bir slogan vardı. “Herşey Türk için, Türk’e göre, Türk tarafından.” Şimdi şöyle; “Herşey Ata Türk için, Ata Türk’e göre, Ata Türk tarafından.” Ancak Allah (cc) İçin uygun düşecek “Neylerse güzel eyler” sözü Atatürk’e yakıştırılıyor. Mustafa Kemal ve Kemalistlerin, yanlış bulup vazgeçtiği bunca şeye rağmen, neylerse güzel eyler, fanatizmi! Atatürkün Tanrılığı, Peygamberliği, ölümsüzlüğü, hakkında yazılan mevlit, Çankaya’nın Kabe sayılması,vs vs. Pozitif ve normlar hiyerarşisinde en üst hukuk metni anayasanın daha başlangıç kısmında; “ölümsüz Atatürk” ve “eşsiz kahraman” diye yazmaktadır. Hemen birinci maddeye göre, devlet Atatürk Türkiyesidir. Bu bir de, Kuzey Kore ve İran’da olan bir durumdur. Hiçbir demokraside bunu göremezsiniz.

Kemalizmin bir başka somut demokrasi engeli, on yılda bir tekrarlanan Kemalist darbelerdir. Bunlar aslında iyi niyetli ve demokrasiyi rayına oturtmak için yapılmış darbelerdir! Ve modern, postmodern, elektronik darbe, gibi uygulamalar ile zenginleştirilmiştir. Silahlı Kemalist bürokrasi darbe yapmadan duramaz. Atatürk zabitleri ülkeyi, göbeğini kaşıyanlara ve bidon kafalılara bırakamaz! Bu darbelerin tamamı ABD ve AB izni ve teşvikiyle olup, adeta bir NATO görevi icra edilmiş olur. Böylelikle Kemalist “Tam bağımsız Türkiye” ideali, Kemalizme ve demokrasiye aşık ABD ve NATO subaylarınca ifa edilmiş olur! Ne güzel değil mi? Medeni Batı dünyası ile, bizi muasır medeniyet seviyesine çıkaran Kemalizmin göz yaşartıcı işbirliği! Ancak ne kadar Kemalist de olsalar Talat Aydemir cuntası, ABD’nin talimatlandırmadığı bir darbeyi başaramaz. İlk darbe girişiminde Kemalist olduğu için affedilir, ikincisinde Kemalist dahi olsa asılır. Kemalist olmak yetmez, Amerikancı Kemalist olacaksın! Makbul Kemalist Amerikancıdır!

Fakat öyle, yoğun Kemalist endokrinasyon ve bunun gereği on yılda bir yapılan Kemalist darbeler yeterli değildir. Darbeler arasında da silahlı-silahsız bürokrasi, ve yargı bürokratik vesayetinin denetim, baskı, fiili ve hukuki engellemeleri devam eder. Kuyrukların, bidon kafalıların, seçtiği hükümetlere ne kadar güvenebilirsiniz ki? Küresel emperyalizm ve Türkiye’deki mutemedleri bu ülkeyi sokakta bulamadılar değil mi? Davulu, seçilmiş meşru hükümetlere versen bile, tokmağı asla vermeyeceksin!
Dünyada hiçbir devlet FETÖ, PKK, DHKPC gibi dehşetli terör örgütlerinin saldırılarına maruz kalmamıştır. PKK ve FETÖ, psikososyal zeminini, Kemalist etnoseküler ideolojinin aşırı uygulamalarından devşirmiştir. Etnik ulusalcılık, Kürt ulusalcılığını, dinsizliğe varan sekülerist (laisist) tatbikat, FETÖ dinci örgütlenmesini beslemiştir. Kaderin garip cilvesine bakınki, hem PKK (DEM), hem de FETÖ, bugün Türkiyede, Kemalizmin partisi CHP’ye ve Dünyada Kemalizmin patronu ABD ve AB ye sığınmışlardır. Hiçbir büyük terör örgütü, küresel emperyalizmin desteği olmadan yaşayamaz!

Anaokulundan Üniversiteye kadar devamlı Kemalist endokrinasyon (beyin yıkama)’ya maruz kalıyoruz. Her yerde Atatürk resimleri, heykelleri, vecizeleri, anmaları, zorunlu saygı duruşları. Her safhada yoğun bir propaganda! Propagandası yapılan şahıs CHP’nin kurucu, ebedi ve ölümsüz genel başkanı! Akpartinin veya bir başka partinin değil. Sonra vatandaş, oy vermek için Atatürk ilkokuluna gidiyor. Atatürk büstü, resimleri, vecizelerini geçerek oy vereceği sınıfa geliyor.

Orada da aynı resim ve vecize propagandasına maruz kalarak rey vermek zorunda kalıyor. Atatürk’ün partisi CHP, hiç hükümet seçimini kazanamıyor ama, ikinciliği de bir başkasına asla kaptırmıyor! Bu şartlardaki seçimler eşit ve adaletli sayılabilir mi?
Dünyada hiçbir devlet FETÖ, PKK, DHKPC gibi dehşetli terör örgütlerinin saldırılarına maruz kalmamıştır. PKK ve FETÖ, psikososyal zeminini, Kemalist etnoseküler ideolojinin aşırı uygulamalarından devşirmiştir. Etnik ulusalcılık, Kürt ulusalcılığını, dinsizliğe varan sekülerist (laisist) tatbikat, FETÖ dinci örgütlenmesini beslemiştir. Kaderin garip cilvesine bakınki, hem PKK (DEM), hem de FETÖ, bugün Türkiyede, Kemalizmin partisi CHP’ye ve Dünyada Kemalizmin patronu ABD ve AB ye sığınmışlardır. Hiçbir büyük terör örgütü, küresel emperyalizmin desteği olmadan yaşayamaz!

Anaokulundan Üniversiteye kadar devamlı Kemalist endokrinasyon (beyin yıkama)’ya maruz kalıyoruz. Her yerde Atatürk resimleri, heykelleri, vecizeleri, anmaları, zorunlu saygı duruşları. Her safhada yoğun bir propaganda! Propagandası yapılan şahıs CHP’nin kurucu, ebedi ve ölümsüz genel başkanı! Akpartinin veya bir başka partinin değil. Sonra vatandaş, oy vermek için Atatürk ilkokuluna gidiyor. Atatürk büstü, resimleri, vecizelerini geçerek oy vereceği sınıfa geliyor.

Orada da aynı resim ve vecize propagandasına maruz kalarak rey vermek zorunda kalıyor. Atatürk’ün partisi CHP, hiç hükümet seçimini kazanamıyor ama, ikinciliği de bir başkasına asla kaptırmıyor! Bu şartlardaki seçimler eşit ve adaletli sayılabilir mi? 15.12.2024 Yeni Akit 👇https://www.yeniakit.com.tr/haber/kemalist-rejim-demokrasiye-imkan-tanir-mi-5-1905134.html

Coğrafya Kader mi Silah mı?

Dün “Coğrafya kaderdir” dedik. Yüz yıldır ülkelerimizin, şehirlerimizin enkaza dönüşmesini, insanlarımızın kıyımlardan geçirilmesini izledik. Çaresizdik, güçsüzdük. Bütün güçler bizim coğrafyaya akın etti. Rejimler kurdular, haritalar çizdiler, milletleri parçaladılar, kaynakları sömürdüler.

Etnik, mezhebî ya da başka ne kadar farklılık varsa hepsini çatışmaya dönüştürdüler. Ama artık o tarih bitti. Onlar güç kaybetti, biz güç kazanmaya başladık. Kendimizi, coğrafyamızı, ortak alanlarımızı yeniden keşfettik. Önce kendimiz toparlandık, sonra bölgemizi toparlamaya başladık.

Tarih tersine dönüyordu ve coğrafya yeniden toparlanıyordu. Ve biz, artık bütün kapıları açıyorduk.

“COĞRAFYA SİLAHTIR” ARTIK. DÜNYAYI YERİNDEN OYNATACAK, EKSENİNİ DEĞİŞTİRECEK SİLAH!

İşte bu yüzden bugün “Coğrafya silahtır” diyoruz. Bu öyle bir coğrafya ki, Atlantik kıyılarından Pasifik kıyılarına uzanıyor. Yeryüzünün merkez kuşağını oluşturuyor.

Bütün medeniyetlerin, dinlerin, insanlık tarihinin merkez coğrafyası burası. 

Kaynakların, deniz geçişlerinin, kara ticaret yollarının ve bilinen esaslı jeopolitik teorilerin hepsinin merkezi.

Bütün büyük imparatorlukların adresi bu coğrafyaya kim hâkim olursa dünyanın şeklini o belirleyecek. Bu, hep böyle olmuştur. Uyandık ve işte bu coğrafyayı harekete geçirmeye başladık. Yine böyle olacak. Ama bu sefer “biz” olacağız.

Coğrafya silahtır, evet. 

Bu öyle güçlü bir silah ki, dünyayı yerinden kaldırır. Yeryüzünün merkezini, eksenini değiştirir. 

Ve o silahın sahipleri bizleriz. Yeryüzünün merkezi bizleriz. 21. yüzyıl boyunca böyle olacak.

İLK HAREKETE GEÇENLER GÜÇ KAYBETTİ. SADECE TÜRKİYE SÜREKLİ GÜÇ BİRİKTİRDİ.

Batı’nın son beş yüz yıllık sömürge ve hükümranlık dönemi sona erdi. Batılı güçler zayıflarken öyle bir güç boşluğu ortaya çıktı ki; birçok ülke bu boşluğu doldurmak için harekete geçti.

İlk harekete geçenlerin hepsi güç erimesi yaşıyor bugün. Hırpalandı; zayıfladı. Çünkü düşüncesizce, hırslarıyla hareket etti. Sadece Türkiye, inanılmaz bir şekilde gücünü sürekli artırdı. Ve bu güç artırımı çok daha hızlanarak devam edecek. Çünkü Türkiye’nin Selçuklu, Osmanlı gibi imparatorluklar aklı yol gösterici oldu. Geniş coğrafya hareketliliğinin yol haritası oldu. Çünkü Türkiye’nin, diğerlerinden farklı olarak, coğrafya ölçekli ortak/kurucu özellikleri ve bağları çok daha güçlüydü.

“SÜPER ÜLKE” İNŞA EDİLDİ! “SÜPER COĞRAFYA” VE “SÜPER KUŞAK” HIZLANIYOR.

Bu yüzden rahatlıkla söyleyebiliriz: Bir “Süper Ülke” inşa edilmiştir ve o Türkiye’dir. Bir “Süper Coğrafya”nın temelleri atılıyor. Bir “Süper Kuşak” hazırlıkları yapılıyor. Belki de Osmanlı’dan sonra ilk kez ve daha geniş bir coğrafyada bir “ortaklıklar haritası” çiziliyor. Öyle PKK ile, DAEŞ ile, İsrail saldırganlıkları ile durdurulamayacak bir tarih akışı güç kazanıyor ve her şeyi yerinde ediyor. Evet, coğrafya kaderdir. Ancak bunu “Coğrafya Silahtır”a dönüştüren akıl, artık harekete geçmiştir. Tarihin de coğrafyanın da değişmesi artık engellenemezdir.

Suriye özgürlüğüne kavuştu. Sadece bu bile güç haritasını hemen değiştirdi. “Türkiye etkisi”, Suriye’yi dünyanın merkez güçlerinin çatışma alanı olmaktan çıkardı.

Ülkeyi siyasi ve ekonomik olarak toparlama dönemini başlattı. Şimdi yenileri geliyor, hepsinin sonrasını bir düşünün. Hepsinin toplanan gücünü düşünün. Dünyada nelerin değişebileceğini düşünün.

Şimdi; Suriye üzerinden Lübnan ve yakın bölgede neler olabileceğini anlamaya, ölçmeye çalışıyoruz. Bütün dünya tartışıyor; bir adım sonrasını öngörmeye çalışıyor. Bu yüzden, Suriye’deki değişimin bölge genelinde ve küresel ölçekte etkilerine yoğunlaşmamız şarttır.

Şöyle bir özet yapalım:

SURİYE’DEN HEMEN SONRA SOMALİ-ETİYOPYA BARIŞI… SIRADA BAŞKA NELER VAR?
1- Suriye devrimcileri on gün içinde Şam’daki Baas rejimini devirdi. ABD, Avrupa, İran, Rusya, bölge ülkeleri denklemine sıkışan, korkunç bir iç savaş, İsrail ve İran işgali yaşayan ülke kurtuldu. Dünya; Suriyeli devrimcilerin, Türkiye’nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bunu nasıl başardığını tartışadursun Türkiye durmadı..
2- Hemen ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, Somali ile Etiyopya’yı barıştırdı. İki ülke savaşın eşiğine gelmiş, Somali’nin bölünmesine kesin gözüyle bakılıyordu. Etiyopya’ya deniz geçişi verildi. Somali’nin bölünmesi engellendi.
Etiyopya Afrika’nın en kalabalık ülkelerinden, en güçlü ekonomilerinden. İki ülke cumhurbaşkanı Türkiye’ye geldi ve imzalar atıldı. Artık savaş yerini işbirliği ve ortaklıklara bıraktı. ABD’nin, İngiltere’nin, Avrupa ülkelerinin ve bazı bölge ülkelerinin tezleri bir anda çöktü.
TÜRKİYE OKYANUSLARDA GÜÇ İNŞA EDERKEN…
Somali, Akdeniz’in, Kızıldeniz’in Okyanus’a açıldığı kapıyı kontrol ediyor. Türkiye Somali’ye ordu kuruyor, denizlerinin güvenliğini sağlıyor. İçeride terörle mücadelesine yardım ediyor. Çok büyük doğalgaz ve petrollerinin işletilmesi için ortak çalışıyor. Erdoğan ocak ayında iki ülkeyi de ziyaret edecek ve yine çok hareketli sonuçlara tanık olacağız.
Türkiye’nin; Akdeniz’de güç inşası, Hint Okyanusu’nda güç inşası Somali üzerinden birleşiyor. Bölgesel gücü küresel güce dönüştüren dev adım buralarda atılıyor.

ŞİMDİ SUDAN İÇ SAVAŞI BİTİRİLECEK. LÜBNAN KORUMA ALTINA ALINACAK.
1- Cumhurbaşkanı Erdoğan, Somali ile Etiyopya arasındaki krizi çözdükten sonra Sudan iç savaşını bitirmeye dönük girişimlere başladı.
Sudan yönetimi ile BAE’nin desteklediği güçleri yatıştırmaya, Sudan-BAE arasındaki çatışmaya son vermeye çalışıyor. Ve kuvvetle muhtemel bu sağlanacak. Doğu Afrika’nın en güçlü ülkelerinden Sudan, bölünmeden kurtarılacak.
Sudan Kızıldeniz’i kontrol eden en güçlü ülkelerden biri. Buradaki barış bürün bölgeyi rahatlatacak.
2- Suriye’den sonra Lübnan hükümeti Türkiye’den yardım istedi. Bunu “insani yardım” olarak algılayabilirsiniz. Ama Lübnan çok açık İsrail tehdidi altında. İsrail karşısında tamamen savunmasız.
Ve Lübnan-Suriye aslında tek coğrafya.
Bence Türkiye, “Lübnan’ı koruyucu” bir rol üstlenmeye hazırlanıyor. Hem Lübnan’ı korumak hem Suriye-Lübnan ilişkilerini yumuşatmak hem de Türkiye’nin Lübnan’da güçlü bir savunma hattı kurması için yepyeni bir süreç başlatılıyor.

BİN YILLIK AKIL: BAKIN NASIL YENİ HARİTALAR ÇİZİLİYOR? ZİHİNLERİNİZİ RAHAT BIRAKIN!
1- Çok kısa zamanda olağanüstü gelişmeler oldu, oluyor ve Türkiye hepsinde başrolde. Coğrafyanın bin yıllık aklı, siyasi genetiği harekete geçmiş durumda. ABD ve Avrupa’nın “harita parçalanması” planlarına karşı Türkiye’nin “coğrafya bütünleşmesi” planları inanılmaz başarılı gidiyor. Bence bu hız daha da artarak devam edecek.
2- Adriyatik’ten Çin Seddi’ne, Karadeniz’den Hint Okyanusu’na, Orta Asya’dan Doğu Afrika’ya, Pakistan’dan Kuzey Afrika’ya, Kızıldeniz’den Basra Körfezi’ne kadar bir coğrafya dirilmesi, bir ortak bilinç söz konusu.
Bunu basit ikili ilişkilere sıkıştırmak bizi körleştirir. Geniş coğrafyadaki bütün ülkelerin arayışları birleşiyor aslında. Bir ortak, ulus üstü anlayış kendini hissettiriyor, bu yönde adımlar hazla atılıyor.
3- İşte Süper Kuşak, Süper Coğrafya’nın sarsıcı adımları bunlar. Başarılı olacak. Çünkü bu aklı felç edenler küresel ölçekte güç kaybediyor ve biz o büyük boşluğu dolduruyoruz. Türkiye’nin öncülüğünde büyük coğrafyada inanılmaz bir jeopolitik harita şekilleniyor, sarsıcı eksen kaymaları yaşanıyor, daha çok yaşanacak.
Türkiye çok büyük bir ülke. Suriye meselesini bütün bu boyutları ile birlikte düşünün.
Zihninizdeki bütün haritaları ve ezberleri değiştirin. 17.12.2024
Yeni Şafak / İbrahim Karagül

https://www.yenisafak.com/yazarlar/ibrahim-karagul/dun-cografya-kaderdir-bugun-cografya-silahtir-dunyayi-yerinden-oynatir-o-silah-artik-bizim-elimizde-super-ulke-tamam-super-kusak-hazirlaniyor-4663539

الجغرافيا: مصير أم سلاح؟

قلنا بالأمس: “الجغرافيا هي المصير”. لمدة مئة عام، شاهدنا دولنا ومدننا تتحول إلى أنقاض، وشعوبنا تتعرض للمجازر. كنا عاجزين، بلا حول ولا قوة. تدفقت كل القوى إلى جغرافيتنا. أقاموا أنظمة، رسموا خرائط، قسموا الأمم، واستغلوا الموارد. حولوا كل الاختلافات العرقية والمذهبية وغيرها إلى صراعات. لكن ذلك التاريخ انتهى الآن. فقدوا قوتهم، وبدأنا نحن نكتسب القوة. اكتشفنا أنفسنا وجغرافيتنا ومجالاتنا المشتركة من جديد. أصلحنا أنفسنا أولاً، ثم بدأنا في إصلاح منطقتنا.

كان التاريخ ينقلب، والجغرافيا كانت تعيد تنظيم نفسها. وكنا نحن نفتح كل الأبواب.

“الجغرافيا هي السلاح” الآن. السلاح الذي سيحرك العالم، ويغير محوره!

لهذا نقول اليوم: “الجغرافيا هي السلاح”. هذه جغرافيا تمتد من سواحل الأطلسي إلى سواحل المحيط الهادئ. تشكل الحزام المركزي للأرض.

هنا مركز كل الحضارات والأديان وتاريخ البشرية.

مركز الموارد والممرات البحرية وطرق التجارة البرية وكل النظريات الجيوسياسية المعروفة.

من يسيطر على هذه الجغرافيا، يحدد شكل العالم. كان الأمر دائماً كذلك. استيقظنا وبدأنا في تحريك هذه الجغرافيا. وسيكون الأمر كذلك مرة أخرى. لكن هذه المرة، سنكون “نحن”.

نعم، الجغرافيا هي السلاح.

إنه سلاح قوي لدرجة أنه يحرك العالم. يغير مركز الأرض ومحورها.

ونحن أصحاب هذا السلاح. نحن مركز الأرض. وسيكون الأمر كذلك طوال القرن الحادي والعشرين.

أول من تحركوا فقدوا قوتهم. فقط تركيا استمرت في جمع القوة.

انتهت فترة الاستعمار والهيمنة الغربية التي استمرت خمسمئة عام. ومع ضعف القوى الغربية، ظهر فراغ في القوة؛ تحركت العديد من الدول لملء هذا الفراغ.

كل من تحركوا أولاً يعانون اليوم من تآكل في القوة. تعرضوا للإنهاك والضعف. لأنهم تحركوا بتهور وطمع. فقط تركيا، وبشكل لا يصدق، استمرت في زيادة قوتها. وسيستمر هذا التزايد بوتيرة أسرع. لأن تركيا استرشدت بعقل إمبراطوريات مثل السلاجقة والعثمانيين. كانت خريطة الطريق لحركة جغرافية واسعة. لأن لتركيا، على عكس الآخرين، خصائص وروابط مشتركة ومؤسسة على نطاق جغرافي أقوى بكثير.

تم بناء “دولة عظمى”! “الجغرافيا العظمى” و”الحزام العظيم” يتسارعان.

لذلك يمكننا القول بثقة: تم بناء “دولة عظمى”، وهي تركيا. يتم وضع أسس “جغرافيا عظمى”. تُجرى تحضيرات لـ”حزام عظيم”. ربما لأول مرة منذ العثمانيين، وعلى نطاق جغرافي أوسع، يتم رسم “خريطة شراكات”. تاريخ لا يمكن إيقافه يكتسب قوة، ولا يمكن إيقافه بواسطة PKK أو داعش أو اعتداءات إسرائيل. نعم، الجغرافيا هي المصير. لكن العقل الذي يحول ذلك إلى “الجغرافيا هي السلاح” قد تحرك الآن. لا يمكن منع تغيير التاريخ والجغرافيا بعد الآن.

تحررت سوريا. هذا وحده غيّر خريطة القوة على الفور. “تأثير تركيا” أخرج سوريا من كونها ساحة صراع للقوى المركزية في العالم.

بدأت فترة إصلاح البلاد سياسياً واقتصادياً. الآن تأتي دول أخرى، فكروا في ما سيحدث بعد ذلك. فكروا في القوة المتجمعة لكل منهم. فكروا في ما يمكن أن يتغير في العالم.

الآن؛ نحاول فهم وقياس ما يمكن أن يحدث في لبنان والمناطق القريبة عبر سوريا. يناقش العالم كله؛ يحاولون التنبؤ بالخطوة التالية. لذلك، من الضروري أن نركز على تأثيرات التغيير في سوريا على المستوى الإقليمي والعالمي.

لنلخص:

بعد سوريا مباشرة، سلام الصومال وإثيوبيا… ما التالي؟
1- في غضون عشرة أيام، أطاح الثوار السوريون بنظام البعث في دمشق. تخلصت البلاد من حرب أهلية مروعة واحتلال إسرائيلي وإيراني، كانت محاصرة في معادلة الولايات المتحدة وأوروبا وإيران وروسيا ودول المنطقة. بينما يناقش العالم كيف حقق الثوار السوريون وتركيا والرئيس أردوغان ذلك، لم تتوقف تركيا.

2- في وقت لاحق، قام الرئيس أردوغان بتسوية النزاع بين الصومال وإثيوبيا. كانت الدولتان على شفا الحرب، وكان يُعتقد أن تقسيم الصومال أمر لا مفر منه. تم منح إثيوبيا منفذًا بحريًا، وتم منع تقسيم الصومال.

إثيوبيا هي واحدة من أكبر اقتصادات أفريقيا وأكثرها كثافة سكانية. زار رئيسا الدولتين تركيا، وتم توقيع الاتفاقيات. وهكذا، حلت التعاون والشراكات محل الحرب. انهارت أطروحات الولايات المتحدة، المملكة المتحدة، الدول الأوروبية وبعض دول المنطقة فجأة.

تركيا تبني قوتها في المحيطات

الصومال تتحكم في المدخل البحري للبحر الأبيض المتوسط والبحر الأحمر. تركيا تبني جيشًا في الصومال، وتؤمن سلامة بحارها. تساعد في مكافحة الإرهاب داخليًا. تعمل بشكل مشترك في استغلال احتياطياتها الكبيرة من الغاز الطبيعي والنفط. في يناير، سيزور أردوغان الدولتين، وسنشهد نتائج حيوية مرة أخرى.

بناء القوة التركية في البحر الأبيض المتوسط والمحيط الهندي يتقاطع عبر الصومال. الخطوة الكبرى التي تحول القوة الإقليمية إلى قوة عالمية تتم هنا.

الآن، سيتم إنهاء الحرب الأهلية في السودان. لبنان سيُحفظ.
1. بعد تسوية النزاع بين الصومال وإثيوبيا، بدأ الرئيس أردوغان مبادرات لإنهاء الحرب الأهلية في السودان. يحاول تهدئة الحكومة السودانية والقوى المدعومة من الإمارات، وإنهاء الصراع بين السودان والإمارات. من المحتمل أن يتم ذلك. السودان، واحدة من أقوى دول شرق أفريقيا، ستنجو من التقسيم.

السودان هو أحد أقوى الدول التي تتحكم في البحر الأحمر. السلام هنا سيريح المنطقة بأسرها.
2. بعد سوريا، طلبت حكومة لبنان المساعدة من تركيا. قد يُعتبر ذلك “مساعدة إنسانية”. لكن لبنان تحت تهديد إسرائيل بشكل واضح. إنه ضعيف تمامًا أمام إسرائيل. لبنان وسوريا في الواقع يشكلان جغرافيا واحدة. أعتقد أن تركيا تستعد لتولي دور “حامي لبنان”. يتم الآن بدء عملية جديدة لحماية لبنان، وتخفيف العلاقات بين سوريا ولبنان، وبناء خط دفاع قوي لتركيا في لبنان.

عقلية ألفية: انظروا كيف تُرسم الخرائط الجديدة؟ اتركوا عقولكم تستريح!
1. في وقت قصير، حدثت وتحدث تطورات استثنائية، وتركيا في صدارة كل ذلك. عقلية الجغرافيا التي عمرها ألف عام، والوراثة السياسية، قد تحركت. خطط الولايات المتحدة وأوروبا لتقسيم الخرائط تنهار أمام خطط تركيا للتكامل الجغرافي. أعتقد أن هذا السرعة ستستمر وتزداد.
2. من البحر الأدرياتيكي إلى سور الصين العظيم، من البحر الأسود إلى المحيط الهندي، من وسط آسيا إلى شرق أفريقيا، من باكستان إلى شمال أفريقيا، من البحر الأحمر إلى الخليج العربي، هناك إحياء لجغرافيا ووعي مشترك. تقييد ذلك بالعلاقات الثنائية البسيطة يعمينا. في الواقع، تتوحد تطلعات جميع دول هذه الجغرافيا الواسعة. هناك فهم مشترك فوق قومي، والخطوات تُتخذ في هذا الاتجاه.
3. هذه هي الخطوات المزلزلة للحزام العظيم والجغرافيا العظيمة. ستكون ناجحة. لأن أولئك الذين شلوا هذا العقل يفقدون قوتهم على المستوى العالمي، ونحن نملأ تلك الفراغ الكبير. تحت قيادة تركيا، تتشكل خريطة جيوسياسية مذهلة في جغرافيا كبيرة، وتحدث تحولات محورية، والمزيد سيحدث.

تركيا دولة كبيرة جدًا. فكروا في قضية سوريا بكل أبعادها. غيروا كل الخرائط والتصورات في عقولكم.

17.12.2024

صحيفة يني شفق / إبراهيم قراكول

المترجم: أحمد ضياء إبراهيم أوغلو
١٩ / ١٢ / ٢٠٢٤ م أوسكودار

Beytül Humus Derneğinin Açıklaması

Bismillahirrahmanirrahim

Beytül Humus Derneği, yargıç ve danışman Mustafa el-Kasım ile iş birliği içinde, sivil toplum kuruluşları ve vakıf kurumları olarak, Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi’ne, üye devletlere, mahkemelere, ilgili kuruluşlara ve tüm özgür insanlara, Suriye halkına karşı işlenen savaş suçlarından sorumlu olan Esed rejimi üyelerinin, özellikle Suriye katili Beşar Esed ve kardeşi Mahir Esed’in, uluslararası veya Suriye ulusal yargısına teslim edilerek yargılanmaları için çağrıda bulunmaktadır.

Ayrıca, Suriye devletinin, ilgili uluslararası anlaşmaları onaylayarak, uluslararası kuruluşlar aracılığıyla yargılamaların başlatılmasını ve suçluların yakalanıp en ağır cezaları almalarını sağlamalarını, ayrıca Esed rejimi ve destekçilerinin, yönetimleri boyunca ve rejimin çöküşü sırasında ülke dışına kaçırdıkları Suriye devletinin ve halkının mal varlıklarını en kısa sürede geri getirmelerini talep etmektedir.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
18.12.2024 Bolu

بسم الله الرحمن الرحيم

إن جمعية البيت الحمصي بالتعاون مع القاضي المستشار مصطفى القاسم كجمعية وهيئة من منظمات العمل المدني

تتوجه بالنداء إلى جميع الفعاليات والمؤسسات والمنظمات المدنية السورية والهيئات الوقفية لتبني موقف يطالب الأمم المتحدة ومجلس الأمن فيها والدول الأعضاء والمحاكم والمنظمات المختصة وكل حر في العالم للمساهمة في اعتقال مجرمي الحرب من أعضاء النظام السوري الساقط ولاسيما سفاح سورية بشار الأسد وشقيقه ماهر وتقديمهم إلى القضاء الدولي أو القضاء الوطني في سورية لمحاكمتهم على ما ارتكبوه من جرائم بحق الشعب السوري.

كما تطالب الدولة السورية بتصديق المعاهدات الدولية ذات الصلة لمباشرة الإجراءات القضائية والملاحقة عبر المنظمات الدولية بما في ذلك الشرطة الجنائية الدولية (الإنتربول) والمحكمة الجنائية الدولية للقبض على المجرمين الفارين ومحاكمتهم وإنزال أقصى العقوبات بهم وإلزامهم بإعادة أموال الدولة السورية والشعب السوري التي تم تهريبها خارج البلاد خلال سنوات حكمهم وفي أيام سقوط النظام السابق، وبأسرع وقت.

Osmanlı Yönetiminde Arap Asıllı Görevliler ..

Osmanlı İmparatorluğu döneminde Arap asıllı birçok kişi önemli devlet ve ordu görevlerinde bulunmuştur. İşte bazıları:

Birinci Bölüm: Sadrazamlık (Başbakanlık) Görevini Üstlenenler:

Sadrazam, padişahtan sonraki en yetkili kişiydi ve devletin mührünü taşırdı.
1. Osman Paşa bin Özdemir (Mısır): Sadrazam olarak görev yaptı.
2. Hayreddin Paşa (Tunus): Sadrazamlık makamına getirildi.
3. Mahmud Şevket Paşa (Irak): Sadrazam olarak hizmet verdi.
4. Süleyman Efendi el-Kilani (Bağdat): Sadrazamlık görevini üstlendi.
5. Seyyid Ebu’l-Hüda (Halep): Sadrazam olarak atandı.
6. Yusuf Sıdkı (Mardin): Sadrazamlık yaptı.
7. Ahmed Esad el-Haşa (Şam): Sadrazam olarak görev aldı.
8. İzzet Paşa ed-Dımaşki (Şam): Sultan II. Abdülhamid’in özel ikinci kâtibi ve başlıca bakanlarından biri olarak hizmet etti.
9. Kudri Paşa el-Hakim (Halep): Başvekil olarak başbakanlık yaptı.
10. Selim Paşa Melheme (Beyrut): Danışman olarak görev yaptı.
11. Necib Paşa Melheme (Beyrut): Danışmanlık görevini üstlendi.
12. Ebu’l-Hüda es-Seyyadi (Halep): Şeriflerin lideri ve kralın danışmanı olarak hizmet verdi.

İkinci Bölüm: Kadılık (Yargıçlık) Görevini Üstlenenler:
1. Kadı Şihabeddin el-Hafaci (Mısır): Kadı olarak görev yaptı.
2. Muhammed Efendi el-Cabi (Bağdat): İstanbul Kadısı olarak atandı.
3. Muhammed Emin el-Hamzavi (Şam): İstanbul Kadısı olarak hizmet verdi.
4. Muhammed Emin Efendi (Bağdat): İstanbul Kadısı olarak görev yaptı.
5. Muhammed Ataullah el-Kevakibi (Halep): İstanbul Kadısı olarak atandı.
6. Muhammed Said Efendi er-Rifai (Basra): İstanbul Kadısı olarak hizmet verdi.
7. Muhammed Feyzi ez-Zehavi (Bağdat): İstanbul Kadısı olarak görev yaptı.
8. Seyyid Tevfik el-Bekri (Mısır): İstanbul Kadısı olarak atandı.
9. Ömer Behcet Efendi (Halep): İstanbul Kadısı olarak hizmet verdi.
10. Mustafa er-Rifai el-Cündeli (Hums): İstanbul Kadısı olarak görev yaptı.
11. Cemil Efendi el-Cemil (Bağdat): İstanbul Kadısı olarak atandı.
12. Abdurrahman el-Kilani (Bağdat): İstanbul Kadısı olarak hizmet verdi.
13. Abdurrezzak Efendi es-Seyyadi (Halep): İstanbul Kadısı olarak görev yaptı.
14. Ataullah Efendi el-Müderris (Halep): İstanbul Kadısı olarak atandı.
15. Hamza Akdes (Hadramut): İstanbul Kadısı olarak hizmet verdi.
16. İbrahim Esad Efendi el-Haşa (Medine): İstanbul Kadısı olarak görev yaptı.
17. Ebu’l-Hayr Efendi Abidin (Şam): İstanbul Kadısı olarak atandı.
18. Esad Efendi eş-Şükayri (Akka): İstanbul Kadısı olarak hizmet verdi.

Üçüncü Bölüm: Vali ve Nazırlık (Bakanlık) Görevini Üstlenenler:
1. Takiyüddin Paşa el-Müderris (Halep): Çeşitli vilayetlerde valilik yaptı.
2. Munif Paşa el-Ayntabi (Halep): Birçok nazırlık görevinde bulundu.
3. Nasır Paşa es-Saadun (Basra): Basra Valisi olarak hizmet verdi.
4. İsmail Hakkı Paşa (Lazkiye): Bayındırlık Nazırı olarak görev yaptı.
5. Franco Paşa Nasrallah (Halep): Cebel-i Lübnan Mutasarrıfı olarak atandı.
6. Naum Paşa et-Tenucci (Halep): Lübnan Mutasarrıfı ve ardından Paris Büyükelçisi olarak hizmet verdi.
7. Mahmud Şefik Paşa el-Kurani (Halep): Emniyet Nazırı olarak görev yaptı.
8. Yahya Paşa el-Yeken (Şam): İşkodra Valisi olarak atandı.
9. Hasan Edib Paşa (Şam): Yemen ve Trablusgarp valiliklerinde bulundu.

Dördüncü Bölüm: Osmanlı Ordusunda Görev Alan Arap Asıllı Askerî Yetkililer:
1. Zeki Paşa el-Müdîr (Halep): Rütbesi “Fırka Generali” (Fırka Komutanı), Dördüncü Ordu Komutanı.
2. Kamil Paşa el-Kudsî (Halep): Rütbesi “Fırka Generali”, Demir Tümeni Komutanı.
3. Hadi Paşa el-Ömerî (Bağdat): Rütbesi “Fırka Generali”, Harbiye Nazırı.
4. Hasan Tahsin Paşa (Şam): Rütbesi “Tümen Generali”, Kurmay Başkanı.
5. Esad Paşa Kadah (Şam): Rütbesi “Tümen Generali”, Kurmay Başkanı.
6. Muhammed Ali Paşa el-Kudsmânî (Şam): Rütbesi “Tümen Generali”, Süvari Komutanı.
7. Sabit Paşa el-Kuraydî: Piyade Komutanı.
8. Zahid Paşa eş-Şeyh Fadlî: Askerî Teftiş Kurulu Üyesi.
9. Zahid Paşa el-Hevvâl: Süvari Tümen Generali.
10. Said Paşa er-Rîhâvî: Diyarbekir Tümeni Komutanı.
11. Abdülhamid Paşa el-Arnavutî: Kurmay Başkanı.
12. Sami Paşa el-Fârûkî (Bağdat): Horan Seferi Komutanı.
13. Mustafa Paşa el-Kürdî (Bağdat): Tümen Generali.
14. Rıza Paşa er-Rikâbî (Şam): Bağdat ve ardından Halep Kolordusu Komutanı.
15. Esad Paşa Savvâya (Lübnan): Harp Okulu Öğretmeni.
16. Ahmed Tevfik Paşa el-Halebî: Yemen Kolordusu Komutanı.
17. Fuad Paşa: Şam’dan, Harbiye Nezareti Danışmanı.
18. Said Sa’dî Paşa Ramazan (Şam): Harbiye Nezareti Danışmanı.
19. Muhammed Ali eş-Şahrûr Paşa (Şam): Tümen Generali.
20. Abdülhamid Paşa el-Kıltakcı (Şam): Kurmay Başkanı.

Beşinci Bölüm: Sultanların Yanında Görev Yapan Arap Asıllı Şahsiyetler:
1. Âlim Akşemseddin (Şam): Sultan II. Mehmed’in (Fatih Sultan Mehmed) hocası ve eğitmeni; Hz. Ebubekir’in soyundan gelen Suriyeli bir Arap.
2. Muhammed Paşa el-Iraksûsî (Şam): Sultan Abdülaziz, Sultan V. Murad ve Sultan Abdülmecid dönemlerinde görev yaptı.
3. Ali Kıyrat Paşa (Trablus): Aynı sultanlara hizmet etti.
4. Sadık Paşa el-Müeyyed (Şam): Sultan Abdülmecid’in yaveri ve Bulgaristan’da elçi.

Altıncı Bölüm: Osmanlı Döneminde Öne Çıkan Arap Asıllı Âlimler ve Fakihler
1. Tabîb İbnü’n-Nakîb el-Halebî: Halep’ten tanınmış bir doktor.
2. Âlim ve Edebiyatçı Şihâbüddin el-Mısrî: Mısırlı tanınmış bir âlim ve edebiyatçı.
3. Fakih ve Vaiz Muhammed el-İstıvânî ed-Dımaşkî: Sultan II. Mehmed’in (Fatih Sultan Mehmed) İstanbul’daki camiinde vaizlik yaptı.
4. Emevî Camii Hatibi ve Şam Başhekimi Ebubekir bin Mahmûd, “İbnü’l-Hakîm” olarak bilinir: Şam’da tanınmış bir doktor ve hatip.
5. Takıyyüddin eş-Şâmî: Astronom ve mühendis; birçok saat, buhar makineleri ve teleskoplar icat etti.

Zikredilen bu şahsiyetler, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Arap asıllı Osmanlı vatandaşlarının devlet yönetimi, ordu ve ilim alanlarında önemli roller üstlendiğini göstermektedir.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
18.12.2024 Bolu

🔸 من عمق التاريخ_الإسلامي.”

لمن يقول ان العرب لم يتولوا المناصب في الدوله العثمانيه .

بعض من اسماء الشخصيات العربيه الذين شغلوا مناصب مهمه في الدوله العثمانيه.

اولا :بعض من تولي مناصب الصداره” الصدر الاعظم” أعلى منصب تحت السلطان مع السلطة المطلقة له وهو الذي يحمل ختم السلطنة والوزراء.
(الاسم ).(من أي بلد عربي).(المنصب الذي شغله ).

  1. عثمان باشا بن اوزديمير (مصري) منصب الصدر الاعظم .
  2. خير الدين باشا (تونسي) منصب الصدر الاعظم .
  3. محمود شوكت باشا (عراقي) منصب الصدر الاعظم .
  4. سليمان افندي الكيلاني (بغداد) منصب الصدر الاعظم .
  5. السيد ابو الهدي (حلب) منصب الصدر الاعظم .
  6. يوسف صدقي (ماردين) منصب الصدر الاعظم .
  7. احمد اسعد الخشه (دمشق) منصب الصدر الاعظم .
  8. عزت باشا الدمشقي ( دمشق) الكاتب الثاني الخاص بالسلطان عبد الحميد ومن كبار وزراء السلطان ومستشاريه .
  9. قدري باشا الحكيم (حلب) تولي رئاسه الوزراء باش وكيل .
  10. سليم باشا ملحمه (بيروت) مستشار .
  11. نجيب باشا ملحمه (بيروت) مستشار .
  12. ابو الهدي الصيادي (حلب) نقيب الاشراف ومستشار الملك.

ثانيا: منصب القضاء:

  1. القاضي شهاب الدين الخفاجي (مصري) قاضي.
  2. محمد افندي الجابي (بغداد) قاضي استنبول.
  3. محمد امين الحمزاوي(دمشق) قاضي استنبول
  4. محمد امين افندي (بغداد) قاضي استنبول
  5. محمد عطاء الله الكواكبي(حلب) قاضي استنبول
  6. محمد سعيد افندي الرفاعي (البصره) قاضي استنبول
  7. محمد فيضي الزهاوي (بغداد ) قاضي استنبول
  8. السيد توفيق البكري (مصري ) قاضي استنبول
  9. عمر بهجت افندي (حلب) قاضي استنبول
  10. مصطفي الرفاعي الجندلي (حمص) قاضي استنبول
  11. جميل افندي ال جميل (بغداد) قاضي استنبول
  12. عبد الرحمن الكيلاني (بغداد) قاضي استنبول
  13. عبد الرزاق افندي الصيادي(حلب) قاضي استنبول
  14. عطاء الله افندي المدرس(حلب) قاضي استنبول
  15. حمزه اقدس (حضرموت) قاضي استنبول
  16. ابراهيم اسعد افندي الخشه (المدينه) قاضي استنبول
  17. ابو الخير افندي عابدين (دمشق) قاضي استنبول
  18. اسعد افندي الشقيري (عكا) قاضي استنبول

ثالثا: منصب الوالي والنظار :

  1. تقي الدين باشا المدرس (حلب) تقلب في عده ولايات.
  2. منيف باشا العنتابي (حلب ) توالي عده نظارات .
  3. ناصر باشا السعدون ( البصره ) والي البصره .
  4. اسماعيل حقي باشا (اللاذقيه) ناظر النافعه.
  5. فرانكو باشا نصر الله (حلب) متصرف جبل لبنان .
  6. نعوم باشا التنوتجي (حلب) متصرف لبنان ثم سفير الي باريس .
  7. محمود شفيق باشا الكوراني (حلب ) ناظر الضبطيه .
  8. يحي باشا اليكن (الشام) والي اشقودارة .
  9. حسن اديب باشا (الشام) تولي ولايتي اليمن وطرابلس الغرب .

رابعا : مناصب في الجيش العثماني :

  1. زكي باشا المدير (حلب) الرتبه (فريق) قائد الجيش الرابع .
  2. كامل باشا القدسي (حلب) الرتبه(فريق)قائد فرقه الحديده.
  3. هادي باشا العمري(بغداد)الرتبه(فريق) ناظر الحربيه.
  4. حسن تحسين باشا (الشام) الرتبه (اميرلوء) اركان حرب .
  5. اسعد باشا قدح (الشام ) الرتبه (امير لوء) اركان حرب .
  6. محمد علي باشا القضماني (الشام) الرتبه (اميرلوء) قائد خياله .
  7. ثابت باشا الكريدي (قائد مشاه)
  8. زاهد باشا الشيخ فضلي ( عضو مجلس التفتيش العسكري) .
  9. زاهد باشا الهبل (امير لوء) سواري .
  10. سعيد باشا الريحاوي(قائد فرقه ديار بكر )
  11. عبد الحميد باشا الارناؤوطي (اركان حرب )
  12. سامي باشا الفاروقي (بغداد) قائد حمله حوران .
  13. مصطفي باشا الكردي (بغداد ) امير لوء.
  14. رضا باشا الركابي ( الشام ) قائد فليق بغداد ثم حلب .
  15. اسعد باشا صوايا ( لبنان ) معلم في المدرسه الحربيه .
  16. احمد توفيق باشا الحلبي قائد فليق اليمن .
  17. فؤاد باشا مستشار نظاره الحربيه من الشام .
  18. سعيد سعدي باشا رمضان (الشام) مستشار وزاره الحربيه .
  19. محمد علي الشحرور باشا (الشام ) امير لوء.
  20. عبد الحميد باشا القلطقجي (الشام) اركن حرب .

خامسا: من رافق السلاطين :

1. العالم آق شمس الدين (مربي السلطان محمد الفاتح ومعلمه) عربي من (دمشق) من نسب سيدنا ابو بكر الصديق رضي الله عنه.
2. محمد باشا العرق سوسي (الشام) مرافق للسلاطين الثلاثه (عبد العزيز ، مراد ، عبد المجيد)
3. علي قيراط باشا (من طرابلس) رافق نفس السلاطين.
4. صادق باشا المؤيد (الشام) مرافق للسلطان عبد المجيد خان ووزير مفوض في بلغاريا).

سادسا: العلماء والفقهاء والوعاظ :
1.الطبيب بن النقيب الحلبي
2.العالم والاديب شهاب الدين المصري.
3.الفقيه والواعظ محمد الاسطواني الدمشقي. كان واعظ في جامع السلطان محمد الفاتح .
4.خطيب الجامع الاموي ورئيس اطباء دمشق ابو بكر بن محمود المعروف ب( بن الحكيم).
5.تقي الدين الشامي عالم فلك ومهندس اخترع الكثير من الساعات ورافعات الدخان ( المحرك البخاري ) وادوات فلكيه المنظار الموضح .

〰〰〰〰〰〰〰
قناة📚من عمق التاريخ الإسلامي📚
؏ التليجرام’.
https://t.me/ContemporarHistory
〰〰〰〰〰〰〰
📚من عمق التاريخ الاسلامي٢📚
https://chat.whatsapp.com/JtM9JI44kft2eNGjFsqW61

İsrail’de Türkiye ve Erdoğan Hakkında Konuşulanlar ..

İsrail’in önde gelen gazetelerinden “Israel Hayom”un bu akşam yayımladığı bir raporda, Dışişleri ve Güvenlik Komitesi üyesi Milletvekili Amit Halevi’nin, Kürtler ve Dürzileri, Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) lideri Colani ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın politikalarına karşı şüphe duymaya teşvik etme konusunu iki kez Başbakan Netanyahu’ya ilettiği belirtildi. Halevi, Netanyahu’ya yazdığı mektupta, “Suriye’nin radikal İslam’ın ve Erdoğan’ın emperyalist emellerinin bölgesel merkezi olma tehdidiyle karşı karşıyayız. Bu nedenle, İsrail hükümetinin Suriye’deki uluslararası sınırların ve komşularıyla olan sınırların yeniden düzenlenmesi için bir uluslararası konferans düzenlemesini teşvik etmesi gerekiyor. Bu, devletin güvenliğini sağlamak ve radikal İslam’a dayalı yeni bir Nazi rejiminin kurulmasını önlemek için elzemdir.” ifadelerini kullandı.

Gazetenin raporunun başlığı ise şöyle: “İsrail’e silah kaçakçılığı ve Hamas liderlerini barındırma: İsrail’i endişelendiren Türk bağlantısı”.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Netanyahu, güç zehirlenmesi yaşıyor ve Trump’ın, Batı Şeria’da ilhak ve tehcir ya da Suriye ve Lübnan’da genişleme gibi emellerini gerçekleştirme konusunda hiçbir talebini reddetmeyeceğine inanıyor. Netanyahu, Suriye’deki yeni liderliğin güvence vermelerini dikkate almayacak ve bugün Hermon Dağı’na yaptığı ziyaret, planlarının doğası hakkında bir fikir veriyor. Ayrıca, yukarıdaki ifadeler, Suriye’yi bölme çabalarını gösteriyor.

Bölge zorlu bir süreçten geçiyor, özellikle de resmi Arap çevrelerinde, Suriye’nin bölünmesini, “siyasal İslam” olarak adlandırdıkları bir rejim altında istikrarına tercih edecek olanlar var.

Önceliklerin yanlış belirlenmesi ve bu durumun getirdiği sıkıntılar, Siyonistlerin planlarına karşı koymayı zor ve maliyetli hale getirecek, ancak bu ümmetin başarabileceğine inanıyoruz; tarihimiz bunun en büyük şahididir.

İsrail’in Suriye’yi bölme planları ve bölgedeki stratejileri hakkında daha fazla bilgi edinmek için aşağıdaki videoyu izleyebilirsiniz: 👇
https://youtube.com/watch?v=-0MoOWfXVNs&si=kml9rFbMGA8o_bH-

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
18.12.2024 Bolu

‏كلام خطير.. عن سوريا و”الإمبريالية الأردوغانية”!

‏من تقرير لـ“إسرائيل اليوم” هذا المساء..

‏كشفت أن “عضو لجنة الشؤون الخارجية والأمن، النائب عميت هليفي، توجّه مرتين بهذا الموضوع (تشكيك الأكراد والدروز بنهج الجولاني وأردوغان) إلى نتنياهو وطلب فحص إمكانية التحرّك بشكل نشط لتقسيم سوريا إلى “كانتونات”، وهو موضوع تم فحصه أيضا في أعلى هرمية جهاز الأمن. كتب هليفي إلى نتنياهو: “نحن الآن أمام تهديد واضح بأن تتحوّل سوريا إلى مركز إقليمي للإسلام الراديكالي ولطموحات الإمبريالية الأردوغانية”. وأضاف: “لذا من الضروري أن تقوم حكومة إسرائيل في هذه الأيام بالترويج لعقد مؤتمر دولي من أجل إعادة ترتيب الحدود الدولية داخل سوريا ومع جيرانها، لضمان أمن الدولة ولمنع إنشاء نظام نازي جديد على غرار الإسلام المتطرف”. (انتهى).

‏عنوان تقرير الصحيفة هو: “تهريب الأسلحة إلى إسرائيل واستضافة كبار حماس: المحور التركي الذي يقلق إسرائيل”.

‏قلنا مرارا إن نتنياهو يعيش حالة من “غرور القوة”، بجانب اعتقاده أن ترامب لن يردّ له طلبا فيما خصّ تحقيق طموحاته في التوسّع، إن كانت في الضفة الغربية (بالضمّ والتهجير)، أم في سوريا ولبنان، بجانب الهيمنة على المنطقة، وهو (نتنياهو) لن يشتري تطمينات القيادة الجديدة في سوريا، وزيارته اليوم لجبل الشيخ تعطي فكرة عن طبيعة مخطّطاته، بجانب الكلام أعلاه عن السعي إلى تقسيم سوريا.

‏المنطقة في مخاض عسير، بخاصة أن في المجال العربي الرسمي من سيفضّلون تقسيم سوريا على استقرارها في ظل نظام ينتمي لما يسمّونه “الإسلام السياسي”.

‏بؤس معجون بخلل الأولويات سيجعل التصدي لمخطّطات الصهاينة صعبا ومكلّفا، لكننا واثقون من قدرة هذه الأمّة على النجاح، وتاريخها أكبر شاهد.

Evlatlarınıza Kutlu Şehir Şam’ı Tanıtın ..

Ne Mutlu Şam’a

Çocuklarınıza Şam’ı şöyle tanıtmanız gerek:
Guta ve Zebadani’de yapılan gezintiler değildir.
Ne tatlı yoğurt (muhallebi), ne künefe tabakları, ne de peynir tatlısıdır.

Şam,
Ey efendiler, bir zamanlar cemiyetlerin ışığı, Şeyh Ali ed-Dakkar, Bedreddin el-Haseni, Abdulrauf İstıvani ve Ali Tantavi’ydi.

Genel müftüsü, aynı zamanda doktor olan bir âlimdi: Doktor Şeyh Ebu’l Yüsr Abidin.
Camilerinin müezzinleri, Kur’an hafızlarıydı.

Çarşıları dünyaya emanet ihraç ederdi; ürünleri en iyi, en sağlam ve en ince işçilikle üretilirdi.
Tüccarları İslam dini âlimleriydi.
Onların son temsilcilerinden biri, Şeyh Nizar el-Hatib idi, Emevi Camii imamı. Allah hepsine rahmet eylesin.

Şam, geçtiğimiz yüzyılda cihadın Şam’ıydı.
Hasan el-Harrat ve Yusuf el-Azma’nın Şam’ı.
Filistin’de büyük mücahitlerin çıktığı yerdi.
Tıpkı Şeyh İzzeddin el-Kassam gibi, Allah ona rahmet eylesin.

En eski âlimlerin yazmaları onun kütüphanelerinde bulunur!
İmam Nevevi, İbn Kesir ve İbn Kayyim, Allah hepsine rahmet eylesin, oraya seyahat etmişlerdi.

Şam, geçmiş yüzyılda ne “Bab El-Hara” dizisi, ne ebe Umm Zeki, ne de Fransız eşiyle gizlice tatlılar yapan Abu İsam’dı!

Şam, Arap dünyasının en eski üniversitesinin kurulduğu (1922),
En eski anayasanın yazıldığı,
En köklü tıp ve hukuk fakültelerinin açıldığı,
Ve tarihin tanıdığı en eski şehirdir.

Şam, geçmiş yüzyılda Muvassât Hastanesi, İbn Nefis, Zehravi ve sağlık hizmetleriydi.

Suriye Cumhuriyeti’nin ilk başkanı olan Muhammed Ali el-Abid:
• Kur’an’ı ezbere bilirdi,
• Sorbonne Üniversitesi’nden uluslararası hukuk ve inşaat mühendisliği alanlarında iki doktora derecesine sahipti,
• Yedi canlı dili akıcı şekilde konuşurdu,
• Seçimle cumhurbaşkanı oldu,
• Dört yıl sonra istifa etti,
• Hiç maaş almadı,
• Tüm servetini devlet hazinesine bağışladı,
• Ve Ramazan’da bin oruçluyu doyururdu.

Şam, bir zamanlar Orta Doğu’nun en büyük fuarı olan Şam Uluslararası Fuarıydı.
Dünyaca ünlü şirketlerle buluşmak için tüm Arapların geldiği bir fuardı.
Bugünkü gibi sadece bisküvi, şekerleme ve içecek fuarı değildi.

Şam, yargının en dürüst, en onurlu ve en şerefli hâkimlerinin çıktığı yerdi.
Yargı, paranın en yüksek teklifi kazandığı bir açık artırma alanı değildi.

Geçmiş yüzyılda Şam, tarımda, sanayide, bilimde, yönetimde ve hükümde Arap ülkelerinin en ileride olanıydı.
1950’lerde Malezya Başbakanı Mahathir Muhammed Şam’ı ziyaret ettiğinde şöyle demişti:
“Bir gün Malezya’nın Şam gibi olmasını dilerim.”

Çocuklarınıza öğretin ve bilinçlendirin. Kadim tarihimizden bahsedin ki, Şam’ın parlak yüzü bozulmasın.
Öğretin ki, yolsuzluk ve fakirlik artsa da Şam, Peygamberimiz ﷺ’in hadisiyle müjdelenmiştir:
“Ne mutlu Şam’a.”
Sahabeler sordu: “Neden, ya Resulallah?”
Peygamberimiz dedi ki:
“Çünkü Rahman’ın melekleri kanatlarını onun üzerine yaymıştır.”
Ve şöyle buyurmuştur:
“Şam halkı bozulursa, sizde hayır kalmaz.”

Allah aşkına, özünüze sahip çıkın ki, Şam halkı bozulmasın ve Şam’ımızın tertemiz yüzü korunmuş olsun.

Allah’ım, Şam’ı ve halkını her türlü kötülükten koru. Âmin.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
18.12.2024 Bolu

طوبى للشام

علموا اولادكم بأن الشـــــام​.
ليست سيران الغوطة والزبداني.
ليست زبادي المحلاية وصدورة الكنافة وحلاوة الجبن ..
​الشـــــام​
في ما مضى يا سادة هي الجمعية الغراء والشيخ علي الدقر. وبدر الدين الحسني و “عبد الرؤوف اسطواني” و “علي الطنطاوي.”

مفتيها العام كان طبيب بشري هو الشيخ الطبيب “أبو اليسر عابدين”

ومؤذن مسجدها حافظ للقرآن …

أسواقها تُصدِّر “الأمانة” للعالم وأحسن وأكثر البضائع “إتقانا وحرفية”

تجارها علماء بالدين الإسلامي.
كان آخرهم الشيخ التاجر “نزار الخطيب” إمام الجامع الأموي رحمهم الله …

​الشـام​ في القرن الماضي هي شام الجهاد ..
شام”حسن الخراط” و “يوسف العظمة”
​الشـام​ التي خرج منها من كبار المجاهدين في فلسطين ..
كالشيخ “عز الدين القسام” رحمه الله ..

إن أقدم مخطوطات العلماء موجودة في مكتباتها !
وإليها رحل الإمام “النووي” و “ابن كثير” .. و “ابن القيم” رحمهم الله …

​الشـام​ في القرن الماضي ليست باب الحارة والداية أم زكي وأبو عصام الحكيم و “قطايف” زوجته الفرنسية بالسر!

​الشــام​ حيث اول وأقدم جامعة في الوطن العربي 1922 …
وأقدم دستور وأعرق كلية طب وحقوق وأقدم مدينة عرفها التاريخ ..

​الشـــــام​ في القرن الماضي هي “مشفی المواساة” “وابن النفيس” “والزهراوي” “والرعاية الصحية”

الشام أول رئيس للجمهورية السورية هو “محمد علي العابد”
هو

  • يحفظ القرآن الكريم ..
  • يحمل شهادتي الدكتوراة في الحقوق الدولية وفي الهندسة المدنية من السوربون/ فرنسا
  • يتقن سبع لغات حية ..
  • فاز برئاسة الجمهورية بالانتخاب ..
  • استقال بعد أربع سنوات .
  • لم يتقاضى راتبا أبداً ..
  • تبرع بكامل ثروته لخزينة الدولة ؟؟
  • كان يُطعم ألف صائم في رمضان ..؟

الشام معرض دمشق الدولي الذي كان اكبر معرض في الشرق الأوسط وياتي اليه كل العرب ليلتقوا بالشركات العالمية.
وليس معرض بسكوت وراحة ومصاص ..

الشام لم يكن القضاء فيها مزاد علني يحكم فيه لمن يدفع اكثر.
بل في القرن الماضي خرجت أفضل القضاة ورجال القانون الذين يشهد لهم بالنزاهة والشرف والأمانة والرجولة.

الشام في القرن الماضي كانت اكثر الدول العربية تقدماً وازدهاراً في الزراعة والصناعة والعلم والإدارة والحكم.
زارها “مهاتير محمد” رئيس ماليزيا في الخمسينات وقال أتمنى ان تصبح ماليزيا في يوم من الأيام مثل الشام.

علموا أولادكم ووعوهم .. عن تاريخنا العريق ..قبل أن يشوهوا الوجه المشرق للشام ..
علموهم وإن زاد فيها الفساد والفاقة بأنها حديث الرسول ﷺ
طوبى للشام
قيل له. ولم يا رسول الله ؟
قال إن ملائكة الرحمن باسطة أجنحتها عليهم.
وقال ﷺ إذا فسد أهل الشام فلا خير فيكم.

فبربكم ابقوا على أصالتكم حتى لا يفسد أهل الشام وكونوا تلك الصورة الناصعة لشامنا ..
اللهم احفظ الشام وأهلها من كل شر يحاك لها يا رب العالمين …
اللهم آمين ..

Zor ve Risk Anında Feministlerin Tavrı?

Neden bir feministin “Beşar Esad’ı devirmek için devrimcilerle omuz omuza savaşmak istiyorum” dediğini duymadık?

Denklem basit: Refah arttıkça, erkek ayrıcalıklarını talep eden feminizm gelişir; ancak krizler derinleştikçe geleneksel roller yeniden ortaya çıkar.

Bu sahneyi altı tenakuz açıklıyor:

Birincisi | Refah teorik tartışmayı doğurur:
Kaynak bolluğu olan refah toplumlarında, kadınlar arasında cinsiyet eşitliği tartışmalarına imkan tanıyan entelektüel bir rahatlık oluşur.
Fakat kuşatma altındaki Şam’da, aç bir karınla kim eşitlik nazariyelerini düşünebilir?

İkincisi | Sözde eşitliğin seçiciliği:
Feministlerin sesi, liderlik pozisyonları ve ayrıcalıklar için yükselir; ancak vatanı savunmak ve cephede savaşmak gibi sorumluluklar söz konusu olduğunda tamamen susar.
Bu, sadece kazançlarda eşitliktir, sıkıntı ve risklerde değil!

Üçüncüsü | Krizler geleneksel rolleri çağırır:
Savaş çanları çaldığında her şey doğal hâline döner: Erkekler savaşır, kadınlar hayatı muhafaza eder.
Geleneksel roller bir “seçim” değil, bir varoluş mecburiyetidir!

Dördüncüsü | Feminizm refahın çocuğudur:
Feminizm, bir bahçedeki çiçek gibi büyümek için istikrarlı bir ortama ihtiyaç duyar.
Ancak savaş meydanlarında, hayatta kalma çığlıkları karşısında eşitlik fikirleri solar gider.

Beşincisi | Hayatta kalma biyolojik gerçeği ortaya çıkarır:
Tehlike anlarında nazariyat çöker ve tamamlanmaya olan ihtiyaç belirginleşir: Kadın korunma arar, erkek bu korumayı sağlar.
Bu basit bir biyolojik denklemdir!

Altıncısı | Tarih bunu doğrular:
Yüzyıllar boyunca tüm savaşlar ve kıtlıklar, geleneksel rolleri yeniden teyit etmiştir.
Feminizm, tarihî bir istisnadır; kalıcı bir kural değil, erkek egemen toplumlara geçici bir müdahaledir.

Sonuç: Feminizm, seçici ve lüks bir olgudur ve ilk gerçek bir imtihanda yok olur.
Savaş ateşi yandığında geleneksel roller hayatta kalmak için bir gereklilik olarak öne çıkar ve feminizmin sahte eşitliğini açığa çıkarır – bu eşitlik, yalnızca kazançlarda vardır, sorumluluklarda ve risklerde değil!

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
17.12.2024 Bolu

Yukarıdaki Değerlendirmeyi Okuyanların Aşağıda Linkini verdiğim yazıları okumaları da faydalı olur.👇

https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/feminizm-ve-kadin?amp
👇
https://tr.m.wikipedia.org/wiki/İslami_feminizm

لماذا لم نسمع نسوية تقول: أريد أن أشارك مع الثوار لاسقاط بشار الأسد

المعادلة بسيطة: كلما زاد الترف ازدهرت النسوية المطالبة بالمميزات الذكورية، وكلما اشتدت الأزمات عادت الأدوار التقليدية!

المتناقضات الست تفسر المشهد:
أولاً | الترف يولد الجدل النظري:
فائض الموارد في المجتمعات المترفة يخلق رفاهية فكرية نسائية تسمح بالجدل حول المساواة بين الجنسين.
لكن في دمشق المحاصرة ، من يفكر في نظريات المساواة والبطن خاوية؟

ثانياً | انتقائية المساواة المزعومة:
صرخات النسوية تعلو للمطالبة بالمناصب القيادية والامتيازات، لكنها تخفت تماماً عند الحديث عن مسؤوليات الدفاع عن الوطن والقتال في الميادين.
مساواة في المكاسب فقط، دون المخاطر!

ثالثا | الأزمات تستدعي الأدوار التقليدية:
عندما تدق طبول الحرب، يعود كل شيء إلى أصله – الرجال للقتال، والنساء لحفظ الحياة.
الأدوار التقليدية ليست (خياراً) بل ضرورة بقاء!

رابعا | النسوية ابنة الرخاء:
تحتاج النسوية لبيئة مستقرة لتنمو كالزهرة في الحديقة.
لكن في أرض المعارك، تذبل أفكار المساواة أمام صرخات البقاء.

خامسا | البقاء يكشف الحقيقة البيولوجية:
في لحظات الخطر، تسقط النظريات وتظهر الحاجة للتكامل – المرأة تبحث عن الحماية، والرجل يقدمها.
هي معادلة بيولوجية بسيطة!

سادسا | التاريخ يؤكد:
عبر العصور، كل الحروب والمجاعات أعادت تأكيد الأدوار التقليدية.
النسوية استثناء تاريخي مؤقت و تطفل على المجتمعات الذكورية ، وليست قاعدة ثابتة.

النتيجة النهائية: النسوية ظاهرة (مترفة انتقائية) تختفي عند أول اختبار حقيقي.
فالأدوار التقليدية تبرز كضرورة وجودية عندما تشتعل نيران الحرب، وتكشف زيف المساواة التي تطالب بها النسوية – مساواة في المكاسب فقط، دون المسؤوليات والمخاطر!

Okumanızı Tavsiye Ettiğim Arapça Makaleler:👇
https://ar.m.wikipedia.org/wiki/الحركةالنسويةالإسلامية
👇
https://islamqa.info/amp/ar/answers/354682

Şartlandırarak Aldatma ..

“Gönül ve Zihinlerimizdeki Putları Yıkın!”

2013 yılında, Amerikalı yazar Michael Hastings, Los Angeles’ta bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Ölümünden birkaç ay önce, Amerika’nın Afganistan’ı işgaline dair bir makale yazmış ve Amerikan askerlerinin burada artan ölümleriyle ilgili şu yorumu yapmıştı:
“Bu Afganlar televizyon izlemiyor, ‘Rambo’ ve ‘James Bond’ filmlerinden hiçbir şey bilmiyorlar. Bu yüzden bizi sadece işgalci olarak görüyorlar ve ne pahasına olursa olsun bizi ülkelerinden çıkarmaları gerektiğini düşünüyorlar. Bu nedenle tüm silahlarımız ve psikolojik savaş metotlarımız onlara karşı işe yaramıyor.”

1993 yılında ise, Amerikan ordusunun Somali’deki başarısızlığı sonrasında, CNN’den bir spiker, bir Amerikan generaline sordu:
“Somali’de neden başarısız oldunuz?”
Generalin cevabı şöyleydi:
“Somali’de entelektüel yok.”

Bu iki haber her şeyi özetliyor!
İlk haberde şu cümleyi dikkatle inceleyin:👇
“Bu Afganlar televizyon izlemiyor, ‘Rambo’ ve ‘James Bond’ filmlerinden hiçbir şey bilmiyorlar!”

Kapitalist uygarlık, göğüslerimize, cahiliye dönemindeki Arapların putlarından farksız, tehlikeli putlar oymuştur. Bu putlara tapınmasak bile hayatımızı gölgeler, bilincimizi engeller ve daha kötüsü, özgürleşme gayretlerimize taş koyar.

Hollywood, bize Amerikan askerinin ölümsüz olduğunu göstermeye çalışır. O, her zaman yenilmez ve kazanan kahramandır!
Bir grup Amerikan askeri, belirli bir görev için bir yere indirilir. Bu ekip her zaman başarılı olur, tüm düşmanları öldürür ve ekipteki herkes sağ kurtulur. Filmin sonunda mutlaka bir asker, helikoptere bindirilirken yaralı bir şekilde arkadaşının omzuna dayanır. İşte bu, gönlümüze, zihnimize oyulan Amerikan askeri putudur: Her zaman galip gelir, kanar ama ölmez!

Vietnam hakkında yüzlerce film ürettiler. Bu filmlerde Vietnamlıları saf, kötü, saman şapka takan köylüler olarak sundular. Ellerinde tüfekleriyle, insanlığın en seçkin askerlerine karşı savaşan zavallılar olarak tanıttılar. Ancak gerçek şu ki, bu sıradan köylüler, baltalarını ve tırmıklarını bırakıp ülkelerini savunmak için silaha sarıldılar!
Hangi mantığa göre okyanusun ötesinden gelen biri, hak sahibini öldürmek için buraya gelir ve masum köylü terörist olarak görülür?
Sormak bile yasaktır: Gerçek terörist kimdir? Tarlasının, kulübesinin ve tırmığının sahibi mi, yoksa topuyla, tüfeğiyle ve askerî miğferiyle gelip kulübesini ondan almak isteyen mi?

Amerikan filmleri, Kızılderilileri her zaman, uygarlığın ve medeniyetin kıymetini bilmeyen barbar ve ilkel bir topluluk olarak gösterir. Bu, onların ölümünü haklı kılacak büyük bir suçtur. Ancak hepimiz biliyoruz ki Kızılderililer, Avrupalıların topraklarını insan atıkları çöplüğüne dönüştürmeye karar vermesinden binlerce yıl önce barış içinde yaşıyordu. Avrupa, suçlularını; katillerini, tecavüzcü ve hırsızlarını bu topraklara sürgün olarak gönderdi.
Ama gerçek ne olursa olsun, Amerikanın her zaman haklı olduğuna inanmanız gerekiyor. Amerikalı yalnızca hak ve adalet için mücadele eder(!).

Aylardır Gazze’deki savaşı durdurmaya yönelik çabalarından, aşırı güç kullanımından duydukları endişelerden bahsediyorlar. Oysa bu “aşırı güç” onların silahlarıyla kullanılıyor!
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Gazze’deki savaşı durdurmak için oturum yapılıyor, herkes kabul ediyor, ama Amerika veto ediyor! Sonra tekrar savaşı durdurmaya çalıştıklarını söylüyorlar ve aşırı güç kullanımından endişe duyduklarını dile getiriyorlar.

Onlar her şeye müdahale ediyorlar, sadece bilinç oluşturmakla kalmıyor, zevklerimizi de şekillendiriyorlar!
Birkaç yıl önce, 1930 yılına ait bir Amerikan gazetesinde bir reklam gördüm. Reklam, bir kadın kilo alma merkeziyle ilgiliydi ve şöyle diyordu:
“Cılız ve kemikli olma, seni kilo aldırarak güzelleştiriyoruz!”
Kadınların kilolu ve dolgun olmasının güzellik kriterlerinden biri olarak kabul edildiği kapitalist uygarlık, şimdi ise yalnızca incecik kadınların ekranlara ve işlere alınmasına izin veriyor! Eskiden “çirkin” sayılan şey, bugün “güzellik” olarak pazarlanıyor. Ve herkes bu yeni güzellik kalıbına uyum sağlamak için yarışıyor.
Basitçe söylemek gerekirse, insanlığın “ayarlarıyla” oynuyorlar.

İkinci habere dönersek, generalin şu cevabını bir düşünün:👇
“Somali’de entelektüel yok.”
Bu cevabın hem sadeliği hem de ürkütücülüğü dikkat çekicidir.
Elbette burada entelektüel derken, okuyan, kültürüne değer veren ve düşmanını tanıyan insanları kastetmiyor. Kastedilen, sadece kendini düşmanına karşı güçlü sanan, şarlatan ve satılmış aydınlardır!
Bu tür “entel”leri hepimiz tanıyoruz. Diktatörlüklerin gölgesinde büyüyen, hiçbir zaman zulüm, baskı, yolsuzluk veya insanların köleleştirilmesi hakkında konuşmayan bu kişiler, bir rejim düştüğünde halkın özgürlüğünü ve geleceğini sorgulayanlardır.

Gönlümüze ve zihnimize oyulan putları kırın!
Bu insanlar şık takım elbiseler giyseler, Noel ağaçlarını süsleseler ve Sevgililer Günü’nde birbirlerine çiçekler hediye etseler bile, onlar birer suçlu ve vatan haini sürüsüdür!
Ve o çiçekler, dünyanın dört bir yanındaki mazlumların kanına bulanmıştır!
Özgürlük mücadelesinde bulunmayan, ancak köleliğin dönüşünden korkan bu sahte aydınların ağızlarına, tek gerçek cevap bir çizmeyle vurulmalıdır!

Edhem Şarkavi / Sutur

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
16.12.2024 Bolu

Yukarıdaki yazıyı okuyan arkadaşlar, alta linkini verdiğim tercüme yazıyı da mutlaka okumalı.👇

اِكْسِروا الأصنامَ التي في الصُّدور!

‏في العام 2013 توفي الكاتب الأمريكي “مايكل هاستينغر” في حادث مرور في “لوس أنجلوس”، قبل وفاته بأشهرٍ، كتبَ مقالةً عن الغزو الأمريكي لأفغانستان، وقال مُعلِّقاً على سبب ارتفاع قتلى الجيش الأمريكيِّ هناك:
‏هؤلاء الأفغان لا يشاهدون التلفاز، ولا يعرفون شيئاً عن أفلام “رامبو” و “جيمس بوند”، لهذا لا يرون فينا سوى دخلاء مُحتلِّين، ويجب أن يُخرجونا مهما كلَّفهم الأمر، لهذا كل أسلحتنا وحروبنا النفسية لا تجدي معهم نفعاً!

وفي العام 1993، وبعد فشلِ الجيش الأمريكي في الصُّومال، سألتْ مذيعة “CNN” جنرالاً أمريكياً: لماذا فشلتم في الصُّومال؟!
فقالَ لها: ليس في الصُّومال مثقَّفين!

هذا الخبران يُلخِّصان كلَّ شيءٍ!
في الخبر الأول، تأمَّلْ معي جملة:
هؤلاء الأفغان لا يشاهدون التلفاز، ولا يعرفون شيئاً عن أفلام “رامبو” و “جيمس بوند”!

لقد نحتت الحضارة الرأسماليَّة في صدورنا أصناماً لا تقلُّ خطورةً عن أصنام العرب في الجاهليَّة!
وهذه الأصنام، وإن لم نكن نسجد لها، إلا أنها تُرخي بظلالها على حياتنا، وتُشكِّلُ حجر عثرة في وعينا، والأخطر في تحررنا!

دأبتْ هوليود تُرينا أنَّ الجندي الأمريكيّ لا يموت! إنَّه المنتصر الذي لا يُهزم!
مجموعة من عشرة جنودٍ تقومُ بإنزالٍ ما، في مكانٍ ما، لتنفيذ مهمَّة ما!
تنجحُ الفرقة دائماً، تبيدُ الأعداء جميعهم، وتنجو جميعها، وبالتأكيد في مشهدٍ ختاميٍّ مهيب، جنديٌّ مصاب يتكىء على زميلٍ له لحظة الإخلاء بطائرة الهليكوبتر!
هذا هو صنم الجنديّ الأمريكيِّ الذي نحتوه في صدورنا!
منتصرٌ دائماً، وينزفُ ولا يموت!

تمَّ إنتاج مئات الأفلام عن فيتنام، صوَّروهم لنا سُذَّجاً، حفنة مزارعين يعتمرون قبعاتٍ من القشِّ، أشراراً، يحملون البنادق، ويُطلقون النَّار على نُخبة هذه البشريَّة وصفوتها!
بينما الحقيقة هي أنَّ هؤلاء المزارعين البُسطاء ألقوا فؤوسهم ومناجلهم، وحملوا البنادق ليُدافعوا بها عن وطنهم!
ولا أحد يعرف بأي منطقٍ يصبحُ الغريب الآتي من وراء المحيط ليقتلَ صاحب حقٍّ، بينما الآمنُ في حقله وكوخه أرهابيٌّ يجب أن يموت!
ممنوعٌ عليكَ أن تسأل: من هو الإرهابيُّ حقاً، صاحب الحقل والكوخ والمنجل وقبعة القشِّ، أم صاحب المدفع والبندقية والخوذة العسكريَّة الذي يُريد أن ينزعَ الكوخ من صاحبه؟!

كلُّ الأفلام الأمريكيَّة تُصوِّرُ لنا الهنود الحُمر جماعةً من الرُّعاع المتخلِّفين، الذين لا يعرفون قيمة الحضارة والمدنيَّة!
وهذا ذنبٌ عظيم يستحقُّون لأجله أن يموتوا!
ولكنكم جميعاً تعرفون أنَّ هؤلاء الهنود الحُمر عاشوا بسلامٍ فوق هذه الأرض لآلاف السنين، قبل أن تُقرر أوروبا أن تُحوِّلَ أرضهم إلى مكبِّ نفاياتٍ بشريَّة، تُلقي فيها مجرميها المدانين بالقتل والاغتصاب والسَّرقة!
ولكن بغض النَّظر عن الحقيقة، عليكَ أن تُؤمن أنَّ الأمريكيَّ دوماً على حقٍّ، وأنَّه لا يقف إلا مع الحقّ!
يُحدِّثونك أشهراً عن مساعيهم لإنهاء الحرب على غزَّة، وقلقهم من هذا الاستخدام المفرط للقوَّة!
الاستخدام المفرط للقوة الذي يتمُّ بأسلحتهم!
وعند أول جلسة لمجلسة الأمن لوقف الحرب في غزَّة، يوافق الجميع، وترفع أمريكا الفيتو!
ثم ترجع لتحدثنا عن مساعيها لوقف الحرب، وتُعبِّر عن قلقها من الاستخدام المفرط للقوة!

إنَّهم يتدخَّلون في كلِّ شيءٍ، لا يصنعون وعياً فحسب، وإنما يصنعون ذوقاً!
رأيتُ منذ سنوات صورة لإعلان في صحيفة أمريكية قديمة ترجع إلى العام 1930!
الإعلان لمركز تسمين، يتوجّه فيه المركز إلى المرأة قائلاً: لا تكوني “سلفوعة”، جلدة وعظمة، نحن نُساعدكِ كي تكسبي وزناً!
الحضارة الرأسمالية التي حددت قديماً أن من معايير جمال النِّساء أن يكُنَّ مربربات وزائدات وزن، هي ذاتها التي لا تفتح أبواب شاشاتها ووظائفها الآن إلا للمرأة المنحوتة نحتاً!
التي كانت “سلفوعة”، وقبيحة لأنها كذلك، صارت اليوم جميلة لأنها كذلك!
والجميعُ في سباقٍ مع نفسه، ليصبَّ نفسه في قالب الجمال الذي غيَّروا معاييره!
ببساطة إنهم يلعبون بإعدادات البشريَّة!

أما الخبر الثَّاني، فتأمل معي جواب الجنرال الأمريكي على السؤال:
لماذا فشلتم في الصُّومال؟!
ليس في الصُّومال مثقَّفين!

تأملْ بساطة هذا الجواب ورعبه في آنٍ معاً!
بالتأكيد هو لا يعني بالمثقفين هم أولئك الفئة التي تقرأ، وتعتزُّ بثقافتها، وتعرفُ عدوَّها من صديقها!
إنَّه يعني أولئك الشَّبيحة المتفيقهون!
هؤلاء الذين لا نراهم إلا علينا!
كلكم رأيتم المثقفين الشَّبيحة الذين عاشوا في عباءة الدكتاتوريات، لم يتكلموا يوماً عن الظلم والاضطهاد، ولا عن السجون والفساد، ولا عن استعباد الناس وسرقة ثروات الشعوب!
ولكن بمجرد سقوط نظام سفّاح الشّام، خرجوا علينا يُعربون عن قلقهم من عودة البلاد إلى الوراء، وكأنه يوجد وراءٌ، وراء المكان الذي كان فيه البلد!
ويتوجَّسون على الحُريات العامة!
هؤلاء العاهرون الذي أغمضوا أعينهم عن سجن صدنايا عقوداً طويلة وفتحوها الآن على لحى الفاتحين!
مشكلة هؤلاء المثقفين “النص كُم”، أننا لا نراهم في معارك التحرير، ولا نسلم منهم بعدها!

اكسروا الأصنام التي نحتوها في صدوركم، هؤلاء حفنة مجرمين وسُرَّاق أوطان، ولو لبسوا البدلات الأنيقة، وزينوا شجر الميلاد، وتهادوا الورود في عيد الحُب!
هذه الورود الحمراء المغموسة بدماء المساكين التي سفكوها في كلِّ أصقاع الأرض!
والحذاء الحذاء في فمِّ كلِّ “متثيقفٍ” لم تروه في معركة التحرر، ولكن وجدتموه يُحذِّر من العبودية الجديدة وقد كان طوال عمره عبداً!

أدهم شرقاوي / سطور

Beşşar Esad’dan Yüzsüz Bir Açıklama ..

Beşar Esad’ın Suriye’den Kaçış Şartları İle İlgili Açıklaması

Moskova – 16 Aralık 2024

Suriye’de terörizmin yayılması ve 7 Aralık 2024 Cumartesi akşamı başkent Şam’a ulaşmasıyla, başkanın akıbeti ve nerede olduğu konusunda sorular gündeme geldi. Bu süreçte gerçekle ilgisi olmayan söylentiler ve rivayetler yayılarak uluslararası terörizmin, Suriye’nin özgürlük mücadelesine darbe vurması desteklenmiş oldu.

Ülkenin tarihinde böylesine kritik bir dönemde, hakikatin yerini bulması gerektiği bir anda, bazı hususların kısa bir açıklamayla netleştirilmesi önem arz etmektedir. Ancak, bu dönemin ve sonrasında güvenlik nedenleriyle iletişimin tamamen kesildiği şartların, o anda detaylı bir açıklama yapılmasına izin vermediğini belirtmek gerekir. Şimdi yalnızca özet bir açıklama yaparak, olayların ileride detaylı şekilde anlatılmasını mümkün kılacak bir fırsat oluşturmayı umuyorum.

Öncelikle: Planlı bir şekilde ülkeyi terk ettiğim iddiaları doğru değildir. Ayrıca, çatışmaların son anlarında da ayrılmadım. Şam’da 8 Aralık 2024 Pazar sabahının ilk saatlerine kadar sorumluluklarımı yerine getirmeye devam ettim. Terörizmin Şam içerisinde ilerlemesiyle, Rus dostlarımızla koordinasyon içinde Lazkiye’ye geçtim ve buradan askeri operasyonları takip etmeye başladım. Ancak Hmeymim Hava Üssü’ne vardığımda, cephe hattındaki tüm birliklerin geri çekildiğini, ordunun son mevzilerinin düştüğünü ve bölgede durumun giderek kötüleştiğini gördük. Bunun yanı sıra, Rus askeri üssüne insansız hava araçlarıyla saldırılar yoğunlaşmıştı. Bu şartlarda, üsten herhangi bir yöne çıkışın imkânsız olduğu bir durum oluştu. Moskova, 8 Aralık Pazar akşamı, yani Şam’ın düşüşünden bir gün sonra ve diğer tüm askeri noktaların çökmesi ile devlet kurumlarının felç olmasının ardından, acilen Rusya’ya tahliye edilmemi talep etti.

Bu süreçte, ne benim tarafımdan ne de herhangi bir kişi veya kurum tarafından iltica ya da istifa konusu gündeme gelmedi. Tek tercih, terörist saldırıya karşı savunma mücadelesine devam etmekti.

Bu bağlamda, savaşın ilk gününden itibaren vatanının kurtuluşunu kişisel kurtuluşuna değişmeyen, halkını çeşitli teklifler ve cazip teklifler karşısında satmayan birinin, aynı kişi olarak ordusunun subay ve askerleriyle birlikte en tehlikeli cephelerde teröristlere sadece birkaç metre mesafede durduğunu hatırlatmak isterim. Bu kişi, savaşın en zor yıllarında dahi ailesiyle birlikte başkentte kalarak halkıyla terörizme karşı savaşmış, defalarca başkentin düşme tehlikesine rağmen yerinden ayrılmamıştır. Filistin ve Lübnan’daki direnişi yalnız bırakmayan ve kendisiyle dayanışma gösteren müttefiklerini de yarı yolda terketmeyen birinin, halkını terk etmesi veya ordusuna ihanet etmesi mümkün değildir.

Kişilik olarak hiçbir zaman makam peşinde koşan biri olmadım. Kendimi, halkımın inandığı ulusal bir projenin sahibi olarak gördüm. Halkımın iradesine ve devletini koruma konusundaki kararlılığına her zaman inandım. Devlet terörün eline geçtiğinde ve herhangi bir şey sunma gücü kaybolduğunda, makamın bir anlamı kalmaz. Böyle bir durumda, makamda kalmanın da bir değeri olmaz. Ancak bu, vatanseverlikten vazgeçildiği anlamına gelmez. Suriye’ye ve halkına olan aidiyetim sabittir ve bir makam ya da durumla değişmez. Bu aidiyet, Suriye’nin tekrar bağımsız ve özgür bir ülke olacağına dair umudu taşır.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
16.12.2024 Üsküdar

تصريح للرئيس بشار الأسد حول ظروف خروجه من سورية

موسكو – 16 كانون الأول 2024

مع تمدد الإرهاب في سورية، ووصوله العاصمة دمشق مساء السبت 7 كانون الأول 2024، بدأت الأسئلة تطرح عن مصير الرئيس ومكانه، وسط سيل من اللغط والروايات البعيدة عن الحقيقة وبما شكل إسناداً لعملية تنصيب الإرهاب الدولي ثورة تحرر السورية.

في لحظة تاريخية فارقة من عمر الوطن ينبغي أن يكون فيها للحقيقة مكان، فإن ثمة ما يستدعي توضيحه عبر بيان مقتضب، لم تسمح تلك الظروف وما تلاها من انقطاع تام للتواصل لأسباب أمنية بالإدلاء به، والذي لا يغني بنقاطه المختصرة عن سرد تفاصيل كل ما جرى لاحقاً، حين تسنح الفرصة.

بداية.. لم أغادر الوطن بشكل مخطط له كما أشيع، كما أنني لم أغادره خلال الساعات الأخيرة من المعارك، بل بقيت في دمشق أتابع مسؤولياتي حتى ساعات الصباح الأولى من يوم الأحد 8 كانون الأول 2024. ومع تمدد الإرهاب داخل دمشق، انتقلت بتنسيق مع الأصدقاء الروس إلى اللاذقية لمتابعة الأعمال القتالية منها، وعند الوصول إلى قاعدة حميميم صباحاً تبين انسحاب القوات من خطوط القتال كافة وسقوط آخر مواقع الجيش مع ازدياد تدهور الواقع الميداني في تلك المنطقة، وتصعيد الهجوم على القاعدة العسكرية الروسية نفسها بالطيران المسير، وفي ظل استحالة الخروج من القاعدة في أي اتجاه، طلبت موسكو من قيادة القاعدة العمل على تأمين الإخلاء الفوري إلى روسيا مساء يوم الأحد 8 كانون الأول، أي في اليوم التالي لسقوط دمشق، وبعد سقوط آخر المواقع العسكرية وما تبعه من شلل باقي مؤسسات الدولة.

خلال تلك الأحداث لم يطرح موضوع اللجوء أو التنحي من قبلي أو من قبل أي شخص أو جهة، والخيار الوحيد المطروح كان استمرار القتال دفاعاً في مواجهة الهجوم الإرهابي.

في هذا السياق أؤكد على أن من رفض منذ اليوم الأول للحرب أن يقايض خلاص وطنه بخلاص شخصي، أو يساوم على شعبه بعروض وإغراءات شتى، وهو ذاته من وقف مع ضباط وجنود جيشه على خطوط النار الأولى، وعلى مسافة عشرات الأمتار من الإرهابيين في أكثر بؤر الاشتباك سخونة وخطراً، وهو ذاته من لم يغادر في أصعب سنوات الحرب وبقي مع عائلته وشعبه يواجهان الإرهاب تحت القصف وخطر اقتحام الإرهابيين للعاصمة أكثر من مرة خلال أربعة عشر عاماً من الحرب. وأن من لم يتخل عن غير السوريين من مقاومة في فلسطين ولبنان، ولم يغدر بحلفائه الذين وقفوا معه، لا يمكن أن يكون هو نفس الشخص الذي يتخلى عن شعبه الذي ينتمي إليه، أو يغدر به وبجيشه.

إنني لم أكن في يوم من الأيام من الساعين للمناصب على المستوى الشخصي، بل اعتبرت نفسي صاحب مشروع وطني استمد دعمه من شعب آمن به، وقد حملت اليقين بإرادة ذلك الشعب وبقدرته على صون دولته والدفاع عن مؤسساته وخياراته حتى اللحظة الأخيرة. ومع سقوط الدولة بيد الإرهاب، وفقدان القدرة على تقديم أي شيء يصبح المنصب فارغاً لا معنى له، ولا معنى لبقاء المسؤول فيه. وهذا لا يعني بأي حال من الأحوال التخلي عن الإنتماء الوطني الأصيل إلى سورية وشعبها، انتماء ثابتاً لا يغيره منصب أو ظرف انتماء ملؤه الأمل في أن تعود سورية حرة مستقلة.

LAİKLİK

Prof.Dr. Mehmet Maksudoğlu

Önce telâffuzu, kelimenin doğru söylenişini hatırlatalım: L harfi ince olarak, a harfi de uzatılmadan söylenecek. Lâiklik, laaiklik filân değil, a kısa, l harfi ince okunarak söylenecek: laiklik. 

Bize tamâmen yabancı olan, Avrupa’dan gümrüksüz, hiçbir incelemeye uğramadan idhâledilen bu kavram, diploma hâmillerimizin çoğunun zihninde, tartışılmaz bir tabu, çok temel medenî bir kavram olarak yerleşmiştir. Pek çok diplomalımıza göre, laiklik, uygarlığın temel ögelerinden biridir, laik olmayan uygar bir toplum düşünülemez. 

Peki, böyle düşünen, daha doğrusu düşündüğünü zanneden diplomalımız, laikliği anlatan BİR TEK kitap okumuş mudur? Hayır! okumağa GEREK DUYMAZ, öyle yetiştirilmiştir.

Nedir laiklik? 

Laiklik, laisizm, Avrupa’da, 30 yıl süren Katolik Protestan savaşı sonunda 1648 yılında kabûl edilen Westfalia andlaşmasıyla ülke yönetimlerinde (Avrupa’da) zuhûr eden Parlamento’nun üstlendiği kanun koyma (Yasama/Teşrî‘) erkinde ifâdesini bulan bir kavramdır, prensiptir. Kısaca, Dîn (kasdedilen, tahrîfe, insan elinde değişikliğe uğramış Hristiyanlıktır) işleri ile Dünyâ işlerinin, yönetimin,ayrı, birbiriyle ilişkisi olmaksızın yürütülmesidir. Bu konuda,Avrupa’daki dîn (Hristiyanlık) ile, dünyâ işlerinin ayrı tutulması birbirinden bağımsız olması konusunda hiçbir mesele yoktur; zaten Hristiyanlık, inançtan ibarettir; dünyâ işlerinin nasıl yürütüleceği konusunda dört İncil’de de buyruklar, prensipler bulunmaz.

Türkiye’ye, bize gelince, ortaya büyük bir mesele çıkıyor: Türkiye’de yaşayanların, yurttaşların yüzde 98 i Müslümandır (askerlik görevini onlar çok iyi yaparlar, vergilerini verirler, devleti ayakta tutan onlardır) ve bu insanların Allah’ın Kitabı olarak, bütün Evreni, insanı, hayvanları Yaratmış Olan Allah tarafından gönderilen âyetlerin topluca bulunduğuna inandığı  Kur’ân-ı Kerîm’de “şunları yapacaksınız”, “şunlardan da uzak duracaksınız” diye emirler (farzlar) ve yasaklar (haramlar) var. 

Şöyle ifâde edelim:

Bir yanda, insanı Yaratmış olanın, ona hayat verenin, ona, bu dünyâda sınavda olduğunu, bu dünyâ hayâtında bu emir ve yasaklara uyma konusunda hesâba çekileceğini, gönderdiği Kur’ân-ı Kerîm’de bildirdikleri, buyrukları var,

Bir yanda da insanların kendi akıllarına göre ortaya koydukları, seçtikleri vekillerin Parlamento’da çıkardıkları kanunlara göre insanların davranışlarını düzenlemeleri var.

O insan aklı ki; ona, gayet zekî olan Hintlilere ineğin sidiğini içiriyor, gayet akıllı Avrupa’lılara, kurbağa, sümüklü böcek yediriyor, geri zekâlı olduklarını kimsenin ileri süremeyeceği Çin’lilere kedi, hamam böceği yediriyor. Aynı insan aklı, gelişmiş kafaların çokça bulunduğu, icadları yapan Avrupalı’lara, nikâh işinin gereksizliğini uygun, çağdaş gösteriyor, nikâhsız bir araya gelişlerle, çağdaş yaşayış sonucu, Batı Avrupa’da dünyaya gelen 2 çocuktan birinin babasının kim idiği belirsiz hâle geliyor, bu işte yüzde 60 ile Fransa en ileri gitmiş durumda. Sayı giderek de artıyor, yirmi yıl sonra nikâhsız birliktelikten “böyle” meydâna gelenler çoğunlukta olacağı için, onların seçecekleri Parlamento üyeleri, pek alâ, “nikâh çağdışıdır, eskilerde ve gelişmemiş uluslarda görülen, modası geçmiş, yaşadığımız modern çağa uymayan ilkel bir tutumdur” anlayışıyla nikâhı “yasak” eden kanunlar çıkarabilir, hiçbir engel yoktur, gidiş, zâten o yöne doğrudur; ingilizcede, sözlükte “cohabitation” maddesi şimdiden yerleşmiştir: “evli olmadıkları hâlde karı-koca gibi yaşamak” diye de açıklanmaktadır.

Şaka gibi gelen bu düşündürücü gerçekler, günümüzde dünyânın hemen her yerinde Batı (Avrupa) normları hâkim olduğunun hatırlandığında, insanlığın geleceğinin bu ÇAĞDAŞ gidişle nereye varacağını göstermektedir.

Laisizm, bir toplumda, azınlıkta olanların dîn, inanç haklarını korumak için gerekli idi ise, biz Türklerin buna asla ihtiyâcı olmadı: hükmettiğimiz, idâremiz altında yüz yıllarca yaşamış olan gayrımüslimler; Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Ulahlar, Yunanlılar, Ermeniler, Yahûdîler bu konuda hiçbir sıkıntı çekmediler. Millet Nizâmı uygulaması ile, her millet (millet: dîn demektir), kendinden, en yetkilikabûl edilen dîn görevlisinin, papazın, hahamın sorumluluğuna bırakıldı, dilini, kültürünü, geleneğini korudu, günümüzde de nüfusun yüzde doksan sekizini oluşturan Müslümanlarla aynı haklara sâhipler. (Hattâ, azınlıkların durumu, Müslümanlarınkinden daha iyidir: Cumartesi günü Yahûdî, istiyorsa havrasına gider, Pazar günü Rum, Ermeni, istiyorsa, kilisesine gider, Cuma günü, Müslüman memur veya işçi, başındaki âmir veya işveren izin vermezse, Cuma namâzına gidemez.)

Anayasa konusunun tartışıldığı, halkın görüşünün de alındığı günümüzde, laikliği canhıraş bir şekilde savunanlara, bu ülkenin yurttaşı, askerlik görevini ÇOK İYİ yapmış, vergisini veren bir Türk olarak; laikliğin benim inancıma göre yaşamamı, Kur’ân-ı Kerîmdeki buyruklara UYGUN olarak hayât sürmemi NASIL sağlayacağını soruyorum: NASIL SAĞLAYACAK?

(Şimdiye kadar hiç sağlamadı HEP ENGELLEDİ. Sözgelişi, orta okulda, lisede okurken, ders saatleri namaz vakitlerine de konulmuştu, benim gibi, milyonlarca genç, yetişme çağında, dînin direği olan namaz ibâdetini emr edildiği vakitte yerine getiremedi, bu tutum, dört kuşaktan beri devam edegeldi, günümüzde de devâm etmektedir. Adana’da, bir yıl kadar önce, orta öğretim gençleri, yer bulamadıkları, okulda bir oda ayrılmadığı için, okulun çatısında öğle namazı kılmışlardı da duayen gazeteci sayın bay Uğur Dündar, bu işe cezâvermeyen okul müdürüne işlem yapmadığı için Millî Eğitim Müdürünü eleştirmişti.)

Bu soru, halkın yüzde doksan sekizinin de sorusudur; laiklik, çoğunluğun en temel haklarını NASIL koruyacaktır?

*** *** ***

15 Aralık 2024

Suriye’deki Gelişmelerin Perde Arkası Analizi ..

Emekli Büyükelçilerimizden Fikret Özer Beyin bana gönderdiği Ufuk Doruk Beyin bir değerlendirmesi ve X ten alıp tercüme ettiği bir yazının düzenleme ve tercümesini elden geçirip burada paylaşmayı faydalı gördüm. Okuyup değerlendirmeniz dileği ile. 15.12.2024 Pazar Ahmet Ziya İbrahimoğlu

Önce Ufuk Doruk Beyin yazısını paylaşayım;

Bir İngiliz’in X’teki paylaşımı üzerine Suriye’deki gelişmeler hakkında Ufuk Doruk’un yorumu:👇

Tabii bu yazıyı, M16’da görev yapmış emekli İngiliz Büyükelçisinin ABD basınına 2 Aralık’ta verdiği beyanatın gölgesinde, okuyunca ancak bu yoruma hak verilebilir..

Hişt Orada Ne Oluyor

Suriye’de bir film şeridi gibi gelişen şaşırtıcı olayları anlamak kolaycı, şabloncu ve ezberci zihniyetlerin
hiç bir somut veriye dayanmayan sadece herkesin kolaylıkla yapabileceği bir akıl yürütmeyle klasik bir komplo teorisiyle asla olamaz.Bu kafa yapısı dünyadaki bütün gelişmeleri ABD, İsrail ve Dünya Yahudilerine bağlayarak bunları ilahlaştırıp adeta Dünya’nın tasarrufunu elinde bulunduran tanrılar gibi gördüklerinin inançlarına ne kadar ters düştüğünü bile idrak edemiyor.

Ben de her ne kadar İngiltere’nin her yerde olduğu gibi Suriye’de de Türkiye’nin önünü açan bir strateji yürüttüğünü ön görsem de veri ve bilgi yokluğundan bunu delillendiremedim. Elbette, yukarıda eleştirisini yaptığım zihniyetlerin usulüne göre İngiltere’ye herşeye gücü yetip düzenleyen bir dünya tanrısı rolü biçmeden sessiz sedasız Londra’dan Pekin’e uzanan “Demir İpek Yolu” projesi doğrultusunda izlediği stratejinin mihver ülkesi olarak Türkiye’nin mümkün olduğu kadar güçlendirmek olduğunu düşünüyorum. Mesela, Bakü – Tiflis – Kars demiryolunun ve İstanbul’da muhteşem bir projeyle inşa edilmiş olan Marmaray’ın “Demir İpek Yolu” projesinin en önemli bir parçası olduğunu göz önüne alırsak İngiltere’nin Türkiye’ye neden bu kadar önem verdiğini anlayabiliriz. İşte bu çerçevede önüne çıkan her sorunda bir çözüme ulaşan Türkiye’nin bu başarısını sadece Erdoğan’a ve yıldızı her geçen gün parlayan Hakan Fidan’a bağlayamayız.

İngiltere’nin çok daha hızlı, verimli, ekonomik ve az maliyetli “Demir İpek Yolu” projesine karşı ABD’nin maliyeti çok yüksek olarak ortaya koyduğu “Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru’nun (IMEC)” projesi aslında Çin’den Hindistan’a, Kafkaslardan Orta Doğu’ya, Kıbrıs’tan Libya’dan yani Doğu Akdeniz’den Ukrayna’ya çok gizli ve sessiz bir İngiltere – ABD mücadelesini işaret ediyor. İşte bu nokta-i nazardan gerek Karabağ’da Azerbaycan lehine bir İngiliz dokunuşu, Kıbrıs-Doğu Akdeniz- Libya meselelerinde Türkiye lehine bir İngiliz dokunuşu, Suriye ve Irak’ta hasılı bütün Orta Doğu’da ve Afrika’da bir İngiliz dokunuşu hissediyorum. Bunun gerçekliği Erdoğan-Fidan-Kalın üçlüsünün gittikçe güçlenen dış politika misyon vizyonunun kıymetini asla düşürmez. Son Suriye gelişmelerinde de bu üçlünün bu güçlü dış politika misyon ve vizyonunun izleri çok kalın bir şekilde görünmektedir.

Ama olayların gelişimindeki içsel öznelerin ve nesnelerin bilgisine sahip olmadan sadece dışsallıklarla açıklamak mevzunun gerçekliğinin bir senaryo havasında kalmasına sebep olur. İşte bugün sosyal medya platformlarından en etkili olanlarından biri olan X’te Mayıs 2024‘te açılmış olan Syria 2024 adlı İngilizce kullanan bir kullanıcının somut bilgilere dayanan çok değerli bir analizine rastladım. Bu analizde ABD ve YPG/PYD de dahil eksik ayaklar olsa da bu başdöndürücü gelişmelerin muhtevası hakkında önemli bir açıya sahip olan bir yön var. Bence biraz uzunca ama çok faydalı bir analiz… Google’dan çok ciddi destek alarak çevirdiğim aşağıdaki analizi okumaya sakın üşenmeyin derim.
Ufuk Doruk

Tercüme ve Yazı Düzeni Yeniden Elden Geçirilmiş Olan İngiliz’in Analizi:👇

Syria 2024 (@Aleppo2024) İsimli X Kullanıcısının Suriye’deki Gelişmelerle İlgili Analizi

Suriyeliler, son bir ay içinde yaşanan olaylar karşısında hâlâ hem şaşkın hem de derin bir hayranlık içinde. 54 yıllık bir rejimin bu kadar ani bir şekilde sona ermesi nasıl mümkün olabilir?

Bu yazı, 8 Aralık 2024’te Beşar Esad’ın düşüşüne yol açan önemli olayları anlamaya yardımcı olmayı amaçlıyor. İçeriden alınan bilgiler ve önemli kişilerin katkılarıyla bu sürecin parçaları bir araya getiriliyor.

Esad’ın düşüşüne giden süreç, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’deki Nova Müzik Festivali’ne düzenlediği ve katliam olarak anılan saldırıyla başladı. Dünya bu vahşet karşısında şok olmuştu, ancak o zamanlar bu olayın Esad rejimiyle veya yaklaşık bir yıl sonra gerçekleşecek olan çöküşüyle bağlantılı olabileceği düşünülmüyordu.

Hamas, Esad’ın düşüşüne yol açan zincirin ilk halkasını başlatmışsa, Hizbullah’ın İsrail’in kuzey sınırında ikinci bir cephe açma kararı bu zinciri daha da güçlendirdi. Ancak bu karar, Esad için “Direniş Ekseni” olarak adlandırılan ittifakın en büyük hatası olacaktı.

27 Eylül 2024: Dönüm Noktası

İsrail, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı hedef alarak onu öldürme kararı verdi. Bu, hem sembolik hem de stratejik açıdan kritik bir dönemeçti. Nasrallah’ın ölümü, Esad rejiminin bel kemiğini oluşturan en önemli müttefiklerinden birinin kaybı anlamına geliyordu. Esad’ın savaşı sürdürecek asker sayısı ise artık 3 milyonun altına düşmüştü.

Hizbullah ve Nasrallah neden Esad için bu kadar önemliydi? Suriye’de savaş başladığında Esad, ordusunun kendisi için ölmeye yeterince kararlı olmadığını fark etti. Yaptırımların etkisiyle mali kaynaklar tükenirken, ordusunu motive etmekte daha da zorlanıyordu. Bu nedenle, bağlılıklarını ideolojiye, mezhepsel bağlılığa ve dış desteklere dayandırmak zorunda kaldı. İran ve Hizbullah’ın desteği ise bu dönemde rejimin en büyük dayanağı haline geldi.

Aleviler ve Esad Yönetimi

Suriye rejiminin Aleviler tarafından mı yoksa Esad ailesi tarafından mı yönetildiği sorusu çokça tartışıldı. Görünüşe göre, Alevi toplumu Esad ailesi tarafından kullanıldı; ancak aynı zamanda bu ilişki iki taraf için de faydalıydı.

Savaş uzadıkça ve ekonomik yaptırımlar etkisini artırdıkça, Esad rejimi askeri ödemeler yapmakta zorlandı. Ordunun üst kademeleri yozlaşırken, maaşların azalması savaşa olan bağlılığı daha da zayıflattı. Esad, Şii milis gruplarına ve İran’a daha fazla bağımlı hale gelirken, kendi Sünni nüfusuyla olan bağları neredeyse tamamen koptu.

Türkiye’nin Stratejisi ve Halep Saldırısı

Türkiye, bölgedeki dengeleri değiştiren önemli bir rol üstlendi. Ankara, Esad’a Kürtlere karşı işbirliği mesajları göndererek onun dikkatini dağıttı. Esad’ın bu teklifi geri çevireceğini öngören Türkiye, aynı zamanda İdlib’deki muhalif grupların saldırı planlarını sessizce destekledi.

Halep’e yönelik saldırı, 2 Aralık 2024’te Esad’ın Moskova’da olduğu sırada başladı. Türkiye destekli silahlı gruplar, şehri neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmadan ele geçirdi. Bunun temel nedenleri arasında ordunun içten çöküşü, askerlerin düşük maaşlar nedeniyle görevlerini yerine getirememesi ve Hizbullah savaşçılarının dikkatinin Lübnan’daki İsrail saldırılarına yönelmesi yer alıyordu.

Halep’in ardından Hama ve Humus’a yönelik saldırılar gece saatlerinde gerçekleşti. Suriye Hava Kuvvetleri’nin yetersizliğine rağmen, Rusya’nın sessizliği dikkat çekiciydi. Bu durum, Türkiye ve Rusya arasında koordinasyon olasılığını gündeme getirdi.

Esad’ın Sonu ve Yeni Dönem

Halep düştüğünde, Esad’ın Moskova’dan Şam’a dönüşü son çareydi. Ancak, ne Rusya’dan ne de İran’dan beklediği desteği bulabildi. Sonunda Lazkiye’deki Rus üssüne çekilerek ülkeyi terk etmeye hazırlandığı bildirildi.

Esad sonrası Suriye için birçok soru gündemde: Yeni yönetim azınlıkları nasıl yönetecek? Türkiye’nin bu süreçteki rolü ne olacak? Özellikle Ankara’nın desteklediği Ahmed Al-Şaraa (Ebu Muhammed Colani) gibi liderlerin öne çıkması dikkat çekiyor.

Türkiye ve Yeni Suriye Düzeni

Türkiye’nin Suriye’de kazandığı güç, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan gibi aktörlerin etkisini sınırladı. Katar ile birlikte Türkiye, bölgedeki Sünni nüfusun liderliğini üstlenmeye hazırlanıyor. Yeni düzen, Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönüşüne olanak sağlayabilir.

Sonuç:

Suriye’deki bu köklü değişim, bölge için yeni bir dönemin başlangıcı anlamına geliyor. Ancak, bu süreçte ortaya çıkan travmatik hikayeler ve savaş suçları, adalet ve hesap verebilirlik ihtiyacını bir kez daha gündeme getiriyor. Esad rejiminin işlediği suçlar ve bunun etkileri uzun süre konuşulacak gibi görünüyor.

Putin izliyor, okuyor ve duyuyor musun? Görmezden gelmeye devam edecek misin?https://twitter.com/Aleppo2024

Yukarıdaki Yazıyı Okuyanların Altta Linki Verilen Yazıyı da Okumalarını Tavsiye Ederim: 👇

Yahudi Gazetecinin Uyarısı

Gideon Levy’den İsrail’e: Kibirli Olmayı Bırakın ve Suriye’nin Egemenliğini Ayaklar Altına Almayı Bırakın

Solcu İsrailli yazar Gideon Levy, son zamanlarda İsrail’in Suriye’ye yönelik düzenlediği baskınları eleştirerek, bu saldırıların, Beşar Esad rejiminin devrilmesinin ardından Suriye halkının sahip olduğu “kırılgan umutları” baltaladığını belirtti.

Haaretz gazetesinde yayımlanan makalesinde, İsrail’in bu saldırılarla sadece Suriye ordusunu yok etmekle kalmadığını, aynı zamanda Suriye topraklarının “bilinmeyen” bölgelerini de ele geçirdiğini yazdı. Bu durum, bu “yaralı” ülkenin eski rejiminin kabusundan uyandığı ve “bilinmeyen bir gelecekle” karşılaştığı bir döneme denk gelmektedir.

Siyonist İsrail Ordu Radyosu, üst düzey bir güvenlik kaynağının, ordunun en büyük hava operasyonuyla Suriye ordusunun harekat kabiliyetlerini yok ettiğini açıkladığını ve güvenlik kaynaklarının da İsrail’in güney Suriye’ye yaptığı askeri harekâtın başkent Şam’ın yaklaşık 25 kilometre güneybatısına kadar ulaştığını belirtti.

İsrail ordusu, devrik Beşar Esad rejiminin güçlerinin askeri mevzilerinden çekilmesinden faydalanarak, güney Suriye’deki Kuneytra Valiliği’ndeki stratejik bölgelere nüfuz etti.

Levy, İsrail’in bu baskınları başlatma kararında -her ne kadar bariz de olsa- bir mantık olduğunu savunuyor; zira şartlar, başka bir düşmanın askeri kapasitesini yok etmek için uygun hale gelmiş durumda ve artık Suriye’de kimse İsrail’in önünde duramaz. Kısa bir süre önce eski rejime karşı bir “darbe” yaşandı.

Ancak Levy, bu “çirkin” davranışın yol açabileceği büyük hasarın göz ardı edilmemesi gerektiğini uyarırken, aynı zamanda Suriye’de yeni bir umudun şekillendiğine inanıyor, ancak bu umudun “yanlış umut” olabileceği ihtimalini de vurguluyor.

Levy, Suriye muhalefetindeki askeri operasyonların komutanı olan Ahmed El Şara’yı -Ebu Muhammed El Julani olarak da bilinir- övüyor ve onu şu ana kadar akıllı ve bilge bir lider gözü ile bakıyor.

Levy, Suriye’deki darbenin, Irak’ta yaşananlardan farklı olarak mevcut istikrarı bozmamayı hedeflediğini, çünkü makalede belirtildiği gibi hiçbir toplu kan dökülmesi yaşanmadığını belirtiyor.

Levy, El Julani’nin şu anda durumu istikrara kavuşturmak ve bir yönetim çerçevesi oluşturmak için gayret sarf ettiğini, İsrail’in bu konuda endişelenecek en son devlet olduğunu iddia ediyor. El Julani’nin geçmişinin “iyiye işaret etmediğini” kabul etmekle birlikte, değişebileceğini umuyor çünkü Suriye halkının buna hakkı olduğunu düşünüyor.

Levy, İsrail’in müdahalesi ve topraklara el koymasına karşı alay ederek, İsrail’in zayıf ve kanayan bir halkın üzerinde “gerçek bir şampiyon” olduğunu ifade ediyor.

Suriye sağlığına kavuşursa, bu zor anında kendisine meşruiyetsiz ve haksız bir şekilde saldıranları unutmayacaktır. Levy, Suriye’nin zayıf olduğu bu dönemde, İsrail’in ona saldırmasını bir fırsat olarak gördüğünü ancak bunun gelecekte sıkıntıların bir armağanı olabileceğini belirtiyor.

Levy, İsrail’in Suriye’ye yardım etmeye çalışması ve tehdit etmek yerine yeni bir sayfa açması gerektiğini vurguluyor.

Levy, İsrail’e şu tavsiyeyi veriyor: “Uluslararası hukuku hiçe sayarak, başka bir ülkenin egemenliğini ayaklar altına almak gibi kibirli ve vicdansız bir tavırdan vazgeçelim.”

Levy, İsrail’in Suriye topraklarını ele geçirmesiyle uğrayacağı zararın kaçınılmaz olduğunu ve bu baskınların yeni bir savaşa yol açacak bir bahane oluşturabileceğini uyarıyor.

Levy, İsrail’in ele geçirdiği topraklardan hemen çekilmeyeceğini, çünkü bunu teslimiyet olarak görmemesi gerektiğini, İsrail’deki sağ ve sol kesimlerin buna karşı çıkacağını öngörüyor.

Levy makalesini, İsrail’in yeni Suriye’ye “sizinle sonsuza kadar savaşacağız” diyerek ve “yeni bir sayfa açmayı unutun” şeklinde bitireceğini ifade ederek sonlandırıyor. Bu durumun İsrail için mantıklı, hatta umut verici göründüğünü belirtiyor.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
14.12.2024 Üsküdar

جدعون ليفي لإسرائيل: كفاكم غطرسة وكفوا عن الدوس على سيادة سوريا.

انتقد الكاتب الإسرائيلي اليساري جدعون ليفي الغارات التي تشنها بلاده على سوريا في الآونة الأخيرة، مشيرا إلى أنها تقوض ما سماه “الأمل الهش”، الذي يراود أبناء هذا البلد العربي عقب الإطاحة بنظام الطاغية بشار الأسد.

وكتب في مقال نشرته صحيفة هآرتس، أن إسرائيل بغاراتها هذه لا تدمر الجيش السوري فحسب، بل تستولي على مساحات “غير معلومة” من الأراضي السورية، في الوقت الذي “يستيقظ فيه هذا البلد المهزوم والمثخن بالجراح من كابوس النظام السابق، ويواجه مستقبلا مجهولا”.

وكانت إذاعة الجيش الإسرائيلي قد نقلت عن مصدر أمني كبير أن الجيش دمر مقدرات الجيش السوري بأكبر عملية جوية في تاريخ إسرائيل، في حين أكدت مصادر أمنية أن توغل إسرائيل العسكري في جنوب سوريا وصل إلى نحو 25 كيلومترا إلى الجنوب الغربي من العاصمة دمشق.

وقد استغل الجيش الإسرائيلي انسحاب قوات نظام الرئيس المخلوع بشار الأسد من مواقعها العسكرية ليتوغل في مناطق إستراتيجية بمحافظة القنيطرة جنوب سوريا.

ويرى الكاتب أنه ثمة منطق -وإن ظاهريا- في إقدام إسرائيل على شن تلك الغارات، فالظروف مواتية لتدمير القدرات العسكرية لعدو آخر، وليس في استطاعة أحد الآن أن يقف في طريقها في سوريا التي شهدت للتو “انقلابا” على النظام السابق.

ومع ذلك، فهو يحذر من تجاهل الأضرار الفادحة التي يمكن أن تترتب على هذا التصرف “القبيح. ولكنه يعتقد أيضا أن هناك أملا جديدا يتبلور في سوريا، رغم أنه يرجح أن يكون -في تقديره- “أملا كاذبا”.

وأشاد الكاتب الإسرائيلي بالقائد في إدارة العمليات العسكرية في المعارضة السورية أحمد الشرع -الملقب بأبي محمد الجولاني- ووصفه بأنه قائد عاقل وحكيم حتى الآن على ما يبدو.

أحمد الشرع على ما يبدو قائد عاقل وحكيم
وعلى عكس ما جرى في العراق من قبل، فإن ما يسميه ليفي انقلابا في سوريا لا يستهدف تقويض الاستقرار القائم؛ إذ لم تُسجل حالات إراقة دماء جماعية، كما ورد في المقال.

ومضى الكاتب في إشادته بالشرع، وقال إن الجولاني يفعل كل شيء في الوقت الحالي من أجل استقرار الوضع وبناء إطار للحكم، زاعما أن إسرائيل هي آخر همومه. ورغم استدراكه بأن ماضي الرجل “لا يبشر بخير” إلا أنه يتوقع أنه قد يتغير “لأن الشعب السوري يستحق ذلك”.

إسرائيل بطلة حقيقية على الضعفاء والنازفين.
وسخر ليفي من تدخل إسرائيل واستيلائها على الأراضي في وقت تتلمس فيه سوريا طريقها في الظلام، واصفا دولة الاحتلال بأنها “بطلة حقيقية” على الضعفاء والنازفين.

ومع أنه يرى أن إسرائيل قد تستفيد من أفعالها، لكنه حذرها من أن سوريا إذا استعادت عافيتها فلن تنسى من هاجمها في ساعة محنتها بلا مبرر ومن دون شرعية، مضيفا أن الخصم في لحظة ضعفه يمثل في ظاهر الأمر فرصة للانقضاض عليه، لكنها قد يكون منحة في شكل محنة.

سوريا إذا استعادت عافيتها فلن تنسى من هاجمها في ساعة محنتها بلا مبرر ومن دون شرعية، والخصم في لحظة ضعفه يمثل في ظاهر الأمر فرصة للانقضاض عليه، لكن ذلك قد يكون منحة في شكل محنة.
وتابع قائلا إنه كان على إسرائيل أن تحاول على الأقل مساعدة سوريا وفتح صفحة جديدة معها بدلا من تهديدها.

ونصح ليفي دولة الاحتلال قائلا: “دعونا نترك جانبا الغطرسة والوقاحة التي لا تُعقل في الدوس على سيادة بلد آخر من دون أي ذريعة مع الاستهزاء بالقانون الدولي”.

وحذر من أن الأضرار التي ستلحق بإسرائيل نتيجة استيلائها على الأراضي السورية لا محالة ستقع، وستكون غاراتها تلك ذريعة لإشعال حرب أخرى.

ورجح ليفي أن إسرائيل لن تسارع بالانسحاب من الأراضي التي استولت عليها حتى لا يُنظر إلى خطوة كهذه على أنها استسلام، متوقعا أن يعترض عليها اليمين واليسار في إسرائيل على حد سواء.

وختم مقاله بأن إسرائيل ستقول لسوريا الجديدة “إننا سنستمر في محاربتكم إلى الأبد”، وإن “عليكم أن تنسوا فتح صفحة جديدة”. وأوضح أن هذا الوضع يبدو منطقيا بالنسبة لإسرائيل، بل وسببا للأمل، على حد تعبيره.

المصدر: لوتان

Lübnanlı Gazeteci Hüseyin Mürteza’nın Dediğine Bak! ..

Lübnanlı Gazeteci Hüseyin Murtaza’nın bir Lübnan kanalındaki röportajından:
Teröristlerle Suriye’deki savaşı kaybetmedik, sadece savaşın bir aşamasını kaybettik.
Humus’un kaybıyla direnç umudumuzu yitirdik ve bu şehre güveniyorduk.
Suriye ordusunun üst düzey komutanlarından bazılarını Amerikan istihbaratı satın aldı, bu da Esad’ın emirlerine itaatsizlikle sonuçlandı.
Erdoğan, İranlıları ve Rusları aldattı. Onlara, savaşın son sınırının Humus Kapısı olacağına dair güvence verdi. Ancak Humus’tan sonra hedefin Şam olduğunu ilan ettiğinde, İran Cumhurbaşkanı kendisini aradı. Erdoğan, bu açıklamayı Suriye muhalefetinin Şam’a giden yolun açık olduğunu ve onları durdurmanın imkânsız olduğunu görmesiyle gerekçelendirdi.
Türkiye, Suriye muhalefeti için istihbarat amacıyla uydularını devreye soktu.
• Suriye ordusunun geri adım atması üzerine Hizbullah liderliği, çekilme kararı aldı. Bu çekilmeyi Ruslar güvence altına aldı.
• Ön saflarda savaşanlar Suriyeliler değil, Türkmenistanlılardı. Onlar Erdoğan’a bağlı kişilerdi ve başlangıçta IŞİD altında, şimdi ise El Nusra Cephesi bayrağı altında çalışıyorlar.
• Colani (El Nusra lideri), bize adamlarının, gençlerimizin çekilmesi sırasında onları takip etmeyeceğini; ancak karşılığında Kusayr’ın teslim edilmesini istediğini bildiren bir mesaj gönderdi.
• Suriye’de tam bir çöküş ve büyük bir grup çatışmasının başlamasını bekliyoruz. Bu durum, ülkeyi belirsiz bir geleceğe sürükleyebilir.
• Suriye’lilerin hakkımda ürettikleri tüm videolar beni mutlu ediyor. Bu, onlara ne kadar acı verdiğimi gösteriyor.
• Artık silahlarımızı Lübnan içinde üretiyoruz, bu yüzden Suriye üzerinden bir ikmal hattına ihtiyacımız yok.

Bu metin, bölgesel çatışmalara ve ilgili aktörlerin stratejik tutumlarına dair oldukça çarpıcı açıklamalar içermektedir.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
14.12.2024 Üsküdar

حسين مرتضى بمقابلة على احد القنوات اللبنانية :

  • لم نخسر المعركة مع الارهابين في سورية بل خسرنا مرحلة من المعركة .
  • بخسارة حمص فقدنا أمل الصمود وكنا نعول عليها .
  • قادات كبار من الجيش السوري اشترتهم الاستخبارات الامريكية فبدأو بعصيان اوامر الأسد .
  • أردوغان خدع الايرانيين والروس بعدما تعهد لهم ان آخر حدود المعركة بوابة حمص .وعند اعلانن أن الوجهة دمشق بعد حنص خابره الرئيس الايراني فبرر تصريحه بأن المعارضة السورية وجدت ان الطريق الى دمشق مفتوح ولايمكن ايقافهم .
  • تركيا اشغلت اقمارها الصناعية كجهة استخباراتية لصالح المعارضة السورية
  • بعد تخاذل الجيش السوري قررت قيادة حزب الله الانسحاب .وقام الروس بتأمين خطوط الانسحاب .
  • من قاتل بالصفوف الاولى ليسو سوريين بل من تركمانستان وهم يخضعون لاردوغان .وهم بالاصل يعملون تحت لواء جبهة النصرة حاليا وداعش سابقا .
  • الجولاني ارسل لنا رسالة مفادها ان رجاله لن يلاحقو شبابنا اثناء الانسحاب مقابل تسليم القصير .
  • نتوقع انهيار كامل في سورية واحتمال نشوء اقتتال فصائلي كبير يدخل سورية باامجهول .
  • انا سعيد بكل مقاطع الفيديو التي انشئها السوريين ضدي وهذا يعني انني كنت اوجعهم جدا .
  • نحن لسنا بحاجة لخطوط امداد عن طريق سوريا لاننا اصبحنا نصنع اسلحتنا داخل لبنان ..
Sednaya Zindanlarında İşkence Vahşeti ..

Sednaya ile ilgili daha önce dinlediklerinizi unutun! İnanılmaz detaylar ortaya çıktı…

SECDE EDER GİBİ YERE KAPANDILAR, GARDİYANLAR SIRAYLA DÖVDÜ

Tüm tutuklular tamamen soyunmaya zorlandı. Ardından secde pozisyonunda yere kapandı.
Ardından gardiyanlar tank kayışıyla tutukluları sırayla dövmeye başladılar. Kayışın kalınlığı 5 cm, genişliği 10-13 cm arasında, uzunluğu ise 60 ile 70 cm arasındaydı.

Ömer, bu işkence yönteminin ne kadar zalim olduğunu dünyaya anlatmaya çalışırken şöyle diyor:
“Düşün, gardiyan bizi döverken her iki elini de kullanmak zorunda kalıyor. Çıplakken, kayışın bir darbesi kaburgalarını felç eder. Kayış sırtına ulaşmadan önce, korkunç bir ses duyarsın… Hava sesi. Kayış darbesi vücuda ulaştığında havaya sıkar gibi fişek sesi çıkar.”

“ACININ YOĞUNLUĞUNDAN KALBİM ÇÖKTÜ”

Ömer, tank kayışıyla vurulması sonucu yaşadığı acıyı şöyle ifade etti:
“Dövüldüğümde artık hiçbir şey hissetmiyordum, etrafımda olan bitene dair algımı kaybettim ve acının yoğunluğundan kalbim çöktü.”

“ORGANSIZ CESETLER GÖRDÜM”

Ömer’in ifadesiyle, acı dolu “karşılama partisi”nin bitip cezaevine girmesinden sonra odalardan birinde tutukluların cesetlerinin korkunç görüntülerini gördüğünü ve o çürümüş cesetlerin yayılan kokusunun keskin olduğunu ifade etti.

Ömer: “Organsız cesetler gördüm, bazılarının vücudu sağlamdı ve o vücutların karnı açıktı. Bu cesetlerin hikayesi gizemliydi. Organların satılmak üzere çalınıp çalışmadığını bilmiyorum. Cinsel organı olmayan cesetler de gördüm”

“ÖLÜM TRENİ” DEHŞETİ

Ömer, Sednaya Hapishanesi’ndeki tek kişilik hücresine tekrar döndü. Tutuklular şiddetli açlık çekiyordu, suların kesilmesi ile birlikte durum daha da kötüleşti.

Tek kişilikli olan bu hücrelerde 8 ila 12 kişi tutuluyordu. Ömer şöyle diyor:
“Yanımdaki hücrelerde beş kişi öldü. Geriye kalan tutukluların artık ayakta duracak yeri bile yoktu çünkü cesetler hücrenin enine ve boyuna yayılmıştı.”

Tek kişilik hücresindeki on birinci gününde, Ömer ve diğer tutuklulardan yer altından üst kata çıkmaları istendi.
Hepsine, önlerindeki tutuklunun “belinden” tutmaları ve başlarını önlerindeki kişinin arkasına yerleştirmeleri emredildi.

Ömer, “Eğer ellerin önündeki kişinin belinden kayarsa, ölürsün” diyor. İşte Ömer’in bahsettiği, Sednaya Hapishanesi’ndeki “ölüm treni” budur.

Tutuklular toplu hücrelere yerleştirilmeden önce, bir gardiyan onlara talimatlarını verdi ve Ömer’in anlattığına göre şöyle dedi:
“Burada Allah yok, namaz yok, hücre kapısı kız kardeşleriniz gibi, birinin ona yaklaşmasını kabul eder misiniz? O zaman hücre kapısından uzak durun.”

KOĞUŞ BAŞKANI OLMAK ÖLMEK ANLAMINA GELİYOR

Sednaya’da koğuş başkanı olmak ölüme en yakın olman anlamına gelir.

Ömer, “Birçok tutuklu, koğuş başkanı olarak atanır atanmaz 15 dakika içinde öldü,” diye ekliyor ve birçoğunun ölüm nedenini şöyle açıklıyor:
Koğuş başkanı, ölüleri çıkartırken veya yemekleri tutuklulara dağıtırken, gardiyanlar tarafından ağır şekilde dövülme riskiyle karşı karşıya kalıyor. Bu durumda da koğuş başkanı dakikalar ya da saatler içinde ölür.

“ÖMER BENİ DÖVÜYORLAR”

Dayak değil de korkudan ölen koğuş başkanlarından birini Ömer şöyle anlattı:
“Adı Abdulahhap Reda Kariz’di ve Şam kırsalındaki Al Tall şehrindendi. Onu koğuş başkanı yaptılar. Öleceğini biliyordu, psikolojik durumu kötüydü, artık yemek yemiyordu.’ Abdulvahhap, “Ömer, beni dövüyorlar” diye bağırıyordu. Ömer, “Biz yemek yerken, Abdulvahhap’ın vücudu duvardan hücrenin zeminine kaydı ve öldü.”

SORGU BİRKAÇ SANİYE SÜRMÜŞ

9 Eylül 2014 tarihinde, Ömer, Kabun’daki askeri polisin mahkemesine götürüldü. Orada sadece birkaç saniye süren kısa bir sorguya maruz kaldı.

Ömer, hakimin kendisinin silah taşımadığına, kimseyi öldürmediğine ve verdiği tüm ifadelerin işkence altında alındığına inanacağına umut etmişti.

Hakim, “Kaç kişiyi öldürdün?” diye sordu. Ömer, “Kimseyi öldürmedim,” diye yanıtladı. Hakim, odadan çıkmasını emretti be dava hemen sona erdi. Ömer Sednaya Hapishanesi’ne geri gönderildi.

TECAVÜZ DEHŞETİ KAN DONDURDU

Sednaya Hapishanesi’ndeki tutuklular, cinsel istismarlara maruz kaldığını ifade eden Ömer, “Gardiyanlar alkol aldıktan sonra tutukluların bulunduğu hücreye girip yapılı bir tutuklu ile zayıf bir tutukluyu seçer ve yapılı olandan zayıf olana tecavüz etmesini isterlerdi. Gardiyanlar sarhoş olduklarında bazen hücrelere girip tutukluları döverler. Hücreden çıkarken, genellikle ortada bir kan gölü bırakmadan ayrılmazlardı” dedi.

Gardiyanlardan birinin, bitişik 10 hücredeki koğuş başkanlarına giderek her birinden yarım saat içinde bir kişiyi öldürmelerini istediğini anlatan Ömer, “Yarım saatlik sürenin bitmesine dakikalar kala, koğuş başkanı genellikle zayıf bir tutukluyu seçer ve boynunu kırarak öldürürdü. Çünkü eğer emri yerine getirmezse, gardiyanların elinde defalarca işkence görüp en sonunda öldürüleceğini bilirdi. Bazıları Necha Mezarlığı’na, bazıları ise Teşrin Askeri Hastanesi’ne gönderiliyordu” ifadelerine yer verdi.

ÖZGÜRLÜĞE GİDEN YOL

Ömer, tutuklanmasının üzerinden iki yıl sekiz ay geçtikten sonra yeniden özgürlüğü tadabileceğini hiç beklemiyor

Esed rejimi ordusunda görevli bir subay, Ömer’in ailesinden hayatta kalanlara, 15 bin Amerikan doları karşılığında Ömer’i Sednaya Hapishanesi’nden çıkarma sözü verdi.

Subay sözünü tuttu ve Ömer’i Sednaya Hapishanesi’nden, mahkemeye bile çıkarmadan serbest bıraktı. Hapishane görevlileri Ömer’i Sednaya’daki bir sokağa götürdü ve orada serbest bıraktı.

Ömer, serbest kaldığında hemen Şam’a yöneldi. Ancak o sırada köyü Banyas’ın Beyda bölgesinde gerçekleştirilen katliamlardan sonra annesinin ve ailesinin hayatta olup olmadığını bilmiyordu.

Ömer, Suriye’nin başkenti Şam’daki Zablitani Mahallesi’ne ulaştığında sadece 35 kilogram ağırlığındaydı.

Orada birkaç genç onu karşıladı ve ailesiyle iletişim kurmasına yardımcı oldu. Bir süre sonra bir kişi geldi ve Ömer’i Şam’daki bir otele götürdü.
Ömer burada annesiyle iletişim kurma şansı buldu. Ancak kısa bir süre sonra verem hastalığı nedeniyle sağlık durumu kötüleşti ve özel bir hastaneye kaldırıldı.

Sağlığında küçük bir iyileşme olmasının ardından bir subay, Ömer’i Hama kırsalındaki Kalat El-Madik bölgesine götürdü. Buradan ise Türkiye’ye kaçırıldı.

Ailesi, onu ilk gördüğünde adeta yıkıldı; zira hapishane, Ömer’in sağlığını tamamen tüketmişti.

Ömer o günleri şöyle anlatıyor:
“Küçük kardeşim, görünüşümden korktuğu için iki gün boyunca yanıma yaklaşamadı.”

Ömer, Türkiye’de birkaç gün kaldıktan sonra bir tekneyle Yunanistan’a geçti ve oradan İsveç’e ulaştı.

Şu anda İsveç’te yaşıyor ve hayatına devam etmekte kararlı görünüyor. İsveççe öğrenen Ömer, kendi ifadesine göre yaşıtlarına kıyasla büyük başarılar elde etti ve verem tedavisi gördü.

Ömer, tutukluluk sürecindeki acılarını cesurca anlatıyor.

İşkence ve ihlallerden bahsederken yaşadığı duygusal yaraları gülümsemeyle karşılıyor.

Ancak içinde, kendi çektiği acıları ve diğer tutukluların yaşadıklarını tüm dünyaya anlatma konusunda güçlü bir kararlılık taşıyor.
Resimli Sednaya Zulmü İçin👇
https://www.haber7.com/foto-galeri/89383-sednaya-ile-ilgili-daha-once-dinlediklerinizi-unutun-inanilmaz-detaylar-ortaya-cikti/p34

Yazının Arapçası 👇ترجمة المقال إلي العربية

اضطهاد صيدنايا
انسَ ما سمعته عن صيدنايا من قبل! لقد ظهرت تفاصيل مذهلة…
طرحهم أرضاً وضربهم الحراس واحدًا تلو الآخر.
تم إجبار جميع المعتقلين على خلع ملابسهم بالكامل، ثم سقطوا على الأرض في وضع السجود. بعد ذلك، بدأ الحراس بضربهم بحزام دبابات، وكان سمك الحزام 5 سم، وعرضه بين 10 و13 سم، وطوله من 60 إلى 70 سم.
ويقول عمر، الذي حاول أن يشرح للعالم مدى قسوة هذا التعذيب:
“تخيل أن الحارس يستخدم كلتا يديه لضربنا. عندما نكون عراة، فإن ضربة من الحزام قد تشل أضلاعنا. قبل أن يصل الحزام إلى ظهرك، تسمع صوتًا مرعبًا، صوت الهواء. وعندما يصل الحزام إلى جسدك، يصدر صوتًا يشبه صوت إطلاق النار.”
“لقد انهار قلبي من شدة الألم.”
وعن الألم الناتج عن ضربات حزام الدبابة، قال عمر:
“عندما تعرضت للضرب، فقدت الوعي بكل ما حولي، وانهار قلبي من شدة الألم.”
“رأيت جثثًا بلا أعضاء.”
بعد انتهاء “حفلة الاستقبال” المؤلمة، وعند دخوله السجن، قال عمر إنه رأى مشاهد مروعة لجثث السجناء في إحدى الغرف، وأن رائحة تلك الجثث المتعفنة كانت خانقة.
“رأيت جثثًا بلا أعضاء، وبعضها كانت أجسامها سليمة لكن بطونها مفتوحة. كانت هذه الجثث تحمل قصة غامضة. لا أعرف إذا كانت الأعضاء قد سُرقت لبيعها. كما رأيت جثثًا بدون أعضاء تناسلية.”
رعب “قطار الموت”
عاد عمر إلى زنزانته الانفرادية في سجن صيدنايا، وكان السجناء يعانون من الجوع الشديد، الأمر الذي تفاقم بعد انقطاع المياه.
كان يُحتجز ما بين 8 إلى 12 شخصًا في هذه الزنازين الانفرادية. قال عمر:
“مات خمسة أشخاص في الزنازين المجاورة لي. لم يعد هناك مكان للمعتقلين المتبقين للوقوف، لأن الجثث كانت منتشرة في الزنزانة.”
في اليوم الحادي عشر من احتجازه، طُلب من عمر والمعتقلين الآخرين الصعود من الأسفل إلى الطابق العلوي، حيث طُلب منهم أن يمسكوا “خصر” السجين أمامهم ووضعوا رؤوسهم خلف الشخص الذي أمامهم.
وقال عمر: “إذا انزلقت يداك من وسط الشخص الذي أمامك، فإنك تموت.”
وهذا هو ما أشار إليه عمر بـ “قطار الموت” في سجن صيدنايا.
كونك رئيسًا للجناح يعني الموت.
أن تكون رئيسًا للجناح في سجن صيدنايا يعني أن تكون الأقرب إلى الموت. وقال عمر:
“العديد من المعتقلين توفوا في غضون 15 دقيقة من تعيينهم رئيسًا للجناح، لأنهم يتعرضون لضرب مبرح من الحراس أثناء إخراج الموتى أو توزيع الطعام.”
“عمر، إنهم يضربونني.”
وصف عمر كيف توفي أحد رؤساء الأقسام من الخوف بدلاً من الضرب:
“اسمه عبد الله رضا كريز، وكان من مدينة التل في ريف دمشق. أصبح رئيسًا للجناح، وكان يعلم أنه سيموت. أصبح في حالة نفسية سيئة ولم يعد يأكل. كان يصرخ قائلًا: ‘عمر، إنهم يضربونني.’ بينما كنا نأكل، سقطت جثة عبد الله من الجدار إلى أرضية الزنزانة وتوفي.”
استغرق الاستجواب بضع ثوانٍ
في 9 سبتمبر 2014، نُقل عمر إلى محكمة الشرطة العسكرية في كابون، حيث خضع لاستجواب سريع استمر لبضع ثوان.
كان عمر يأمل أن يصدق القاضي أنه لم يحمل سلاحًا ولم يقتل أحدًا، وأن جميع أقواله أخذت تحت التعذيب.
سأله القاضي: “كم عدد الأشخاص الذين قتلتهم؟” فأجاب عمر: “لم أقتل أحدًا”. فأمره القاضي بالخروج، وانتهت القضية. عاد عمر إلى سجن صيدنايا.
رعب الاغتصاب
وذكر عمر أن المعتقلين في سجن صيدنايا تعرضوا للاعتداءات الجنسية. قال:
“بعد أن يشرب الحراس الكحول، يدخلون الزنازين، يختارون سجينًا قويًا وآخر ضعيفًا، ويطلبون من القوي اغتصاب الضعيف. وعندما يكون الحراس في حالة سكر، يدخلون الزنازين أحيانًا ويضربون السجناء.”
وأوضح عمر أن أحد الحراس ذهب إلى رؤساء الأقسام في 10 زنازين متجاورة وطلب منهم قتل شخص في غضون نصف ساعة، وقال:
“قبل أن تنتهي نصف الساعة، يختار رئيس الجناح عادة سجينًا ضعيفًا ويكسره عنقه.”
الطريق إلى الحرية
لم يتوقع عمر أن يتذوق طعم الحرية بعد مرور عامين وثمانية أشهر من اعتقاله.
قال ضابط في جيش نظام الأسد إنه سيخرج عمر من سجن صيدنايا مقابل 15 ألف دولار أمريكي. وفى الضابط بوعده وأطلق سراح عمر دون محاكمة، حيث أخذوه إلى أحد شوارع صيدنايا وأطلقوا سراحه هناك.
توجه عمر إلى دمشق، لكنه لم يكن يعلم ما إذا كانت والدته وعائلته على قيد الحياة بعد المجازر في قريته بانياس.
وعندما وصل إلى زبلطاني في دمشق، كان وزنه 35 كيلوغرامًا فقط.
استقبله عدد من الشباب وساعدوه في الاتصال بأسرته. بعد فترة، أخذه شخص إلى فندق في دمشق حيث تمكن من الاتصال بأمه.
ثم، بسبب مرضه بالسل، نقل إلى مستشفى خاص.
وبعد تحسن طفيف في حالته الصحية، تم نقله إلى منطقة قلعة المضيق في ريف حماة، ومنها إلى تركيا.
عندما رآته عائلته لأول مرة، انهارت، لأن السجن دمر صحته تمامًا.
قال عمر: “أخي الصغير لم يقترب مني لمدة يومين لأنه خاف من مظهري.”
بعد أيام في تركيا، عبر إلى اليونان، ومن هناك وصل إلى السويد.
يعيش الآن في السويد ويبدو عازمًا على متابعة حياته. تعلم اللغة السويدية، وحقق نجاحًا كبيرًا مقارنة بأقرانه، وتلقى العلاج من مرض السل.
يشرح عمر آلامه أثناء احتجازه بشجاعة. وعندما يتحدث عن التعذيب والانتهاكات، يبتسم رغم الجراح العاطفية التي يحملها.
لكن في داخله، يحمل عزماً قوياً على إخبار العالم عن معاناته ومعاناة السجناء الآخرين.

المترجم: أحمد ضياء إبراهيم أوغلو

Siyonistlerin Suriye Yorumu

Siyonist İsrail 14. Kanal’da bazı şarkiyatçılar ve eski askerler arasında yapılan bir tartışmada, Suriye’deki kazanan tarafın %60 oranında Türkler, %40 oranında ise İsrailliler olduğu konusunda neredeyse fikir birliği vardı.

Ayrıca, İsrail’in Suriye’deki Dürzilerle ilişkilerini yenilemesi ve geliştirmesi gerektiğini, Türkiye’nin Suriye’deki genişlemesini durdurmak için Kürtlere desteği büyük ölçüde artırması gerektiğini ifade ediyorlar.

Türklerin Osmanlı Devleti’ni yeniden kurma hayalinin hızla ilerlediğini ve bu nedenle ABD, Avrupa ülkeleri ve (ılımlı ve normalleşmiş) Arap ülkeleriyle iş birliği yapılması gerektiğini, Türk hayalinin gerçekleşmesinin önlenmesi gerektiğini söylüyorlar.

Ayrıca, Türkiye’nin İran’la anlaşarak, İran’ın Hizbullah’a destek sağlamak amacıyla Lübnan’a giden yolunu açabileceğinden korktuklarını açıkladılar. Bu, İsrail’in planlarına karşı caydırıcı bir güç oluşturmak ve Lübnan’da İsrail’in genişlemesine karşı çıkan ekseni güçlendirmek için yapılabilir.

Her ne kadar Türkiye ve İran arasında anlaşmazlıklar olsa da Türklerin, şu anda İran’la karşı karşıya gelmemelerini gerektiren bir politika izlemeleri gerektiğini bildiklerini ve birlikte çalışacaklarını ifade ediyorlar.

Bu senaryonun İsrail’e karşı olduğunu belirtiyorlar.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
14.12.2024 Üsküdar

في نقاش لبعض المستشرقين والعسكريين القدامى في القناة 14 كان هناك شبه اجماع ان المنتصر في سوريا هم الاتراك بنسبة 60% وان الاسرائيليين فازوا بنسبة 40%
يقولون ايضا ان على اسرائيل ان تجدد وتحسن علاقاتها مع الدروز في سوريا وات تزيد الدعم للأكراد بشكل كبير حتى تضمن وقف التمدد التركي في سوريا
يقولون ايضا ان حلم الاتراك بإعادة الدولة العثمانيه يسير بشكل سريع ولذلك فيجب العمل مع امريكا والدول الاوروبيه والدول العربيه ( المعتدله والمطبعه) لمنع تحقيق الحلم التركي
اعلنوا ايضا عن خوفهم من ان تتفاهم تركيا وايران بحيث ستسمح تركيا بفتح طريق للايرانيين باستمرار الدعم الايراني التركي ل Hizbullah في لبنان وذلك للحفاظ على قوة رادعه في لبنان لمخططات اسرائيل ولتعزيز المحور الرافض لتمدد اسرائيل في لبنان
ويقولون انه بالرغم من خلاف ايران وتركيا الا ان الاتراك يعرفون ان السياسه تفرض عليهم ان لا يكونوا بموقف مواجه لأيران في الوقت الحالي وسيقومون بالعمل معا
وقالوا ان هذا السيناريو ضد اسرائيل

Türkiye İsrail İle Savaşı Göze Alır mı?

Yeni Şafak / İbrahim Karagül

Türkiye İsrail’le savaşı göze alır. Ama İsrail bunu asla yapamaz! Önce Şam sonra Kudüs. Bence İsrail korkmalı! Bütün dünya “Olağanüstü Meşru Müdahale”nin ilk örneğini gördü.

1- Bundan sonra “Suriye’ye saldıran herkes karşısında Türkiye’yi bulacak.” Tüm zamanların en net, en keskin, en kararlı meydan okuması.

Şam’ın kurtarılması, Türkiye-Suriye-Lübnan arasında neredeyse bir ortak coğrafyanın biçimlenmesi sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu açıklamaları, bizim öteden beri “Türkiye Ekseni” olarak niteliğimiz coğrafya güç haritasındaki değişimin belli bir olgunluk aşamasına geldiğinin ilanıdır.
Açıklama devam etti: “Suriye’nin diğer kısımlarındaki DEAŞ, PKK, PYD gibi terör örgütlerinin de en kısa sürede başı ezilecektir.
Peki bu sözlerin anlamı ne?

BU MEYDAN OKUMA KİMLERE? “MEŞRU MÜDAHALE” NE DEMEK?

2- Türkiye, Suriye muhalefeti ile birlikte Şam’daki rejimi devirmiştir. Yıldırım hızıyla başlayan harekat ülke haritasını büyük oranda bütünleştirmiştir. İsrail işgali ve ABD/PKK varlığı olan bölgeler de kurtarılacaktır.

Türkiye “Olağanüstü Meşru Müdahale”nin ilk örneğini sergilemiş ve dünyanın şaşkın bakışları arasında inanılmaz bir sonuç almıştır.
Birinci cümle doğrudan İsrail’e yöneliktir. Çünkü İsrail, fırsatçılık yapıp, otorite boşluğu var diye Golan’da tampon bölgeyi geçmiş, Şam’a yaklaşmış, Suriye’nin bir bölümünü işgal etmiştir. Bu arada ağır hava saldırıları ile Suriye’nin askeri altyapısını yok etmiştir.
İsrail’in Gazze ve Lübnan’dan sonra Suriye’de başlattığı yeni işgal öncelikle bir yayılmacılıktır, hırsızlıktır. Ama daha önemli bir gerçek var: O da korkudur!

TÜRKİYE İSRAİL İÇİN ARTIK “KORKU”DUR!

İsrail bu işgali Esad zamanında niye yapmadı da şimdi yaptı? Çünkü artık korkuyor. O zaman saldırı ihtimali görmemişti, şimdi görüyor.

O zaman Suriye-İsrail-İran denklemi vardı. Şimdi o denklem yok. Şimdi karşısında “Zinde” bir Suriye gücü, varlığı inşa ediliyor. Bundan sonra çok daha keskin bir düşmanla karşı karşıya kalacak.
İşte tam bu aşamada, “Suriye’ye saldıran karşısında Türkiye’yi bulur” cümlesi bütün bölgenin yeni gerçekliğini ortaya koyuyor. İsrail yayılmacılığının karşısında sadece Suriye halkı ve devleti olmayacak, Türkiye de olacak. Yani Türkiye artık İsrail’e sınır olmuştur. Hep şunu söyledik: “Türkiye Golan’da savunma kalkanı kurmalı”dır. Bu sözler kuracağının işaretidir. Şu anki İsrail işgali de Türkiye Korkusu”dur.

ABD VE İSRAİL’İN ARTIK PKK’YI KORUMA İMKANI KALMAMIŞTIR!

3- İkinci Cümle PKK’nın sahiplerine yönelik. PKK, YPG, DAEŞ ya da her ne olursa olsun, bütün terör örgütleri ABD-İsrail ordusu ve istihbaratı tarafından yönetilir. Türkiye, artık bu örgütlerin sahada ve güçle tasfiye edileceğini ilan etmiştir.
Öyleyse Fırat’ın Doğu’sunda ABD ne baskı yaparsa yapsın, PKK/YPG varlığına izin vermeyecektir. Bu sözler şunu ifade etmektedir: “Siz isteseniz de istemeseniz de, ne kadar sahiplenirseniz sahiplenin biz bu örgütleri ezeceğiz”.
ABD’nin ya da İsrail’in bu aşamadan sonra PKK’yı, YPG’yi koruma imkanı kalmamıştır. PKK üzerinden Suriye’yi bölme imkanı kalmamıştır. Bölge halkının isyanı ile birlikte ABD varlığının da Suriye’de kalma imkanı kalmamıştır.

İRAN ORTADOĞU’YU KAYBETTİ. ABD VE İSRAİL DE KAYBEDEBİLİR!

4- Muhalif güçlere “ABD-İsrail yandaşı” etiketi yapıştıran İran ve unsurlarının tezleri de çöktü. Suriye’yi parçalayanların ABD, İsrail ve PKK olduğu açıkça ortaya çıktı. İran’ın yıllarca, Suriye bütünlüğü değil, bir azınlık rejimini ayakta tutmak için yüzbinlerce insan öldürdüğü de ortada.
Bu tür basit, klişe düşünce ve cümlelerin, ezberlerin Suriye’de ve bölgede bir karşılığı kalmamıştır.
İran Ortadoğu’yu kaybetti. PKK için ayak direrse ABD de bölgeyi kaybedecek. Suriye ve Lübnan’da hatta Filistin’de yeni bir direnç hareketinin büyümesini engelleyemeyecek. Böyle devam ederse İsrail de bölgeyi kaybedecek. Kendi işgal sınırlarına hapsolup kalacak.

“LÜBNAN’A SALDIRAN KARŞISINDA TÜRKİYE’Yİ BULUR” DA DİYECEĞİZ!

5- Türkiye; “Karşınızda bizi bulursunuz” cümlesini bir sonraki aşamada Lübnan için de kullanacaktır. Suriye haritası tamamlandığında, Lübnan savunması için yepyeni bir dinamik ortaya çıkacaktır. Türkiye’nin varlığı ve koruması Lübnan için de devreye girecektir.
İsrail’in hem Suriye hem Lübnan sınırlarında Türkiye etkisi ağır bir şekilde hissedilecektir. “Savaşı Türkiye sınırına taşıyanların bütün hesaplarını on günde sıfırlayan akıl”, bunu da yapacaktır.
Artık İran sınırından Akdeniz’e ulaşan bütün çokuluslu senaryolar bitmiştir. Dışarıda çizilen haritalar çöp olmuştur.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI YENİ BİTTİ!

Hem bu bölgede hem Doğu Akdeniz’de “Türkiye ve Dostları”nın gücü, yeni ortaklarla daha da genişleyecek, belki de coğrafyaya dönük dışarıdan müdahaleler dönemi kapanacaktır.
Belki de Birinci Dünya Savaşı ile başlayan işgaller ve parçalama tarihinin sonu gelmiştir. Bu aşamada İsrail için, kurulduğundan bu yana, en sıkıntılı dönem de başlamış olacaktır.
Şu an Suriye’de iki konu kaldı. ABD denetimindeki PKK-YPG varlığına son vermek ve İsrail askerini Suriye topraklarından çıkarmak. Coğrafya’daki büyük formatlamaya bakılırsa bu da yakın zamanda gerçek olacak. Ama 20 Ocak tarihine kadar her ne gerekiyorsa yine yıldırım hızıyla yapılmalıdır.

TÜRKİYE İSRAİL İLE SAVAŞI GÖZE ALIR AMA İSRAİL GÖZE ALAMAZ.

ABD’nin ve içerideki ortaklarının “Türkiye’yi oyalama”ya dönük kazanımlar dönemi de bitmiştir. Fırat’ın Doğusu’nda bunu bir kez daha denediler olmadı. Deyrizor ve petrol sahaları kurtarıldı. Rakka da kurtarılacak. Irak sınırına kadar her yer kurtarılacak. ABD oyalaması ile İsrail’in Suriye’deki işgali tek bir plandır. İkisi de tek bir plan olarak rafa kaldırılacak.
Türkiye İsrail ile savaşı göze alır. Ama İsrail bunu asla yapamaz. Böyle bir gücü yok. ABD’nin de yok. Birkaç aya kadar nelerle boğuşmak zorunda kalacaklarını hep birlikte göreceğiz. Türkiye artık sadece Türkiye değil, bir ortak coğrafyadır. Milyonları bir anda İsrail sınırına yığmak hiç de zor değildir.

ÖNE ŞAM SONRA KUDÜS. BU HEP BÖYLE OLMUŞ… BENCE İSRAİL KORKMALI.

Bunu özellikle İsrail’e hatırlatalım:
Tarih boyunca Kudüs’ün kurtarılması hep Şam’ın ele geçirilmesinden sonra mümkün olmuş. Kudüs hep Suriye üzerinden kurtarılmış. Bence İsrail korkmalı ve sakin durmalı!
1- Hz. Ömer, 636’da önce Şam’ı fethetti, sonra 637’de Kudüs’ü fethetti.
2- Selahattin Eyyubi, 1184’te önce Şam’ı ele geçirdi, sonra 1187’de Kudüs’ü kurtardı.
3- Memlükler, önce Şam’ı Moğollar’dan aldı. Sonra Kudüs’ü aldı (1260). Şam’ın ele geçirilmesi tarihin akışını değiştirdi, Moğol istilası durduruldu.
4- Osmanlı, önce Mercidabık savaşı ile Şam’ı fethetti. Sonra Kudüs’ü (1516) Osmanlı
toprağına kattı.
5- Öyle görünüyor ki, Kudüs’ün kurtarılması yine Suriye üzerinden, Şam üzerinden olabilir. Bence İsrail biraz tarihe baksa iyi olur. Şu an yapabileceği en doğru şey, işgal ve yayılmacılığı bırakıp komşuları ile dostluklar kurmayı denemesidir. Biz o derin tarihi idrake sahibiz. Ama İsrail’in şu an yaptığı bir acemilik ve ergen hırçınlığıdır. 12.12.2024👇

https://www.yenisafak.com/yazarlar/ibrahim-karagul/turkiye-israille-savasi-goze-alir-ama-israil-bunu-asla-yapamaz-once-sam-sonra-kudus-bence-israil-korkmali-butun-dunya-olaganustu-mesru-mudahalenin-ilk-ornegini-gordu-4662545

Yazının Arapçası👇ترجمة المقال إلي العربية

تركيا مستعدة لخوض الحرب مع إسرائيل. لكن إسرائيل لا يمكنها فعل ذلك أبداً!
أولاً دمشق، ثم القدس. برأيي، على إسرائيل أن تخاف! لقد رأى العالم أجمع أول مثال على “التدخل الشرعي الاستثنائي”.

1- من الآن فصاعداً، “كل من يهاجم سوريا سيجد تركيا في مواجهته.” هذا هو التحدي الأكثر وضوحاً وحزماً عبر التاريخ.
تصريحات الرئيس أردوغان بشأن إنقاذ دمشق وتشكيل شبه وحدة جغرافية بين تركيا وسوريا ولبنان هي إعلان بأن خريطة القوة الجغرافية التي نسميها منذ زمن “المحور التركي” قد بلغت مرحلة نضج معينة.
وتابع التصريح: “سيتم سحق الإرهاب في أقرب وقت ممكن، بما في ذلك المنظمات الإرهابية مثل داعش وPKK وPYD في بقية المناطق السورية.”

لكن ما معنى هذه التصريحات؟
لمن يوجه هذا التحدي؟ وما معنى “التدخل الشرعي”؟

2- لقد تمكنت تركيا، بالتعاون مع المعارضة السورية، من الإطاحة بالنظام في دمشق. وقد بدأت العملية بسرعة خاطفة وحققت تكاملاً كبيراً في خريطة البلاد.
وسيتم تحرير المناطق الواقعة تحت الاحتلال الإسرائيلي والأمريكي/PKK أيضاً.
قدمت تركيا أول مثال على “التدخل الشرعي الاستثنائي” وحققت نتيجة مذهلة وسط دهشة العالم.

الجملة الأولى موجهة مباشرة إلى إسرائيل. لأن إسرائيل استغلت الفراغ السلطوي وتجاوزت المنطقة العازلة في الجولان واقتربت من دمشق، واحتلت جزءاً من سوريا. كما دمرت البنية التحتية العسكرية السورية من خلال هجمات جوية عنيفة.

الاحتلال الجديد الذي بدأته إسرائيل في سوريا بعد غزة ولبنان هو أولاً توسعية وسرقة. لكن هناك حقيقة أهم: وهي الخوف!

تركيا أصبحت الآن “الخوف” بالنسبة لإسرائيل!

لماذا لم تقدم إسرائيل على هذا الاحتلال في زمن الأسد وها هي تفعله الآن؟ لأنها باتت خائفة. في ذلك الوقت، لم ترَ احتمال تعرضها لهجوم، أما الآن فهي ترى ذلك.

في السابق، كان هناك معادلة سوريا-إسرائيل-إيران. لكن الآن هذه المعادلة لم تعد موجودة. بدلاً منها، يتم بناء وجود قوي لسوريا جديدة. ستواجه إسرائيل مستقبلاً عدواً أشد قسوة.

في هذه المرحلة، تأتي عبارة “من يهاجم سوريا سيجد تركيا في مواجهته” لتكشف عن الحقيقة الجديدة في المنطقة بأسرها. لن يواجه التوسع الإسرائيلي الشعب والدولة السورية فقط، بل ستواجهه تركيا أيضاً. بمعنى آخر، أصبحت تركيا الآن جارة لإسرائيل.

كنا نقول دائماً: “على تركيا أن تبني درعاً دفاعياً في الجولان.” وهذه التصريحات تشير إلى أن هذا سيحدث. إن الاحتلال الإسرائيلي الحالي هو في الواقع “خوف من تركيا.”

لم يعد بإمكان الولايات المتحدة وإسرائيل حماية PKK بعد الآن!

3- الجملة الثانية موجهة إلى داعمي PKK. جميع التنظيمات الإرهابية مثل PKK وYPG وDAESH، بغض النظر عن مسمياتها، تديرها جيوش واستخبارات الولايات المتحدة وإسرائيل. وقد أعلنت تركيا الآن أن هذه التنظيمات سيتم القضاء عليها ميدانياً وبالقوة.

لذلك، مهما مارست الولايات المتحدة من ضغوط شرق الفرات، لن تسمح تركيا بوجود PKK/YPG. تعني هذه الكلمات: “سواء أردتم أم لا، وبغض النظر عن مدى دعمكم لهذه التنظيمات، سنسحقها.”

لم يعد بإمكان الولايات المتحدة أو إسرائيل حماية PKK وYPG بعد هذه المرحلة. ولم يعد بإمكانهما تقسيم سوريا من خلال PKK. ومع انتفاضة شعوب المنطقة، لن تتمكن الولايات المتحدة من البقاء في سوريا.

إيران خسرت الشرق الأوسط، وقد تخسر الولايات المتحدة وإسرائيل أيضاً!

4- الأطروحات التي روجت لها إيران وعناصرها بوصف القوى المعارضة بـ”أنصار الولايات المتحدة وإسرائيل” قد انهارت. لقد ثبت أن الذين دمروا سوريا هم الولايات المتحدة وإسرائيل وPKK. كما أصبح واضحاً أن إيران، بدلاً من دعم وحدة سوريا، قتلت مئات الآلاف من أجل الإبقاء على نظام أقلية.

مثل هذه الأفكار والجمل البسيطة والمبتذلة لم تعد تجد لها صدى في سوريا أو المنطقة.

خسرت إيران الشرق الأوسط. وإذا واصلت دعمها لـPKK، ستخسر الولايات المتحدة المنطقة أيضاً. لن تتمكن من منع نمو حركة مقاومة جديدة في سوريا ولبنان وحتى فلسطين. وإذا استمر الوضع على هذا النحو، ستخسر إسرائيل أيضاً المنطقة وستبقى محاصرة ضمن حدود احتلالها.

“من يهاجم لبنان سيجد تركيا في مواجهته” سنقول هذا أيضاً!

5- ستستخدم تركيا عبارة “ستجدوننا في مواجهتكم” في المرحلة القادمة للدفاع عن لبنان أيضاً. عند اكتمال خريطة سوريا، سيظهر ديناميك جديد للدفاع عن لبنان. سيكون وجود تركيا وحمايتها فاعلاً في لبنان أيضاً.

ستشعر إسرائيل بثقل التأثير التركي على حدودها مع سوريا ولبنان على حد سواء. “العقل الذي أفسد جميع الحسابات التي نقلت الحرب إلى حدود تركيا خلال عشرة أيام فقط” سيفعل ذلك مرة أخرى.

انتهت جميع السيناريوهات متعددة الجنسيات التي كانت تمتد من الحدود الإيرانية إلى البحر الأبيض المتوسط. وأصبحت الخرائط التي رسمت خارج المنطقة مجرد نفايات.

الحرب العالمية الأولى انتهت للتو!
في هذه المنطقة وفي شرق البحر الأبيض المتوسط، ستزداد قوة “تركيا وأصدقائها” مع شركاء جدد، وربما ينتهي عصر التدخلات الخارجية في المنطقة.
ربما تكون نهاية تاريخ الاحتلال والتقسيم الذي بدأ مع الحرب العالمية الأولى قد اقتربت. وفي هذه المرحلة، ستدخل إسرائيل أصعب فترة منذ تأسيسها.

حاليًا، بقيت قضيتان في سوريا: إنهاء وجود PKK-YPG تحت سيطرة الولايات المتحدة، وإخراج القوات الإسرائيلية من الأراضي السورية. بالنظر إلى إعادة تشكيل المنطقة الكبرى، فإن تحقيق هذا الهدف بات قريبًا. ومع ذلك، يجب أن يتم كل ما هو ضروري بسرعة البرق قبل تاريخ 20 يناير.

تركيا مستعدة لخوض الحرب مع إسرائيل، لكن إسرائيل ليست مستعدة لذلك.
انتهى عصر المكاسب الأمريكية وشركائها الداخليين في “إشغال تركيا”. لقد جُرّب هذا مرة أخرى شرق الفرات ولم ينجح. تم تحرير دير الزور وحقول النفط، وسيتم تحرير الرقة أيضًا. كل منطقة حتى الحدود العراقية سيتم تحريرها. إن الخطة الأمريكية لتعطيل تركيا والاحتلال الإسرائيلي لسوريا هما جزء من خطة واحدة، وستوضع تلك الخطة على الرف.

تركيا مستعدة لخوض الحرب مع إسرائيل، لكن إسرائيل لا تستطيع فعل ذلك أبدًا. ليست لديها القوة لذلك، وكذلك الولايات المتحدة. سنرى معًا في غضون بضعة أشهر التحديات التي سيتعين عليهم مواجهتها. لم تعد تركيا مجرد دولة، بل أصبحت شريكًا جغرافيًا. حشد ملايين الأشخاص على الحدود الإسرائيلية لم يعد أمرًا صعبًا على الإطلاق.

أولاً دمشق، ثم القدس. هكذا كان الأمر دائمًا… برأيي، على إسرائيل أن تخاف.
دعونا نذكر إسرائيل بشكل خاص بهذا:
على مر التاريخ، كان تحرير القدس ممكنًا فقط بعد السيطرة على دمشق. لطالما تم تحرير القدس عبر سوريا. برأيي، على إسرائيل أن تخاف وتلتزم الهدوء!

1- في عام 636، فتح الخليفة عمر بن الخطاب دمشق أولاً، ثم فتح القدس عام 637.
2- في عام 1184، سيطر صلاح الدين الأيوبي أولاً على دمشق، ثم حرر القدس عام 1187.
3- استعاد المماليك دمشق من المغول أولاً، ثم سيطروا على القدس (1260). كان السيطرة على دمشق نقطة تحول تاريخية أوقفت الغزو المغولي.
4- فتح العثمانيون دمشق أولاً في معركة مرج دابق، ثم ضموا القدس إلى أراضيهم عام 1516.
5- يبدو أن تحرير القدس قد يتم مرة أخرى عبر سوريا، عبر دمشق.

برأيي، من الأفضل لإسرائيل أن تلقي نظرة على التاريخ. أفضل ما يمكنها فعله الآن هو التوقف عن الاحتلال والتوسع، ومحاولة بناء علاقات صداقة مع جيرانها. نحن نمتلك فهمًا عميقًا لهذا التاريخ. لكن ما تفعله إسرائيل حاليًا هو تصرف صبياني ومندفع.

إبراهيم قراكول / جريدة يني شفاق

المترجم: أحمد ضياء إبراهيم أوغلو

12.12.2024

İran’ın Bölge Projesinin Çöküşü ..

Beşşar Esad rejimi ve İran’ın bölge genişleme projesinin çöküşü

Esad ailesinin Suriye’deki baskıcı, bağımlı ve yozlaşmış rejiminin çöküşü, kısaca ifade etmek gerekirse, İran’ın Suriye’deki nüfuzunun sonu ve İran’ın Arap bölgesindeki stratejik bölge genişleme projesinin doğmadan çöküşü anlamına gelir.

Çok sayıda ve çeşitli nedenlerle, özellikle jeopolitik olarak önemli konumu nedeniyle, Suriye, İran’ın bu bölge genişleme projesinde temel bir dayanak noktasıydı. Aynı zamanda, İran’ın Arap bölgesindeki stratejisinde kilit bir rol oynuyordu. Bu gerçek, İran’daki karar alıcılar ve onlara yakın kişiler tarafından açıkça ifade edilmiştir.

Misal olarak, İran’daki “Amar Stratejik Merkezi”nin başkanı Mehdi Taib, 14 Şubat 2013’te şöyle demişti: “Suriye, İran’ın 35. eyaletidir ve stratejik bir eyalet olarak kabul edilir. Düşman bizi Suriye’yi veya Huzistan’ı (Ahvaz bölgesi: coğrafi alanı ve kaynaklarıyla birlikte) işgal etmek amacıyla saldırırsa, öncelikli olarak Suriye’yi elimizde tutmalıyız.”

Taib ayrıca şu ifadeleri eklemiştir: “Eğer Suriye’yi kaybedersek, Tahran’ı elimizde tutamayız. Ancak Huzistan’ı (Ahvaz’ı) kaybedersek, Suriye’yi elimizde tuttuğumuz sürece onu geri alabiliriz. Ancak Suriye’yi kaybedersek, Tahran’ı elimizde tutamayız.”

Bu anlayış ve farkındalık, Arap bölgesindeki canlı Müslüman güçlerin İran’a yönelik tutumlarını yeniden gözden geçirmelerini zorunlu kılmaktadır.

Prof. Dr. Abdülfettah El-Avaysi (El-Makdisi)
Uluslararası ilişkiler profesörü ve Kudüs Medeniyet Bilgi Projesi’nin kurucusu
12/12/2024

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
12.12.2024 Üsküdar

سقوط نظام بشار الأسد: بداية النهاية/الإنهيار للمشروع الإيراني الإقليمي التوسعي في المنطقة العربية

سقوط نظام آل الأسد، نظام الاستبداد والاستعباد والفساد والتبعية في سورية، يعني – بعبارة مختصرة موجزة – نهاية النفوذ الإيراني في سورية، وبداية النهاية والإنهيار للمشروع الفارسي الاستراتيجي الإيراني الإقليمي التوسعي في المنطقة العربية.

فسوريا – لأسباب متعدة ومتنوعة، وفي مقدمتها موقعها الجيوبولتيكي المميز – كانت ركيزة أساسية في هذا المشروع الإيراني الإقليمي التوسعي، وفي استراتيجيتها الإقليمية بالمنطقة العربية. وهذا ما عبر عنه العديد من صناع القرار والمقربين من صناع القرار في إيران. فعلى سبيل المثال، مهدي طائب الذي ترأس مقر “عمّار الاستراتيجي” لمكافحة الحرب الناعمة الموجهة ضد إيران – الذي أنشئ في عام 2009، ومؤسسيه من الموالين للمرشد الإيراني الأعلى آية الله علي خامنئي – قال قبل أكثر من عقد من الزمان (14/2/2013): “سوريا هي المحافظة الـ 35 (لإيران) وتعد محافظة استراتيجية بالنسبة لنا. فإذا هاجمَنا العدو بغية احتلال سوريا أو خوزستان (إقليم الأحواز: بما فيه من مساحة جغرافية وموارد وثروات)، الأولى بنا أن نحتفظ بسوريا”. وأضاف: “لو خسرنا سوريا لا يمكن أن نحتفظ بطهران، ولكن لو خسرنا إقليم خوزستان (الأحواز) سنستعيده ما دمنا نحتفظ بسوريا”. وخلص إلى أنه: “لو احتفظنا بسوريا حينها سنتمكن من استعادة خوزستان (الأحواز) ولكن لو خسرنا سوريا حينها لن نتمكن من الاحتفاظ بطهران”.

هذا الفهم والإدراك، يتطلب من القوي المسلمة الحية في المنطقة العربية إلى مراجعة موقفها من إيران.

البروفيسور الدكتور/عبد الفتاح العويسي (المقدسي) – أستاذ العلاقات الدولية بعدد من الجامعات العالمية ومؤسس المشروع الحضاري المعرفي العالمي لبيت المقدس: 12/12/2024

Suriye Devrimcilerine Çağrı ..

Suriye devrimcilerine bir çağrı!
Şu anda İsrail’in tehditleri ve ihlalleriyle meşgul olmayın. Bu meseleyle ilgili şu an yapmanız gereken, Suriye’nin Birleşmiş Milletler’deki ve Güvenlik Konseyi’ndeki büyükelçisi aracılığıyla yasal bir duruş kaydetmektir. Bunun sonuç vermeyeceğini biliyoruz, ancak bu, dünya nezdinde sizin adınıza değerlendirilecek bir pozisyon olacaktır.

Şu an Suriye’deki iç durumu düzenlemek ve onu sağlam temeller üzerine inşa etmek dışında gündeme gelen tüm meseleler, sizi önceliklerinizden uzaklaştırmayı ve oyalamayı amaçlamaktadır. Bu noktaya dikkat etmelisiniz.

Bu önceliklere ulaşmak için Suriye’deki tüm kabiliyetlerden ve uzmanlıklardan yararlanmalısınız. İktidarı yalnızca kendi grubunuza mal etmeyin; bu büyük bir hata olur. Suriye, özel konumu ve çok yönlü, uyumlu sosyal dokusuyla tüm Suriyelilerindir ve öyle kalmalıdır. Bu da ancak mezhepçiliğin her türlüsünden uzak bir toplumsal uzlaşıyla sağlanabilir.

Bunun için her gün toplumun güvenini kazanmaya yönelik pratik politikalar benimsemeniz gerekiyor ki öncelikle hayatı normale döndürebilesiniz.

Ayrıca, dış dünyayı da unutmamalı ve uluslararası standartlar ve ölçütlere uygun hareket etmelisiniz. Şunu tekrar belirtmek isterim ki, bölgesel ve uluslararası düzeyde, sizin iktidardaki varlığınıza karşı olan engeller ve zorluklar vardır. Bu nedenle, bütün Suriyeliler için var olduğunuzu ve Suriye’nin herkesin olduğunu ispatlamalısınız. Gücünüz, dışarıdan değil Suriye’nin içinden doğmalıdır. Çünkü dış komplocular, içeride herhangi bir tarafı dışlamanızı, devrimi ulusal hedeflerinden saptırmak için kullanacaktır.

Kamu mallarını, hatta sarayları bile koruyun; bunlar Suriye halkının varlıklarıdır ve korunması gerekir.

Hamad bin Casim bin Cabir

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
12.12.2024 Üsküdar

صيحة أخرى لثوار سوريا! لا تنشغلوا حاليا بالتهديدات والتجاوزات الإسرائيلية، فما ينبغي ان تقوموا به الآن حيالها هو تسجيل موقفكم القانوني عبر سفير سوريا في الأمم المتحدة ومجلس الأمن الدولي. ومع أننا نعلم أن هذا لن يجدي لكنه سيكون موقفا يحسبه العالم لكم.
‏فكل قضايا تثار الآن خارج نطاق قضايا ترتيب الوضع الداخلي في سوريا، وبنائه على أسس سليمة تعتبر قضايا هدفها إلهائكم وإبعادكم عن الأولويات وهذا ما يجب التنبه له.
‏وعليكم من أجل تحقيق تلك الأولويات أن تستفيدوا من كل الخبرات والطاقات الموجودة في سوريا، ولا تستأثروا لجماعتكم بالسلطة، فهذا خطأ فادح. سوريا لكل السوريين بما لها من وضع خاص ونسيج اجتماعي متعدد ومتجانس، ويجب أن تظل كذلك بالتوافق الاجتماعي بعيدا عن الطائفية بكل أشكالها.
‏ومن هنا فلا بد من انتهاج سياسة طمأنة المجتمع بشكل يومي وعملي حتى تتمكنوا من إعادة الحياة إلى طبيعتها قبل كل شيء.
‏ وعليكم كذلك ألا تنسوا أن هناك عالما خارجيا يجب أن تتعاملوا معه بالمقاييس والمعايير الدولية. وأود أن أكرر القول بأن هناك عقبات وتحديات إقليمية ودولية تناهض وجودكم في السلطة، ولذلك فعليكم أن تثبتوا أنكم لكل السوريين وأن سوريا للجميع، فقوتكم تنبع من داخل سوريا وليس من خارجها، فأصحاب المؤامرات الخارجية سيحاولون استغلال أي تهميش لأي طرف في الداخل لحرف الثورة عن أهدافها الوطنية.
‏حافظوا على الممتلكات العامة وحتى القصور فهذه كلها أصول للشعب السوري يجب حفظها وصونها.
حمد بن جاسم بن جبر

Erdoğan Şaşırttı ..

Erdoğan’ın Şaşırtan Planı ..

Osmanlı Hilafeti’nin yıkılma planı, “Büyük Arap Krallığı” aldatmacasıyla başladı. Görünen o ki, güçlü bir İslam birliği inşa etme planı da benim “Erdoğan’ın Şaşırtması” dediğim bir metotla hayata geçiriliyor. Erdoğan, dünya güçlerini, Suriye’deki nüfuzunun Astana Anlaşması ile sınırlı olduğuna ve İran-Rusya kontrolüne boyun eğdiğine inandırdı. Ancak bugün görüyoruz ki, istihbaratı Suriye’deki dengeleri altüst etmek, İran ve Rusya’nın nüfuzunu ortadan kaldırmak amacıyla Esad rejimini devirmek ve Suriye muhalefetini askeri ve siyasi açıdan yeni bir devlet kuracak şekilde hazırlamak için çalışıyormuş.

Artık İran’ın etkisi geri dönülmez bir şekilde sona ermiş durumda, Rusya ise Suriye halkı tarafından hoş karşılanmıyor. Türkiye şu anda Suriye’deki en güçlü aktör haline geldi ve bu durum Erdoğan’a büyük kazanımlar sağladı. Türkiye’nin 4 milyon Suriyeliye ev sahipliği yapması, “Muhacirler ve Ensar kardeşliği” ilkesine uygun olarak, şu şekilde sonuçlar doğurdu:
1. Türkiye, Suriyeli mültecileri ülkelerine geri göndererek kendi içinde ciddi bir toplumsal gerginliği azalttı.
2. Milyonlarca Suriyelinin, özellikle bilim, din ve siyaset alanındaki önemli elitlerin takdirini kazandı.
3. Türkiye ekonomisine canlanma fırsatı sundu; özellikle inşaat ve savunma sanayileri için devasa bir pazar açıldı.
4. ABD ve İsrail’in milyonlarca dolar yatırdığı Kürt ayrılıkçı projesini boşa çıkardı ve güçlerinin büyümesini durdurdu.
5. İsrail’in “Büyük İsrail” ve “Yeni Ortadoğu” projelerine, bu projeleri destekleyen normalleşme planlarını genişletme çabalarına ağır bir darbe vurdu.
6. Türkiye ve Suriyeli nitelikli beyinlerin katkılarıyla büyük stratejik projelerin temellerini attı.
7. Yeni bir direniş ekseninin nüvesini oluşturdu; bu eksen, Allah’ın izniyle işgalci rejime karşı daha büyük darbeler vuracak.

Bu kazanımların meyvelerini yalnızca Suriyeliler ve Türkler değil, tüm İslam âlemi toplayacaktır. Özellikle yakın zamanda Mısır’da beklenen siyasi rahatlamayla birlikte, güçlü ve etkili bir İslam birliği oluşturma şansı daha da artacaktır.

“Allah’ım, peygamberin Muhammed (s.a.v.)’in ümmeti üzerindeki nimetlerini tamamla ve bizi kullan; bizleri değiştirme, ey Celal ve İkram sahibi Allah’ım, aziz kanlarıyla ümmetin özgürlüğü ve dirilişine can veren Aksa Tufanı şehitlerininin şehadetini kabul eyle.”

Hammad Kabbadj

Herkes biliyor ki Allah’ın yardımı ve Türk desteği olmasaydı; sağlanan maddi destek, silah yardımı ve eğitim verilmeseydi, kuzey Suriye’deki bu ilerleme mümkün olmazdı. Şüphesiz, Suriyeliler 13 yıldır sürdürdükleri bu sabır ve büyük çabanın meyvelerini toplayacaklar. Bu, sessiz ama başarılı bir politika oldu; ne bir gürültü ne de yaygara hissedilmedi…

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
12.12.2024 Üsküdar

خدعة أردوغان ..

بدأ مخطط إسقاط الخلافة العثمانية بخدعة (مملكة العرب الكبرى) .. ويبدو لي أن مخطط بناء تكتل إسلامي قوي؛ بدأ بما أسميه: (خدعة أردوغان) الذي أوهم القوى العالمية بأن نفوذه في سوريا محصور في (اتفاقية آستانا) وأنه يخضع للتحكم الإيراني الروسي ..
اليوم يفاجئنا بأن مخابراته كانت تعمل على قلب الأوضاع في سوريا بإسقاط النفوذ الإيراني والروسي من خلال إسقاط نظام الأسد، ومن خلال تأهيل المعارضة السورية عسكريا وسياسيا لبناء الدولة السورية الجديدة .. لقد سقط نفوذ إيران إلى غير رجعة، وروسيا غير مرحب بها من الشعب السوري ..
تركيا الآن هي الفاعل الأقوى في سوريا؛ وبهذا يجني أردوغان مكاسب عملاقة من إيواء 4 مليون سوري في إطار مبدأ “أخوة المهاجرين والأنصار:”
1 أزال عن بلده احتقانا خطيرا بإرجاع السوريين اللاجئين إلى وطنهم ..
2 كسب تقدير واحترام ملايين السوريين؛ وفيهم نخب علمية ودينية وسياسية مهمة ..
3 وفر لبلده فرصة انتعاش اقتصادي مهم؛
حيث فتح لشركات البناء والإعمار سوقا هائلة، وكذلك فتح للصناعات الدفاعية التركية سوقا ضخمة .. إلـخ.
4 أجهض مشروع الانفصاليين الأكراد؛ وأوقف نمو قوتهم الذي استثمرت فيه أمريكا و(إسرائيل) ملايين الدولارات ..
5 وجه ضربة قوية لمشروع إسرائيل الكبرى والشرق الأوسط الجديد؛ وما يخدمه من خطط توسيع وتعميق التطبيع ..
6 وضع نواة مشاريع استراتيجية كبرى تجتمع عليها العقول السورية والتركية ذات الكفاءة العالية ..
7 وضع النواة لمحور مقاومة جديد سيكون بإذن الله أشد نكاية في الكيان المغتصب ..
هذه المكاسب لن يجني ثمارها السوريون والأتراك فحسب؛ بل ستكون إن شاء الله مقدمة لفتح كبير على العالم الإسلامي؛ لا سيما بعد الانفراج المتوقع قريبا في مصر؛ والذي يعزز فرصة تشكيل تكتل إسلامي كبير وقوي فاعل في النظام العالمي القادم ..
فاللهم أتم النعمة على أمة نبيك سيدنا محمد صلى الله عليه وسلم، واستعملنا ولا تستبدلنا يا ذا الجلال والإكرام ..
اللهم تقبل شهداء طوفان الأقصى الذين سقوا بدمائهم الزكية غرس تحرر الأمة ونهضتها ..

حماد القباج – Hammad Kabbadj الكل يعلم،
لولا الله،
ثم الدعم التركي،
والمُثابره في مساندتهم (بالمال، والعتاد، والتدريب)
لما رأينا هذه الجموع في تقدّمها السريع في كل الشمال السوري،
بلا شك أنّها ستجني ثمار هذا الصبر والجُهد الكبير الذي
بذلته طوال 13 عاماً،

كانت سياسةً ناجحه،
دون صخب أو ضوضاء
..

حماد القباج
كاتب مغربي

İngilizler Filistinlileri Kiminle ve Nasıl Aldattı?

1936 yılında İngiltere, Filistin direnişini sona erdirememiş ve bu direniş, işgal altında olan Filistin’deki İngiliz güçlerini kışlalarına hapsedecek kadar etkili olmuştur. Bunun üzerine, Abdülaziz bin Suud’un bu görevi yerine getirmesi için kendisine görev verilmiştir. Abdülaziz, Filistinli önde gelen isimlerle irtibat kurmuş ve onlara, Filistin topraklarında kendi devletlerini kurma taleplerini yerine getireceğini vaat etmiştir. Filistinli liderler, Suudi Arabistan’ın arabuluculuk teklifine olumlu cevap verdiklerinde, Arap ülkelerinin yöneticileri şu çağrıyı yapmışlardır:

“Filistin’deki sevgili Arap evlatlarımıza, Filistin’deki mevcut durumdan dolayı büyük üzüntü duyduk. Biz, Arap kralları ve Emir Abdullah bin Hüseyin ile birlikte, sizlere sakinleşme çağrısında bulunuyoruz. Kan dökülmesini engellemek adına İngiltere hükümetinin iyi niyetine güvenerek, adalet sağlama arzusunu destekliyoruz.”

Abdülaziz bin Suud’un 1936 Direnişini bastırmadaki rolüyle ilgili olarak John Philby, Dahran’da verdiği bir konferansta şunları dile getirmiştir:

İngiliz liderliği, bu katkımızı büyük bir memnuniyetle karşılamış ve biz de bu gayretimiz sebebiyle üç onur madalyası almış olduk: biri bana, biri Abdülaziz’e ve biri de Faysal’a (Abdülaziz’in oğlu). Bu tarihî dönemi, sadık dost Abdülaziz bin Suud’un üstlendiği bu önemli rol sayesinde başarmış olduk. Kendisine duygusal bir teşekkür mektubu gönderildi ve bu, herkesin başaramadığı bir görevdi. Filistin’deki Yahudi liderler de bu Suudi gayretlerini memnuniyetle karşıladılar.”

John Philby, bu sürece dair hatıratında şöyle demiştir:

”… Ürdün Emirliği’ne iki ay önce varmamın ardından Filistin’e bir ziyaret düzenledim. Filistin’de direniş yeni başlıyordu ve İngilizler bu durumdan büyük bir endişe içindeydi. Bazıları, direnişi durdurmak için Emir Abdullah bin Hüseyin’i arabulucu olarak teklif ettiği, ancak, Abdullah’ın Filistinliler arasında etkisi olmadığını bildiğim için bu fikri desteklemedim ve onun başarısız olacağını gördüm. Bunun yerine, dostumuz Abdülaziz bin Suud’un arabuluculuğunun daha etkili olacağını düşündüm. Abdülaziz’in arabuluculuk teklifine Filistinli liderler hemen olumlu cevap verdiler. Abdülaziz, onlara verdiği sözlerin güvenilir olduğuna dair yemin etti: ‘İngiliz dostlarımız, Filistin meselesini Filistinlilerin lehine çözme konusunda bana söz verdiler. Bu taahhüdün sorumluluğunu üstleniyorum.’”

Abdülaziz, görevini tamamen başarıyla tamamladığından emin olmak için oğlu Faysal bin Abdülaziz’i Kudüs’e gönderdi. Faysal, Kudüs’te devrimci liderlerle yaptığı toplantıda şunları söyledi:

“Babam Abdülaziz beni bu görevle sizlere gönderdiğinde iki sevinç yaşadım. Birincisi, Mescid-i Aksa’yı ziyaret etmek ve Kudüs’te namaz kılmaktı. İkincisi ise bu devrimcilerle buluştuğum için, gayretlerinin boşa gitmediğini, direnişlerinin, dostumuz Büyük Britanya’nın dikkatini çektiğini müjdelemektir. Britanya, Filistin’e gösterdiği ilgiyi babama ileterek, Filistinlilerin umutlarını boşa çıkarmayacağına dair teminat vermiştir.”

“Ve Britanya’nın iyi niyetine dair edindiğim bilgilere dayanarak, size yemin ederim ki, Britanya verdiği sözde samimidir. Babama, Filistin meselesini çözeceğine dair kesin bir taahhüt vermiştir!”

O gün, ünlü Filistinli şair Abdürrrahim Mahmud (1948’de Şeceret’te şehit düşmüştür), samimi bir şekilde ve mümin bir asker olarak, “Nücümü’l-Suud” adlı şiirini Faysal’ın önünde ezberden okudu. Sanki, Sykes-Picot anlaşmasına dayalı Arap yönetimlerinin Siyonist projeye nasıl dâhil olduklarını ve bugün Bahreyn Konferansı ve Yüzyılın Anlaşması ile ne gibi gelişmeler yaşandığını biliyor gibiydi. Şair, Faysal ve babası Abdülaziz’e hitaben şöyle dedi:

“Ey Prens, gözlerimin önünde bir şair var, Acı şikayetlere boğulmuş göğsüyle,
Mescid-i Aksa’ya mı geldin ziyaret etmeye,
Yoksa kaybolmadan önce veda etmeye mi”

“Bir yasak, her kaçak bir hırsıza satılmakta, Her dolandırıcıya dört yol açılmakta. Ve yarın, ne olacaksa, sadece. Bizim için dökülecek gözyaşları ve kırılacak dişlerimiz kalacak.”

Filistin halkının direnişine Suudi Arabistan’ın katkısını tanıyan ABD Başkanı Roosevelt, II. Dünya Savaşı sonrasında 1945 yılında Süveyş Kanalı’ndaki Amerikan savaş gemisi (Quincy) üzerinde Abdülaziz bin Suud’a “Büyük Arap Lideri” unvanını verdi. Roosevelt, şunları söyledi:

“Abdülaziz, seni sadece Arapların en büyük lideri ve Müslümanların tek büyük önderi olarak gördüğümüz için değil, bize olan sadakatinden dolayı da takdir ediyorum. Ne kadar büyürsen büyü, senin değişmeyeceğine eminim, çünkü sen bizim için paha biçilmez bir hazine gibisin. Sana teminat veriyorum ki, ticari, ekonomik, askeri ve dostane ilişkilerimiz giderek daha sağlam temellere oturacak, çünkü her birimiz ortak çıkarlarımız için gayret sarf ediyoruz.”

“Filistin meselesinin çözülmesi, dağılan Yahudi halkını rahatlatmak için gereklidir. Kabül edip iman ettiğiniz İslam dini, tüm semavi dinlere saygı gösteren, sevgiyi ve kardeşliği öğreten bir dindir. İslam, tüm peygamberlere ve onların getirdiklerine inanır.”

“Yahudiler, bize sizden daha yakınlar,” diye ekledi Roosevelt, “Araplar ve özellikle Filistinliler arasında, onları kabul etmeleri ve herkesin Sami evlatları olduğu gerçeğini anlamaları için gayretlerinizi iki katına çıkarmanız gerekecek.”

Abdülaziz, Roosevelt’e şu taahhütte bulundu:

“Eğer İsrail devleti Filistin’de ilan edilir ve çok sayıda Filistinli yerinden edilirse, o zaman büyük bir kısmını Aramco şirketinde çalıştıracağız ve diğer bazı projelerde, hatta Suudi Arabistan ve Kuveyt arasındaki çöl köylerinde yerleşim alanları inşa edeceğiz.”

“Ancak, Filistinlilerin, halkımızın içine karışıp kargaşa çıkartmalarından endişe ediyorum. Ama onlara vereceğim tek şey kılıçtır ve her şeyde sizinle birlikteyim, kıyamete kadar.”

(Abdulmecid Hamdan – Filistin Meselesine Bir Bakış, s. 136-137)

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
11.12.2024 Üsküdar

بعد ان عجزت بريطانيا عن القضاء على الثورة الفلسطينية عام 1936 والتي إستطاعت ان تحاصر القوات البريطانية داخل ثكناتها في فلسطين المحتلة، تم تكليف عبدالعزيز بن سعود للقيام بهذه المهمة!.. فإتصل إبن سعود بوجهاء فلسطين واعدا اياهم بتحقيق مطالب الثورة الفلسطينية باقامة دولتهم على كامل التراب الفلسطيني, وحينما إستجاب وجهاء فلسطين إلى عرض الوساطة السعودية.. وجه حكام الكيانات العربية النداء التالي:

“إلى أبنائنا العرب في فلسطين, لقد تألمنا للحالة السائدة في فلسطين. فنحن بالاتفاق مع إخواننا ملوك العرب والأمير عبد الله بن الحسين ندعوكم للسّكينة, حقنا للدماء معتمدين على حسن نوايا صديقتنا الحكومة البريطانية. ورغبتها المعلنة لتحقيق العدل”..

وعن هذا الدور الوظيفي الذي لعبه عبد العزيز بن سعود في إخماد ثورة عام 1936, ذكر جون فيلبي في محاضرة ألقاها في الظهران, الآتي:

“لقد سرّت القيادة البريطانية أعظم سرور, ونلنا على أثرها ثلاثة أوسمة تقديرية الأولى لي, والثاني لعبد العزيز, والثالث لفيصل (بن عبدالعزيز ال سعود) لهذا الدور. بل لهذا الفصل التاريخي الذي قام به صديقها الحميم عبد العزيز آل سعود, ووجهت إليه رسالة شكر تفيض بالعواطف لعمله الذي عجز عن فعله الجميع. كما سرّ قادة اليهود في فلسطين لهذا الجهد السعودي الجبار”..

وكان قد تحدث جون فيلبي عن هذه المهمة في مذكراته, حيث قال:

“… بعد شهرين من وصولي إلى امارة شرق الأردن قمت بجولة في أنحاء فلسطين وكانت الثورة الفلسطينية في بدايتها, ويعيش الإنكليز في قلق منها, فحاول بعضهم توسيط الأمير عبد الله بن الحسين لدى الثوار الفلسطينيين لإيقاف الثورة, فلم أحبذ هذه الفكرة لعلمي أن عبد الله سيفشل في وساطته, لعدم وجود نفوذ للأمير عبد الله بين الفلسطينيين, وبالتالي سيكون الجو مهيئاً لصديقنا العزيز عبد العزيز فتنجح وساطته, فترتفع أسهمه لدى الإنكليز أكثر فأكثر, وهذا ما تمّ فعلاً, بل إنه بمجرد أن عرض عبد العزيز آل سعود وساطته لدى وجهاء فلسطين, حتى قبلوا وساطته بإيقاف الثورة.. واثقين مما تعهد لهم عبد العزيز به وأقسم لهم أغلظ الأيمان قائلاً: ” إن أصدقائنا الإنكليز تعهدوا لي على حل قضية فلسطين لصالح الفلسطينيين, وإنني أتحمّل مسؤولية هذا العهد والوعد”!..

وليتأكد عبد العزيز من نجاح مهمته بشكل كامل, أرسل إبنه فيصل بن عبد العزيز (الذي أصبح ملكا فيما بعد) إلى القدس ليتأكد من مساعي والده في إيقاف الثورة الفلسطينية.. حيث إجتمع فيصل بقيادة الثورة في القدس الشريف, وفي ذلك الاجتماع قال فيصل:
“حينما أرسلني والدي عبد العزيز في مهمتي هذه إليكم فرحت فرحتين, الفرحة الأولى كانت من أجل زيارة المسجد الأقصى والصلاة في بيت المقدس, أما الفرحة الثانية فكانت فرحتي بلقاء هؤلاء الثوار, لأبشّرهم أن جهودهم لم تذهب سدى, وأن ثورتهم قد أثمرت بإثارة إهتمام صديقتنا بريطانيا العظمى, التي أكدت لوالدي حينما رأت إهتمامه بفلسطين إنها لن تخيب آمال الفلسطينيين.

وبناءاً على ما عرفته من صدق نوايا بريطانيا أستطيع أن أقسم لكم بالله , أن بريطانيا صادقة فيما وعدتنا به. وأن بريطانيا تعهدت لوالدي أنها عازمة على حل القضية الفلسطينية “!…

يومها وقف الشاعر الفلسطيني المشهور عبد الرحيم محمود (الذي استشهد في معركة الشجرة عام 1948), وبعفوية ومصداقية وفراسة المؤمن الصادق والمرابط, مرتجلا قصيدته المسماة (نجم السعود) أمام فيصل, وكأنه كان يعلم مدى تورط حكام كيانات سايكس بيكو بالمشروع الصهيوني وما يجري اليوم بورشة البحرين وصفقة القرن! .. ليخاطب فيها فيصل ووالده عبد العزيز, ويقول:”

يا ذا الأمير أمام عينيك شاعر
ضمّت على الشكوى المريرةأَضلعٌه
المسجد الأقصى أجئت تزوره أم جئت من قبل الضياع تودّعه

حرم تباع لكل أوكع آبقٍ
ولكلّ أفاق شريد أربعه

وغدا وما أدناه لا يبقى سوى
دَمع لنا يهمي وسنّ نقرعه

وإعترافا بالدور السعودي في إخماد ثورة الشعب الفلسطيني مَنَّ الرئيس الأمريكي روزفلت على عبد العزيز بن سعود بلقب زعيم العرب الأكبر, وكان ذلك بعد انتهاء الحرب العالمية الثانية في لقاء سري جرى على ظهر السفينة الحربية الامريكية (كوينسي) في البحيرات المرة بقناة السويس عام 1945… حيث قال روزفلت:

“إنني معجب بك يا عبد العزيز, لا لأننا نعتبرك زعيم العرب الأكبر وكبير المسلمين الأوحد فحسب, وإنما لإخلاصك لنا فأنت لن تتغير مهما كبرت وعظم شأنك, لأنك جوهر ثمين لا يقدر بثمن بالنسبة لنا. وإنني أطمئنك بأن الروابط التجارية والإقتصادية والعسكرية والأخوية ستزداد بيننا وثوقاً لما يبذله كل منا في سبيل مصالحنا المشتركة.

ولا بد من إيجاد حل لقضية فلسطين يطمئن الشعب اليهودي المشرد . تكونون عونا لنا فيه والدين الإسلامي الذي إعتنقتموه , وأصبحتم قادته دين محبة وإخاء يحترم كل الأديان السماوية. ويؤمن بكل الأنبياء والرسل وما جاءوا به.

واليهود هم أقرب لكم منا, ولا بد من مضاعفة جهودكم لدى العرب والفلسطينيين خاصة لقبولهم بهم وإقناعهم أن الجميع أبناء سام”.

وتعهد عبد العزيز لروزفلت, قائلا:

“أنه في حال تشريد عدد كبير من الفلسطينيين بعد إعلان إسرائيل في فلسطين. سيتم تشغيل قسم كبير من اللاجئين في شركة آرامكو, وبعض الأعمال الأخرى, وحفر آبار جوفية في صحراء قرية, الواقعة بين الكويت والسعودية لمن يريد الاستيطان.

بالرغم من أنني لا أخفيكم مخاوفي من أن ينقل الفلسطينيون بذور الفتنة لرعايانا فيثيروا الرعية. لكنه ما عندي لهم إلا السيف وأنا معكم في كل شيء إلى يوم القيامة”.

(عبد المجيد حمدان- إطلالة على القضية الفلسطينية- ص- 136-137)…

Hama Katil ve Canisi Bir Zaliminin İbretlik Sonu ..

Talal Dakkak: İnsanları Aslanlara Yediren Savaş Suçlusu

Zalim Talal Dakkak, Suriyelilere işkence etmiş, bedenlerini çiftliğinde beslediği aslanlara yedirmiş ve kurbanlarını öldürmeleri için aslanları salmıştır. Ancak Allah’ın izniyle, birkaç gün önce Suriye muhalefeti tarafından yakalanmasının ardından bugün Hama şehrinde idam edildi. (8.12.2024)

Bugün ikindi namazından sonra, silahlı gruplar, Hama şehrinin merkezindeki Asi Meydanı’nda, “Talal Dakkak” lakaplı Abu Sakher’in idamı için bir platform kurdular. Şehir ve çevre köylerden binlerce kişi bu infaza şahitlik etti.

Talal Dakkak, rejimin en büyük suçlularından biriydi. Çiftliğinde aslan besler ve bu aslanları tutuklularla, kaçırılmış masum insanlarla beslerdi. Bu korkunç suçlar, Beşar Esad rejimi ve milislerinin gözü önünde gerçekleşiyordu.

Dakkak, “Hava İstihbaratı” için gönüllülerden oluşan 1500 kişilik bir milis grubunun lideriydi. Ayrıca, “Kaplan Güçleri” lideri Suheyl Hasan ile güçlü bağlantıları vardı. Hama’daki en büyük rejim yanlılarından biri olarak bilinirken, zamanla uyuşturucu, silah ticareti ve diğer suç faaliyetlerinin en büyüklerinden biri haline geldi.

Dakkak, Hama şehrinde geniş bir nüfuza sahipti; güvenlik, askeri ve ekonomik alanlarda etkin bir isimdi. Taybe el-İmam doğumlu olup Hama’daki el-Hadir bölgesinde ikamet ediyordu. Kendisi, Hama’daki en büyük savaş suçlularından biri olarak kabul ediliyor ve aralarında Mahir Esad gibi üst düzey yetkililerin de bulunduğu rejim yöneticileriyle güçlü ilişkiler kurmuştu.

Güvenlik ve milis gücü zayıflatıldıktan sonra, “Abu Sakher” kara para aklamaya ve Hama’nın ekonomisi üzerinde tam bir mali kontrol kurmaya başladı. Şehirdeki büyük tüccarları ve yatırımcıları ortaklık kurmaya zorlayarak, Hama’nın en büyük tüccarlarından biri haline geldi. Ancak sosyal medyada paylaşılan bir fotoğrafta, Lübnan’da dayak yediği ortaya çıktı ve ardından Suriye rejimine teslim edildiği öğrenildi.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
11.12.2024 Üsküdar

كان يطلق ألاسود على المعتقلين لقتلهم

المجرم طلال دقاق عذب السوريين وأطعم أجسادهم للأسود في مزرعته وكان يطلق الاسود على الضحايا لتقتلهم ثم التهامهم
بفضل الله تم اعدامه اليوم في مدينة حماة السورية بعد القاء القبض عليه من قبل فصائل المعارضة السورية قبل عدة ايام

اليوم بعد الصلاة العصر الفصائل المسلحة في مدينة ‎#حماة ينصبون منصة الأعدام لإعدام الشبيح “طلال الدقاق” ابو صخر في ساحة العاصي وسط المدينة وتجمع الآلاف من سكان المدينة وريفها .

طلال دقاق كان من كبار مجرمي النظام كان يملك أسد يطعمه المعتقلين والمخطوفين الأبرياء دون حسيب ولا رقيب وعلى مرئ مسمع نظام بشار الاسد ومليشياته

طلال دقاق كان يتزعم مليشيا تقدّر بأكثر من 1500 عنصر من المتطوعين في “المخابرات الجوية” وصاحب العلاقات القوية مع زعيم مليشيا “قوات النمر” “سهيل الحسن”، تحوّل من أكبر شبيحة النظام في حماة إلى أكبر تجار المخدرات السلاح والأعمال الاجرامية أخرى

وكان يعرف الدقاق بنفوذه الواسع في مدينة حماة، على الصعيد الأمني والعسكري وحتى الاقتصادي، وهو من مواليد مدينة طيبة الإمام ويقطن في منطقة الحاضر، ويتهم بأنه من أكبر مجرمي الحرب في حماة، وله تواصل وعلاقات كبيرة مع كبار المسؤولين الدولة بمن فيهم الجزار ماهر الاسد .

هذا وبعد تحجيم “أبو صخر” أمنياً، وحلّ مليشياه، بدأ بتبييض أمواله، والسيطرة المالية على اقتصاد مدينة حماة بالكامل، وفرض على كبار تجار المدينة والمستثمرين شراكته، ليصبح من أكبر تجار المدينة، قبل تداول ناشطون على مواقع التواصل صورة تظهر تعرضه للضرب في لبنان، فيما جرى الكشف عن تسليمه للنظام السوري مؤخرا.

Rus düşünür Aleksandr Dugin’in İddiası

Stratejist ve Rus düşünür Aleksandr Dugin:

Hayatım boyunca İran’ınki gibi bir kurnazlık görmedim. Erdoğan’a dediler ki: “Al, Suriye senin ve muhalefet destekçilerinin olsun. Hadi ilerle, biz ve Rus kuzenlerimiz geri çekileceğiz.” Bunun üzerine Erdoğan, çıkması mümkün olmayan bir çıkmaza düştü. Çünkü o, Suriye’nin muhalefetin liderliğinde birleşik bir şekilde kalmasını istiyor ve kendisine tehdit oluşturan Kürtlerin gücünü sona erdirmek istiyor.

Öte yandan İsrail, sınırlarını tehditten uzak tutmak için Suriye’nin küçük devletçiklere bölünmesini istiyor ve Suriye Kürtlerini destekliyor. Amerika ise kime destek vereceğini bilmiyor; NATO üyesi Türkiye’ye mi yoksa küçük kızı olarak gördüğü İsrail’e mi?

İran, Erdoğan, NATO, Amerika ve İsrail için tek bir kurşun atmadan bir tuzak kurdu. Şimdi ise iki tarafın yaşayacağı kayıpları izleyip gülerek bekleyecek. Günün birinde İran, Suriye’ye geri dönerek Şiileri tekrar iktidara getirecek.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
11.12.2024 Üsküdar

Mütercimin Notu:👇
Herkesin bir hesabı var; Allah’ın da bir hesabı vardır. Sadece O hesabında yanılmayandır. Ne mutlu O’nun rızasına uygun hesap yapanlara.

🚨الاستراتيجي والمفكر الروسي ألكسندر دوغين:

لم اشاهد بحياتي مثل الدهاء الايراني.. قالوا لاردوغان هيا خذ سوريا انت وانصارك من المعارضة هيا تقدم، سننسحب نحن وأبناء عمنا الروس، ليقع اردوغان بورطة لا يستيطع الخروج منها، فهو يريد سوريا موحدة تحت قيادة المعارضة ويريد انهاء قوة الاكراد التي تشكل خطر عليه ، واسرائيل تريد ان تتقسم سوريا لدويلات لابعاد الخطر عن حدودها وتدعم اكراد سوريا، وامريكا لا تعلم مع من تقف، مع تركيا التابعة لحلف الناتو ام مع اسرائيل ابنتها الصغيرة، ايران عملت فخًا لاردوغان والناتو وامريكا واسرائيل من دون ان تخسر طلقة واحدة، وستقف متفرجة ضاحكة على الخسائر التي سيتعرض لها الطرفين ، وستعود ايران يومًا ما لسوريا وتعيد الشيعة للحكم.

Beşar Esad’ın Veda Mesajı!

Beşar Esad’ın Son Mesajı

Bu metin, Hafız Esad’ın oğlu Beşar Esad’ın her özgür, onurlu, dürüst ve vefalı Suriyelinin zihnine kazıdığı bir mesajdır. Bu mesaj, terk edilmiş, karanlık evlerin duvarlarına, şehit annelerinin, yetim çocukların ve kaybolmuş gurbetçilerin yüreğine yazılmıştır. Sokak aralarında, geçimlerini çöp yığınlarında arayan çocukların yüzlerinde de okunabilir.

Mesajın Muhtevası:
Ey aldatılmış, korkak, saf ve çaresiz halkım, size alaycı ve küçümseyici bir selamla yazıyorum.

Bu mesajı Moskova’da ailemle birlikte, güven ve huzur içinde yaşarken yazıyorum. Yanımızda sizden kasıtlı ve bilerek mahrum bıraktığımız milyarlarca dolar var.

Ben ve babam, tam 54 yıl boyunca size hükmetmeyi başardık. Bu süre zarfında sizi acıya boğduk, tüm haklarınızı elinizden aldık ve şu hedeflerimize başarıyla ulaştık:
1. Filistin’i bir bahane olarak kullandık. Bu bahaneyle sırtınıza binip sizi köleleştirdik ve işbirlikçilik şüphesini üzerimizden uzaklaştırdık.
2. Ülkenizin tüm zenginliklerini talan ettik. Hem doğal kaynaklarınızı hem de Romalılar döneminden kalan hazinelerinizi yurtdışına taşıdık.
3. Sizi 200 yıl geriye götürdük. Bu, başlıca hedeflerimizden biriydi.
4. Size inek gibi davrandık ve üzerinizde halı gibi tepindik.
5. Toplumda mezhepçiliği körükledik. Bu fitneyi üreterek azınlıkları bize bağımlı hale getirdik; çünkü onlar, Sünnilerle birlikte güçlerini kaybedeceklerinden korkuyorlardı.
6. Gençlerinizi yok ettik. Onların, büyük şirketlerde muhasebeci, avukat, yönetici ya da yatırımcı olacağına, hava savunma mevzilerinde bizim iktidarımızı korumak için savaşmalarını sağladık.
7. Şehirlerinizi yıktık ve kaynaklarınızı yağmaladık. Bu şekilde, sizi geçim derdiyle boğuşturduk ki doyup ta bize başkaldıramayasınız.
8. İşkenceyi sanata dönüştürdük. Zeytin ve üzüm sıkma presleri gibi insanları ezip kemikleriyle birlikte öğüttük. Sednaya Cezaevi’ndeki uygulamalarımız, isyancıların ele geçirdiği görüntülerde açıkça görülebilir.
9. Saltanattan ancak gücümü zorla elimden alanların karşısında vazgeçtim. Sarayıma kadar gelip başımı ezercesine beni küçük düşürdüklerinde ülkeyi terk etmeye karar verdim. Tabii ki mallarımı da yanıma aldım.
10. Halkınızı yurtdışına sürükledim. Çocuklarınız rızık arayışıyla ülke dışına kaçarken ben, adamlarım ve polislerim servet biriktirmeye devam ettik.

Bu mesaj, size yaptığım zulümlerin yalnızca küçük bir kısmını ihtiva etmektedir. Gelecek mesajlarımda, size nasıl kandırıldığınızı ve size daha neler yaptığımı ayrıntılı şekilde anlatacağım, ey saf halk!

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
10.12.2024 Üsküdar

رسالة تركها بشـــــــــــار الأسد ابن حافظ الأسد في ذهن كل سوري حر شريف صادق صدوق وفيّ مكتوبة على جدران البيوت المعتمة المهجورة وفي قلب كل أم شهيد وطفل يتيم ومغترب تائه وفي الأزقة وعلى وجوه الأطفال الباحثين عن الرزق في مكبات القمامة.
الـــــرســـــــــــــــالة:
أيها الشعب المخدوع الرعديد المسُتغفل الجبان المغلوب على أمره تحية شامتة ساخرة.
أكتب اليكم هذه الرسالة بينما أقيم مع عائلتي في موسكو بواحة أمن وأمان ومعنا مليارات الدولارات التي حرمناكم منها قصداً وعمداً.
لقد تمكّنا منكم أيها السوريون على مدى أربعة وخمسون عاماً أنا وأبي أذقناكم خلالها العلقم وكان عليكم قليلاً وأنجزنا ما يمكن إنجازه ووصلنا إلى أهدافنا بحنكة وذكاء وتتمثل بما يلي:
1- رفعنا شعار فلسطين شماعة للركوب على ظهوركم واستعبادكم ولنبعد عنا أي شبهة عمالة.
2- نهبنا خيرات البلد وثرواته الطبيعية والمكنوزة من زمن الرومان ونقلناها إلى خارج سوريا.
3- أعدناكم مئتي سنة إلى الوراء وكان هذا شغلنا الشاغل.
4- كنا نعاملكم كالبقر وندوس عليكم مثلما ندوس على سجاد قصرنا.
5- أذكينا فيكم حس الطائفية وأبدعنا بخلقها وجعلنا الطوائف تتمسك بحكمنا بحجة ضياعها مع أهل السنة.
6- قتلنا خيرة شبابكم وأضعنا مستقبلهم وبدلاً أن يكونوا في كبريات الشركات محاسبين وقانونيين ومدراء ومستثمرين كانوا وراء مضادات الطيران يحاربون الثوار في جميع ميادين القتال للمحافظة على ملكنا.
7- دمرنا مدنكم وجعنا أرزاقكم نهباً للسارقين والمارقين ولم نبالِ بأتعابكم لئلا تشبعوا وتعضّونا.
8- أبدعنا في صناعة المقاصل والمكابس، نعم المكابس كما يكبس الزيتون والعنب كنا نكبس أبناءكم ونطحن لحمهم مع عظمهم والتسجيلات المصورة على أيدي الثوار من سجن صيدنايا خير دليل على صحة كلامي.
9- لم أستطع التنازل عن السلطة إلا لمن داس على رأسي وكسر هيبتي في قصري حينها قررت الرحيل مع ممتلكاتي.
10- جعلت أبناءكم يفرون خارج الوطن وتطول غربتهم بحثاً عن الأرزاق بينما كنت أنا وحدي وشرطتي ورجالي نكتنز الأموال والذهب.
في رسائل قادمة سوف أكتب لكم الكثير الكثير عما فعلته بكم أيها المغفلين

Beşşar Esad’ın Son İhaneti ..

Bugün Yaşanan En Tehlikeli Olay

Yazan: Halid er-Ruveyşan

Beşar’ın Ordusu Neden Şeyh Dağı’ndan Çekildi?
Esed ailesinin tarihindeki en büyük ihanet saatler önce gerçekleşti.
Terörist İsrail, bu çekilmenin ardından Şeyh Dağı’nı ele geçirerek Ateşkes Anlaşması’nı iptal ettiğini ilan etti!
Sanki Beşar Esed, ayrılmadan önce İsrail’e “Akşam yemeğiniz hazır!” demiş gibi.
Rusya ise bu durum üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni toplantıya çağırdı.

Suriye halkının devrim zaferini kutladığı, başkentte ve tüm ülkede coşkunun ve kargaşanın hâkim olduğu bir anda, Netanyahu işgal altındaki Golan Tepeleri’ni ziyaret etti. Orada, 1974’ten bu yana yürürlükte olan Ateşkes Anlaşması’nın çöktüğünü duyurdu. Ayrıca tampon bölge ve stratejik öneme sahip olan Şeyh Dağı’nı ele geçirdiklerini açıkladı. Bu dağ, Suriye ordusunun birkaç saat önce çekildiği ve Şam’dan rahatlıkla görülebilen, son derece önemli bir noktadır.

Bu sırada İsrail uçakları, Şam’ın kalbini, askeri merkezleri, Meze Havalimanı’nı ve Şam’da bulunan Kasyun Dağı’nı bombaladı.

Uluslararası hukuk açısından:
• Ateşkes Anlaşması’nın iptali savaş ilanı demektir!
• Şeyh Dağı’nın ele geçirilmesi savaş ilanı demektir!
• Devriminin zaferini kutlayan Şam’ın füzelerle vurulması savaş ilanı demektir!

Hiçbir Arap ülkesi, Netanyahu’nun yaptığı bu tehlikeli hamleye kınama yayınlamadı!
Sadece Arap Birliği kınadı! Bu da Mısır’ın rahatsız olduğunu gösteriyor. Ancak bu yeterli değil ve Netanyahu’yu durdurmayacaktır.

Görünüşe göre Suriye, düğün gününde bile bir çatışmaya çekilmek isteniyor. Hatta belki Türkiye’yi de bu sürece dahil etmeye çalışıyorlar. Kim bilir!

Suriye ordusu neden stratejik öneme sahip Şeyh Dağı’ndan çekildi?
Bu çekilme tam da bu zamanda neden gerçekleşti?
Beşar Esed, çekilme emrini devrimcilere ceza olsun diye, bir intikam hamlesi olarak mı verdi?

Bana göre en muhtemel açıklama bu. Bu da Beşar’ın ihanetini, basitliğini ve ordusunun acizliğini kanıtlıyor.

Hafız Esed, 1967 Haziran ayında, Golan Tepeleri’ni İsrail’e teslim etmişti. O dönemde savunma bakanıydı. Büyük Arap şairi merhum Süleyman el-İsa, Hafız Esed’in Golan Tepeleri’ni İsrail’e gerçekten teslim ettiğini bana yemin ederek söylemişti. Bugün bunu ilk kez açıklıyorum; bu, önemli bir şahsiyetin önemli bir şahitliğidir.

Dün baba Hafız Golan’ı teslim etti, bugün oğlu Beşar Şeyh Dağı’nı teslim ediyor!

Bu olanlar büyük bir felakettir!
Tarihte benzeri görülmemiş bir ihanet!
Nesilden nesile geçen bir hainlik ailesi!

Rusya, yarın (Pazartesi) Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni toplantıya çağırarak yaşananların ciddiyetini anlatacak. Bu, Rusya’nın yeni dönemde Suriye’yi terk etmeyeceğine dair umut verici bir işarettir.

Ya Araplar?
Onlar ölü!

Kaynak: Marib Press

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
10.12.2024 Üsküdar

أخطر ما حدث اليوم

كتب – خالد الرويشان

لماذا انسحب جيش بشار من جبل الشيخ؟
الخيانة الأكبر في تاريخ عائلة الأسد حدثت قبل ساعات
وإصرائيل تستولي إثر ذلك على جبل الشيخ وتعلن إلغاء اتفاق فك الاشتباك!
وكأن بشار أشار لإسرائيل قبل رحيله قائلاً : عشاكُم!
وروسيا تطلب اجتماعاً لمجلس الأمن بسبب ذلك!
وسط احتفالات الشعب السوري بنجاح ثورته والهرج والمرج المشتعل في العاصمة وكل سوريا زار النّتِنْ ياهو الجولان المحتل وأعلن انهيار اتفاقية فك الاشتباك مع سوريا منذ 1974 وأعلن كذلك الاستيلاء على المنطقة العازلة وجبل الشيخ الاستراتيجي والذي انسحب منه الجيش السوري قبلها بساعات وهو الجبل المهم والقريب الذي يمكن أن تراه من مدينة دمشق!
خلال ذلك قامت طائرات النّتِنْ بضرب قلب دمشق مستهدفةً مقرات عسكرية ومطار المَزّة وجبل قاسيون الكائن في دمشق!
في الأعراف الدولية:
إلغاء اتفاق فك الاشتباك إعلان حرب!
والاستيلاء على جبل الشيخ إعلان حرب
وضرب دمشق بالصواريخ غداة انتصار ثورتها إعلان حرب!
لم تندد دولة عربية واحدة بما قام به النّتِنْ رغم خطورة ما قام به!
وحدها الجامعة العربية نددت! وهي إشارة أن مصر منزعجة .. ولكنّ ذلك لا يكفي ولن يوقِف النّتِنْ!
واضح أنه يراد جر سوريا لمعركة في يوم عرسها حتى وهي لم تدخل البيت بعد! وربما جر تركيا .. من يدري!
ما كان للجيش السوري أن ينسحب من جبل الشيخ الاستراتيجي
لماذا الانسحاب في هذا التوقيت؟
هل أمره بشار الأسد قبل رحيله بالانسحاب نكايةً وعقاباً للثوار كما يظن؟
أعتقد أن هذا هو الأرجح! وهو ما يُثبِت خيانة بشار وتفاهته وتفاهة جيشه!
كان حافظ الأسد قد سلّم الجولان لإصرائيل في يونيو 1967 وكان وزيراً للدفاع وقد أقسم لي شاعر العرب الكبير المرحوم سليمان العيسى أنّ حافظ الأسد سلّم الجولان بالفعل لإصرائيل! وهذه شهادة مهمة من رجل مهم أُعلِنُها اليوم لأول مرة!
حافِظ الأب سلّم الجولان بالأمس
وهاهو الابن بشار يسلّم جبل الشيخ اليوم!
ما حدث أمرٌ جلل!
عائلةٌ غريبة وخائنة بالوراثة!
روسيا طلبت اجتماعاً لمجلس الأمن غداً الإثنين لإطلاعه على خطورة ما حدث!
وهي دلالة مبشرة بأنها لن تتخلى عن سوريا في عهدها الجديد!
أمّا العرب .. فأموات!
ــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــــ
مأرب برس

Rusya Beşşar Esad’a Neden İnsani Sığınma Hakkı Verdi?

Düşünülmesi Gereken Önemli Bir Husus

Kremlin, Beşar Esad ve ailesine “insani sığınma hakkı” tanındığını duyurdu; bu da Esad’ın Moskova’ya ulaştığı anlamına geliyor. Ancak birçok siyasi gözlemcinin dikkatinden kaçan nokta, Moskova’nın bu konuda uluslararası hukuka uygun hareket etmiş olmasıdır. Çünkü “insani sığınma hakkı,” Beşar Esad’ı gelecekte uluslararası mahkemelere çıkarılmaktan korumamaktadır.

Eğer kendisine “siyasi sığınma” hakkı verilmiş olsaydı, durum tamamen farklı olurdu. Siyasi sığınma statüsü, uluslararası hukuk çerçevesinde, bu statüyü alan kişinin başka bir devlete veya kuruma, kişinin rızası olmadan teslim edilmesini engeller. Bu, insanlığa karşı işlenen suçlarla ilgili uluslararası hukukta açıkça belirtilmiştir.

Rusya, gelecekte herhangi bir hukuki sıkıntıdan uzak kalmak için bu konuda oldukça akıllıca bir adım atmış ve Esad’a yalnızca “insani sığınma” hakkı vermiştir. Kremlin de bunu açık bir şekilde ifade etmiştir.

Bu durumda, Beşar Esad’ın mağdur ettiği herhangi bir kişi veya taraf, kendisi hakkında dava açabilir ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne teslim edilmesini talep edebilir.

Uluslararası Ceza Mahkemesi Hukuk Profesörü
Dr. Selam Kıbe

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
10.12.2024 Üsküdar

Yukarıdaki notu okuyanlara, altta linkini verdiğim yazıyı da okumalarını tavsiye ederim: 👇

ملاحظة مهمة جداً
الكرملن يعلن منح الاسد وعالته حق اللجوء الإنساني يعني وصوله الى موسكو .. الامر الذي لم ينتبه اليه الكثير من المراقبين في الشأن السياسي ان موسكو تصرفت بشكل قانوني مع الامر بما يتوافق مع القانون الدولي الذي سوف يفرض عقوبات على الرئيس بشار الاسد كون اللجوء الإنساني لايحميه من المثول أمام المحاكم الدولية مستقبلا. ولو اعطته اللجوء السياسي لكان الأمر يختلف تماما وفي هذه الحالة لا يمكن تسليم اللاجئ السياسي إلى أي دولة اخرى أو جهة إلا بموافقة اللاجئ نفسه وهذا الذي ينصّ عليه القانون الدولي الخاص في الجرائم المرتكبة ضد الإنسانية…
ولهذا الروس تصرفوا بذكاء لكي لا يقعوا بأي أشكال مستقبلا.. حيث تم منحه اللجوء الإنساني فقط وهذا الذي صرح به الكرملين بوضوح..
وفي هذه الحالة يمكن لاي جهة او شخص متضرر من الرئيس الهارب الأسد ان يقوم بدعوى قضائية ضده وطلب إحضاره الى المحكمة الجنائية الدولية….

استاذ العلوم القانونية في المحكمة الجنائية الدولية.
الدكتور سلام كبة

Karşı Devrimi Ellerimizle İnşa Etmeyelim ••

Tunus’da Bin Ali’nin devrilmesinin ardından Nahda Hareketi’nin Tunus seçimlerini kazanıp iktidara gelmesiyle, insanlar ertesi sabah devlet dairelerinin önünde yüzlerce kişilik kuyruklar oluşturdu. Önceki rejim döneminde çözülememiş mes’ele ve sıkıntıları, davaları ya da işlemleri olan herkes, yeni hükümetin kapısını çaldı ve hemen çözüm istedi. Dr. Merzuki’nin ifadesine göre, bu davaların bazıları 25 yıllıktı, ancak insanlar Nahda hükümeti göreve gelir gelmez, bu sıkıntıların bir sihirli değnekle çözülmesini bekledi.

Zamana yenik düşüp unutulmaya yüz tutmuş dosyalar aniden canlanmış gibiydi. İnsanlar bu dosyaları ellerine alıp Nahda’dan çözüm talep etti. Ancak açıkça görülüyordu ki, bu durum, İslamî kimliğe sahip parti deneyimini başarısızlığa uğratmayı amaçlayan bir teşebbüstü. Bu partiye taşıyamayacağı kadar yük yüklenmiş ve 40 yıllık istibdat ve yolsuzluk mirası omuzlarına bırakılarak başarısızlığa sürüklenmek istenmişti.

Buna karşılık, Seyyid Kutub’un “gaflet içinde olan kitleler” diye vasıflandırdığı bir grup da, keyfi ve arzuları doğrultusunda hareket ediyordu. Bu grup, sabır göstermeye ya da bir saat dahi katlanmaya yanaşmıyordu. Oysa aynı insanlar, 40 yıl boyunca yolsuzluğa ve zulme sabredip görmezden gelmişti. Bu sebeple Nahda tecrübesi, şeklen ve zahiren başarısız görünüyordu; çünkü bırakılan kötü miras, birkaç gün, hatta bir seçim dönemi içinde çözülemeyecek kadar büyüktü.

Bu durumla eş zamanlı olarak, kontrolsüz bir medya hükümete saldırıyor ve şu tür ifadelerle tenkitler yöneltiyordu:
• Devleti İslamîleştirme, laiklerle iş birliği yap.
• Gücü tekeline alma.
• Parlamento oturumlarında Allah’ın adını anma.
• Sakal bırakma.
• Fiyatları düşürmedin.
• Para biriminin değerini artırmadın.
• Ekonomiyi canlandıramadın. ve benzeri birçok suçlama.

Uzun sürmeden, Nahda partisinin halkın beklentilerini karşılayamaması üzerine insanlar İslamcıların yönetiminden kurtulmayı seçti. Bu dönemde İslamcı liderler hapsedildi. Böylelikle istibdat ve baskı yeniden geri döndü. Devlet daireleri devrim öncesindeki gibi çalışmaya başladı. Ancak bununla birlikte, düşünce özgürlüğü yok edildi, ağızlar susturuldu ve hapishaneler tekrar doldu.

Aynı durum Mısır’da da tüm detaylarıyla yaşandı. Ancak Mısır’da Müslüman Kardeşler’in karşı karşıya kaldığı mücadele, daha sert ve şiddetliydi. Bu mücadele, Rabiatu’l-Adeviye meydanındaki bir katliamla sonuçlandı. Karşı devrim, Mısır gençliğini ezdi. Gençlerin suçu, yetmiş yıl boyunca ülkeyi yıpratan yolsuzluk mirasını temizlemeye çalışmaktı. Ancak halk, İslamcıları yedi bitirdi; çünkü yolsuzluk ilk yüz gün içinde sona ermemişti.

Her iki durumda da karşı devrim, başlangıçta cesur ve samimi olan girişimcilerin sadakatini ve gayretini istismar etti. Onları halkın önüne çıkardı ve tanınmalarını sağladı. Misal olarak, “fakirlerin bakanı” lakabıyla anılan Bessam Ude gibi isimleri hedef aldı. Daha sonra onları saldırılara maruz bıraktı ve halktan, bu liderlerin sihirli bir değnekle ülkelerini uygarlıkta Endülüs’e, adalette ise Medine’ye dönüştürmesini istedi. Hatta Mursi’nin, Şam’da adaletle hükmeden Ömer bin Abdülaziz gibi olmasını talep etti.

Tunus’ta olduğu gibi, Müslüman Kardeşler’in iktidarı sona erdiğinde halk derin bir nefes aldı, devrim başarıyla sonuçlandı (!) ve şartlar üzerinde anlamlı bir değişiklik yapamayan bu “başarısızlar” ezildi. Onları öldürmek ve yakmak da mes’ele değildi. Böylece eski düzen, yani askeri yönetim, yeni bir yüzle geri döndü. Bu yeni yönetim, devlete sahte bir istikrar getirdi; ancak baskı, despotizm ve demir yumruğuyla birlikte… Yeni istibdat, şartları iyileştirmek bir yana, mevcut durumu bile koruyamadı; ülkeyi on yıllarca geriye götürdü.

….

Halep’te bugün, devrimi benimseyen taraflara yönelik, şehri koruma, yönetme, düzenleme ve adaleti sağlama çağrıları yapılmaya başlandı. Bu çağrılar duygusal bir yankı buldu ve herkes, Halep’in korunması, güvenliğinin sağlanması ve bakımı için yapılan bu talepleri yaymaya başladı. Öyle ki, Halep’e Tatarlar girmiş gibi bir hava oluştu; sanki bu şehir halkının değilmiş gibi…

Her şey bir somun ekmekle başladı. Halep’te hiçbir şekilde kuşatma, savaş, mültecilik, kamplar, sokağa çıkma yasağı ya da böyle bir taleple uyumlu herhangi bir durum yaşanmadığı hâlde, “Açız, bize ekmek getirin!” haykırışları yükselmeye başladı. Bu çağrılara devrimciler, son derece saf bir şekilde, “Biz buradayız! Ekmek size bedava gelecek!” diyerek cevap verdi. Sanki birkaç gün önce, rejim döneminde, bu insanlar ağaç yapraklarıyla besleniyormuş gibi…

İlk gün ekmek dağıtımı, ihtiyaçtan değil, kıtlık endişesinden de değil, sembolik bir iyi niyet göstergesi olarak yapıldı. Bu, Halep’i özgürleştirenlerin bu şehrin halkı olduğunu ve devrimin, istibdadın yerine intikamcı bir baskı getirmediğini, aksine herkes için iyilik getirdiğini göstermek içindi. Gönüllü girişimler başlangıçta hoş ve kabul edilebilirdi.

Ancak mesele, ekmekten ibaret değildi. Arkasından daha fazla talep gelecek ve bu talepler, coşkulu ama hesapsız devrimciler için ağır bir yüke dönüşecekti. Göğüslerini gere gere “Bu iş bizim işimiz!” diyenler, bir anda yükümlülüklerin altında ezilecekti. Halk, bir gecede ütopya talep etmeye başlayacak; bu heyecan ve plansızlık, karşı devrimin ve eski rejimin artıklarının iştahını kabartacaktı. Basit halkın artan talepleriyle yükler çoğalacak, hatalar birikecek ve sonunda mevcut devrimin başarısızlığı gerekçesiyle karşı devrim sahneye çıkacaktı.

Böylece eski düzenin kalıntıları tekrar ortaya çıkacak ve korkunç bir girdaba girilecekti. Bu girdap, ya eski rejimin bir askeri darbesiyle ya da Fransız Devrimi’ndeki gibi kaos ve yargılamalarla sonuçlanacaktı. Fransız Devrimi’nde, devrimcilerin kafaları, yolsuzların kafalarından önce düşmüştü. Bu kesin ve kaçınılmaz bir sonuçtur. Bu denklemi ne sayılar, ne kitleler ne de şartlar değiştirebilir.

Eğer Suriye, Mısır, Tunus, Libya ya da Yemen’den farklı olsaydı, en dürüst kişi Beşar Esad olurdu. Zira Tunus ve Mısır’daki devrimler sırasında, “Suriye farklıdır.” demişti.

Devrimci ifadeler ve gençlik heyecanı, karmaşık bir gerçeklik, belirsiz bir gelecek ve olağanüstü şartlar arasında dengeli ve uyumlu olmalıdır. Halk hareketleri yeniden ele alınmalı ve bu hareketlerin kontrolsüz bir akıma dönüşmesi engellenmelidir. Çünkü ne Beşar Esad’ız, ne de Ömer bin Abdülaziz.

Devrim, Suriye’yi İsviçre’ye çevirmeyecek ve Endülüs’ün şanlı geçmişini geri getirmeyecektir. Zaten devrimin amacı da bu değildir.

Toz pembe bir tablo ve ideal bir durum hayali, ağır bir bedel gerektirir. Tunus ve Mısır örneği bunun en açık delilidir. Devrim, zihinlere ve ruhlara ekilen bir fikir tohumudur. Bu fikir, uzun yıllar sonra şartları iyileştirecek bir nesil inşa eder. Devrim, ekmek kuyruklarını ortadan kaldırmak, para biriminin değerini artırmak ya da bedava ekmek dağıtmak için değildir. Devrimin değeri, bu tür hedeflerden çok daha büyüktür.

Bu makaleyi okuyup anlamak açıklamak ve yaymak çok önemlidir. Allah, işinde galiptir, ancak insanların çoğu bunu bilmezler.

Munsif Merzukî / Tunus Devleti Eski Başkanı

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
10.12.2024 Üsküdar

Yukarıdaki yazıyı okuyanlara, aşağıda linkini verdiğim notu da okumalarını tavsiye ederim:👇

Reis RTE Suriye’de yeni yönetime karşı saldıranlar karşısında bizleri bulacak; dedi.👇https://youtube.com/watch?v=7X-CKplE3mg&si=48oyDTjV-2A3jKOi

Coğrafyayı Değiştiren On Gün. İran ve İsrail yayılmacılığı bitti. Türkiye-Suriye-Lübnan birleşti. Akıl üstünde bir akıl: Reisimiz, Recep Tayyip Erdoğan 21. yüzyılın en büyük inkılap ve devrimcisidir!👇
https://www.yenisafak.com/yazarlar/ibrahim-karagul/cografyayi-degistiren-on-gun-iran-ve-israil-yayilmaciligi-bitti-turkiye-suriye-lubnan-birlesti-akil-ustunde-bir-akil-erdogan-21-yuzyilin-en-buyuk-devrimcisidir-4662114

Üsteki Makalenin Seslendirilmiş Hali 👇https://youtu.be/Lgk7pvLELYM

حين نصنع الثورة المضادة بأيدينا:
بعد أن سقط بن علي واعتلى حزب النهضة السلطة في انتخابات تونس، فوجئ الناس صباح اليوم التالي بدوائر الدولة يقف أمامها الناس طوابير بالمئات ..! كل من لديه مشكلة أو قضية أو معاملة، لم تُحل على عهد النظام السابق، جاء إلى دوائر الحكومة الجديدة يطلب حلّها، وفوراً، بعض القضايا حسب ما قال الدكتور المنصف المرزوقي كان عمرها 25 سنة، وجاء يريد حلها صباح استلام النهضة الحكومة..!!
قضايا قديمة أكل عليها الدهر وشرب، وملفات ماتت بالتقادم، دبت فيها الروح فجأة، وجاء الناس يحملونها ويطلبوا من حزب النهضة أن يحلّها لهم بضربة عصا سحرية.
بدا واضحا أنها أيادي أرادت إفشال تجربة الحزب ذي الخلفيّة الإسلاميّة، بتحميله من الأعباء ما لا يطيق، ورمي تركة أربعين سنة من الاستبداد والفساد على ظهره لجره للفشل.
وبالمقابل كانت هنالك جماهير غافلة كما يسميها سيد قطب، تتحرك وفق ملذاتها وهواها، تريد ألا تصبر ولا تتحمل ساعة واحدة، وهي التي صبرت وتحملت وتغافلت عن الفساد والطغيان أربعين سنة.
فكانت التجربة شكلاً وظاهرياً توحي بالفشل، والتركة أكبر من أن ينجزها أحد في أيام، أو حتى في فترة انتخابية كاملة.
ترافق مع ذلك إعلام مسعور يهاجم الحزب الحاكم بعبارات:

لا تقم بأسلمة الدولة، استعن بالعلمانيين، لا تحتكر السلطة، لا تلفظ اسم الله في البرلمان، لا تطلق لحيتك، لم تنزل الأسعار، لم تتحسن قيمة العملة، لم يزدهر الاقتصاد … إلى آخر ذلك..
ولم يطل الوقت حتى تخلَّص الناس (الذين لم يقضِ لهم حزب النهضة حوائجهم) تخلصوا من حكم الإسلاميين، وتم رميهم في السجون، والحمد لله عاد الاستبداد والطغيان من جديد، وعادت دوائر الدولة تعمل كما كانت قبل الثورة، ومعها عاد الطغيان وتكميم الأفواه وفتح السجون من جديد.
..
نفس المسألة حصلت في مصر، بتفاصيلها، أضف عليها أن الإخوان في مصر كانت المعركة أمامهم أكثر شراسة وقسوة، وانتهت بمذبحة من الثورة المضادة التي سحقت شباب مصر في رابعة، تهمتهم كانت أنهم تصدوا بأنفسهم لتنظيف تركة الفساد التي أنهكت مصر سبعين سنة، فأكلهم الناس، لأن الفساد لم ينته في المئة يوم الأولى.
في كلا الحالتين، الثورة المضادة استغلت إخلاص وشجاعة المبادرين في البداية، واستدرجتهم حتى برزوا للناس وعرفهم الجميع، مثل (وزير الغلابة باسم عودة) ثم أفلتوهم مسعورين يطلبون منهم بضربة عصا سحرية أن يجعلوا بلادهم الأندلس في الحضارة، والمدينة المنورة في العدل، وأن يصبح مرسي هو عمر بن عبد العزيز ليحكم ويملأ الأرض عدلاً ورخاءاً وثراءاً كما فعل في دمشق.

وكما في تونس، تنفس الناس الصعداء حين زال حكم الإخوان، وانتهت الثورة على خير، وتمَّ سحق أولئك الفاشلين الذين لم يحسِّنوا من الظروف شيئاً يُذكر، ولا بأس بقتلهم وحرقهم، والآن عاد الحكم الأول، حكم العسكر، بوجه جديد، أعاد للدولة استقرارها المزعوم، بطغيان واستبداد وقبضة من حديد. ولم يقم الاستبداد الجديد بتحسين الأحوال، ولا حتى إبقائها على ما هي عليه، وإنما أعاد البلاد سنين ضوئية للخلف.
..
في حلب، بدأت اليوم دعوات للجهات التي تتبنّى الثورة، بأن تأتي وتحمي وتسيّر وتصلّح وتعدل وتنظِّم … إلخ
وبدأت الدعوات تلقى صدى عاطفي وبدأ الجميع يتناقل الدعوة لحماية حلب وتأمينها ورعايتها، فتشعر وكأن التتار دخلوا حلب لا أهلها ..!
بدأ الأمر برغيف الخبز، وسط دعوات محمومة لتأمين الخبز ((مجاناً)) لدرجة أن أفران اللاجئين في إدلب صارت تخبز لمدينة لم تعاني من حصار ولا حرب ولا لجوء ولا مخيمات، ولم يحدث فيها حظر تجوال، ولا شيء يدعو إطلاقاً لصرخات: جوعانين جيبولنا خبز، التي ردّ عليها الفاعلون بالثورة بكل سذاجة: نحن لها، والخبز سيأتيكم مجاناً ..! وكأنهم قبل أيام، أيام النظام، كانوا يأكلون ورق الشجر.
توزيع الخبز في اليوم الأول كان منطقياً ليس للحاجة، ولا لأن هنالك نقص، ولا خوفاً من انقطاعه، كان بادرة حسن نية تُظهر أن الذين حرَّروا حلب هم أهلها، وهم أهل كلّ سوريا، والتحرير ليس فيه مظاهر انتقام أو استبداد محل استبداد، إنما فيه الخير للجميع.. وكانت المبادرات التطوعية لطيفة ومقبولة.
المسألة ظاهرها الخبز، ولكن سيتبعها أمور كثيرة، يثقل فيها البسطاء على المتحمسين المتهورين الذين ضربوا بيدهم على صدورهم وقالوا: أنا لها .. وستبدأ المطالبة بالمدينة الفاضلة في يوم وليلة، ووراء ذلك تستغل الثورة المضادة، وفلول النظام، هذه الحماسة والتهوّر، وترتفع شهية البسطاء، لتزيد من الأعباء وتُكثر من الأحمال، وبالتالي تكثر الأخطاء، ثم تخرج الثورة المضادة إلى السطح بذريعة فشل الثورة الحالية.
ويخرج فلول الفاسدين ثم ندخل في دوامة مرعبة ستنتهي إما بانقلاب عسكري من النظام السابق، أو بفوضى على نسق الثورة الفرنسية حيث المحاكمات والمقاصل التي طالت رؤوس الثائرين قبل الفاسدين ..!! هذه نتيجة أكيدة وحتمية.. لا تُغيّر فيها المعادلة الكثرة ولا العدد ولا الظروف ..
ولو كانت سوريا غير، غير مصر وغير تونس وغير ليبيا وغير اليمن ، لكان الأصدق هو بشار الأسد ، حين خرجت الثورة بتونس ومصر فقال: سوريا غير ..!
إن الخطاب الثوري والحماسة الشبابية يجب أن يكون متوازناً ومتوائماً بين واقع معقد لا يمكن البحث فيه قبل فهمه، وما بين مستقبل مجهول، وما بين ظروف استثنائية.
حركة الجماهير يجب إعادة دراستها لتلافي تحوّلها إلى تيار هادر، نعم لسنا بشار الأسد ولسنا بالمقابل عمر بن عبد العزيز.
الثورة لن تجعل من سوريا سويسرا، ولن تعيد أمجاد الأندلس، وليس من أهدافها ذلك.
التركيز على الوضع الوردي والحالة الملائكية ضريبته باهظة، ولنا في تونس ومصر مثال.
الثورة هي فكرة تُزرع في العقول والنفوس، لتبني جيلاً يحسّن الأحوال بعد عقود طويلة من الزمن، وهي ليست ثورة لإلغاء الطوابير على الأفران، ولا لتحسين قيمة العملة، ولا لتوزيع الخبز مجاناً .. قيمة الثورة أكبر من ذلك بكثير ..

مع طول المقال غير أنه مهم جدا جدا جدا ساعدوا في نشره بل وشرحه وتفهيمه والله غالب على أمره ولكن أكثر الناس لا يعلمون

المنصف المرزوقي _ رئيس تونس السابق

Ebu Muhammed al-Colani’ye Mesajım ..

Ebu Muhammed El-Colani Hakkında Bir Düşünce!

Bu yazıda şu konulara temas edeceğim:
1. Ebu Muhammed El-Colani (Ahmed eş-Şera’a) hakkında kendi bilgilerim ve müşahedelerim.
2. Ardından şu başlıklarda birkaç mesaj:
• Ebu Muhammed El-Colani’ye,
• Farklı grupların liderlerine,
• İslam âlimlerine,
• Körfez ülkelerine ve bölgedeki diğer ülkelere.

Ebu Muhammed El-Colani Hakkında

Allah şahittir ki bu yazıyı, ondan herhangi bir dünyevi menfaat ummadan kaleme alıyorum. Hamdolsun ki ben izzetli ve ihtiyacı olmayan bir konumdayım.

Kendisini hür ve bağımsız bir gözlemci olarak değerlendiriyorum; çünkü Colani ile onlarca kez bir araya geldim, karmaşık meseleleri birlikte ele aldık, birçok kez ihtilaf ettik ve birçok kez de mutabık kaldık.

Kısaca söylemek gerekirse:
• Colani, Allah’ın dinine olan gayreti ve samimiyeti ile bilinen bir kişidir.
• Keskin bir zekâya ve doğuştan gelen bir öğrenme kabiliyetine sahiptir.
• Tarihe meraklıdır ve geçmişten dersler çıkarır.
• Dengeli ve temkinli bir iyimserdir.
• Karar alırken cesur ama ölçülüdür.
• Aşırılıktan son derece uzak bir kişiliğe sahiptir.

Evet, o da bir insan; isabet ettiği hususlar olduğu gibi hata ettiği hususlar da olmuştur. Ancak onun en sevdiği lakap “Fâtih”tir. Bana sık sık şöyle derdi: “Ey Abdullah, Allah’ın izniyle seninle Emevi Camii’nde birlikte namaz kılacağıma yemin ediyorum.” Ben de ona tebessüm ederek “Sen fazla iyimser birisin,” derdim. O ise, “Biliyor musun, Emevi Camii’nde hutbe vermek için bir minber bile hazırlattım,” diye karşılık verirdi. Bugün, Emevi Camii’nde namaz kılmış birisi olarak o sözünü hatırlıyorum ve Allah’a hamd ediyorum.

Onu şu durumlarda denedim:
1. Sadakat: Sözünü tutan bir insandır.
2. İhtilaf Durumunda: Anlaşmazlık yaşadığı kişilerle ilişkilerinde, intikam almayı düşünmez. İntikam alma fırsatları olmuşsa da bu yola asla başvurmamıştır.
3. İdlib’deki Gayretleri: Orada bina ve medeniyet inşasıyla meşgul görünüyor olsa da aslında Şam için hazırlık yapıyor ve sivil kadroları Şam’a uyum sağlayacak şekilde eğitiyordu.

Colani, siyasette son derece başarılıdır. Elde ettiği fırsatları en iyi şekilde değerlendirir ve mevcut durumdan azami faydayı çıkarır. İdlib’deki kısıtlı imkânlarla bunu başarmıştı. Bugün ise Şam bizimle olduğuna göre, işler çok daha iyi bir noktadadır.

Farklı Gruplara Mesajlar

1. Ebu Muhammed el-Colani’ye Mesajım

Ey Ahmed eş-Şera’a! Allah seni korusun ve sana hayalini kurduğun şeyleri başarmayı nasip etsin.

• Kardeşlerinle el ele ver.

• İlklerin hakkını gözet. Zira fetih gerçekleşmeden önce infak ve cihad edenler ile sonradan gelenler bir ve eşit değil, olmamalıdır.

• Onlarla adalet temelinde iş birliği yap. Onların da zaferde senin kadar payı vardır. Şehitler verdiler, fedakârlıklar yaptılar.

• Onlarla birlikte mütevazı bir şekilde çalışarak Suriye’nin geleceğini inşa edin.

2. Farklı Grupların Liderlerine Mesajım

Hamdolsun ki Allah, Sünnilerin arasından böyle bir lider çıkardı. Şam’daki tüm grup liderlerine sesleniyorum:

• Allah’a şükredin ki, Şam’ı bir Rafizî, bir Baasçı ya da fevri ve cahil bir lider değil, Colanî gibi biri fethetti.

• Gücünüz onun gücü ile birleşsin. Gelecek dönem, geçmişten daha zor olacak. Allah’ın izniyle, onun üzerindeki uluslararası baskı ve sınırlamalar kalkacak ve hepinizin hayal ettiği, güzel ve büyük Suriye hayali gerçekleşecek.

• O, sizin haklarınızı zayi etmeyecek; çünkü sizler onunla birlikte savaştınız ve bu zaferi birlikte inşa ettiniz.

Biliyorum ki aranızda uzun süredir devam eden ihtilaflar var. Ancak unutmayın, tarihte de Müslüman liderler arasında benzer anlaşmazlık ve ihtilaflar yaşanmış, sonunda ümmetin liderlerinin bir araya geldiği görülmüştür. Bugün sizler de böyle bir birleşmeye daha layıksınız.

3. İslam Âlimlerine Mesajım

Ey İslam âlimleri! Allah, ümmetin karşısına böylesine seçkin bir lider çıkardı. Eğer böyle bir lider Şiilerin elinde olsaydı, onu sembol hâline getirirlerdi.

• Ona destek olun, tavsiyelerinizle yol gösterin.

• Özellikle Suriye İslam Konseyi âlimlerinden destek ve dua bekliyoruz.

4. Körfez Ülkelerine ve Bölgedeki Diğer Ülkelere Mesajım

Ey bölge ülkeleri!

• İran’ın Suriye üzerindeki etkisini sona erdirmek istiyordunuz. Bugün bu hedef gerçekleşti.

• Suriye’de artık Sünni bir devletin temelleri atılmıştır. Bu fırsatı değerlendirin. Bu ülkenin yeniden inşasına destek olun.

• Ahmed eş-Şera’a (Colani), ne El-Kaide ne de Müslüman Kardeşler çizgisindedir. O, vatansever ve dindar bir liderdir.
Dr.Abdullah el-Muhaysini

Kardeşiniz Abdurrahman Şeyh Hasan’ın Değerlendirmesi:👇

Sevgili Dr. Abdullah, mesajınız için teşekkür ederim. Ancak Suriye’nin toplumsal gerçeklerine dair bir ek yapmak istiyorum:

Suriye’nin Toplumsal Yapısı:

1. Suriye, etnik ve mezhebi olarak farklılıklar barındıran bir ülkedir. Yeni yönetim, bu çeşitliliği göz önünde bulundurmalıdır.

2. Sosyal Gerçekler: Halk, onlarca yıl boyunca savaşlar ve dış müdahaleler nedeniyle devlete olan güvenini kaybetmiştir. Bu güvenin yeniden inşa edilmesi gerekmektedir.

3. Hakların Garanti Altına Alınması: Halkın hakları açık ve net bir şekilde kanunlarla garanti altına alınmalıdır.

4. Halkın Sloganı: Suriye halkı devrim boyunca şu sloganı dile getirdi:“Başını dik tut, ey Suriyeli! Sen özgürsün! Suriye halkı birdir!”

Bu sloganı hayata geçirmek, tüm liderlerin sorumluluğudur.

Allah’tan dileğim, Suriye halkına barış ve adalet nasip etmesidir.
Abdurrahman Şeyh Hasan

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
10.12.2024 Üsküdar

“Gidiniz, hepiniz serbestsiniz!” Sloganına Tenkitçi Bir Bakış: 👇

Dervişlerin Laikliği
Dr. Yahya el-Sallabi

Eğer laiklik, dinin hükümlerinin bir kısmını diğerlerinden ayırmayı gerektiriyorsa, bu slogan da laik bir yaklaşımı temsil eder. Çünkü bu slogan, dinin bütüncül yapısını bölüp parçalamaktadır. Libya’daki devrimciler bu sloganı benimseyerek Muammer Kaddafi’nin oğlu Seyf el-İslam Kaddafi’yi, Mahmud el-Verfeli’yi ve diğer güvenlik yetkililerini serbest bıraktılar. Ancak, bir yıl geçmeden, bu kişiler çalınan servetlerini ve güvenlik ile medya alanındaki uzmanlıklarını kullanarak devrime ihanet ettiler. Sokak ortasında insanları infaz edip cesetlerini çöplüklere attılar. Daha Kaddafi ve çocuklarından kurtulmanın sevincini yaşayamadan, karşılarına Halife Hafter ve onun oğulları çıktı.

Bu durum, Mısır’da da aynen yaşandı. Rabia Meydanı’ndaki dervişlerle diğerlerinin durumu arasında bir fark yoktur. Mübarek rejiminin kalıntıları ile Kaddafi rejiminin artıkları arasında da bir fark bulunmamaktadır.

Evet, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Gidiniz, hepiniz serbestsiniz!” dedi. Ancak burada şu iki soruyu sormamız gerekiyor:
1. Peygamber Efendimiz bu ifadeyi tek başına mı kullandı? Yoksa bu sözün yanında büyük suçluların kanını helal kılıp öldürülmelerini mi emretti, hatta onları Kâbe’nin örtülerine sarılı halde bulunsa dahi öldürülmelerini mi istedi?
2. Kureyş liderleri ile sizin serbest bıraktığınız kişiler arasında bir kıyaslama yapılabilir mi? Kureyş’in ileri gelenleri arasında Müslüman bir kadına tecavüz eden, kadınlar ve muhalifler için Sednaya Hapishanesi gibi zindanlar kuran birisi var mıydı? Sizin serbest bıraktıklarınız arasında, affedildiğinde onuruna ve insanlığına dönerek İkrime bin Ebu Cehil gibi İslam’ın destekçisi olacak bir zerre adamlık, insanlık sahibi olan var mı?

Suriye’nin Karunlarının komşu ülkelere sığınması, Fransız Devrimi sonrası aristokratların Brüksel, Cenevre gibi şehirlere gidip karşı-devrim hareketleri başlatmalarını hatırlatıyor. Bu insanlar, eski ayrıcalıklı hayatlarına dönmek için her yolu deneyeceklerdir; sürgün hayatına ya da mültecilik şartlarına alışmaları mümkün değildir.

Geçmişteki bu örneklere bakmamıza gerek bile yok, çünkü aynı senaryo Arap Baharı devrimlerinde de yaşandı. Komşu ülkelere sığınanlar, içeride kalan eski rejim kalıntılarıyla ve kendi tahtlarını korumak isteyen dış güçlerle birleşerek devrimleri baltaladılar.

Suriye’de Karşı-Devrimin Kaçınılmaz Olduğuna Dair Altı Belirti
1. Dervişlerin laikliği: Devrimcilerin, dinin bazı hükümlerini uygulayıp diğerlerini terk etmeleri, karşı-devrimi teşvik eden bir tutumdur.
2. Siyonist varlık: İsrail, Suriye’deki gelişmeleri tehdit olarak algıladı ve silah depolarını bombalayarak ve Suriye dağlarına ilerleyerek tedbir almaya başladı. Ancak bu adımlar yeterli değildir ve daha fazlası gelecektir.
3. Karunların servetleri: Rami Mahluf ve Esed ailesi gibi kişiler, büyük miktarda serveti devrim karşıtı çabalar için kullanmaya hazırdır. Mahluf, daha birkaç gün önce kendi milislerine bir milyar Suriye lirası bağışladı. Bu servet, karşı-devrim için kullanılacaktır.
4. Esed’in kurtarılması: Esed’in Rusya’ya tahliyesi ve onun hâlâ bir koz olarak tutulması, Rusya’nın onun meşruiyet iddiasını sürdürmesine olanak tanıyacaktır.
5. Devrim karşıtlarının korkusu: Bugün, karşı-devrim destekçilerinin korkusu, devrimin ilk başladığı dönemdeki korkularından çok daha büyüktür. Çünkü uzun bir sabır ve direnişin ardından bir devrimin başarılı olması, diğer halklar için güçlü bir umut ve örnek teşkil edecektir.
6. Rejim kalıntılarının gücü: Suriye’deki mezhepçi liderler, ordu ve istihbarat ağları, Esed rejiminin düşmesiyle yok olmadı. Bu gruplar, hayatta kalabilmek ve devrimcilerden intikam almak için bir karşı-devrimin peşindedirler.

Çözüm:

Karşı-devrimi önlemek için yapılması gereken, ferdi intikam duygularına kapılmak değil, adil ve demokratik bir hukuk düzenine başvurmaktır. Irak’taki Amerikan uygulamaları bu noktada bir model sunmaktadır:
1. Ceza mahkemelerinin kurulması
2. Baascıların devlet kurumlarından tasfiye edilmesi
3. Ordunun ve güvenlik birimlerinin feshedilmesi

Akıllı olan, başkalarının tecrübelerinden ders çıkarandır. Sünnete uymak, bir kısmını uygulayıp diğer kısmını terk ederek değil, bütüncül bir şekilde hareket etmekle mümkündür.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
10.12.2024 Üsküdar

Yukarıda iç içe olan iki yazıyı okuyanlar altta linkini verdiğim yazıyıda okumalarında fayda var:👇

Konu İle İlgili Aşağıdaki Yazı da Okumaya Değer👇

وقفة مع الجولاني!

سأتكلم هنا عن ما أعرفه عن أحمد الشرع ثم سوف أرسل عدة رسائل:
1- إلى القائد أحمد الشرع.
2- قادة الفصائل.
3- طي الخلافات.
4- علماء الأمة.
5- دول الخليج والمنطقة.

أولاً: يعلم الله أنني لا أرجو من الرجل أي منفعة فالحمدلله أنا في عز وغنى.

ثانياً: كلامي عنه كلام المستقل الخبير به فأنا جالسته عشرات المرات وخضت معه قضايا معقدة واختلفت معه كثيراً واتفقت كثيراً.

الذي أريد قوله باختصار الجولاني هو رجل يملك حرقةً وغيرة على دين الله جمع مع ذلك ذكاءً فطرياً حاداً وسرعة في التعلم من التجارب وقارئ نهم للتاريخ شديد التفاؤل بحذر جريئ في اتخاذ القرارات بروية بعيد أشد البعد عن الغلو مع ورع وتدين!

نعم هو بشر أصاب وأخطأ ولكن منذ يومه الأول وهو أحب لقب الفاتح وكان يقول لي باعبدالله أقسم لك بإذن الله سأصلي معك في الجامع الأموي وأنا أبتسم أقول شديد التفاؤل فيقول لي هل تعلم والله أنني أعدت منبراً لأخطب فيه في الجامع الأموي!!
وها أنا اليوم وقد صليت في الجامع الأموي أتذكر وعده فالحمدلله ..

جربته في الوفاء فكان رجلاً وفياً وجربته عند الاختلاف فكان حافظاً للود رأيته مع خصومته لا ينتقم وحصلت له فرص للانتقام لكنه بعيد جداً عن ذلك ..

لمته كثيراً لانشغاله في إدلب ببناء الحضارة والبنايات بدلاً من حفر الأنفاق فإذا به يعد العدة لدمشق ويجهز الكادر المدني ليتدرب على دمشق ..

هو رجل سياسي بامتياز رائع في استغلال الفرص واللعب بالمتاح من الورق التفاوضي لا يوفر فرصة سياسية إلا واغتنمها فعل ذلك مع قلة الإمكانات في ادلب أما ودمشق اليوم معنا فالأمر خير من ذلك بكثير.

رسالتي لقادة الفصائل:

باختصار أقول الحمدلله أن جعل في أهل السنة مثله ولإخواني قادة فصائل الشام الحمدلله أن لم يحرر الشام رافضي أو بعثي حاقد أو متهور سفيه ، فضعوا أيديكم بيد أخيكم فالمرحلة القادمة أصعب مما مضى وبإذن الله سيرفع التصنيف عنه وسيتحقق حلمكم بسوريا الجميلة العظيمة ووالله أن الرجل لن يبخسكم حقكم ولا المسلمون فأنتم ضحيتم معه وأنتم بذلتم والنصر ليس له وحده بل أنتم صنعتموه سوياً فاستعينوا بالله
أعلم أن قد حصل بينكم خلاف طويل وأفهم مايعتلج في صدوركم ولستم بدعاً من التاريخ فقد سبق ذلك نماذج لاتحصر في التاريخ انتهى باجتماع المسلمين على خيار الرجال فأنتم اليوم أولى بذلك وإن الانتصار على النفس أعظم من الانتصار على الأعداء ولايطيقه إلا الشجعان
أنتم الان انتقلتم من الفصائلية إلى بناء الدولة وتلك مرحلة عظيمة تصنعون بها لأطفالكم ونسلكم مستقبلاً مشرفاً وهي أمانة عظيمة في أعناقكم ..
فأنتم اليوم أحفاد الحسن رضي الله عنه إذ جمع الله به المسلمين رغم شلالات الدماء قبله ..

يا تيجان رأسي جميعاً وكلامي هذا لكل القادة بلا استثناء حتى للشيخ كعكة وعصام بويضاني وقادة جيش الإسلام وقادة الجيش الحر وقادة الإتلاف الوطني ولكل النبلاء الفضلاء أناشدكم الله والرحم فوالله أنني محب لكم وابن لكم وأخ لكم جسدي مليئ بالجراحات وضحيت بكل شيئ في هذه الحياة لأجل بلدكم ولا منة لي بذلك بل أرحو ذخرها عند الله فاسمعوا نصح أخيكم الصغير ..

رسالة للجولاني:

ورسالة أخرى لك أنت أيها الشيخ أحمد حفظك الله وحقق الله لك مرادك
فلن بأيدي إخوانك واحفظ لأهل السبق الأوائل سبقهم فلا يستوي من أنفق من قبل الفتح وجاهد وقاتل بغيره وتشارك معهم في الحكم بالعدل لا بالمحاصصة فلهم من النصر مثل مالك من نصيب فكل منهم قدم من الشهداء الكثير وبذل الكثير ضع يدك بيدهم وتواضع لهم واصنعوا سوريا المستقبل لتكونوا نموذج للأجيال كلها ..

رسالتي لعلماء الأمة:

لقد أخرج الله من بين ركام زحام هذه الثورات قائداً للمسلمين فذاً عبقرياً فتح الله على يديه وإخوانه عاصمة الأمويين فانصروه فلو كان عند الشيعة مثله لجعلوه رمزاً
انصروه بنصحكم وتوجيهكم وانصروه بتأييدكم ودعائكم وأصدروا بيانات النصرة والتأييد وأخص بالذكر أولاً تيجان رؤسنا علماء المجلس الإسلامي السوري ثم علماء الأمة عموماً ..

رسالتي لدول الخليج والدول الإسلامية عموماً:

لقد كنتم ترغبون في التصالح مع المجرم بشار لقطع الطريق على إيران ولمنع التهريب وهاقد نلتم مرادكم بقطع يد إيران في الشريان الرئيسي الشام ولن يكون للمخدرات طريق في الشام بعد اليوم ها قد قامت دولة سنية في المنطقة فإذا كانت أمريكا تقول سوف ندرس رفع التصنيف عن هيئة تحرير الشام وسوف نتعامل معها فأنتم أولى بمد يد العون وإعادة الإعمار وإن كانت مخاوفكم فكرية فأنا أقول لكم القائد أحمد الشرع ليس من الإخوان ولا القاعدة ولن يأتيكم منه ضرر بل هو رجل متدين وطني يسعى لنهضة بلده متشاركاً مع أهل بلده فأعينوه ولا تتركوا هذا البلد الجميل تمزقه الخلافات والولاءات فهذا خير لكم وخير لهذا الشعب المظلوم الذي عانى الويلات طيلة 13 سنة!

وكتبه المحب لأهل الشام الناصح لهم
د. عبدالله المحيسني.
المكي منشأً الشامي مهاجراً.

جزاكم الله خيرا دكتور عبدالله على هذه الرسالة النصحية … لكن لم تاتي بسيرة المجتمع السوري الفسيفسائي … اسمح لي بهذه المداخلة المقتضبة عن الواقع السوري .
اولا: سوريا مرت عليها ظروف وتدخلات خارجية من دول اقليمية ودول عظمى … اصبحت حلبة صراع لكافة هذه القوى … والحمد لله وبفضل من الله تعالى اجتازت هذه المحنة وليس لاحد من هؤلاء المتصارعين فضل. بل الجميع انتابتهم الذهول والاستغراب.
ثانيا: اما المداخلة هي والخطاب لابي محمد الجولاني واخوانه … اقول لهم ان هذا النصر بفضل من الله وحده … انا اشبهه بغزوة بدر (غزوة الفرقان) … اخوتي ان الوضع الاجتماعي الان في سوريا معقد جدا بعد مرور اكثر من قرن من الزمن وقد عبثت بها عوامل كثيرة من حروب واستعمار عسكري وفكري وعقدي وووووو… لذا ارجو معاينة الواقع بروية والاخذ بعين الاعتبار حقوق كل الاثنيات والطوائف والمذاهب لان النسيج المجتمعي لسوريا فسيفسائي … والاخذ بعين الاعتبار ايضا فقه الاوليات وقبل كل شيئ زرع الثقة للشعب تجاه المسؤو لين لان الثقة للاسف مفقودة منذ عقود.
لكن لا بد من بيان هذه الملاحظة وهي تبيان الحقوق الثقافية والسياسية والدينية ووو بشكل واضح ومنصوص بالقانون لان سوريا مرت بتجربة كهذه عقب الجلاء الفرنسي في فترة الخمسينات بتجربة ممتازة من العدل والمساواة واحقاق الحقوق للجميع والمشهد مرسوم في ذهن الكثيرين ومن بعد تجربة الوحدة مع مصر وقيام ثورة البعث والى يومنا هذا لم تشرق شمس الحرية الحقيقية على بلادنا بل وبالعكس تم العبث بمقدرات الشعوب واغتصاب الحريات وهانحن نرى فتح ابواب السجون اصعب من فتح ابواب قلاع الطاغية . وفي الختام ارجو من الله ومنكم تحقيق هذا الشعار الذي رددها الثوار وما زالو يرددون ((ارفع راسك يا سوري انت حر … واحد واحد واحد الشعب السوري واحد)).

اخوكم في الله عبد الرحمن شيخ حسن

(اذهبوا فأنتم الطلقاء)! علمانية الدراويش
د. يحيى الصلابي.

إذا كانت العلمانية تقتضي فصل أحكام الدين بعضها عن بعض
فهذا الشعار علماني يفصل
هذا الشعار دروشة رفعها ثوار ليبيا. فأطلقوا سراح سيف القذافي ومحمود الورفلي وغيرهم من قادة الأجهزة الأمنية والقنوات الإعلامية. فلم تمض سنة حتى وظفوا الأموال المنهوبة والخبرات الأمنية والإعلامية فانقلبوا على الثورة. وقتلوا الدراويش في إعدامات ميدانية مصورة وألقوا جثثهم في المزابل. ولم يفرحوا بالخلاص من القذافي أولاده حتى نبت لهم حفتر بأولاده
وهذا هو الذي حصل في مصر تماماً. فلا فرق بين دراويش رابعة وغيرهم. ولا فرق بين فلول مبارك وأزلام القذافي.

نعم قال النبي عليه الصلاة والسلام (اذهبوا فأنتم الطلقاء)
لكن هناك سؤالان
1- هل قالها النبي عليه الصلاة والسلام وحدها؟ أم أمر معها بإهدار دم أكابر المجرمين وأمر بقتلهم وإن وجدوا تحت أستار الكعبة؟
2- هل يقاس الطلقاء من قادة قريش ورجالات العرب بطلقاؤكم من نفايات الإنسانية الذين كانوا يتضاحكون بإلقاء البراميل المتفجرة؟ هل في طلقاء قريش من اغتصب مسلمة وبنى سجونا للنساء والمعارضين كسجون صدنايا؟
هل في طلقاؤكم ذرة من مروءة ورجولة يعيدهم العفو والإحسان إلى الحق إلى مروءاتهم فيصبحوا أنصارا للإسلام كعكرمة بن أبي جهل؟

إن لجوء قوارين سوريا إلى الدول المجاورة يذكرنا بخروج النبلاء بعد الثورة الفرنسية إلى بروكسل وجنيف وغيرها ليعيدوا تشكيل ثورة مضادة يستردون بها نمط حياة الامتيازات لا يمكنهم أن يعتادوا على حياة المنفى واللجوء.
ولماذا نرجع إلى الماضي ونحن نرى هذا الدرس واقعا في ثورات الربيع العربي
التي تحالف على إجهاضها اللاجئون إلى دول الجوار مع الطلقاء في الداخل والخائفين على عروشهم في الخارج .

هناك ست أمارات ظاهرة تدل كل عاقل على حتمية اشتعال الثورة المضادة في سوريا:
على رأسها:
علمانية الدراويش.
2- الكيان الصهيوني الذي شعر بالأخطار وبدأ بخطوات احترازية منها قصف مخازن الذخائر والتقدم في الجبال السورية. ولا بد أن يستكمل هذه الخطوات لأنه لا تغني وحدها ولا تدفع مخاوفه.
3- مليارات قارون وجنوده التي جمعها رامي مخلوف وآل الأسد.
و لا ينسى عاقل أن الملياردير رامي مخلوف كان قبل أيام يتبرع بمليار ليرة لسهل الحسن وجنوده. فهل سيدخر ملياراته الأخرى ويبخل بها على ثورة الانتقام المضادة؟
4- إنقاذ الأسد وإخلاؤه إلى روسيا مع عدم تنحيه سيبقى ورقة بيد روسيا تدعي بها شرعيته إن أمكن
5- خوف رعاة الثورات المضادة صار اليوم أعظم من خوفهم من نجاح الثورة قبل عشر سنوات.
لأن نجاح الثورة بعد كل هذا الصبر أخطر عليهم من نجاحها الذي نجحوا في إجهاضه. فهذا النجاح رسالة إلى الشعوب كلها أن نجاح الثورة حتمي وأن الله سيجيب دعوة المظلومين ولو بعد حين
6- كل قادة الطائفية والجيش وأجهزة المخابرات التي لا تعد ولا تحصى لم يسمها سوء بسقوط بشار.
وهؤلاء يعتبرون أنهم أمام معركة حياة أو استئصال وانتقام من أهالي المظلومين الموتورين وإن أمنتهم الثورة. ولا سبيل لنجاتهم إلا بنجاح ثورة مضادة.
وليس المطلوب هو الانتقام. بل الانتقام والاغتيالات هو العمل الرئيسي الذي تقوم به خلايا الأجهزة الأمنية النائمة لتخلق لعودتها شرعية جديدة ومطالبات شعبية.
وهذا هو الذي حصل بعد سلسلة من الاغتيالات والتفجيرات في بنغازي وتلقن الشعب شعارا نشرته منابر الإعلام الموجهة والمدعومة من الثورة المضادة (نريد جيش وشرطة) (لا للميليشيات)
فالمطلوب هو التحاكم القوانين الديمقراطية العادلة التي نفذتها أمريكا في العراق
وخلاصتها
1- تشكيل المحاكم الجنائية.
2- اجتثاث البعث من أجهزة الدولة
3- حل الجيش والأجهزة الأمنية
والعاقل من اتعظ بغيره
واتباع السنة لا يتحقق بشطر منها دون شطر.

Bu Soruya Siz Nasıl Cevap Verirsiniz?

Selamün aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu,

Ey âlimler, ey şeyhler, ey değerli İslami ilim talebeleri, ey hikmet sahipleri, ey fakihler,

Sizlere en güzel selam ve dualarımızı sunuyoruz. Acılarımızı da size iletmek ve hatırlatmak istiyoruz.

Öncelikle:
Nusayriler ne Kureyş’in müşrik kâfirleri ne de Beni Kureyza’nın Yahudileri gibidir. Biz Suriyeliler olarak aramızda bir vatandaşlık ve komşuluk akdi bulunuyordu.

Buna rağmen, onlar bu ahdi bozdular; büyük-küçük demeden öldürdüler, namusları çiğnediler, evleri yıktılar, taşları ve duvarları dahi çaldılar.

Evleri yağmaladılar, eşyaları talan ettiler; bize ait olan her şeyi, hatta elektrik kablolarını borularından söküp aldılar. 1960’lardan itibaren yönetimi ele geçirmelerinden bu yana halkı bir şekilde yurtlarından sürdüler.

Uluslararası yasalarca yasaklanmış savaş suçlarının dışında, bunca zulmü işlediler.

Şimdi soruyoruz:
Bunlar için “Gidiniz, sizler serbestsiniz” denilmeyi hak ediyorlar mı?

Yoksa, Sahabe-i Kiram’dan Sad bin Muaz’ın Beni Kureyza Yahudileri hakkında verdiği hükümden daha şiddetli bir cezayı mı hak ediyorlar?

Herhangi bir kişinin, kamuoyunu yönlendirme ve bu zalimlerin tekrar zulüm, kin, öldürme ve sürgünle dolu bir tura başlamasına yol açacak bir fikir öne sürmeye hakkı var mı?

Unutmayın ki, Nusayrilerin mahalleleri hâlâ silahlarla dolu. Göç etmiş olsalar bile köylerinde, eğitimli ve savaşta tecrübeli askeri unsurları olup bu unsurların, kimsenin bilemediği miktarda ve türde güçlü silah depoları bulunmaktadır.

Ellerine bir fırsat geçse, yine bizi öldürüp sürgün edecek, katliamlarına yeniden başlayacaklardır. Çünkü onların sloganı ve akidesi şudur:
“Sünni Müslümanların kanı, malı ve namusu size helaldir.”

Uyanık olun ve tedbir alın! Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmayın!

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Nasıl olur ki! Eğer size üstün gelselerdi, sizin hakkınızda ne bir yakınlık bağı ne de bir antlaşma gözetirlerdi. Sizi ağızlarıyla hoşnut etmeye çalışırlar; fakat kalpleri buna karşıdır ve onların çoğu fasık kimselerdir. Allah’ın ayetlerini az bir bedele sattılar da (insanları) O’nun yolundan alıkoydular. Doğrusu onların yapmakta oldukları ne kötüdür! Bir mümin hakkında ne bir yakınlık bağı ne de bir antlaşma gözetirler. İşte onlar haddi aşanlardır.”
(Tevbe Suresi, 8-10)

Son olarak şunları vurguluyoruz:
1. Unutulmamalıdır!
2. Suçluların yargılanması için hukuki yollar kullanılmalıdır.
3. Daha önce bahsettiğimiz sapkın fikirlerle mücadele projesine bağlı kalınmalıdır.
4. Devleti inşa etmeli, ancak pusuda bekleyen düşmanı unutmamalıyız. “Suçluyu yendik, kontrolü ele aldık” diyerek rehavete kapılmayın. Çünkü düşman hain ve aldatıcıdır.

Tebliğ ettim mi?

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
10.12.2024 Üsküdar

Yukarıdaki yazıyı okuyanlar altta linkini verdiğim yazıyı da okumalarında fayda var:👇

السلام عليكم ورحمة الله وبركاته
أيها العلماء
أيها المشايخ
ياطلاب العلم الشرعي الأكارم
أيها الحكماء
أيها الفقهاء

لكم منا أجمل التحايا والمباركات
نود أن نوصل لكم آلامنا ونذكركم بها

أولًا النصيريون ليسوا كفار قريش وليسوا يهود بني قريظة، فنحن كسوريين كلنا كان بيننا عقد مواطنة وعقد جوار.

ومع ذلك فهم نقضوا العهد وقتلوا الكبير والصغير وانتهكوا الأعراض وهدموا البيوت وسرقوا الحجر والمدر…

نهبوا البيوت نهبوا الأثاث نهبوا كل شيء متعلق بنا حتى أسلاك الكهرباء سحبوها من أنابيبها وهجروا أهل البلاد منذ استلامهم في الستينات بطريقة أو بأخرى.

عدا جرائم الحرب التي تحرمها القوانين الدولية.

فهل يستحق هؤلاء أن يقال لهم اذهبوا فأنتم الطلقاء؟؟!

أم يستحقون حكم سيدنا سعد بن معاذ في بني قريظة أم أشد

هل يحق لكل قامة أن توجه الرأي العام حول فكرة تجرأ علينا القرود من جديد لجولة جديدة من الظلم والحقد والقتل والتهجير

والنصيريون مازالت أحياؤهم مليئة بالسلاح وإن هجروها، وقراهم مليئة بكل عناصرها العسكرية المدربة المتمرسة بالقتل مع ترسانة من السلاح النوعي الذي لا يعلم حجمه وقوته وكميته إلا الله.

فلو استطاعوا استخدامه من جديد لأعملوا فينا القتل والتشريد من جديد
فشعارهم وعقيدتهم اقتلوا المسلم السنة دمه وماله وعرضه حلال

تنبهوا واستعينوا.
ولا تأخذكم في الله لومة لائم
قال تعالى:
بسم الله الرحمن الرحيم

كَيْفَ وَاِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ لَا يَرْقُبُوا فٖيكُمْ اِلاًّ وَلَا ذِمَّةًؕ يُرْضُونَكُمْ بِاَفْوَاهِهِمْ وَتَأْبٰى قُلُوبُهُمْۚ وَاَكْثَرُهُمْ فَاسِقُونَ
اِشْتَرَوْا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ثَمَناً قَلٖيلاً فَصَدُّوا عَنْ سَبٖيلِهٖؕ اِنَّهُمْ سَٓاءَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
لَا يَرْقُبُونَ فٖي مُؤْمِنٍ اِلاًّ وَلَا ذِمَّةًؕ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُعْتَدُون
(سورة التوبة رقم الآية ٨ – ١٠)
صدق ربنا العظيم
١- لابد من عدم النسيان
٢- العمل من خلال القانون لمحاسبة المجرمين .
٣-
ماتحدثتا بع مسبقاً من العمل وفق مشروع خاص بمكافحة الأفكار المنحرفة لابد من ان لاننساه.
٤- نبني الدولة ولكن لاننسى العدو المتربص. فنقول انتهى المجرم وسيطرنا فلا يغرنكم انكم انتصرتم فالعدو لئيم.
ألا هل بلغت.
محمد عبدالله السباعي

Böyle Terörist mi Olur?

Teröristler!
Muhammed Cümeih

İlk defa “teröristlerin” vatandaşları olan Hristiyanların ibadetlerini yerine getirirken kiliseleri koruduğunu ve Noel bayramlarını kutladıklarını görüyoruz.
İlk defa “teröristlerin” evlerinden kaçan İsmailîleri geri getirip, onlara şu soruları sorduğunu görüyoruz: “Size biri zarar verdi mi? Evlerinizden bir şey çalındı mı?”
İlk defa “teröristlerin” vatandaşları olan Dürzilerle birlikte kutlama yapıp şarkılar söylediklerini görüyoruz.
İlk defa “teröristlerin” Alevi vatandaşlarına şöyle dediğini görüyoruz: “Biz size karşı değiliz. Siz bizdensiniz, biz de sizdeniz.”

İlk defa “teröristlerin” göç dalgalarına sebep olmadığını, aksine göç edenleri evlerine geri döndürdüklerini görüyoruz!
İlk defa “teröristlerin” kırk yıldan uzun süre fikir suçları nedeniyle hapsedilmiş mahkûmları serbest bıraktığını görüyoruz.
İlk defa “teröristlerin” şehir sakinleri tarafından sevinç çığlıkları ve şarkılarla karşılandığını görüyoruz!
İlk defa insanların, “teröristlerin” şehirlerine girebilmeleri için düzenli ordu birliklerini şehirlerinden kovduğunu görüyoruz!

İlk defa “teröristlerin” sadece kendi ülkelerine odaklanıp, “Dış dünyayla iyi ilişkiler kurmak istiyoruz” dediğini görüyoruz.
İlk defa “teröristlerin”, “Hukuk ve kurumlar devleti kurmayı, farklı mezhep ve dinlerin bir arada yaşamasını sağlamayı, hak ve özgürlükleri güvence altına almayı, insanlara baskı yapmamayı hedefliyoruz” dediklerini görüyoruz.

İlk defa “terörist, tekfirci, DEAŞ’çı” gibi terimlerin yerini “silahlı muhalefet, devrimciler, silahlı gruplar” gibi ifadelerin aldığını görüyoruz!

Suriyeliler sadece ülkeleri için zafer kazanmadı, aynı zamanda değerler, kavramlar ve dil sözlükleri için de bir zafer kazandılar.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
08.12.2024 Üsküdar

!إرهابيون

محمد جميح

أول مرة نرى “إرهابيين” يحرسون الكنائس أثناء أداء مواطنيهم المسيحيين الصلاة، ويباركون لهم بأعياد الميلاد.
أول مرة نرى “إرهابيين” يعيدون الإسماعيليين الذين هربوا من بيوتهم، يعيدونهم إلى منازلهم، ويسألونهم: هل اعتدى أحد عليكم؟ هل سُرق شيء من منازلكم؟
أول مرة نرى “إرهابيين” يحتفلون ويرددون الأغاني مع مواطنيهم الدروز.
أول مرة نرى “إرهابيين” يقولون لمواطنيهم العلويين: لسنا ضدكم، أنتم منا ونحن منكم.

أول مرة نرى “إرهابيين” لا يتسببون في موجات نزوح، بل يعيدون النازحين لديارهم!
أول مرة نرى “إرهابيين” يفرجون عن سجناء الرأي الذين سجنوا لأكثر من أربعين عاما.
أول مرة نرى “إرهابيين” يستقبلهم أهالي المدن بالزغاريد والأهازيج، فرحاً بقدومهم!
أول مرة نرى الأهالي يطردون القوات النظامية من مدنهم، تمهيداً لدخول “الإرهابيين” إلى تلك المدن والبلدات!

أول مرة نرى “إرهابيين” يركزون على بلدهم، ويقولون نريد إقامة علاقات طيبة مع الخارج.
أول مرة نرى “إرهابيين” يقولون نسعى لدولة النظام والقانون والمؤسسات، والشراكة وتعايش الطوائف والأديان، وضمان الحقوق والحريات، وعدم التسلط على الناس.

أول مرة تسقط مصطلحات “إرهابي، تكفيري، داعشي”، وتتحول إلى “معارضة مسلحة، ثوار، فصائل مسلحة“!

السوريون لم ينتصروا لبلدهم وحسب، لم ينتصروا للقيم وحسب، ولكن انتصروا للمصطلحات والمفاهيم وقواميس اللغة.

ABD’li Ekonomiste Göre Suriye’nin Zenginliği ..

Amerikalı Ekonomist: Suriye’nin Zenginlikleri, 80 Milyon Kişinin Refah İçinde Yaşaması ve Avrupalılardan Daha Yüksek Gelire Sahip Olması İçin Yeterli!

Columbia Üniversitesi’nde profesör ve ders veren Amerikalı ekonomist Jeffrey Sachs, Wall Street Journal’da bir makale kaleme aldı:
Suriye’nin, kişi başına Hollanda ve Belçika seviyesinde bir gelire sahip 80 milyon kişinin yaşayabileceği bir ülke olabileceğini belirtti. Makalesinde, Suriye’nin sahip olduğu zenginlikleri şöyle sıraladı:
• Koniko Gaz Sahası (Deyrizor): 20 milyon insanın gaz ihtiyacını karşılayabilir.
• Şair Gaz Sahası (Humus): Suriye’nin tüm gaz ihtiyacını karşılayabilir ve büyük miktarda ihracat yapma potansiyeline sahiptir.
• Cebse Gaz Sahası (Haseke): Şiddetli gaz akışı nedeniyle mevcut gaz türbinleri ile elektrik üretebilir.
• Rumeylan Gaz Sahası (Haseke): Sıvılaştırılmış gaz rezervleri sayesinde Suriye’yi Katar gibi büyük bir üretici yapabilir.
• Ömer Petrol Sahası (Deyrizor): Ortadoğu’nun en büyük ve en zengin petrol sahalarından biridir.
• Tanik Petrol Sahası (Deyrizor): Petrol, bir ters şelale gibi yer yüzüne çıkar; 12 metreye kadar yükselebilen bir şelale görüntüsüyle akmaktadır (Hacin Çölü’nde yer alır).
• Kebeibe Petrol Sahası (Haseke): Uzmanlar, bölgede taşkın veya felaket yaşanmasından korktukları için pompaları %50 kapasitenin üzerine çıkarmamaktadır.
• Tim Petrol Sahası (Deyrizor): Suriyelilerin gelirini Avrupalı veya Körfez ülkeleri vatandaşları seviyesine çıkarabilecek potansiyele sahiptir.

Suriye’nin diğer zenginlikleri:
• Kıyı Şeridi: Doğru bir şekilde değerlendirildiğinde, Suriye bir Dubai haline gelebilir.
• Dünya Mirası: Dünyadaki arkeolojik eserlerin üçte biri Suriye’dedir (turizm).
• Mermer ve Granit Dağları: Dünyanın en kaliteli taşları; dünya yüzeyini 10 kez döşemeye yetecek kadar büyük bir rezerv, Renkus’tan Lübnan Dağları’na kadar uzanır.
• Stratejik Sınır Kapıları: Doğu ile Batı’yı birbirine bağlayan ticaret yolları. Örneğin, Bab el-Hava Kapısı Türkiye’yi Avrupa’ya, Nasib Kapısı ise Ürdün’ü Körfez ülkelerine bağlar. Yıllık milyarlarca dolarlık gelir sağlar.
• Fosfat Rezervleri: Dünyanın en kaliteli fosfatları.
• Silisyum Rezervleri: Dünyanın en kaliteli silisyum yatakları.
• Balıkçılık ve Denizcilik: Büyük balıkçılık kaynakları ve geniş bir açık deniz sınırı.
• Tarım:
• Dünyada 4. sırada pamuk üretimi,
• Dünyada 3. sırada en kaliteli sert buğday üretimi,
• Dünyada 2. sırada zeytin ve zeytinyağı üretimi,

• Dünyada 3. sırada narenciye ve sebze üretimi ve ihracatı.
• Kömür Madenleri: Deyrizor’da büyük rezervler.
• Altın Madenleri: Özellikle kuzey bölgelerde keşfedilmeyi bekleyen altın yatakları.
• Genç Nüfus: Suriye halkının %70’i 30 yaşın altındadır.

Makale şu sözlerle bitiyor:
“İşte bu, bizim sevgili Suriye’miz… Yeni ve eski bir av…
Allah Suriye’yi korusun ve hepimizin sıkıntılarını gidersin.”

Üsame Akka

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
08.12.2024 Üsküdar

خبير اقتصادي أميركي: ثروات سوريا تكفي 80 مليون نسمة للعيش في بحبوحة كاملة وبدخل أعلى من الأوروبيين!

كتب الخبير الاقتصادي الأمريكي Jeffrey Sachs البروفسور والمحاضر في جامعة كولومبيا مقالة في وول ستريت جورنال:
إن سوريا من الممكن أن يعيش فيها 80 مليون نسمة بدخل للفرد الواحد ما يعادل دخل الفرد في هولندا وبلجيكا
وعدّد في مقاله ما يوجد في سوريا:
ــ (حقل كونيكو) بدير الزور الذي يستطيع سد حاجة /20 /مليون إنسان من الغاز
ــ
(حقل الشاعر) بحمص يستطيع سد حاجة سوريا كاملة وتستطيع الدولة تصدير كميات هائلة منه
ــ (حقل الجبسة) بالحسكة لديه قدرة على توليد الكهرباء من عنفات الغاز الموجودة فيه بسبب شدة تدفق الغاز فيه
ــ (حقل رميلان) بالحسكة يستطيع أن يجعل من سوريا قطر لكميات الغاز المسال الهائلة الموجودة فيه
ــ (حقل العمر) بدير الزور من أضخم حقول النفط بالشرق الأوسط ومن أغناها
ــ (حقل التنك) بدير الزور ينبع منه النفط كما الشلال العكس تخيل شلال إلى الأعلى يصل ارتفاعة إلى 12 متر فوق الأرض .. موجود ببادية هجين
ــ (حقل كبيبة) بالحسكة لا يستطيع الخبراء فتح ضغط المضخات فيه لأكثر من 50% خوفاً من حدوث كوارث أو فيضان بالمنطقة
ــ (حقل التيم) بدير الزور يستطيع رفع دخل المواطن السوري لدخل مواطن أوروبي أو خليجي

ــ الشريط الساحلي الذي لو استثمر بالشكل الصحيح لوجدنا الآن سوريا دبي
ــ ثلثي آثار العالم موجوده بسوريا (السياحة)
ــ جبال الرخام والحجر والجرانيت الاجود عالمياً حيث يستطيع أن يرصف الكرة الارضية عشر مرات يمتد من رنكوس حتى سلسلة جبال لبنان الشرقية
ــ معابر توصل الشرق بالغرب مثل معبر باب الهوى الذي يصل تركيا بأوروبا ومعبر نصيب الذي يصل الأردن بالخليج بدخل سنوي يقدر بمليارات الدولارات
ــ الفوسفات السوري الأجود عالمياً
ــ حقول السيلكون الأجود عالمياً
ــ ثروة سمكية هائلة وحدود بحرية مفتوحة
ــ رابع دولة بالعالم بزراعة القطن وثالث دولة بالعالم بزراعة القمح القاسي الاجود عالمياً
ــ ثاني دولة بالعالم بإنتاج الزيتون وزيت الزيتون
ــ ثالث دولة بالعالم بزراعة وتصدير الحمضيات والخضار
ــ مناجم الفحم الحجري في دير الزور
ــ مناجم الذهب بحيث هناك مناطق بالمنطقة الشمالية
ــ
خزان بشري شبابي هائل بحيث أن الشعب السوري 70 بالمئة منه تحت سن ثلاثين سنة. وول ستريت جورنال

هذه هي سوريا الحبيبة.. سوريا الفريسة الجديدة.. القديمة..
حفظ الله سوريا .. وفك الله كربتنا جميعا…
أسامة عكة ..

Tarihin Sonuna Doğru ..

Prof. Dr. Bedri Gencer
 
Tarih yazılıyor…
Tarih tamamlanıyor…
Suriye’deki zulüm rejiminin yıkılışının İstanbul Fatih Camii’nde tekbirlerle kutlanmasının mânâsı sanıldığından çok çok daha derin.
Bunu görünce Rasûlullah s.a.v. Efendimizin, İslâm âlimlerinin ve Nakşibendî şeyhlerinin haberleri akla geldi.

Büyük velî Dede Paşa (Musa Baştürk) (1879–1973) Hazretleri, Kadir Mısıroğlu’nun da zaman zaman hatırlattığı şu müjdeleri vermişti:

“Evliyaullah yekvücûddur ve birçoğu Türkiye’dedir. Bu dîn-i mübîn-i İslâm’ı yaşayan da yaşatacak olan da Türkiye’dir. İslâm bayrağının sancaktarı, reisi Türkiye ve Türklerden olacak. Bugünkü Müslümana kalsan olmaz amma Allah’ın izniyle olacak. Mehdî hazretlerine asker yetiştirenler, bu devrin cihadını yapıyorlar. Kıyamete yakın şeriatın hâkimiyetine bağlı olarak Nakşibendîlik de hâkimiyet kazanacak. Mehdî hazretlerinin askerleri Nakşîler olacak.”
 
İslâm kaynaklarına göre Mekke’den çıkacak Mehdî ‘aleyhi’s-selâm, Şam’ı ele geçirdikten sonra ordusuyla Rum diyarına hareket edecek ve tekbirlerle ikinci defa İstanbul’u feth edecektir. İstanbul’u ikinci defa tekbirle feth edecek Mehdî ‘aleyhi’s-selâmın durağı, İstanbul’u ilk defa kılıçla feth eden Fatih Sultan Mehmed’in Camii olacaktır.
 
Buna göre Mehdî ‘aleyhi’s-selâmın güzergâhı:
 
-Mekke: Kâbe
-Şam: Emevî Camii
-İstanbul: Fatih Camii
Ve ona en yakın Nakşibendî tekkesi
-İstanbul: İsmailağa Camii
 
Rasûlullah s.a.v. Efendimizin, İslâm âlimlerinin, Dede Paşa, Ali Haydar ve Mahmud Efendi Hazretlerinin haberlerini birleştirince ortaya çıkan tablo…

Mahmud Efendi Hazretlerinin,
“Bu tarikat, Allah Teâlâ’nındır. Bugüne kadar geldiği gibi kıyamete kadar elden ele (halifeler silsilesiyle) devam edecektir”
(Risale-i Kudsiyye Şerhi ve İzahı, I/262)
demesindeki espri budur…
“Mahmud Efendi son şeyhtir” yalanının niçin uydurulduğu da böylece anlaşılmıştır…
 
Direniş nafile…
Yaklaşıyor yaklaşmakta olan…
Allah nurunu tamamlayacaktır…
 https://x.com/GencerBedri/status/1865724456477282637

61 Yıllık Baas Rejimi Çöktü

Mehmet Nuri Yardım Bey Yazdı

61 YILLIK ZALİM VE KANLI BAAS REJİMİ ÇÖKTÜ. SURİYELİ KARDEŞLERİMİZ VE İSLAM ÂLEMİ SEVİNÇ İÇİNDE…

İslam Coğrafyasına Yapılan Zalim Tahribat

Zalimler İslam şehirlerini bugüne kadar hep tahrip etti. İnsanlarla birlikte kadim medeniyet şehirlerimiz de katletti. Ama artık şükürler olsun güneyimizde halk ve bütünüyle İslam âlemi uyanıyor.
Uzun zamandan beri herkesin gözü önünde yapılan soykırımla birlikte kadim İslam şehirleri, zalim emperyalistler ve uşakları tarafından acımasızca tahrip ediliyor. Medyada artık güneyimizde yer alan ve bundan yaklaşık bir asır önce bizim topraklarımız olan şehirlerin nasıl yıkıma uğratıldığına şahit oluyoruz. Her gün haberlerde ve haritalar eşliğinde uzmanların yorumlarında zaten kalbimize yakın olan şu şehirlerin artık kulaklarımıza da aşina olduğunu görüyoruz: Afrin, Azez, Batı Şeria, Beyrut, Beyt Hanun, Beyt Lahya, Beytullahim, Cenin, Cerablus, Cisr el-Kusayr, Dera, Dera, Derbesiye, Deyr El Balah, Deyrizor, Elbab, Gazze. Golan, Halep, Hama, Han Yunus, Haseke, Humus, İdlip, Kardaha, Kudüs, Lazkiye, Münbiç, Nablus, Rakka, Ramallah, Refah, Resulayn, Serakib, Tartus, Tartus, Tel Rifat, Tulkarim, Zebadani. Filistin, Lübnan ve Suriye topraklarındaki bu şehirlerin tepeden çekilmiş fotoğraflarını ve filmlerini görüyoruz. Şehirlerin, kasaba ve köylerin hunharca harap edildiğini, ağır şekilde hasara uğratıldığına tanık oluyoruz. Hatta bu yerleşim birimlerinde, çok yüksek bir deprem yaşamış olduğunu zannediyoruz. Taş taş üstünde kalmamış, her yer viraneye dönmüştür. Müslüman halka soykırım uygulayan, başta ABD ve İngiltere desteğindeki İsrail terör örgütüdür. Kendi halkından yüzbinlerce kişiyi acımasızca katleden kanlı diktatör Beşşar Esat ve Batı’nın iplerini elinde tuttuğu PKK-PYD ve DEAŞ gibi örgütlerdir. “KÜFÜR TEK MİLLET”
Rejim muhalifleri, güçlerini birleştirerek başta Halep olmak üzere Suriye’deki şehirleri tek tek ele geçiriyor, hâkimiyetini kuruyor. Halep, Hama ve Humus’tan sonra şimdi sırada Şam var. Esat’ın kaçtığı ve can derdine düştüğü ifade ediliyor. Bu zalimin yaptıkları, elbette yanına kâr kalmayacak, işlediği cinayetlerin hesabı elbette kendisinden sorulacaktır. Babası gibi kendisi de Türkiye düşmanı olan Esat’ın kukla askerleri, muhalif güçlerden tabana kuvvet kaçarken ellerinde tuttukları toprakları ise can düşmanımız PKK/PYD’ye teslim ediyor. Geçmişte Halep’i halı bombardımanına tutan Rus ve Esat güçleri neredeyse şehri yerle bir etmiş. Hakikaten küfür tek millet! Ama ben güneyimizdeki halkların uyandığını, dirildiğini ve harekete geçtiğini düşünüyorum. Zaten aksi takdirde bu kardeş halklar parçalanıp yok oluşa doğru sürüklenecek. Şimdi kanlı katiller Esat ve Netanyahu’ya önce bölgede sonra da dünya kamuoyunda hesap sorma zamanı. Tabii bu kan içicileri teşvik edip destekleyen ülkelerin yöneticileri de sorgulanmalıdır. Bölgedeki masum halkı güçlü kılacak tek dayanak “İslam kardeşliği”dir. Başka hiçbir düşünce, onları bir arada tutamaz. Çekilen bunca eziyetten, sıkıntıdan, ölümlerden ve acılardan sonra akıllıca hareket edilmeli ve ortak düşmana karşı bütün Müslümanlar birleşmelidir. Esasen buna mecburuz. Aksi takdirde dün Bağdat’ta 1 milyona yakın Müslüman Iraklıyı sudan bahanelerle katleden ABD ve şurekâsı, aynı soykırımı Suriye’de de uygulamaktan kaçınmayacaktır. Gazze’de soysuzca cinayetlerine devam eden İsrail terör örgütüne Batı ses çıkarıyor mu, hayır! Aksine teşvik ediyor, Çünkü zalimler de, kâfirler de, insanlık düşmanları da tek millettir.
FİLİSTİN ROMANI
Müslümanlara ve yaşadıkları şehirlere her türlü kötülüğü yapanlar, bunun cezasını er-geç çekeceklerdir. Öyle ki başlarına gelecek rezil hâlleri, inşallah hep birlikte göreceğiz. Bugün Esat nasıl fellik fellik kaçıyor ve canını kurtarmaya çalışıyorsa yarın Netanyahu da aynı akıbete uğrayacaktır. Eğer insanlık, çağımızın canilerini cezalandırmazsa kendi sonunu hazırlamış olur. Bosna katillerinin akıbetleri malum. Bugün de İslam coğrafyasını kan deryasına çevirenler en kötü sona uğrayacaklardır. Zira insanlık vicdanı yavaş yavaş da olsa uyanıyor ve yapılan kötülükleri görüyor. Netanyahu ve Esat gibi insanlık düşmanlarının iğrenç eylemlerine karşı nefret duyanların sayısı giderek artıyor. Bu konuda tavır koyan sanatçıların, sporcuların, devletlerin ve bütün insanların sayısında ciddi artış var. Biz şimdilik yaşananların edebiyata nasıl yansıdığına bakalım:
Kudüs’ün kuzeyindeki Nablus şehrinde doğan Seher Halife’nin “Bir Filistin Sevdası Romanı” olan İlk Aşkım isimli romanı, Türkçeye kazandırıldı. Hece Yayınları tarafından neşredilen, Murat Özcan’ın Arapçadan tercüme ettiği romanda yazar, diğer eserlerinde olduğu gibi kahramanlarını Nablus’tan seçmiş. Filistin topraklarındaki işgali, zulmü anlatıyor. Barbar İsrail’in bölgedeki Müslümanlara ve çocuklarına yaptığı kötülükleri dile getiriyor. Seher Halife sorumluluk hissi taşıyan duyarlı bir Müslüman kadın yazar olarak diğer eserlerinde de Filistin topraklarının kültürel ve edebî mirasını öne çıkarıyor. Yazar, bir çocukluk aşkını anlatırken Filistin halkının direniş hikâyesini ve kahramanlık serüvenini de romana yansıtıyor. Filistin topraklarındaki insanların acılı hayatı, birer vesika ve belge şeklinde esere taşınıyor. Bu romanın sinemaya aktarılması iyi olur.
PAKİSTANLI İSLAM ŞAİRİ İKBÂL
Yakın tarihimizde aynı dönemde yaşayan iki büyük şairimiz vardır. Biri bizim İstiklal Marşı şairimiz Mehmed Âkif’imizdir. Kardeş ülke Pakistan’ın şairi ise Muhammed İkbâl’dir. İkbâl’in kitaplarını görünce ülkemizde yaşamış bir sanatkârın eserini okuyormuş hissine kapılıyorum. İkbâl hayatıyla, hisleriyle, fikirleriyle Müslüman bir aydının dünya görüşüne sahip olan seçkin bir münevverimizdir. Muhammed İkbâl’in Uzun Manzumeleri kitabı dilimize kazandırıldı. Eseri Urduca’dan Türkçeye tercüme edip şerh eden Prof. Dr. Celal Soydan. Mütercimimiz, Muhammed İkbâl’in “İslam kültür ve medeniyetinin insanlığa kazandırdığı büyük fikir adamlarından biri” olduğunu belirtiyor önsözde. Soydan’ın şu sözleri hakikatli ve düşündürücüdür: “İkbâl’in sunduğu fikirler, her alanda çözülme, yozlaşma ve yabancılaşma yaşayan İslam dünyası için hayata dönüş felsefesi niteliğindedir.” Celal Soydan devam ediyor: “İkbâl, ‘Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan insanın, üstün yetenekler ve sınırsız manevî güçlerle donatılmış olduğuna inanır ve bu inancı toplumun her bireyinde oluşturmak ister.” İslam dünyasında masum ve mazlum Müslümanların emperyalist Batı’nın pençesine düştüğünün farkında ve şuurunda olan Muhammed İkbâl, hayatı boyunca gerek konuşmalarında, gerekse makalelerinde ve eserlerinde bu tehlikeye dikkat çekmiştir. Batının sömürgeci zihniyetinin hiç değişmediğinin altını çizen İkbâl, bugünlerde yaşananları çok önceden görmüş gibidir. Ferasetli ve basiretli bir Müslüman münevver olarak tehlikeyi daha yüzyıl önce görmüş, başta ülkesindeki sonra da yeryüzündeki bütün müminleri uyarmıştır. Eserde Muhammed İkbâl’in hayatı ibretle okunurken şiirleri de dikkatimizi çekiyor. Zira her iyi şair gibi fikirlerini şiirleriyle harmanlamış bir sanatkârdır İkbâl. Keşke İslam âlemi, Mehmed Âkif ve Muhammed İkbâl’in şiirlerini okusalar.
AYCI’DAN İNCELEME
Denemelerinden tanıdığımız ve sevdiğimiz Mehmet Aycı bu sefer Eş ve Karşı adlı bir incelemesiyle okuyucularının önüne çıkıyor. Dilbilim çalışmaları alanında özgün bir kitap var elimizde. Toplumda yaşanan aksaklıklar, edebî bir bakış açısıyla ortaya konuluyor. Kendi alanında seçkin bir yerde duran kitap, özgünlüğüyle dikkat çekiyor ve sahasında ‘ilk’ olma iddiasını taşıyor.
Kuzeyde İki Kişi, Nagihan Şahin’in hikâyelerinden meydana geliyor. İnsanın farklı hâllerinin derinlemesine ele alındığı öykülerde yer yer mizahın gücünden de yararlanılıyor. Hayata, insana ve kalbe dair duyguların, his dünyasının, hüzünlü durumların ve yaşanmış hayal kırıklıklarının başarılı bir dil ve üslupla anlatıldığı kitap, sürükleyici anlatımıyla da okurun ilgisini çekiyor.
SPİNOZA FELSEFESİ
Spinoza Felsefesi Üzerine Yazılar, Musa Kâzım Arıcan’ın eseri. Arıcan, büyük bir emek ve titizlikle hazırladığı kitapta “Spinoza Felsefesi” hakkında yayımlanmış, tebliğ olarak sunulmuş ve yayımlanmamış yazıları bir araya getiriyor. Yeni baskısı yapılan kitap, Spinoza hakkındaki çabalara önemli bir katkı olarak kabul edilmelidir.
Muhammed Taki Bahar’ın Kara Hile romanını Rugeyye Babazâde Türkçeye kazandırdı. Ölümünün 100. Yılında Franz Kafka kitabının editörü Fatma Dore. Kitapları 40’tan fazla dile çevrilen yazarı etraflıca anlatan bir çalışma. Sonun Öte Kıyılarında Maem Sînhu, Berna Uslu Kaya’nın romanı. Bütün bu eserler Hece Yayınları arasında okuyuculara ulaştı.
(Milat Gazetesi, 8 Aralık 2024 Pazar)

Dünyanın En Büyük 10 Ordusu

Bu makalede, 2024 yılı itibarıyla dünyanın en güçlü ordularının sıralaması, askeri güç ve kullanılan teknolojiler açısından değerlendirilmektedir. Bu sıralama, Global Firepower, SIPRI (Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü) ve uluslararası savunma raporları gibi uzman kuruluşların çeşitli verilerine dayanmaktadır.
1. Amerika Birleşik Devletleri 🇺🇸
ABD, dünyanın en büyük savunma bütçesine sahip olması sayesinde küresel çapta birinci sırada yer alıyor. Devasa hava ve deniz filolarının yanı sıra, hayalet uçaklar ve nükleer silahlar gibi en son askeri teknolojilere sahip.
Kaynak: Global Firepower
2. Rusya 🇷🇺
Rusya, ikinci sırada yer alıyor ve geniş geleneksel ve nükleer askeri kapasitesiyle dikkat çekiyor. Dünyanın en büyük silah envanterlerinden birine sahip olan Rusya, savunma ve saldırı alanlarında modern teknolojiler kullanıyor.
Kaynak: SIPRI
3. Çin 🇨🇳
Çin, askeri sanayideki ilerlemesi ve özellikle hava ve deniz silahlarındaki savunma kapasitesini artırmasıyla öne çıkıyor. Askeri teknolojilerini sürekli geliştiren Çin, yakın gelecekte bir süper güç olma yolunda ilerliyor.
Kaynak: Defense News
4. Hindistan 🇮🇳
Hindistan, silahlı kuvvetlerinin büyüklüğü ve askeri teknolojilerini sürekli geliştirmesi sayesinde dünyanın en büyük askeri güçlerinden biri olarak kabul ediliyor. Füze ve askeri uydu programları da bu gelişime katkı sağlıyor.
Kaynak: The Economic Times – Defense
5. Fransa 🇫🇷
Fransa, modern teknolojilere sahip gelişmiş ordusu ve büyük bir nükleer cephaneliği ile dikkat çekiyor. Ayrıca, Afrika’daki terörle mücadele operasyonları gibi uluslararası askeri operasyonlarda aktif bir rol oynuyor.
Kaynak: Fransız Silahlı Kuvvetler Bakanlığı
6. Birleşik Krallık 🇬🇧
Birleşik Krallık, güçlü Kraliyet Donanması ve modern uçaklarıyla altıncı sırada yer alıyor. Ayrıca, yeni ve yenilikçi askeri ekipmanların geliştirilmesinde öncü bir konuma sahip.
Kaynak: İngiltere Savunma Bakanlığı
7. Japonya 🇯🇵
İkinci Dünya Savaşı sonrası savunma odaklı bir politika izleyen Japonya, özellikle deniz ve hava savunmasında güçlü bir konuma gelmiştir. Yerli askeri sanayisi sürekli gelişmektedir.
Kaynak: Japan Times – Defense
8. Türkiye 🇹🇷
Türkiye, dünyanın en büyük ordularından birine sahip olup NATO’nun önemli bir üyesidir. Yerli savunma sanayisini hızla geliştiren Türkiye, insansız hava araçları (İHA) gibi teknolojilerde ön plana çıkmaktadır.
Kaynak: Defense Turkey Magazine
9. Almanya 🇩🇪
Almanya, ordusunu desteklemek için ileri teknolojiler ve ekonomik gücüne büyük ölçüde dayanıyor. NATO ve Avrupa askeri ortaklıklarıyla Avrupa savunmasında kilit bir rol oynamaktadır.
Kaynak: Bundeswehr – Alman Silahlı Kuvvetleri
10. Mısır 🇪🇬
Mısır, Arap dünyasında etkili bir orduya sahiptir ve askeri gücüyle uzun bir geçmişe sahiptir. Gelişmiş ekipmanları ve geniş kara kuvvetleriyle Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın temel güçlerinden biridir.
Kaynak: Global Firepower – Mısır

Dünyanın en güçlü ordularının sıralaması, askeri bütçe, silahlı kuvvetlerin büyüklüğü, askeri teknoloji ve savunma altyapısının sürekli modernizasyonu gibi birçok faktörü yansıtır. Bu ülkelerin askeri yetenekleri hakkında daha fazla bilgi için resmi web siteleri ve uluslararası raporlar incelenebilir.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
08.12.2024 Üsküdar

في هذا المقال، نستعرض ترتيب أقوى الجيوش في العالم لعام 2024 وفقًا لمعايير القوة العسكرية والتقنيات المستخدمة، استنادًا إلى بيانات متنوعة من جهات متخصصة، مثل Global Firepower وSIPRI (معهد ستوكهولم الدولي لأبحاث السلام) وتقارير الدفاع الدولية.

  1. الولايات المتحدة الأمريكية 🇺🇸

الولايات المتحدة تحتل المركز الأول عالميًا بفضل قوتها العسكرية الهائلة التي تشمل أضخم ميزانية دفاع في العالم. تمتلك الولايات المتحدة أسطولًا جويًا وبحريًا ضخمًا، وأحدث التقنيات العسكرية مثل الطائرات الشبحية والأسلحة النووية.
مصدر: Global Firepower

  1. روسيا 🇷🇺

روسيا تأتي في المركز الثاني، وتتميز بقدراتها العسكرية الواسعة التي تعتمد على القوة التقليدية والنووية. تمتلك روسيا واحدة من أكبر ترسانات الأسلحة في العالم وتستخدم تقنيات حديثة في الدفاع والهجوم.
مصدر: SIPRI

  1. الصين 🇨🇳

الصين تتمتع بتقدم ملحوظ في الصناعة العسكرية وزيادة قدراتها الدفاعية، خصوصًا في الأسلحة الجوية والبحرية. وتواصل الصين تطوير قدراتها التكنولوجية العسكرية بشكل مستمر، ما يجعلها قوة عظمى في المستقبل القريب.
مصدر: Defense News

  1. الهند 🇮🇳

الهند تعتبر من بين أكبر القوى العسكرية في العالم بفضل حجم قواتها المسلحة وتطويرها المستمر للتكنولوجيا العسكرية، بما في ذلك برامج الصواريخ والأقمار الصناعية العسكرية.
مصدر: The Economic Times – Defense

  1. فرنسا 🇫🇷

تتميز فرنسا بجيش متقدم للغاية يستخدم تكنولوجيا حديثة ويمتلك ترسانة نووية كبيرة، بالإضافة إلى المشاركة النشطة في العمليات العسكرية الدولية مثل عمليات مكافحة الإرهاب في أفريقيا.
مصدر: French Ministry of Armed Forces

  1. بريطانيا 🇬🇧

تحتل بريطانيا المركز السادس بفضل قواتها المسلحة المتطورة، والتي تشمل البحرية الملكية القوية والطائرات الحديثة. بريطانيا أيضًا تعتبر رائدة في تطوير المعدات العسكرية الجديدة والمبتكرة.
مصدر: UK Ministry of Defence

  1. اليابان 🇯🇵

على الرغم من أن اليابان تلتزم بسياسة دفاعية بعد الحرب العالمية الثانية، إلا أن قدراتها العسكرية قد نمت لتصبح واحدة من الأقوى في العالم، خاصة في الدفاع البحري والجوي، مع تطور صناعتها العسكرية المحلية.
مصدر: Japan Times – Defense

  1. تركيا 🇹🇷

تركيا تمتلك واحدة من أكبر الجيوش في العالم وهي ركيزة قوية في الناتو. تواصل تركيا تطوير صناعتها الدفاعية المحلية بسرعة، بما في ذلك المركبات الجوية بدون طيار (الدرون).
مصدر: Defense Turkey Magazine

  1. ألمانيا 🇩🇪

ألمانيا تعتمد بشكل كبير على التكنولوجيا المتقدمة والقوة الاقتصادية لدعم جيشها القوي. تلعب ألمانيا دورًا محوريًا في الدفاع الأوروبي من خلال التعاون مع الناتو والشراكات العسكرية الأوروبية.
مصدر: Bundeswehr – القوات المسلحة الألمانية

  1. مصر 🇪🇬

مصر تتمتع بجيش كبير ومؤثر في المنطقة العربية، ولها تاريخ طويل في القوة العسكرية. تمتلك معدات متطورة وقوات برية كبيرة، وهي قوة أساسية في الشرق الأوسط وشمال أفريقيا.
مصدر: Global Firepower – Egypt

تصنيف أقوى الجيوش في العالم يعكس مزيجًا من عدة عوامل بما في ذلك الميزانية العسكرية، حجم القوات المسلحة، التكنولوجيا العسكرية، والتحديث المستمر للبنية الدفاعية. لمزيد من المعلومات حول قدرات هذه الدول، يمكن الرجوع إلى المواقع الرسمية والتقارير الدولية التي تقدم تحليلات مستمرة حول القوة العسكرية عالميًا.

Suriye Konusuna İlim ve Ferasetle Bakanlar ..

İlim Ferasetle Buluşunca Uzak Gerçekleri Görmeyi Kolaylaştırır👇
https://x.com/murathanslar/status/1864690412683673851?s=48&t=6TmV8Oz2vln0-Lne7z0ZzQ

Reis RTE’nın 2012 de Suriye İle İlgili Yaptığı Konuşması 👇
https://youtube.com/shorts/yMSR0C3-mrk?si=Ko7RIeDSa7vW660Q

Anadolu Ajansı Çöküşü Görüntüledi
61 Yıllık Baas Rejimi Nasıl Çöktü👇
https://youtube.com/watch?v=64cod2M6rWE&si=6RF5lFPpuYOJ8H7k

Suriye Baas Rejimi Nasıl Çöktü?

Prof. Dr. Salih Yılmaz Yazdı

Suriye’de devrik lider Esad, son hamle olarak hem İran’ı hem de Rusya’yı harcamak istedi.

Öncelikle Türkiye ile irtibat kurarak Türkiye’nin tüm şartlarını kabul ettiğini bildirdi. Ancak Türkiye bu talebe cevap bile vermedi.

Ardından ABD’nin yeni başkanı Trump ve var olan başkanı Biden ile aracılar vasıtasıyla irtibat kurdu. ABD’ye İran ve Rusya’yı ülkeden çıkaracağına dair garantiler verdi.

Ancak Trump, Biden’ın cevabını bile beklemeden Suriye’ye karışmayacaklarını ve savaşa müdahale edilmememesi gerektiğini duyurdu. Bu açıklama sonrası Biden’ın görüşü anlamsız kaldı.

Bu girişimin başarısız olmasından sonra Suriye istihbaratı, muhaliflerle bağlantı kurarak Şam’ı teslim edeceklerini bildirdiler. Rejim üst düzey komutanları ve istihbarat yetkilileri muhaliflere teslim olacaklarını, can güvenliklerinin garanti edilmesini istediler. Muhalifler, can güvenliklerini garanti etti.

İran ise Esad’ın girişiminin başarısız olmasından sonra muhaliflerle iletişim kurarak Suriye’den çekileceklerini bildirdiler. İran ise ülkede yaşayan Şiilere dokunulmaması, dini mekanlarına zarar verilmemesini istedi. Muhalifler, tüm İran militanlarının ülkeyi terk etmesi karşılığında anlaşmaya vardı.

Sonuç olarak Esad’ın Rusya ve İran’ı vermek karşılığında anlaşma isteği hem Türkiye hem de ABD tarafından karşılık bulmadı.

Bundan sonraki süreçte Tartus ve Lazkiye’deki Rus üslerinin de boşaltılması bekleniyor. Çünkü Muhalifler içerisinde oldukça fazla Kafkas kökenli savaşçı var. HTŞ’nin olası bir Rusya anlaşması HTŞ içinde büyük bir kırılmaya neden olacaktır.

Rusya da bu durumun zorluğunu bildiği için çekilme için hazırlıklarını yapıyor. Eğer bir çekilme olmazsa durum Tartus-Lazkiye hattında yıkıcı bir savaşa dönüşebilir.

Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde Güvenli Bölgeyi tamamlayacağı anlaşılıyor. Muhalifler bu konuda hem kararlı hem de Türkiye sınırındaki Türkiye hassasiyetini kabul etmiş gözüküyorlar.

Muhaliflerin savaşına Batı’dan çok fazla tepki gelmedi. Çünkü Suriye, Rusya-İran güçleri tarafından oldukça fazla inisiyatifin olduğu bir ülke haline gelmişti. Ukrayna’daki savaş Rusya’nın kaybedeceği her bölgede karşı tarafa destek biçiminde olgunlaştı.

Ayrıca Suriye’de bir huzur sayesinde yaklaşık 5 milyon mültecinin ülkeye geri dönmesi bekleniyor. Bu geri dönüş Avrupa ülkelerini de büyük oranda rahatlatacak.

Suriye’de Esad rejiminin devrilmesinden Libya’daki Hafter de büyük zarar görecek. Suriye’den birçok rejim askeri Hafter’in yanında savaşmak için gönderilmişti. Hafter güçlerinin savaş pilotları da rejim subaylarından oluşuyordu.

Suriye’de muhaliflerin başarısından en büyük faydayı Türkiye görecek gibi duruyor. Suriye’nin yeniden imarı için yaklaşık 500 Milyar Dolar harcanacak. Suriye’de gösterdikleri tavır nedeniyle Çin gibi ülkelerin firmalarının bu ülkeye girmesi pek mümkün gözükmüyor.

Türkiye’den ilk etapta 2 milyon Suriyeli ülkelerine dönebilir. Bu durum başta ev kiraları olmak üzere ucuzlamaya neden olur. Ancak ucuz iş gücü eskisi gibi olmayacaktır.

İran’ın Akdeniz’e ulaşma çabası ve harcadığı milyarlarca para boşuna gitti. Hizbullah bundan sonra Lübnan’da da büyük bir güç kaybedecektir.

Suriye Devrimi ile birlikte HTŞ kendisini feshedip yerelleşecektir. Ancak yine de bu konuda temkinli olunması gerekiyor. Türkiye kendi güvenliği için sınırlarında inisiyatifi mümkün olduğunca bırakmamalıdır.

Suriye’de oluşacak yeni yönetim taksiminde Halep merkezli vilayet Türkmenlerin kontrolünde olursa bir 100 yıl Türkiye güvenliğini garanti edebilir.

Trump’ın ilk icraatı beklenildiği gibi Suriye oldu. Trump ile birlikte Suriye’de ABD askeri kalmayacak gibi gözüküyor. Bu durum PKK-PYD açısından büyük sorunlara neden olacak. Suriye’de yerli Kürtlerin gücü artırılacağı için Kandil’den gelenlerin Suriye’de kalması pek mümkün olmayacak. 08.12.2024

Prof. Dr. Salih Yılmaz: Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi

Hama Sevincinin İbretlik Sebebi


Suriyeliler Hama’nın Kurtuluşuna Neden Sevindi?

Tarih boyunca belgelenmiş en önemli sebeplerden biri şudur:

“Camilerde Kadınların Tecavüze Uğraması”

Evet, bu 1982 Hama Katliamıydı.
Bu katliam, Esad rejiminin çocuklara, kadınlara ve hatta kadınların rahmindeki ceninlere karşı işlediği bir insanlık suçuydu. Kadınların ellerini kesmek, erkekleri öldürmek, camilerde kadınlara tecavüz etmek gibi akıl almaz vahşetler yaşandı.

Katliamın sebebi mi?
Hama’nın onurlu halkının rejime karşı başlattığı direniş, rejimi çılgına çevirdi ve böylece katliam başladı. Esad rejimine bağlı güçler, tarihin en vahşi katliamlarından birini gerçekleştirdi. Bu katliam tam 27 gün sürdü. Topçu birlikleri ve tanklarla evler, camiler, hastaneler, ağaçlar ve taşlar hedef alındı.

O dönemde Hama şehri tamamen kapatıldı, sivillerin girişi engellendi. Şehir, tanklar, zırhlı araçlar, topçu birlikleri ve binlerce Esad askeri tarafından kuşatıldı. Esad ordusu, Hama’daki silahsız halkın evlerine ağır top atışları başlattı. Sadece bu da değil: yüzlerce kadın tecavüze uğradı, çocuklar ve yaşlılar bıçaklarla, balta ve sopalarla katledildi. Yaşlıların sakalları yakıldı.

Bu katliam sırasında şehirde boğucu bir kuşatma ve tam bir medya karartması uygulandı. Böylece medyanın bu vahşeti aktarması engellendi. İşte yaşananlardan bazıları:

  • Kadınlar öldürülüp sokaklara atıldı.
  • İnsanların gözleri oyuldu.
  • Kadınların elleri kesildi.
  • Hamile kadınların karınları deşildi ve ceninler öldürüldü.
  • Küçük kız çocukları kaçırılarak tecavüze uğradı.
  • Anneler evlerinde, sokaklarda ve erkeklerin önünde tecavüze uğradı.
  • Camilerde kadınlara topluca tecavüz edildi ve bu sırada hoparlörlerden sesler şehre dinletildi.
  • Kadınlar öldürülüp çıplak bir halde büyük çukurlara atıldı.

Esad’ın askerleri sığınaklara girip küçük kız çocuklarını seçerek götürdü. Aileler, o çocukların akıbetini bir daha öğrenemedi.

27 kara gün boyunca,
şehrin sokakları vahşetle dolup taştı. Bu günlerin en acı olanlarından biri, sokağa çıkma yasağı kaldırıldığında halkın Cuma namazına gitmek için evlerinden çıkmasıydı. O gün, Rafet Esad şehrin sokaklarında dolaştı ve Hama halkının hâlâ aklında olan şu sözleri söyledi:
“Hama’da hâlâ erkekler mi var?”

Bunun üzerine, topladığı binlerce erkeği “Yeşil Mezarlık” olarak bilinen Srayhin Mezarlığı’na götürdü ve burada yaklaşık 5.000 erkeği infaz ettirdi.

Bir grup çocuk, ağaçlara tırmanarak askerlerden saklanmaya çalıştı. Ancak Esad rejimi çocukları bulduğunda merhamet göstermedi; çocukların kafalarını kesip ağaçlara astılar.

Yaralılar bile bu vahşetten kurtulamadı.
Esad’ın askerleri, merkezi hastaneyi ele geçirerek oraya gelen yaralıları öldürdü. Halk, evlerinde ölüm sırasını beklemek zorunda kaldı. Çünkü Esad rejimi, akıl almaz katliamlar ve insanlık dışı zulümler işledi:

  • 60’tan fazla cami yıkıldı.
  • Şehrin %75’inden fazlası tahrip edildi.
  • 15.000’den fazla kişi kayboldu.
  • 27 gün içinde 40.000’den fazla kişi öldürüldü.

Bu detayları anlatmaya kalksam, kimse uyuyamaz. Ben bile her hatırladığımda mide bulantısı, üzüntü ve gözyaşıyla boğuşuyorum. Hama’nın onurlu halkının yaşadıkları unutulmaz.

Bu yüzden şunu söylüyorum:
Suriyelilerin acısı, dünyanın hiçbir acısına benzemez.
Esad rejiminin zulmü, hatta Siyonistlerin zulmünden bile daha korkunç.
Suriyelilerin devrimi de dünyanın başka hiçbir devrimine benzemez.

Dr. Siham Sukkiye

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
07.12.2024 Üsküdar

لماذا فرح السوريون بتحرير حماة ..؟؟
واحدة من أهم الأسباب الموثقة عبر التاريخ

سوف أخبركم بها وأسرد لكم تفاصيلها ..
((اغتصاب النساء في الجوامع))
نعم، إنها مجزرة حماة 1982
المجزرة التي ارتكبها نظام الأسد
بحق الأطفال والنساء والأجنة في رحم النساء،
وتقطيع أيدي النساء، وقتل الرجال.
مجزرة لن تُنسى والسبب ؟؟
جنون النظام نتيجة ثورة أهالي حماة الشرفاء
فبدأت (المجزرة)
شنت القوات التابعة لنظام الأسد أبشع مجزرة
استمرت 27 يوم
باستخدام المدفعيات والدبابات
استهدفوا البيوت والمساجد والمشافي والشجر والحجر
وقد أغلقت مدينة حماة آنذاك بالكامل بوجه المدنيين
وطُوقت بالدبابات والمدرعات والمدفعية
وحوصرت بآلافٍ من جنود الأسد
وبدأ جيش الأسد بقصف مدفعي عنيف على منازل الشعب السوري الأعزل في مدينة حماة
بالإضافة إلى اغتصاب مئات النساء وقتل الأطفال والشيوخ
ذبحاً بالسكاكين وبطشاً بالبلطات والعصي الغليظة والجنازير
والمدفعيات والأسلحة وحرق لحى الشيوخ
وشهدت تلك الأيام حصاراً خانقاً وتعتيماً إعلاميًا مطبقاً لضمان عدم نقل وسائل الإعلام وحشية هذه المجزرة ::

  • قتلوا النساء ورموهن في الطرقات
  • اقتلعوا العيون
  • قطعوا أيدي النساء
  • طعنوا بطون النساء لقتل الأجنة
  • اختطفوا الكثير من الفتيات الصغار واغتصبوهن
  • اغتصبوا الأمهات في البيوت والشوارع وأمام الرجال
    ثم في الجوامع
  • وفتحوا مكبرات الصوت في الجوامع حتى يسمع أهل المدينة أصوات اغتصاب النساء ..
  • ثم قتلوهن وألقوا جثثهن في حفر كبيرة وهنّ عاريات.
  • کان جنود الاسد یدخلون إلی الملاجئ،
    وینتقون الفتیات الصغیرات ويأخذونهن للاغتصاب
    ولا یعرف الأهل بعد ذلك عنهن شیئاً
    27 يوماً أسود ..
    عاشتها المدينة كان أقساها
    اليوم الذي كان فيه رفعت الأسد يتجول في شوارعها
    وذلك بعد أن فك حظر التجول وسمح للناس بمغادرة منازلهم، خرج الأهالي يومها إلى صلاة الجمعة،
    فقال العبارة التي لا يزال يذكرها أهالي حماة إلى الآن
    ((لسا في رجال بحماة))؟؟
    وأمر قواته بجمع أكبر عدد من الرجال وخرجوا بهم إلى المقبرة الخضراء ..
    أو ما تسمى مقبرة سريحين، وتم تنفيذ الإعدام الميداني بحقهم، ويقدر عددهم بـ 5000 رجل
    مجموعة من الأطفال هربت واستطاعت أن تتسلق الأشجار
    حتى لا يراهم نظام القتل ..
    ولكن للأسف .. عندما وجدهم جيش الأسد لم يرحم طفولتهم
    قتلوا الأطفال – قطعوا رؤوسهم و علقوها على الأشجار ..
    الجرحى:
    لم يسلموا من بطش جنود الأسد
    قامت سرايا الدفاع بالتمركز داخل المشفى المركزي وأصبح عملها هو الإجهاز على كل جريح يدخل المشفى
    ولم يكن بإمكان أهل حماة فعل شيء
    الجميع في البيوت ينتظرون الموت …
    فقد ارتكب نظام الأسد مذابح ومجازر وإبادة لا يتصورها عقل
  • تم تدمير أكثر من 60 جامع
  • تم تدمير أكثر من 75% من المدينة
  • فُقد أكثر من 15 ألف شخص
  • استُشهد أكثر من 40 ألف شخص
    في 27 يوم .. فقط
    إن حدثتك عن التفاصيل .. لن تستطيع النوم
    وأنا لا أستطيع سردها ..
    يرافقني سوء الحال و الغثيان و الدموع كلما تذكرت
    ماحدث في حماة .. ولأهلها الشرفاء
    لهذا أقول:
    ألم السوريين لا يشبه أي ألم في العالم
    وإجرام عائلة الأسد لا يشبه حتى أجرام الصهاينة
    بل هو أفظع
    وثورة السوريين لا تشبه أي ثورة في العالم.

د.سهام سوقية

Osmanlı Yetimleri Büyüdü de Dedelerinin Mirasına mı Sahip Çıkıyorlar?

İşgalci Siyonistler ve Kuklaları Telaş İçinde
İslamın Evlatları Dedeleri Osmanlının Mirasına Sahip mi Çıkıyor?

Sultan 2. Abdülhamid’i Filistin Topraklarını satmadığı için tahtından indirmeyi başaran, Sabatayist dönme Yahudilerin hamisi İngilizler, İttihatçı masonların desteği ile ilk fiili İşgali Filistin’den başlatmıştı. O hattın merkezi olan Şam ve çevresini paylaşmaları da gecikmemiş ve çok zor olmamıştı. Sykes-Picot Anlaşması ile taksimatı tamamlamış Lozan sulhü ile de son şeklini vermişlerdi.

İslam Hilafetinin yıkılması ile öksüz ve yetim kalan Osmanlı torunları çil yavrusu gibi dağılmış Kurtlara yem olmuşlardı. Yem olmakla da kalmamış cellatlarına aşık kılınmışlardı. Osmanlı coğrafyasında etkisini sürdüren bu batı hayranlığı sebebi ile uzun süre narkozun etkisinde yaşayan bu coğrafyanın öksüz ve yetimlerinin, narkozun etkisi azaldıkça, uyanma hali hissedilir hale geliyor.

Uyanan öksüz ve yetimlerin gözü en büyük ağabeylerinin üzerinde, ağabeyleri de çok acı ve sıkıntılar yaşadığı için kardeşlerine sahip çıkmakta başarılı olamamanın hüznünü henüz atlatabilmiş değildir. En büyük ağabey, batı hayranı haylaz çocuklarından çok çektiği için iki yakası bir araya hiç gelmedi; sıkıntı ve zorluklarla hala boğuşup duruyor.

Osmanlı yetimlerinin evlatlarından büyüyüp yetişenler, narkozun etkisi azaldıkça, oynanan oyunu farketmeye, dedelerini doğru tanımaya başlayınca, siyonistlere ve kuklalarına baş kaldırmaya, hesap sormaya, yaptıklarını sorgulamaya başladılar. Bu uyanış ve sorgulamadan telaşa kapılan İşgalci siyonistler ve kuklaları uyananları tokatlamaya, evlerini başlarına yıkmaya çalışıyorlar. Tahammül gücü olmayanlar, dedelerinin en büyük evladı olan amcalarının çocuklarına sığınmak zorunda kaldılar. Amca çocuklarını bağrına basan Osmanlının en büyük evladının bu tavrı, içte ve dışta bir çok siyonist kuklayı rahatsız ettiği gibi, batı hayranlığı beyinlerini işgal etmiş laik Kamalistleri de telaşa sevketti; Sabatayist dönmelerin, kukla azınlıkların aklını başından aldı; kudurmalarına, feryat etmelerine yol açtı.

Siyonist İşgalcilerin, onların kuklaları olan sömürge eyaletlerinin idarecileri ve işbirlikçilerinin unuttuğu bir şey var; Osmanlı yetimleri büyüdü, narkozun etkisinden kurtuldukça dedelerine yaptığınız zulümleri duyup öğreniyor; öğrenecek. Gasbedip sömürdüğünüz Osmanlı topraklarını sömürmeye devam etmenize rıza göstermeyecekler. Aralarına soktuğunuz kavmiyetçilik zihniyetini ayaklarının altına alıp çiğneyecekler. Oluşturduğunuz sun’î hudutları kaldırıp dedelerinin topraklarını özgürleştirecekler. Türkiye’deki Osmanlı torunları ile Filistin, Suriye, Irak ve Mısır’daki Osmanlı torunları yeniden buluşacak; pasaportsuz birbirlerini ziyaret edebilecek; artık şamar oğlanı gibi onları tokatlayıp evlerini başlarına yıkamayacak, sindirip sömüremeyeceksiniz.

Ortadoğu diye isimlendirdiğiniz bu coğrafyadaki kucaklaşma ile iktifa etmeyip Avrupa’dan Asya’ya, ABD den Afrika’ya bütün dünya Müslümanları ile kucaklaşacaklar. Hatta zulmettiğiniz bütün mazlum insanların, din dil ve mezhep ayrımı yapmadan, yanında yer alıp zulmünüze mani olacak; sizi de içine düştüğünüz zilleten kurtarmaya çalışacaklar. Allah’ın size verdiği iki asra yaklaşan fırsatı hiç iyi değerlendiremediniz. Hakimiyet döneminiz kan zulüm ve göz yaşı ile geçti. Dedemiz Osmanlıyı sadece biz özlemedik; insanlığının farkında olan akli selim sahibi bütün insanlar da özledi.

Osmanlı’nın torunları sadece Türkiye’de yaşamıyor. Filistinde, Suriye’de, Irakta, Lübnan’da, Mısır’da, Ürdün’de, Suud ve Sudan’da yaşayan Müslümanlar da Osmanlı torunlarıdır. Çünkü Osmanlı İslam’ın evladıydı. İslamın evlatları o zaman kardeş olduğu gibi şimdi de kardeştirler. Biz bunu farkettikçe Sadece Kudüs, Gazze, Halep, Hama ve Şam kurtulmayacak; bütün İslam alemi yanında özgürlüğe susamış insanlık da bizimle beraber kurtulacak inşallah.

Yiğit düştüğü yerden kalkarmış; İşgal Payitahttan, Filistin ve Şam’dan başlamıştı; özgürleşme de buralardan başlıyor. Selam olsun Gazze ve Şam mücahidlerine, selam olsun bütün Osmanlı yetimlerine, selam olsun bütün Müslümanlara.
06.12.2024 Üsküdar
Ahmet Ziya İbrahimoğlu

Yukarıdaki Yazıyı Okuyan Arkadaşların Altta Linkini Verdiğim Yazımı da Okumasını Tavsiye Ederim 👇

أيتام العثمانيين يكبرون ويحمون إرث أجدادهم

الصهاينة المحتلون وعملاؤهم في حالة من الذعر

أبناء الإسلام يحمون إرث أجدادهم العثمانيين.

الإنجليز، الذين دعموا اليهود السبتيين وأطاحوا بالسلطان عبد الحميد الثاني لأنه رفض بيع أراضي فلسطين، بدأوا أول احتلال فعلي في فلسطين بدعم من الماسونيين الاتحاديين. لم يتأخروا في تقسيم الشام وما حولها، والتي كانت مركز تلك المنطقة. أكملوا تقسيم المنطقة بموجب اتفاقية سايكس-بيكو وأعطوا الشكل النهائي لها بمعاهدة لوزان.

بعد انهيار الخلافة الإسلامية، أصبح أحفاد العثمانيين أيتاماً ومشردين، وأضحوا فريسة سهلة للذئاب. لم يكتفوا بأن يكونوا فريسة، بل وقعوا في حب جلاديهم. بسبب تأثير الهيمنة الغربية المستمر على الأراضي العثمانية، عاش هؤلاء الأيتام تحت تأثير المخدر لفترة طويلة. لكن مع تلاشي تأثير المخدر، بدأ وعيهم بالاستيقاظ شيئاً فشيئاً.

أيتام العثمانيين الذين استيقظوا يوجهون أنظارهم نحو أخيهم الأكبر، الذي لا يزال يعاني من الأحزان والمصاعب ولم يتمكن بعد من التعافي الكامل. الأخ الأكبر، الذي أنهكته مشاكله مع أبنائه المتمردين المعجبين بالغرب، لم يجد راحة قط، ولا يزال يصارع المتاعب والمحن إلي الآن.

أبناء أيتام العثمانيين، مع تراجع تأثير المخدر، بدأوا يدركون اللعبة التي حيكت ضدهم ويفهمون أجدادهم بشكل صحيح. فثاروا ضد الصهاينة وعملائهم، وبدؤوا بمحاسبتهم والتساؤل عن أفعالهم. هذا الاستيقاظ والتمرد أثار ذعر الصهاينة المحتلين وعملائهم، الذين بدؤوا بضرب المستيقظين ومحاولة تدمير منازلهم. ومن لم يتمكن من التحمل لجأ إلى أبناء عمومته، أبناء أكبر العثمانيين، الذين استقبلوهم بترحاب كبير.

هذا الموقف من أبناء العثمانيين أثار قلق العملاء الصهاينة في الداخل والخارج، وأزعج الكماليين العلمانيين المعجبين بالغرب الذين عجزت عقولهم عن استيعابه. جن جنون السبتيين والعملاء الذين بدأوا بالصراخ والاحتجاج.

ما ينساه المحتلون الصهاينة وعملاؤهم هو أن أيتام العثمانيين قد كبروا. ومع تخلصهم من تأثير المخدر، بدأوا بمعرفة المظالم التي ارتُكبت ضد أجدادهم وسيتعلمون المزيد.
لن يرضوا باستمرار استغلالكم للأراضي الإسلامية للدولة العثمانية التي استوليتم عليها وسرقتموها. سيسحقون النزاعات القومية التي زرعتموها بينهم بأقدامهم، وسيلغون الحدود المصطنعة التي فرضتموها، وسيحررون أراضي أجدادهم. أحفاد العثمانيين في تركيا سيلتقون مجدداً مع أحفاد العثمانيين في فلسطين وسوريا والعراق ومصر، وسيزور بعضهم بعضا دون الحاجة إلى جوازات سفر. لن تتمكنوا بعد الآن من إذلالهم أو تدمير منازلهم أو استغلالهم.

لن يقتصر هذا اللقاء والعناق على منطقة الشرق الأوسط فقط، بل سيشمل جميع المسلمين حول العالم، من أوروبا إلى آسيا، ومن الولايات المتحدة إلى إفريقيا. سيقفون مع المظلومين بغض النظر عن الدين أو اللغة أو الطائفة، وسيحاولون إنقاذكم من الذل الذي وقعتم فيه.

الله منحكم فرصة استمرت قرابة قرنين، لكنكم لم تحسنوا استخدامها. فترة حكمكم كانت مليئة بالدماء والظلم والدموع. لم يفتقد العثمانيون أحفادهم فقط، بل كل العقلاء الذين يدركون الإنسانية افتقدوهم أيضاً.

أحفاد الدولة العثمانية لا يعيشون فقط في تركيا. المسلمون في فلسطين وسوريا والعراق ولبنان ومصر والأردن والسعودية والسودان هم من أحفادها أيضا.

لأن العثمانيين كانوا أبناء الإسلام. وأبناء الإسلام كانوا أخوة في الماضي ولا يزالون كذلك الآن. إذا أدركنا ذلك، فإنه لن تتحرر القدس وغزة وحلب وحماة ودمشق فحسب، بل ستتحرر كل الأمة الإسلامية، وستتحرر معها الإنسانية العطشى للحرية بإذن الله.

يُقال إن البطل ينهض من حيث سقط. بدأ الاحتلال من العاصمة، من فلسطين والشام، وها هي الحرية تبدأ من هناك أيضاً.

سلامٌ على مجاهدي غزة والشام، سلامٌ على جميع أيتام العثمانيين، وسلامٌ على كافة المسلمين.
٦ / ١٢ / ٢٠٢٤ م

أحمد ضياء إبراهيم أوغلو

Suriyeliler Ne Korkak Ne de Teröristtir ..

Karadeniz Uşağı Abdurrahman Uzun
İşin Gerçeğini, Muhataplarının Anlayacakları Dilden, Açık ve Net Olarak Anlattı👇
https://youtube.com/watch?v=36crRk_t0ns&si=F2zuNcVNHYAne8fo

Suriyelilerin Savaş Hazırlığı Uzun Sürmedi👇
https://youtube.com/watch?v=lgRJI0Hq1wE&si=TOyEI0b-RGEhEAiC

Pikapların Tankı Kovaladığı Panik Anları 👇https://youtube.com/watch?v=Fyob_R0PBAU&si=uBPK1v5nVHmZ1U-1

B. Esed’in A Takımı İsrail’e mi Kaçıyor?👇https://youtube.com/watch?v=rc3bLcCU2u8&si=B4ymslUZSwUlGWIG

Hamas’a İftira Edenler Akıllanmadı;
HTŞ Suriye’de Katliam Yapmaz
👇
https://youtube.com/shorts/1HRv5xx68k8?si=wQeC8wdioNS2MA8W

Şeyh Said İngiliz Ajanı mı?

Şeyh SAİD
O gün, bu tezgâhı hazırlayanlar, kendilerine göre yaşamaması gereken insanları birer, birer evlerinden alıp Diyarbekir İç Kale’deki mahkeme salonuna getirdiler, insanlar öyle dehşetli bir terör yaşıyorlardı ki, kimse yapılanları konuşamıyor, anlatamıyordu. Şehirde ve civarda gözlerine kestirdikleri varlıklı insanları teker teker içeri alıyorlardı. Hâkim- senin Şeyh Said le bir alakan var mıydı, diye soruyordu?

  • Hayır hâkim bey hiçbir alakam yok, diyenlere
  • O zaman Şeyh Said’in yüzüne tükürün de görelim diyordu.
    Tereddüt eden kimselere O, büyük kahraman İslam’ın asil evladı Nakşibendi tarikatı şehit Şeyh Said, ‘Tükürün oğlum, tükürün’, diye teşvik ederek canlarını kurtarmalarını sağlıyordu.
    Bu olayı bizzat babamdan dinledim. Şeyh Said’le alakalı kahpece uydurulmuş İngiliz adamı gibi uydurma şeyler asıl İngiliz adamlarını gizlemek için uydurulmuştur. Yahudiler de böyledir hem böyle vururlar hem de ne vuruyorsun diye bağırırlar. Şeyh Said’i ve diğer Müslümanları asanların hepsi İngilizlerin köpeği, ajanıydı. Onların adamları, ajanları kriptolar; Osmanlı ve İslam düşmanı Yahudi, Rum, Ermeni militanlardı. Osmanlı paşası elbisesi giymiş, Mustafa Reşit Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa ve Fevzi Paşa ve diğerleri hepsi Yahudi ve İngiliz bendeleri idiler.
  • O gün yapılmış olan o katliamlar birer kin tohumu olarak derinlere indi ve hiç alakası ilgisi olmayan bizler bunun bedelini teröre kurbanlar vererek ödüyoruz.
  • O günleri asla kabul etmeyen bizlere bu terör niye? Binlerce yıl bir arada yaşamış iki kavim Türk ve Kürt yeniden kardeşler olarak birbirlerini kucaklamalıdırlar başka yolu da yok.
  • Şey Said olayı aradan 100 yıl geçtiği halde yazılmadı yazılamıyor. Bunda derin İngiliz devletinin hala devam eden politikaları var. İngilizleri dünya hakimiyetine taşıyan muvaffak eden şey AKILDIR.
  • Kraliçe Elizabeth gibi bir hükümdarı olsaydı Osmanlı yıkılır mıydı? Osmanlıyı yıkan 2. Mahmut’la beraber gelen, yanlış ele alışlar politikalar oldu. Halk 2. Mahmut için GAVUR Padişah dedi. 2. Mahmut bunu bildiği için son nefesimi bir camide vermemi sağlayın diye vasiyet etti.
  • Devleti kuran ve binlerce yıl bu topraklarda ezanı Muhammed’i okutan irade TÜRK hakanlarıydı. Bu böyle diye yapılan yanlışlar haddi aşmadan söylenmelidir ki ilerde aynı belalar bizi bulmasın.
  • Hz. Muhammed’in dışında masum insan yoktur, böyle olunca beşer olarak yapılan hataları usulüne uygun olarak söyleyebilmeliyiz.
  • Abdülhamit kendisine suikast yapan Ermeni’yi affetti ve benzer binlerce hata. Işte, Abdülhamit’in affettiği o adamların çocukları idam sehpalarını kurdular, Padişahları kovdular çocuklarını ve tebaasını katlettiler.
  • Elizabeth gibi bir irade olsaydı bu olmazdı. Dolayısıyla 2. Abdülhamit’i tenkit eden ulema tamamen haklıdır. Bu Osmanoğlu’na başkaldırı değil bir ikazdır. Bir tek misal vereyim…
  • Adalı bir Rum çocuğu Rum olan Tevfik Fikret ve Yırtılır ey köhne kitap şiirini yazdıktan sonra mezara girmesi gerekirken Mektebi Sultaniye müdür yapıldı, yani padişahın kurduğu okulda!
  • Arapkirli bir Ermeni çocuğu olan Abdullah Cevdet halk arasında Aduvullah Cevdet diye anılırdı. Diyarbekir’deki hastaneye tayin edildi, ödüllendirildi.
  • Selanikli bir Yahudi aile olan Ziya Gökalp’in dedesini Diyarbekir’e Müftü olarak atadılar.
  • Allah’ın ayetlerini es geçip, merhamet kılığına sığınan bir zat ilerde elbet yazılacaktır. Yaptığı iyi şeyler onun mecbur olduğu şeylerdi. AMMA İslam dininin asıl emri olan kısası tatbik etmedi, edemedi ve Ulu Hakan oldu. 04.02.2023
    Zekeriya İYİLİK
Ölümü Allah Resülünü (sav) Ağlatan Genç ..

Onun kabrini Allah’ın Resülü (sav) mübarek elleri ile bizzat kazdı; kabrine bizzat yerleştirirdi. Mübarek gözyaşları kefenine damlarken ona yaptığı duaları duyanlar o gencin yerinde olmayı nasıl arzuladığını okuyunca şaşıracaksınız. İşte göz yaşartan kıssanın ayrıntıları: 👇

İslam’dan önceki adı, memleketi olan Müzeni’ye nispetle Abdüluzza el-Müzeni idi. 16 yaşında Müslüman oldu ve 23 yaşında vefat etti. Genç bir adam olarak çok zengin ve lüks bir hayat sürüyordu. Annesi ve babası küçük yaşta vefat ettiğinden, amcası tarafından büyütüldü.

Giydiği kıyafetler çok şık ve pahalıydı, özellikle onun için Şam’dan getiriliyordu. Müzeni’nin en varlıklı gençlerinden biriydi ve o dönemde bir at sahibi olan tek kişiydi. Oysa Müzeni’deki en iyi genç, ancak küçük bir katıra sahip olabiliyordu. Amcası da Müzeni’nin ileri gelenlerinden biriydi.

Onun İslam’a giriş hikâyesi, sahabeler arasında en güzel ve en sıra dışı hikâyelerdendir.

Abdullah 16 yaşına bastığında, Müslümanlar Mekke’den Medine’ye hicret ediyordu. Hicret yolunda Müzeni’den hızla geçiyorlardı, çünkü Kureyş müşrikleri onları takip ediyordu. Günlerden bir gün, sahabelerden biri hicret sırasında onunla karşılaştı ve İslam’ı teklif etti. Abdullah tereddütsüz Müslüman oldu.

Müslüman olduktan sonra sahabelerden Kur’an’dan bir şeyler öğretmelerini istedi. Ancak sahabeler, Kureyş’in peşlerinde olduğunu söyleyerek onunla kalamayacaklarını belirttiler ve şöyle dediler: “Eğer istersen, yol boyunca bizi takip ederek Kur’an öğrenebilirsin.”

Bunun üzerine Abdullah, sahabelerin arkasından yürüyerek 15 kilometrelik bir mesafede Kur’an dinliyor ve onlardan öğrendiklerini tekrarlıyordu. Daha sonra Müzeni’ye geri dönüyor, ertesi gün aynı şekilde yeniden yola çıkıyor ve gelen sahabelerden öğrendiklerini pekiştiriyordu. Bu şekilde birden fazla sureyi ezberledi.

Bir gün sahabelerden biri ona şöyle dedi:
“Peki neden bizimle birlikte hicret etmiyorsun?”
Abdullah cevap verdi:
“Amcam Müslüman olmadan hicret etmem. O beni büyüttü. Onu da İslam’a kazandırmadan Medine’ye gitmek istemiyorum.”

Bu yüzden Abdullah, Müzeni’de üç yıl boyunca İslam’ını gizledi. Her gün amcasıyla konuşmak ve ona İslam’ı anlatmak için fırsat kolladı, ancak amcası bu yeni dini şiddetle reddetti. Abdullah namaz kılmak istediğinde, kimse görmesin diye çölün uzaklarına giderdi.

Üç yıl böyle geçti. Abdullah sonunda amcasına şöyle dedi:
“Ey amcacığım! Beni çok oyaladın ve Resulullah’tan alıkoydun. Artık dayanamıyorum. Üç yıldır Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resulullah diyerek iman ettim ve şimdi Resulullah’a hicret edeceğim. Senin de benimle gelmeni isterim. Eğer gelmek istemezsen, hiçbir şey beni bu kararımdan döndüremez.”

Amcası bu sözlere çok öfkelendi ve şöyle dedi:
“Eğer İslam’da ısrar edersen, seni her şeyden mahrum ederim!”

Abdullah şu karşılığı verdi:
Amcacığım, ne istersen yap. Ben Allah ve Resulü’nden başka hiçbir şeyi tercih edemem.”

Amcası daha da sinirlenerek şöyle dedi:
“Eğer ısrar edersen, üzerindeki elbiselerini bile alırım!” Ve Abdullah’ın üzerindeki elbiseleri yırttı. Abdullah, hiçbir şeyden vazgeçmedi ve şöyle dedi:

“Ey amcam! Ne yaparsan yap. Vallahi, Resulullah’a hicret edeceğim!”

Abdullah, çöl sıcağında neredeyse çıplak bir şekilde hicret yolculuğuna başladı. Yolculuk sırasında bir bîcad (kalın kumaş parçası) buldu. Onu ikiye bölerek bir parçasını beline sardı, diğer parçasını da omzuna attı. Bu şekilde Medine’ye ulaştı.

Medine’ye varınca Resulullah’ın huzuruna girdi. Peygamberimiz (sav) ona sordu:
“Sen kimsin?”
Abdullah cevap verdi:
“Ben Abdüluzza’yım.”
Resulullah ona sordu:
“Bu hâlde neden böyle giyindin?”
Abdullah durumu anlattı:
“Ben İslam’a girdim. Amcam beni her şeyimden, hatta üzerimdeki elbiselerden bile mahrum etti. Yol boyunca ancak bu iki bîcadı bulabildim.”

Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu:
“Öyle mi yaptın? O hâlde artık senin adın Abdullah Zü’l-Bicadeyn olsun. Allah, bu iki bîcadın karşılığında sana cennette dilediğin gibi giyeceğin elbiseler versin.”

Abdullah, Medine’ye yerleştikten sonra yoksul bir yaşam sürdü ve Ashab-ı Suffe’nin yanında kaldı. Suffe, Mescid-i Nebevi’nin arka bölümünde yoksulların barınağıydı.

Tebük Gazvesi sırasında Abdullah 23 yaşındaydı. Gazveye Resulullah ile birlikte katıldı ve Allah yolunda şehit olmayı diledi. Resulullah’a şöyle dedi:
“Ya Resulullah! Allah’a dua et, şehit olayım.”

Resulullah ellerini kaldırarak şöyle dua etti:
“Allah’ım! Onun kanını kâfirlerin kılıçlarından koru.”

Abdullah bu duaya şaşırarak şöyle dedi:
“Ey Allah’ın Resulü! Ben bunu istememiştim.”

Resulullah şöyle buyurdu:
“Ey Abdullah! Allah’ın öyle kulları vardır ki, Allah yolunda çıkar, bir hastalığa yakalanır ve bu hastalıkla vefat ederek şehit olurlar. Allah’ın öyle kulları da vardır ki, yolda düşer ve ölür, onlar da şehit olur. Belki sen de bir hastalığa yakalanır ve şehit olursun.”

Gazve dönüşünde Abdullah ağır bir hastalığa yakalandı ve acılar içinde vefat etti. Abdullah bin Mesud, onun vefatını şöyle anlatıyor:
Bir gece, çok soğuk ve karanlık bir gecede uyuyordum. Çadırımın dışından gelen bir kazma sesine uyandım. Karanlık ve soğukta kazı yapan kimdi? Şaşırdım ve Resulullah’ın çadırına baktım. Resulullah, Ebu Bekir ve Ömer çadırlarında yoklardı. Dışarı çıktım ve onları buldum. Ebu Bekir ve Ömer bir kandil tutuyordu, Resulullah ise mezar kazıyordu.

Yaklaşıp sordum:
‘Ya Resulullah, bu ne hâl?’

Resulullah gözleri yaşlı bir şekilde bana döndü ve şöyle dedi:
‘Kardeşin Zü’l-Bicadeyn vefat etti.’

Ebu Bekir ve Ömer’e dönüp sordum:
‘Resulullah mezar kazarken siz kandil mi tutuyorsunuz?’

Onlar şöyle cevap verdiler:
‘Resulullah mezarı kendisi kazmakta ısrar etti.’

Resulullah, mezarı elleriyle kazdı. Sonra mezara inip yattı. Mezarı, Zü’l-Bicadeyn için bir rahmet kaynağı yapmak istiyordu. Ardından Abdullah’ın cesedini kabre indirmek için Ebu Bekir ve Ömer’e şöyle dedi:
‘Kardeşinizi bana uzatın, ona nazik davranın. Vallahi, o Allah ve Resulü’nü severdi.’

Resulullah, Abdullah’ın naaşını kabrine yerleştirdi. Onu sıkıca kucakladı ve gözyaşları kefene düştü. Abdullah için dört tekbir aldı ve şöyle dedi:
‘Allah sana rahmet etsin, ey Abdullah! Sen çok tövbe eden ve çok Kur’an okuyan biriydin.’

Sonra yüzünü göğe kaldırarak şöyle dua etti:
‘Allah’ım! Ben Zü’l-Bicadeyn’den razıyım, sen de ondan razı ol!’

Abdullah bin Mesud bu olayla ilgili şöyle der:
“Vallahi, o gece Zü’l-Bicadeyn’in yerinde olmayı çok istedim. O kadar rahmet ona inmişti ki, bu bana büyük bir ibret oldu.”

Allah, genç yaşında dünya nimetlerini terk ederek İslam’ı tercih eden Zü’l-Bicadeyn’e rahmet eylesin.

Zü’l-Bicadeyn’in İslam’a hizmet süresi yalnızca yedi yıl olmuştu. Ancak bu yedi yılda Allah ve Resulü’ne olan sevgisi ve fedakârlığı sayesinde, Allah katında ve Resulullah’ın yanında büyük bir mertebeye ulaşmıştı.

Allah, çoğumuza Zü’l-Bicadeyn’in sahip olduğu yedi yıldan çok daha fazla bir ömür verir. Bu ömrü, Allah’ın rızasını kazanmak için nasıl değerlendireceğimiz ise tamamen bizim elimizde.

Son dua ile kıssa şu şekilde sona erer:
“Allah’ım! Bize hakkı hak olarak göster ve ona uymayı nasip et. Batılı batıl olarak göster ve ondan sakınmayı lütfet. Bizi sabitkadem kıl, hak üzere canımızı al ve bizi fitnelerden muhafaza eyle. Salât ve selam senin üzerine olsun, ey Allah’ın Resulü!”

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu

04.12.2024 Üsküdar

Abdullah Zülbicadeyn (ra) Hakkında İslam Ansiklopesinde Yazılan Kısa Bilgi İçin: 👇https://islamansiklopedisi.org.tr/zulbicadeyn

🌷🌴🌷

“كان إسمه قبل أن يُسلِم عبد العُزىٰ المُزني نسبةً لمدينته مُزينه

أسلم و عمره ١٦ عامًا و توفي و هو ٢٣ عاما وكان شابًا غنيًا و مُنعمًا جدًا في حياته توفت أمه و أبوه و هو صغير فرباه عمه.

كان شابًا مُميزًا جدًا بين الشباب بملابسه الغالية و الجميلة و التي يؤتىٰ بها من الشام خصيصاً من أجله، و كان الشاب الوحيد الذي يملك فرسا في وقت كان فيه أفضل شابٍ في مُزينة يملك بغلة صغيرة، و كان عمه من سادة مُزينة..

قصة إسلامه من أجمل قصص إسلام الصحابه و أغربها!!

فحين تم عبد الله ١٦ عامًا، كان ذلك الوقت الذى يُهاجر فيه الصحابة من مكة إلى المدينة، و كانوا يمرُّون على مُزينة في طريق هجرتهم
و يمرُّون مسرعين جدًا لأن كفار قريش يلحقون بهم، فقابله يوماً أحد الصحابة فى أثناء هجرته وعرض عليه الإسلام فأسلم فورًا، و بعد أن أسلم طلب منهم أن يُعلموه شيئًا من القرآن فقالوا لن نستطيع أن نظل معك لأن قريش تلحق بنا و لكن إن شئت فإلحق بنا فى الطريق لتتعلم القرآن فكان يسير خلفهم مشياً على الأقدام يقرأؤن القرآن و هو يقرأ وراءهم مسافة ١٥ كيلو فى الصحراء ثُم يرجع إلى مُزينة ويعود فى اليوم التالي يقف على حدود مُزينة ينتظر أن يمرُّ صحابي فى طريق هجرته فيقول له علمني من القرآن ويقرأ عليه ما حفظه فى اليوم السابق حتى تعلَّم أكثر من سورة من القرآن.

فجاءه يومًا أحد الصحابة فقال له ولمَ لا تُهاجر معنا إلى رسول اللّه؟ فقال له لا أُهاجر قبل أن يُسلم عمي فهو من رباني ولن أُهاجر قبل أن آخذ بيده للإسلام، فظل فى مُزينة ثلاث سنوات يُخفي إسلامه و ظل يتحين أي فرصة للحديث مع عمه ليُخبره عما وصل إليه من هذا الدين الجديد الذي جاء به محمد وذلك كل يوم و كان عمه يرفض رفضاً شديداً أن يستمع لما سيقول و كان إن أراد أن يُصلي ذهب بعيدًا في الصحراء حتى لا يراه أحد، وبعد أن مرت ثلاث سنوات على هذا الحال ذهب إلى عمه و قال: “لقد تأخرت علي فأخرتني عن رسول اللّه يا عمي
و ما عُدت أُطيق فراق النبي و إنني أريد أن أُخبرك بأني منذ ثلاث سنوات و أنا أشهد أن لا إله إلا الله و أن محمدًا رسول اللّه و إنني الآن مهاجر إلى رسول اللّه وأُحب أن تكون معي فإن أبيت فلن يردني عن الهجرة إليه شيء”، فغضب عمه غضبًا شديدًا و قال: “لإن أبيت إلا الإسلام جردتك من كل ما تملك”.

فقال: “يا عمي إفعل ما شئت فما أنا بالذي يختار على اللّه و رسوله شيئًا”، فقال: “إن أصررت جردتك حتى من ملابسك التي عليك!” و قام فمزق له ملابسه التي كان يرتديها فقال عبد اللّه: “و اللّه يا عمي لأُهاجرن إلى رسول اللّه مهما فعلت بي!”.

و بدأ هجرته و هو شبه عاري في الصحراء حتى وجد بجادٍ و هو الشوال من الصوف فأخذه و شقه نصفين و ربط نصفه على وسطه و نصفه الآخر وضعه على كتفه حتى وصل المدينة، فدخل على رسول اللّه فقال له النبي: “من أنت؟” فقال: “أنا عبد العزى”، فقال النبي: “ولم تلبس هكذا”، فقال: “لقد أسلمت فجردني عمي من كل ما أملك حتى ملابسي و لم أجد فى طريقي إلا هاذين البجادين فأتيتك بهما”، فقال النبي: “أوفعلت ؟!”
فقال: “نعم”، فقام النبي و قال: “من اليوم أنت عبد اللّه ذي البجادين و لست عبد العزى، فقد أبدلك اللّه عن هاذين البجادين رداءً فى الجنة تلبس منه حيث تشاء”.
و من شدة فقره سكن في مساكن أهل الصُفة و هي مساكن للفقراء خلف بيت النبي، وتأتي غزوة تبوك وعُمره ٢٣ عامًا فيخرج إلى الغزوة مع النبي ثم يقول: “يا رسول اللّه، إدعوا الله لي أن أموت شهيدًا”، فيرفع النبي يده ويقول: “اللهم حرم دمه على سيوف الكفار”.

فيقول عبد اللّه: “ما هذا بالذي أردتُ يا رسول اللّه”، فقال النبي: “يا عبد اللّه، إن من عباد اللّه من يخرج فى سبيل اللّه فتصيبه الحمى فيموت فيكون شهيدًا، وإن من عباد الله من يخرج فى سبيل الله فيسقط عن فرسه فيموت فيكون شهيدًا، و لعلك تصيبك حمى فتموت فتكون شهيدًا”.

و يشهد عبد اللّه غزوة تبوك مع النبي و ينتصر المسلمون و في طريق عودتهم بالفعل تصيب عبد اللّه حمّى شديدة و يبدأ يتألم آلام الموت..
فيحكي لنا عبد اللّه بن مسعود قصة موت عبد اللّه ذي البجادين فيقول: “كنت نائمًا في ليله شديدة البرد شديدة الظلام و بينما أنا نائم سمعت خارج خيمتي صوت حفر فعجبت من يحفر في هذا البرد والظلام، فاستيقظت و بحثت عن النبي و عن أبي بكر و عمر في خيمتهم فلم أجدهم، فتعجبت أين ذهبوا فخرجت من خيمتى فإذا أبو بكر و عمر يُمسكان سراجًا و النبي يحفر قبرًا فذهبت إليه و هو يحفر فقلت ما بك يا رسول اللّه؟”

فرفع وجهه الشريف إلي فإذا عيناه تذرفان الدموع و قال: “مات أخوك ذو البجادين”، فنظرت إلى أبو بكر و قلت: “أتترك رسول اللّه يحفر و تقف أنت بالسراج؟”، فقال: “أبىٰ النبي إلا أن يحفر له قبره بنفسه..”، فحفر النبي بيديه قبر ذي البجادين ثم نزل إلى القبر و إضجع فيه بجسده الشريف ليكون القبر رحمة لذي البجادين ثم قام ورفع يديه إلى أبو بكر و عمر و قال: “إدنيا إليّ أخاكما و رفقًا به إنه و اللّه كان يحب اللّه و رسوله..”.

و يقول عبد اللّه بن مسعود: “فرأيت النبي يحتضن الجثمان بشدة و دموعه تسقط على الكفن و كبر أربع تكبيرات و قال: رحمك اللّه يا عبد اللّه كنت أوابًا تاليًا للقرآن”، ثم رفع رأسه إلى السماء و قال: “اللهم إنني اشهدك أنني أمسيت راضيًا عن ذي البجادين فارضَ عنه”.
يقول عبد اللّه بن مسعود: “و اللّه لقد تمنيت يومها أن أكون أنا صاحب الحفرة من كثرة الرحمات التي ستتنزل عليه في هذه الليلة”.

رحم الله شابًا ترك كل ملذات الدنيا و هي بين يديه من أجل دينه، فاستحق أن يرضى اللّه و رسوله عنه و يأخذ تلك المكانة الغالية عند رسول الله و عُمر إسلامه فقط ٧ سنوات.
و سيُعطي اللّه للكثيرين منا سنوات أكثر من تلك السبع التي أعطاها لعبد اللّه لينظر ماذا سنفعل فيها من أجل مرضاته.

فاللهم أرنا الحق حقًا و ارزقنا اتباعه و أرنا الباطل باطلًا و ارزقنا اجتنابه و اقبضنا إليك ثابتين على الحقّ غير مفتونين.
الصلاة و السلام عليك يا رسول اللّه

🌷🌴🌷

https://www.alkhaleej.ae/ملحق/عبد-الله-ذو-البجادين?amp

Erzurumlu Galip Hocanın Oğlu Vefa Hoca Naklediyor

ERZURUMLU ŞEHİT GALİP HOCA

Kemal Duran, O’da Allah’a kavuştu. Ömrünün son senelerini hastalıklarla mücadele ederek geçirmişti. Ahde vefayı unutan ülkücülerin unuttuğu değerli bir isimdi, çok yakından tanıdığım için tam bir Anadolu çocuğu diyebilirim Kemal için mekânı cennet olsun diyorum. Yıllar önce son telefon konuşmamızda bana yazılarını gönder demişti…

Üsküdar’dayız, Kemal’in beni aradığını söylediler, kendisi ile buluştuk; hayırdır dedim, ‘hocam Erzurumlu Galip hocanın oğlu Vefa Efendi beni çağırttı, gittim, seninle görüşmek istediğini söyledi şayet Zekeriya Hoca gelirse kendisine bir emanetim var onu tevdi edeceğim dedi. Hocam arzu ederseniz beraber gidelim mi’ diye de ekledi.
Akşam namazı sonrası birkaç kişiyle birlikte Vefa Efendinin Üsküdar’da bulunan evine gittik. Vefa Efendi yatağında uzanmış yatıyordu; oldukça yaşlıydı ve hastaydı. Tabiri caiz ise bir deri bir kemik kalmıştı. Yattığı yerden doğruldu hocam hoş geldiniz dedi. Karşılıklı selam ve kelamdan sonra Vefa Efendi bana hitaben, hocam çok yoğun olduğunu biliyorum Allah razı olsun çocuklarımıza sahip çıktın hizmetlerin İnşallahAllah katında değerlendirilecektir gibi dualardan sonra bana hocam sana bir emanet vereceğim gördüğün gibi hem yaşlı hem hastayım dedi.

Vefa Efendi, Zekeriyya hocam ben Erzurumlu Galip hocanın oğluyum babamı görmedim ben çok küçüktüm babamı şapka giymedi bahanesi ile asanlar İSLAM DÜŞMANLARIYDILAR. Babam insanların saygısını kazanmış namuslu ve dürüst bir insandı. Erzurumluların evliya hoca dedikleri ahlakı hamide sahibi bir zattı. Anneme gördüğü bazı rüyaları anlatmış ve hanım Allah’u alem bazı musibetlere düçar olacağız demiş.
Vefa Efendi; babam Galip Hoca, hanımına yani anneme rüyasında Hz. Muhammed’i gördüğünü ve efendimizin ona Galip hazırlan bize kavuşacaksın dediğini anlatmış. Vefa efendi uzunca başka şeylerde anlattı Galip hocanın erdemi şahsiyeti ve kişiliği elbette birileri için rahatsızlık sebebiydi o günlerde.

İstiklal mahkemesi Erzurum’a gelmişti insanlar dışarı çıkamadığı için kimse ne olup bittiğini dahi bilmiyordu. Ermeniler yok pahasına satılan dükkanları birer birer satın almışlar alenen ve resmen Müslümanlardan intikam alıyorlardı. Emniyet müdürü olarak atanan şahsın ise babasının Ermeni olduğu konuşuluyordu. Yüzlerce yıl Osmanlı ile savaşan Ermeniler fırsatı ele geçirmiş bilhassa İsmet İnönü’nün himayesinde teşkilatlanmışlardı.
Erzurumluyu, Ermeni’nin ve İsmet’in insafına bırakmışlardı. Sayıları çok az olan aşağılık duygusuna yenilmiş bazı kimselerde Ermenilerle beraber hareket ediyorlardı. Ermeni çocukları bir de tiyatro oynadılar o günlerde. Güya birileri çıkıp biz şapka takmayacağız demişte hükümet konağına yürümüşler, günde asılan insan sayısını bilen yoktu. Yeni kurulan hükümet resmen ve alenen terör estiriyordu, Rize’yi Hamidiye gemisi ile bombalamışlar, Dersim’i uçakla bombalamışlar; şapka takmadığı için İstiklal mahkemelerinde astıkları katlettikleri insan sayısını bilen yoktu. Aslında vatan haini Ermeniler mahkemelerini zaten evlerinde kurmuşlardı gece sabaha kadar evlere girip sizi karakoldan istiyorlar diyerek alıp infaz ettikleri insan sayısı bugün bile bilinmiyor.

İsmet İNÖNÜ bu vb. icraatlar sebebiyle M. Kemal ile tartıştığı bir gün ‘ikimizi de İngilizler buraya getirdi. Sen kimsin bana karışma ve ben Başvekil değil de KIÇ VEKİL miyim diye münakaşa etmişlerdi’. İngilizler her ikisinden de biat ve söz almışlardı. Tek hedefimiz OSMANLIYI yok etmektir; İngiltere Başbakanı Winston Churchill, biz mahalle mahalle Osmanlı ile savaşsaydık temizleseydik işgal etseydik yine de Hilafeti kaldıramazdık o yüzden bir birinize sahip çıkın demişti. Ve Mustafa Kemal İsmet İnönü’den iğrendiği halde sırf İngilizler istedikleri için dudak dudağa öpüşmüşlerdi ve bu resim İngilizler tarafından el altından yayılmış dağıtılmıştı.
Yıllar geçince İsmet İNÖNÜ 1947 yılında Malatya’ya bir heykel yaptırdı M. Kemal ve Uşakizadelerin Vedat’ın heykeli. İsmet o dudak dudağa öpüşmeyi hiç unutmamıştı M. Kemal’e çok kızıyordu.

‘Evet hocam diye devam etti Vefa Efendi, babam hocaydı ve her hoca gibi de hedefteydi; İstiklal mahkemesi Erzurum’a geleli bir hafta olmuş mahkeme başkanı ve yetkililerin elinde din düşmanları ve Ermenilerin hazırladıkları listeler vardı. Bu listede olanlar şapka takmadı ve şapka takmaya karşı çıktı diye hepsi evlerinden alınarak götürülüp Erzurum meydanda asılıyordu, bazıları ise kaybediliyordu. Bir de Ermeni çocuklarına bir tiyatro oynatmışlar güya halk şapka takmamak için isyan çıkardı diye yaymışlardı. Oysa evlerinden toplanıp götürülen insanlar aylardır evlerinden dışarı bile çıkmamışlardı. Bugün halen birilerinin bize dost ve sadık tebaa diye yutturmaya çalıştığı Ermeni kafirleri dün Rus ordusunun önünde Erzurumlu Müslümanları katletmişlerdi. Bugün İstiklal mahkemelerinin katillerine aynı ispiyonculuk yardımı yapıyorlardı. Bugün de PKK ile beraber değiller mi? Azerbaycan’da yine bunlar yok muydu? Yıllarca Azerbaycan topraklarını işgal ettiler tokadı yiyince defolup gittiler.

Allah’u azımmuşşan bu kafirler için cehennemi layık görüyor Haşa binlerce kere haşa hiç Kuranı Kerim yanlış söyler mi? Hz. İsa’ya Allah’ın oğlu diyen Hristiyanlar, Hz. Üzeyir peygambere Allah’ın oğlu diyen Yahudiler nasıl olur cennete girerler. Haşa binlerce kere haşa bunlar bu yalancıların sözleri.
La ilahe illallah diyen Müslüman cennete girer yoksa aramıza karışmış misyonerlerin dediği gibi Muhammed Resulullah demeden cennet yoktur. Bunlar yalancı bunlar Erzurum’un Ermeni çocukları bunlar Vatikan’ın gizli ajanları sadık bendeleriydi.
Tebaa-i zındıka bunlar.
‘’Sen onların dinlerine uymadıkça Yahudilerde Hristiyanlarda senden asla memnun kalmayacaklardır. Deki; Asıl doğru yol ancak Allah’ın yoludur, eğer sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyarsan bilesin ki artık Allah sana ne dost ne de yardımcı olacaktır‘’ (Bakara Suresi 120. Ayet)

  • Evet hocam devam ediniz dedim
  • Vefa efendi oldukça rahatsız olmasına rağmen adeta kendisini zorlayarak konuşmaya devam etti.
  • Ailemiz varlıklı bir aileydi annemin anlattığına göre ben iki yaşındaydım. Bir gün sabahleyin iki sivil polis geliyor babamla aralarında şöyle bir konuşma geçiyor. Babama hitaben polis memuru:
  • Galip Hoca siz yarın sokağa çıkacaksınız
  • Babam, ben evden dışarı çıkmıyorum ki! Polis,
  • Çıkacaksınız beyefendi sözümü kesmede dinle çıkacaksınız şapka takıp caddenin bir başından öbür başına gidip geleceksiniz.
  • Babam, ama ben hem sokağa çıkmıyorum hem de ŞAPKAM yok.
  • Polis memuru, Şapkayı karakoldan biz size temin edeceğiz dedi ve,
    Daha başka tehditlerde savurarak çıkıp gittiler. O gece akrabalarımız komşularımız kimseye görünmeden gizlice evimize geliyorlar. Annem başta olmak üzere hepsi babama yalvarıyorlar; etme eyleme şu şapkayı bir giy ne olur. Babam herkese şunu söylüyor, bende sizin gibi bir insanım ve endişeliyim ancak bir şeyi anlamıyorsunuz bu adamlar Erzurum’a ellerinde bir liste ile geldiler; yalnız 7 kişiyi bugün astılar, bunlar kimdi hepsini tanıyorsunuz ve dikkat edin özellikle Ermenilerle savaşan ailelerin büyüklerini sorgusuz sualsiz asıyorlar. Yani bunlar bugün şapka diyorlar yarın başka bir şey diyecekler. Hem sonra sizde bende biliyoruz ki bu bizim kaderimiz, dua edin yeter.
    Vefa Efendi son olarak bana şunu söylemişti,
  • Babam Müslüman olduğu için katledilmiş. Babamın arkadaşı Hacı Osman Efendi ve diğer şüheda bizden onlara olan borcumuzu ödememizi istiyorlar. Bende bıraktığı intibaya göre Vefa Efendi bir rüya sebebiyle beni aradığı yönündeydi öyle anladım. Ben, Vefa efendiye
  • Mesajınızı aldım; muhterem babanız Galip Hocamız başta olmak üzere şehit edilen bütün Müslümanların bize bıraktığı emanet onların menkıbeleridir; yazacağım ve anlatacağım dedim.
    Vefa hoca oturduğu yerden doğruldu alnımdan öptü yüzüme baktı ve senelerce önce sen bizi alnımızdan öperken de ordaydın dedi tebessüm etti.

    O gece rüyamda Galip Hoca ile ancak ikimizin anladığı dilden konuştuk sabah namazına kadar konuştuk, konuştuk, konuştuk.
    Bilinmeyen bir hayatla diri olan şehitlerimize saygı, onların uğrunda can verdikleri DAVA’ya, İslam dinine saygıdır.

Kur’an’a göre ‘Muhammed Resulullah demeyen ne Hristiyan putperestler ne Yahudi putperestler cennet yüzü görmeyeceklerdir. İsa peygambere Allah’ın oğlu diyen Hristiyanlar ve Üzeyir peygambere Allah’ın oğlu diyen Yahudiler yalan söylüyorlar. Bunlar Allah’ın peygamberleri ve kullarıdır’.
Allahu azimmuşşan doğmadı, doğurmadı, doğrulmadı onun ne kızı ne de çocukları yoktur.
Günümüzde de içimizde bizden gibi görünen vatan hainleri Teba-i Zındıka’ya lanetler olsun. 20.02.2023
Zekeriyya İYİLİK

ERZURUMLU GALİP HOCA ve OSMAN EFENDİ

Aynı Kabirde İki Alim, İki Şehit;
Erzurum’da İstiklal mahkemelerinin idam ettiği kişiler arasında birçok alim vardı, bunların önde gelenlerinden Hacı Osman Efendi ve Hoca Galip Efendiydi. Biri Kadiri diğeri Nakşi tarikatına mensuplardı. Birbirlerini yakından tanıyan ve çok seven bu iki kader arkadaşının vefatı da birlikte olur. Öyle ki idam edildikten sonra aynı kabre konur ve yıllarca ailelerinin bilmediği bu kabirde birlikte yatarlar.
Yıllar sonra defnedilme anında orada olan bir askerin, torunlarına mezar yerini söylemesiyle kabirleri açılan bu iki alimin, kemikleri mezarda birbirlerine sarılmış halde bulunur. Cenazeleri aile mezarlıklarına taşımak isteyen torunlar iskeletleri birbirinden ayıramaz. Dehşetli olay kemikleri birbirinden ayıramayanlar ne yapacağını bilemezken çevreden bir Allah dostu bu niyetlerinden vazgeçmelerini tavsiye eder. Bu nasihate kulak veren aile iki cenazeyi de aile mezarlığına taşır ve birlikte defnederler. Hala aynı kabirde bulunan bu iki şehidin kabir taşının bir tarafında Hacı Osman Efendi, diğer tarafında Hoca Galip Efendi yazıyor.

Bir gün Galip Hoca, Osman efendiye ‘’Dünyada birlikteyiz ama ahirette nice oluruz‘’ diye sorunca Osman Efendi ‘’İnşallah ahirette de oluruz‘’ dediğini Osman efendinin torunlarından öğreniyoruz. Erzurum’da çıkan uydurma tiyatro hadiselerden haberi bile yokken tutuklanıp İstiklal mahkemelerinde yargılanan Hacı Osman Efendi’nin asılmadan önce son isteği iki rekât namaz kılmak olmuş. İdamın ardından ailesinin de çilesi başlamış. Oğlu Nurettin Gacıroğlu kurşunlu medreselerinde iftiraya uğrayarak hapislerde yatmış işkencelere maruz kalıp tırnakları çekilmiş. Ailenin medrese vakıflarındaki hisselerine el koyulmuş bütün aile yoksulluğun kucağına itilmiş, gavur boş durmuyor.

Yıllar sonra Osman Efendi’nin torunları da onun yolundan gitmiş kurdukları Gacıroğlu vakfında Kuranı Kerim öğretiliyor, öğrencilere burs, ihtiyaç sahiplerine yiyecek ve yakacak temin ediliyor. Torunlarından Kemal Gacıroğlu ‘’Şapka hadisesi bahane olay, İslam düşmanlığıdır‘’ diyor ve ekliyor, ‘’Ahirette bu haksızlığı yapanlarla mutlaka karşılaşacağız. Ailemizin gelirlerine el koymuşlar, medreseler ellerinden alınmış’’. O dönemden sonra çocukları ve torunları bir toplulukta otururken siyasi bir konu konuşulduğunda hemen orayı terk ediyorlar. Çünkü yeniden bir iftiraya maruz kalmaktan aynı olayları yaşamaktan çok korkmuşlar.

Çeyiz sandığında bir kitap kalır…

Galip Hoca ise idam edildiğinde henüz 45 yaşındaydı. Ömrünün en verimli zamanlarıydı. Şapka kanununa karşı Erzurum’daki küçük bir gösteriye bile katılmamış Galip Hoca bu bir tiyatro, oyuna gelmeyin alet olmayın diye çaba göstermiş. Galip Hocanın tutuklandığı gün kapıyı kırarak içeri girdikleri evi tarumar eden askerler bütün kitapları yakmış. Aliye hanım o gün sadece çeyiz sandığından eşinin yazdığı Divan defterini kurtarabilmiş. Geride kalan defterde 115 tane Osmanlıca şiir var. Bu şiirler Atatürk üniversitesi tarafından 1993 yılında kitap olarak basılmış.
Galip Hoca idam edildiğinde Vefa isminde iki yaşında bir oğlu varmış ve eşi diğer çocuğuna hamileymiş.
Hapishanedeyken bir oğlu daha olacağını bilmeden keramet göstermiş ve eşine de haber göndermiş ‘‘Benim iki ay sonra bir oğlum olacak ismi Sefa olsun‘’ oğlu Sefa Acarlı 1994 yılında vefat etmiş. Büyük oğlu Vefa Efendi 86 yaşında Üsküdar’da vefat etti. Eski soy isimleriyse Mütevekkilzade, İstiklal mahkemelerinden sonra soy adlarını da değiştirmişler.

Vefa Beyin oğlu Ebubekir Acarlı o acı günleri babaannesinden dinlemiş. Dedesinin, Kadiri Şeyhi ve babası Vefa Acarlı’nın vefat edene dek gençlere ders verdiğini ancak her derste babasının tedirgin olduğunu anlatıyor. Dedesinin asılmasının babasının üzerinde büyük bir etki bıraktığını söyleyen Ebubekir Bey ‘’Biri içeriye aniden girse kitabını hemen masanın altına saklardı‘’ diyor. Onun bir de sitemi var ‘’Vatan için elinden geleni yapan bu alimler, milleti için çarpışıyor ama bir sistem geliyor başlarını alıyor. Biz şapka takmadığı için idama gönderilen dedelerimizin itibarlarının iadesini istiyoruz diyorlar’’. Erzurumlu galip Hoca’nın oğlu Vefa’nın isteği üzerine yazdım, Ağrı, Menemen, Dersim, halkın devlete isyanı değil, hepsi devleti ele geçirenlerin katliam yapmak için uydurduğu bahaneler. Biz millet olarak şehitlerimize rahmet diler, onları unutmayız!
Zekeriyya İYİLİK

Divanı Lügatı Türk ve Ziya Gökalp

ALİ EMİRİ EFENDİ, ZİYA GÖKALP VE
DİVANI LÜGAT TÜRK


Divanı Lügat’it Türk’ü bize kazandıran Ali Emiri Efendi Diyarbekir’lidir.
Malazgirt Savaşı sonrası Anadolu’ya tamamen yerleşen Türklerin dini ve milli özelliklerini anlatan çok önemli bir eserdir ve dünyada tek nüshadır. Kaşgarlı Mahmud’un yazdığı bu el yazması eseri Diyarbekir’li Ali Emiri’nin bağışı olarak İstanbul’daki Millet Kütüphanesindedir. Eserin Ali Emiri Efendi’de olduğunu duyan
Ziya Gökalp, bu çok önemli eseri Ali Emiri Efendi’den satın alabilmek çok uğraşır, bir servet teklif eder. Ancak Ali emiri efendi kitabı Ziya Gökalp’ın kendisine teklif ettiği çok büyük miktar parayı kabul etmez ve Divanı Lügat ’it Türk’ü, Millet Kütüphanesi’ne bağışlar. Kitap Ziyanın eline geçmiş olsaydı bugün ya İsrail’de veya İngiltere British Müze’de olacaktı. Diyarbekir halkı Ali Emiri efendiyi rahmetle anmakta Selanik Yahudi’si Ziya’ya Kelp Ziya deyip ona da gerekeni okumaktadırlar.
Türkiye gazetesi yazarlarından Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci bu konuda şunları söylüyor:

  • Z. Gökalp’ın ruh sağlığını alt üst eden kişi, Diyarbekir’de tanıştığı ve kendisini ittihatçı yapan Doktor Abdullah Cevdet’tir.
  • Z. Gökalp 18 yaşında iken intihara teşebbüs etti ama ölmedi. Kurşun izi ölene kadar alnında kaldı. Sonradan ‘tabancam bana hıyanet etti, bu tabancayla Sultan Hamid’i öldürmeliydim’ diye içindeki kini kusmuştu.
  • Arapkirli Ermeni asıllı Abdullah Cevdet için Z. Gökalp “eline balta almış yıkılması gereken geri fikirleri yıkan birisidir ve bu büyük bir hizmettir” demişti.
    Z. Gökalp, illegal faaliyetleri sebebiyle Taşkışla da 10 ay hapis yatmıştır.
  • Sedat, Semiha, Hürriyet ve Türkan isimli 4 çocuğunun üçü küçük yaşta ölmüştür.
    Hocanın doğru tesbitleri var ancak eksiklikleri de çok, Ziya Gökalp ile ilgili iki yazı yazmıştım Selanikli bir Yahudi çocuğu ve İslam düşmanıdır, özetle bilinmesi gereken şu dur;
    İttihat ve Terakki Ziya’nın dedesini önce Diyarbekir’in Çermik kazasına yerleşmek üzere gönderir, bir müddet sonra aile Diyarbekir de ev alır ve buraya yerleşir. Dede kısa bir süre sonra Diyarbekir Müftülüğüne tayin edilir. Şuurlu bir Yahudi ailesi olan bu aileye Müftüzadeler bile denilir. Ziyanın babası da önce nüfus memuru ardından da nüfus müdürü olur. Böylece ittihat terakki toplumun ana damarı nüfus ve din kurumlarını ele geçirir.
    Z. Gökalp İttihat Terakki’nin Diyarbekir temsilcisi yapılır. 48 yaşında ölmeden önce, hayatı Selanik İstanbul ve Diyarbekir arasında geçer.
    Mustafa Kemal için Hakimiyeti Milliye Gazetesi’nde ‘9 Umde’yi yazar ve basar.
    M. Kemal Ziya Gökalp için ‘fikirlerimin babası’ lafını boşuna kullanmamıştır. Mutlaka not edilmesi gereken şey, Dr. Abdullah Cevdet, Arapkirli bir Ermeni’dir, Ziya Gökalp Selanikli bir Yahudi, Tevfik Fikret adalı bir Rum çocuğudur ve üçü de 48 yaşında ölmüştür. 30.01.2023
  • Zekeriya İyilik
Kore’de Paşa Ezanı ..

SENE 1950, KORE’DE BİR İMAM
Giresun’dan 20 yaşlarında bir genç İstanbul’a, İmam Hatip Okulu’na okumaya gelir.
Mahir İZ, Celalettin ÖKTEN gibi hocalarla tanışır. (Allah hepsine rahmet etsin)
İstanbul da ilim tahsil ederken Kore Savaşı patlak verir. Ordu Kore’ye gidecek olan kafileye Alay İmamı alınacağını ilan eder. İmam hatip liselerinin KURUCUSU Celalettin ÖKTEN Hoca Zübeyir KOÇ’u teşvik eder ve Zübeyir KOÇ 200 kişinin girmiş olduğu imtihanı birincilikle kazanır 15 ay sürecek olan yolculuk ile Kore’ye giden kafile ile vapura biner.
O dönemde orduda Tugay İmamları vardır. Giresunlu Zübeyir KOÇ Kore’ye giden birliğe İmam olarak atanır. Tugay komutanı Cemil ULU ÇEVİK paşadır. Paşa bu genç çocuk bu vazifeyi beceremez diye endişe eder. Savaşa giden birlikte dirayetli bir hocanın olmasını ister ama ses çıkarmaz. Birlik Kore’ye gelir ve bu Giresunlu genç imam paşayı mahcup etmez.
Alay’ın içinde ilk ezanını okuyan Zübeyir Hoca boş bir vakitte eline geçirdiği varillerle MİNARE yapar ve ilk ezan KORE de 16 Temmuz 1956 da ‘Allah’u Ekber, Muhammed Resulullah’ diye yankılanır.
Mehmetçikler ağlayarak hocayı tebrik ederler, artık beş vakit ezan kesintisiz okunmaktadır. Alay komutanı Paşa Zübeyir’i tebrik eder ve genç imamın ellerine doğru uzanır bunun üzerine Zübeyir asker selamı verir ve paşadan izin isteyerek elini öper.
Bu arada şeytan boş durur mu ABD’nin Uzakdoğu kuvvetlerinin papazı gelir ve Zübeyir hocaya ‘biz burada insanları tanrıya çağırıyoruz Hristiyanlık ve İslam’ın aslı bir, birbirlerine benzer, sizde gelin bizim kilise de ibadetlerinizi yapın isterseniz’ gibi şeyler söyler. Zübeyir cevap vermez ve komutanına durumu anlatır.
Olanı biteni uzaktan izleyen Paşa sinirlenir, ‘Devam et, arkandayım, çık ezanı oku’ Zübeyir şaşırır,’ paşam ne ezanı vakit değil ki!’ der. Paşanın sesi keskindir, ‘itiraz yok çık ezanı oku’.
Birlikteki askerler hocaya, hocam ikindiye daha bir saat var bu ne ezanı derler. Zübeyir hoca eliyle susun işareti yapar olayı anlatır ve ‘bu vakit ezanı değil ‘PAŞA EZANI’ der.
Ezan sesini duyan Koreliler merak edip gelip hocayı görürler önce 3 kişi Kelimeyi Şehadet getirir, Müslüman olur. Bir müddet sonra 270 Koreli için topluca Şehadet merasimi yapılır ve hepsine ayrı, ayrı Müslüman ismi verilir. Merasim sonrası Paşa askerlerine şükür namazı kılın der.
‘’ALLAH AŞKINA bu asker tutulabilir mi bunu ancak ‘Kızıl Elma’ ile anlatabiliriz değil mi?‘’
Kore de bir sene kalan genç hoca nihayetinde Türkiye’ye döner. Çektiği fotoğraflar vardır, belgesel yapacağız diye hocayı kandırır ve fotoğrafları elinden alırlar.
Hoca 1986 yılında Hac görevini yerine getirirken Koreli gençleri görünce yanlarına gider, Kore’nin milli marşını okur. Koreliler merakla kimsin diye sorarlar.
Hoca sorar; siz nasıl Müslüman oldunuz? Gençler, dedelerimiz ve babalarımız bir Türk’le tanışmışlar adı Zübeyir Hoca’ymış, işte o hoca büyüklerimizin ve bizim Müslüman olmamıza vesile olmuş derler.
O hoca benim der ve birbirlerine sarılırlar.
Bugün Güney Kore’de binlerce Müslüman var tohum böyle atılmış ve bir çiçek bahçesine dönmüş.
Zübeyir KOÇ 2009 yılında 74 yaşında vefat eder.

Bir İnsan Bir Hayat, Bilim evi Kadın .. Temmuz, Ağustos, Eylül (3 Aylık) Sene 2007 Sayı 2’den alıntı.

Sykes-Picot Anlaşması

Yakın Tarihi Doğru Bilmeyenler Yaşadığımız Olayları Doğru Yorumlamakta Zorlanabilir.


Önce alttaki linki tıklayıp Mısırlı Gazeteci Sabır Meşhur Beyin konuşmasını dinlemenizi sonra yazıyı okumanızı tavsiye ediyorum:👇https://youtube.com/watch?v=d0wvGcznVIQ&si=m-X6R9QEJ1hR4l_x

Sykes-Picot Anlaşması (1916), Fransa ve Birleşik Krallık (İngiltere) arasında imzalanmış, Çarlık Rusya ve İtalya’nın onayladığı gizli bir anlaşmadır. Bu anlaşma, Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolündeki Bereketli Hilal bölgesinin Fransa ve İngiltere arasında paylaşılmasını ve Batı Asya’da nüfuz bölgelerinin belirlenmesini amaçlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğrayacağı varsayımıyla yapılan bu anlaşma, Osmanlı topraklarını paylaşmayı öngören bir dizi gizli düzenlemenin parçasıdır. Anlaşmaya ilişkin ilk müzakereler 23 Kasım 1915 ile 3 Ocak 1916 tarihleri arasında gerçekleşmiş ve bu tarihte Fransız diplomat François Georges-Picot ile İngiliz diplomat Mark Sykes arasında mutabakat belgeleri imzalanmıştır. Bu anlaşma, 9 ve 16 Mayıs 1916’da ilgili ülkelerin hükümetleri tarafından onaylanmıştır.

Anlaşma, fiilen Osmanlı’nın Arap vilayetlerini (Arap Yarımadası hariç) İngiltere ve Fransa arasında nüfuz bölgelerine ayırmıştır. Anlaşmaya göre, bugünkü Filistin, Ürdün, Güney Irak ve Akdeniz’e erişimi sağlamak için Hayfa ve Akka limanları İngiltere’ye bırakılmıştır. Fransa ise Güneydoğu Anadolu, Kuzey Irak, Suriye ve Lübnan üzerinde kontrol hakkı elde etmiştir. Ayrıca, Sazonov-Paleolog anlaşması kapsamında Çarlık Rusya’ya Batı Ermenistan, İstanbul ve Boğazlar verilmesi öngörülmüştür. 1917’de İtalya, St. Jean de Maurienne Anlaşması ile Güney Anadolu üzerinde hak talep etmiştir. Filistin ise uluslararası bir yönetim altına alınacaktı.

Bu anlaşma, 1918’de düşman topraklarının geçici Anglo-Fransız yönetimini şekillendiren doğrudan bir temel oluşturdu. Daha geniş anlamda, Osmanlı’nın yenilgisinin ardından topraklarının bölünmesine yönelik bir yol haritası sunuyordu. Savaşın hemen ardından, Fransa Musul ve Filistin üzerindeki haklarından İngiltere lehine feragat etti. Sykes-Picot Anlaşması’nın çerçevesi, Nisan 1920’de San Remo Konferansı’nda belirlenen manda yönetimlerine uygulandı. Filistin, 1948’e kadar İngiliz mandası altında kaldı. Irak üzerindeki İngiliz mandası ise benzer bir anlaşmayla devam etti. Suriye ve Lübnan üzerindeki Fransız mandası 1946’da sona erdi. Anadolu’daki bölümler ise Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması ile belirlendi ancak Türk Kurtuluş Savaşı (1919-1923) bu planları bozdu.

Bu anlaşma, Batı-Arap ilişkilerinde bir dönüm noktası olarak görülmektedir. İngiltere, Araplara Büyük Suriye bölgesinde bir Arap devleti vaadini bozmuş ve Osmanlı’ya karşı destekleri karşılığında yapılan bu sözler tutulmamıştır. Anlaşmanın detayları, Bolşeviklerin Rusya’da iktidara gelmesinin ardından 23 Kasım 1917’de ortaya çıktı ve 26 Kasım 1917’de The Guardian gazetesinde yayımlandı. Bu durum, İngilizler için utanç verici, Araplar için hayal kırıklığı yaratıcı ve Türkler için sevindirici oldu. Sykes-Picot Anlaşması’nın mirası, bölgedeki mevcut anlaşmazlıklarda hâlâ etkisini göstermektedir.

Anlaşma Maddeleri:

1.Madde: Fransa ve İngiltere, haritada belirtilen “A” (Suriye’nin iç kesimleri) ve “B” (Irak’ın iç kesimleri) bölgelerinde bir Arap devleti kurulmasını ve bir Arap liderin başkanlığını kabul edecek ve koruyacaktır. Bu bölgelerde Fransa ve İngiltere, yerel projelerde öncelik hakkına sahip olacak ve yalnızca ilgili devletlerden danışman ve memurlar talep edilebilecektir.
2.Madde: Fransa’nın mavi bölgede (Suriye kıyıları) ve İngiltere’nin kırmızı bölgede (Basra) doğrudan ya da dolaylı olarak bir yönetim kurmasına izin verilecektir.
3.Madde: Siyah bölge (Filistin) uluslararası bir yönetime tabi olacak ve bu yönetim şekli Rusya ve diğer müttefiklerle istişare edilerek belirlenecektir.
4.Madde: İngiltere’ye Hayfa ve Akka limanları verilecek; ayrıca Dicle ve Fırat nehirlerinden belirli bir miktar su, “B” bölgesine sağlanacaktır.
5.Madde: İskenderun, İngiliz ticareti için serbest bir liman olacak ve İngiliz mallarının taşınması kolaylaştırılacaktır.
6.Madde: Bağdat demiryolu, “A” bölgesinde Musul’un güneyine ve “B” bölgesinde Samarra’nın kuzeyine uzatılmayacaktır.
7.Madde: İngiltere, Hayfa’dan “B” bölgesine uzanan bir demiryolu hattı inşa etme ve yönetme hakkına sahip olacaktır.
8.Madde: Türk gümrük tarifesi, bölgelerde yirmi yıl boyunca yürürlükte kalacaktır.
9.Madde: Fransa, mavi bölgedeki haklarını başka bir devlete devredemez. Aynı şekilde, İngiltere de kırmızı bölgedeki haklarını devretmemeyi taahhüt eder.
10.Madde: İngiltere ve Fransa, Arap Yarımadası’nda başka bir devletin toprak elde etmesine veya bir deniz üssü kurmasına izin vermeyecektir.
11.Madde: Araplarla sınırların belirlenmesi için müzakereler devam edecektir.
12.Madde: Arap topraklarına silah getirilmesini denetlemek için gerekli önlemler alınacaktır.

Bu maddeler, anlaşmanın Batı’nın bölge üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırmayı hedefleyen kapsamlı bir plan olduğunu açıkça göstermektedir.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
03.12.2024 Üsküdar

Anlaşmanın Arapça Metni İçin: بالعربية👇https://ar.m.wikipedia.org/wiki/اتفاقيةسايكسبيكو

Anlaşmanın Wikipedia Türkçe Metni İçin:👇https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Sykes-Picot_Anlaşması

İslam Ansiklopedisi Anlatımı İle Anlaşma:👇https://islamansiklopedisi.org.tr/sykes-picot-antlasmasi

Tarihi Yeniden Okumak ..

Biliyor musunuz, bizim kuşağımızın ya da bazı fertlerinin en büyük başarısı nedir?
En büyük başarımız, tahrif edilmiş tarihi yeniden okumaya çalışmamız ve şu gerçeklere ulaşmamızdır:
1. Artık Muhammed Ali’nin modern Mısır’ın kurucusu değil, seküler laik bir Mısır’ın kurucusu olduğunu öğrenmeyi başardık.
2. Artık Cemal Abdunnasır’ın bir lider değil, korkak ve yenilmiş bir başkan olduğuna inanıyoruz.
3. Medya kuruluşlarına güvenmiyoruz ve onlarla alay edebiliyoruz.
4. Fransa’nın Osmanlılardan Mısır’ı kurtardığına değil, işgal ettikleri Mısır’ı, Osmanlıların onlardan ve benzerlerinden korumak için uykusuz geceler, zor günler geçirdiğini öğrenmeyi becerdik.
5. Filistinlilerin topraklarını sattığına değil, vatanları uğruna en değerli şeylerini feda ettiklerini öğrenip inandık.
6. Filistin’in işgal altında olduğunu öğrendiğimiz gibi aynı şekilde Fas’ta bizim için çok değerli olan Sebte ve Melilla’nın da işgal altında olduğunu fark ettik; daha önce bu konuda hiçbir şey duymamıştık.
7. Sykes-Picot Antlaşması’nın yenilgilerimizin sebebi olduğunu ve Taifeler Krallığı’nın asla hayır getirmediğini öğrendik.
8. Dünyanın en ucuz kanı ve en değersiz halkları olduğumuzu anladık; çünkü bizi yönetenleri başkalarının yönettiğini görerek öğrendik.

Tarihi yeniden okuyun… Tarih Tahrif edilmiş!

Suriyeli Huzeyfe Ebu Muhammed

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
02.12.2024 Üsküdar

هل تعلمون ما هي اعظم إنجازات جيلنا او بعض أفرداه …!؟
هو اننا نحاول قراءة التاريخ بدون تزييف، و اننا:
1: لم نعد نؤمن ان محمد علي هو باني مصر الحديثة بل مصر العلمانية.
2: لم نعد نؤمن ان عبدالناصر كان زعيما، بل جبانا مهزوما.
3: لم نعد نثق في الاعلام وصرنا نسخر منه.
4: لم نعد نؤمن ان فرنسا حررت مصر من العثمانيين، بل انها احتلت مصر التي كان العثمانيون يسهرون لحمايتها منهم ومن امثالهم.
5: لم نؤمن ان الفلسطينيين باعوا ارضهم بل قدموا الغالي والنفيس لأجلها.

6: تعلمنا ان فلسطين محتلة وان هناك جزء عزيز علينا بالمغرب “سبتة و مليلية” ايضا محتل ولم نك نسمع عنه قبل ذلك.

7: تعلمنا ان سايكس بيكو سبب هزائمنا وان لا خير في ملوك الطوائف ابدا.

8: تعلمنا اننا أرخص دم وارخص شعوب في الدنيا، لان من يحكمنا يحكمه غيره.

اقرؤوا التاريخ
التاريخ المزيف

حذيفة أبو محمد من سوريا

Halepli “Türkiye” Teyze

GÖZ YAŞARTAN BİR HİKAYE…

OKUYUNDA GÖRÜN BU ÜLKENİN GERÇEK SAHİPLERİ KİMLERMİŞ. SURİYE’LİLER KİMMİŞ BAKALIM.

HALEP’Lİ “TÜRKİYE” yi TANIYIN…

Rahmetli Seyit İlşekerci’nin eczanesinde oturuyordum. İçeri genç bir karı-koca girdi. Bana “Hocam, sizi televizyonlardan tanıyoruz. Bizim dedelerimiz de Çanakkale’de kalmışlar. Dönmemişler. Bir sorumuz var. Çanakkale Savaşlarına katılıp da en son gelen kaç tarihinde geldi?” diye sordular.
Ben: “Kayıtlara göre en son 1952 de iki kişi dönmüş. Biri Burdur’a, diğeri Zonguldak’a dönmüşler.” dedim.
Yanımda oturan Üçpınar köyünden Remzi isimli arkadaş atıldı: “Hocam, o da bi şey mi? O da bi şey mi? Bizim köye tam 64 yıl sonra biri çıktı geldi..”

Ben çakı bulmuş çocuk gibi sevinerek atıldım: “Nasıl oldu? Anlat bakalım.”
1978 yılında Balıkesir İstasyonunda elinde bir torba, garip kıyafetli yaşlı bir ihtiyar iner. İstasyon önündeki taksilerden birine sorar:
Oğlum, beni Üçpınar köyüne götürü müsün?
“Gatürem amca, bin arabaya?”
O zamanlar Üçpınar’a giden yol, eski garajın üzerinden geçerek Toygar’dan Üçpınar’a giderdi. Şoför oraya doğru arabayı sürerken Toygar Tepe’ye geldiklerinde şoför:
“Amca, bak Üçpınar Köyü karşıda..”
Adam: “Yok oğlum.. Değil. Bizim köyün evlerinde dam yoktur. Bu köyün bütün evlerinde dam var.”
Biraz daha giderler. Yolun hemen solundaki köyün mezarlığı önünden geçerken, adam: “Dur..!” der. Dururlar. Adam taksiden iner, mezarlığa girer, bir ağaca sarılır. Biraz sonra gelir.
“Tamam oğlum, burası bizim köy. Bu ağaç Hacı Abdullah’ın çetlemiği (çitlembik) Tanıdım.”
Giderler. Taksi köy kahvesi önünde durur. Adam iner kahveye girer.
Yaşlı adam bir yere oturur. Hiç konuşmadan kahvedekilerin yüzlerine defalarca dikkatle bakar. Kahvedekilerden birisi muhtara gider, kahveye garip bir ihtiyarın geldiğini, hiç konuşmadan herkesin yüzlerine baktığını söyler.
Muhtar hemen kahveye gelir. İhtiyar adama:
“Amca, sen birini mi arıyorsun? Sen kimsin? Nerelisin?”
“Kimseyi aramıyorum oğlum ben de bu köydenim.”
“Amca, ben yirmi senedir bu köyde muhtarlık yapıyorum. Seni tanımıyorum. Kimlerdensin sen?”
“Çok oldu oğlum. Beni ancak ihtiyarlar tanır. Onları çağırır mısın?”
Biraz sonra köyün bütün ihtiyarları kahveye toplanır. Ama kimse geleni tanımamıştır. İhtiyar sormaya başlar: “Süleyman Çavuş?”, “Öldü.”, “Recep?”, “Öldü”, “Koca Salih?”, Öldü.”, “Topal Murat?”, “Öldü.”, “Eyüp Çavuş..?”, yaşlı bir adam yavaşça ayağa kalkar. “Eyüp Çavuş benim..” Bakar.. Bakar.. Bakar.. Bakar.. Sonra birden gelen misafire sarılır. “Muhammet, sen misin? Sen misin be? Nerede kaldın bunca zamandır? Nerelerdeydin be?”
Eyüp Çavuş tanımıştır geleni.
Anlatır. Çanakkale Cephesinde harp 1916 yılı başında bitince, Gazze Cephesine götürülür. Orada yaralanınca, Halep’de Asker Hastanesinde tedavi edilirken İngilizler gelir. Halepliler:
“Bunlar bizim insanlarımız. İngiliz gâvuru, bunlara eziyet eder.”
diyerek yaralıları hastaneden kaçırıp evlerine götürürler…
1918 de olan bu olayın üzerinden yıllar geçer. Bir türlü gelemez bizim askerler. Üçpınarlı Muhammet de orada kalır. Evlenir. Çocukları olur. Ama vatan hasretiyle harıl harıl yanmaktadır. Ancak altmış dört yıl sonra son bir kere daha vatanını görmek arzusu ile Balıkesir’e Üçpınar’a gelmiştir. Son bir kere daha görmek için.
Sorar; “Bizimkilere ne oldu? Yaşayan var mı?”
“Ne olacak bunca zaman, anan öldü. Baban öldü. Abin öldü. Ablan öldü. Amcan öldü, Dayın öldü. Karın öldü. Ama kızın sağ.”
“Neeee? Kızım sağ mı? Aaah benim bir de kızım vardı. Ben gittiğimde on beş günlüktü. Nerede şimdi benim kızım..?”
“Bak şu caminin yanındaki ev muhtarın evi. Onun yanındaki değil de öteki ev kızının evi. Biz ona Çakır Hatça” deriz.”
“Ama kızım beni tanımaz ki?”
“Bekle. Ben söyleyip geleyim.”

Gider. Hatça Teyze avluda leğende çamaşır yıkamaktadır. Eyüp Çavuş telaş içinde avluya girince; “Hayrola, Eyüp Dayı, Ne var?”
“Hatça kızım, sana müjdeli bir haberim var. Baban geldi.. Baban sağ..”
Hatça Teyze; “Iıııııh.!” diyerek bayılır. Biraz sonra ayıltılınca; “Eyüp Dayı, bu nerden çıktı. Şimdiye kadar bana hep babamın şehit olduğunu söylediler ya.?”
“Kızım gelen baban. Ben tanıdım.”
“Nerede babam?”
“Kahvenin önünde.”

Hatça Teyze hemen fırlar. Eyüp Çavuş da arkasından çıkar. Gelen Muhammet Çavuş gelenleri görünce o da koşarak karşılamaya gelir. Ama ikisi de birbirlerine yabancıdırlar. Öyle ya hayatın bin bir derdi ile gurbet ellerinde kalmış, bir kızı olduğunu unutmuş birisinin altmış dört yıl sonra yaşlı bir kadın karşısına çıkıyor ve onun kızı olduğu söyleniyor. Altmış dört yıl babasının öldüğü söylenen birisine de, karşısında duran ihtiyar adamın babası olduğu söyleniyor.
Karşı karşıya gelip garip bir şekilde birbirlerine bakıyorlar.
Biraz sonra Eyüp Çavuş: “Kızım Hatça, bu senin baban. Ben kendimden nasıl eminsem, bu adamın senin baban olduğundan eminim. Öp elini.” der.
O gece Üçpınar Köyünde bayram yaşanır. Herkes bu yeni duydukları akrabalarını ziyarete gelirler. Muhammet Çavuş on beş gün kadar, köyünde dolaşır. Tarlalara gider, tepelere çıkar.
On beş gün sonra kızına:
“Kızım, ben artık gidiyorum.” der.
Kızı: “Baba, nereye gidiyorsun? Bu gördüğün her şey senin ya”
“Hayır kızım. Ben artık Halep’liyim. Orada kardeşlerin var. Bir oğlum, bir kızım var. Ben sadece bir kere daha yurdumu, vatanımı ölmeden önce bir kere daha görmek için geldim.” der ve ertesi gün gider.
Ertesi yıl gene gelir. bu sefer oğlunu ve kızını da getirmiştir.
Oğlu Halep’te inşaat mühendisi imiş. Onun adını da “Muhammed” koymuş. Kahvede kendisine sormuşlar. “Senin adın Muhammed. Ama oğluna neden kendi adını verdin?”
“Ben vatan hasreti ile yıllardır o kadar yandım ki, ben ölmeden vatanıma kavuşamazsam, adımı hiç değilse oğlum götürsün vatanıma diye kendi adımı verdim ona da.”

Kızının adını ne koymuş biliyor musunuz? O altmış dört yıl hasretini çektiğinin adını koymuş. Dünyanın en güzel adını koymuş.

Kızının adını “TÜRKİYE” koymuş Halep’li TÜRKİYE…

Kültür Emperyalizmi ..

Prof. Dr. Mehmet Maksudoğlu Hoca Yazdı

Emperyalistler, işgal ettikleri veya nüfûzları altına aldıkları ülkelerin yerüstü ve yeraltı zenginliklerini, elmas, altın, petrol ne varsa kendi ülkelerine taşırlar. Bu sömürme işi, siyâsî sebeplerin zorlamasıyla, sömürdükleri ülkelere, bağımsızlık vermelerinden sonra da, oralarda kurmuş oldukları düzenle ve birtakım anlaşmalarla devâm eder, gider. Güney Afrika’dan çekilip giderken, elmas işini anlaşmalarla sağlama bağlarlar. Fransa, Afrika’daki sömürgesinden çekilirken, kendisi Euro’ya geçtiği, Fransa’da Euro kullanıldığı hâlde, eski sömürgesinde Frank kullanılmasını şart koşar, resmî dil Fransızca olarak devâm eder. Okul mecburiyeti koyar; okulda öğretim Fransızca yapılacaktır. İngiltere’nin eski sömürgelerinde, trafik soldan akmağa devam eder. 

Ülkemize Afrika’dan okumak üzere gelen genç diyordu ki: “Ben, ülkemin ne kadar zengin olduğunu Türkiye’de öğrendim. Hepimiz, ülkemizin çok fakir olduğu görüşünde idik, bize ÖYLE ÖĞRETMİŞLERDİ.” Ayrıca, değersiz olduğumuz, bir işe yaramayacağımız gibi bir kanaat, görüş içimize sinmişti, başka türlü düşünmek, olacak iş değildi. 

Tekrârında fayda var; yaşlı İngiliz diyordu ki: “Bir Afrika’lıya, ‘hiç İngiltere’ye gittin mi?’ diye sorulduğunda; ‘No, I have never been home’ (hayır, hiç yuvada, Anavatan’da bulunmadım) derdi, yazık ki bu kafa yapısını devam ettiremedik.” Afrika’lı yerlinin KİMLİĞİNİ yok etmişlerdi; kendini, İngiltere’ye âid, fakat oradan AYRI DÜŞMÜŞ olarak görüyordu, 99 dedesi İngiltere’yi rüyâsında görmemiş iken, kendini, ORAYA ÂİD olarak görüyordu. Kimliğini yitiren insana, “insan” denilebilir mi? kimliğini yitirenin, bu dünyâda bir anlamı kalır mı?

Ne kadar dikkat çekicidir: Abdünnâsır devrinde, Mısırlı eski bir subayla Avrupa’da, trende aynı vagonda seyâhat ediyorduk, Mısır, Arap milliyetçiliğinin merkezi idi. Bu subay eskisi, kompartımanda benimle Arapça konuşuyor, koridora çıktığımızda İngilizce konuşuyordu. Öte yandan,  Mısır’lı, muhafazakâr, Müslüman bir profesöre, “Kahire’de büyük bir meydanda Firavun heykeli varmış?” diyerek hayretimi belirttiğimde, “onun için ayrıca masraf edilmedi, hazır bulundu” gibi bir şeyler söylemişti. Firavun’un, İslâm nazarında neyi temsîl ettiği filân gündemde değildi.

Avrupa’lı sömürgecilerin, bizden kopardıkları Arap ülkelerinde, bizi nasıl sömürgeci olarak tanıtıp onlara Türk düşmanlığı aşıladıkları, çok iyi bilinen diğer bir gerçektir; sömürge ülkelerinde eğitimle nasıl oynadıklarının, gerçekleri nasıl çarpıttıklarının canlı örnekleridir.

***

Osmanlı’ya gelince: Osmanlı’nın yayılışı, yeni ülkeler zapt edip oraların zenginliklerini sömürmek için değildi; varlık sebebi olan “i‘lâ-ı Kelimetullah” (Allah’ın buyruklarını üstün kılmak) içindi. Meselâ, Macaristan’ın Osmanlı hâkimiyetindeki bölümüne edilen masraf, oradan gelen gelirden çok daha fazla idi. Osmanlı’nın Yemen’de bulunuşu, 16. yüzyılda büyük deniz gücü Portakal kâfirinin, daha sonra da İngiliz’in Kızıldeniz’e girip İslâm’ın iki kutlu şehrini tehdîd etmesini önlemek içindi, petrol söz konusu değildi (petrol 20. yüzyılın maddesidir, Osmanlı’nın o konuda bilgisi yoktu.) Bilakis, Çelebi Mehemmed’den başlayarak her yıl Hicâz halkına sürre alayı ile hediyeler gönderildi, birçok yerler gibi, Avrupa’nın ortasındaki Kanije ve çevresi,    Medîne-i Münevvere vakfı idi. 1601 yılında Şarlken’in kardeşi Ferdinand  çok kalabalık bir ordu ile Kanije’yi kuşattığı zaman, Tiryâki Hasan Paşa, bunu  belirterek, “Allah’ın, Medîne-i Münevvere vakfı olan” Kanije’nin, kâfir eline düşmesine izin vermeyeceğini ekleyerek askerin moralini yükseltmişti.

Osmanlı, hâkim olduğu, ülkesine kattığı bölgelerdeki gayrımüslim halka, Kur’ân’da buyurulduğu üzere, CİZYE uyguladı. Kâfir (hakaret kasdım yok: bir niteliğini belirtiyorum) İslâm ordusunda askerlik yapamayacağı için, “bir nevi karşılık” demek olan cizye öderdi, ticâretine devâm ederdi. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, papazlar, hahamlar cizye ödemezlerdi. Kâfirler, ehl-i kitap, dillerinde, kültürlerinde, geleneklerinde tamamen serbest idiler. Kendi dilleriyle eğitim yaptılar, çocuklarını, kendi inançlarına göre yetiştirdiler, geleneklerini devâm ettirdiler: Rum gençler, Patriğin denize attığı haçı çıkarma geleneğini 571 yıldan beri sürdürüyorlar: kışın soğuğunda denize atlayıp haçı çıkarıyorlar. Osmanlı, yönettiği gayrımüslimlere kendi  dilini dayatmadı. Türkçeyi öğrenenler, benimseyenler, bunu GÖNÜLLÜ olarak, isteyerek yaptılar: internette dolaşıyordu; Makedonya’da, bir esnaf, dükkânının yüksek bir yerine astığı Türk bayrağını, gelmiş olan iki Türk hanıma göstererek, “sanmayın ki bu bayrak, yalnız Türklerin bayrağıdır, bu bayrak, HEPİMİZİN bayrağıdır. Türkiye için ölmeğe hazır çok adam vardır, ben de Türkiye için ölürüm, ben Türk değilim, ama Türkiye için ölürüm” diyordu, Türkçe konuşarak. OSMANLI BUDUR! Kirli, iğrenç emperyalizmle yakından uzaktan ilgisi YOKTUR, ama, “Osmanlı İmparatorluğu” iftirâsı, okul kitaplarımıza bile girmişti, birkaç nesil, ÖYLE okuyarak yetişti (daha doğrusu: imâl edildi).

Kültür emperyalizmi, böyle korkunç, çok tehlikeli, kimlik yıpratıcı, hattâ milletin kimliğini yok edici bir belâdır! 

***

Makedonya’daki esnafın davranışı, sözleri, büyük bir gerçeğin, buzdağının, görünen kısmıdır: Türkiye, Türkiye’den ibâret değildir; Türk, BEKLENMEKTEDİR, Türkiye, Türkler, yalnız Müslüman âleminin değil, bütün mazlûm coğrafyaların ümididir. Bu gerçeği, dostlarımız (!) da çok iyi bilmektedirler ve kendimize gelmememiz, toparlanmamamız için her türlü hüneri sergilemektedirler. 

***

Kültür istilâsına mârûz kalan, emperyalistin İSTEDİĞİ GİBİ düşünür ve davranır: bedeni, yaratıldığı, kendini bulduğu gibidir, ama, görünüşü, kıyâfeti, davranışı, kendi diline emperyalistin dilinden alıp doldurduğu kelimeler onu, emperyalist Avrupalı’nın tuhaf, beceriksiz bir kopyası hâline getirmiştir. Kafa yapısının, emperyalist Avrupa’nınkine benzediğinin en göze batan tezâhürlerinden biri, bizim için HİÇ BİR ŞEY İFÂDE ETMEYEN, Puta tapıcı ROMA İmparatorluğu konusudur. Roma İmparatorluğu, Avrupa’nın 3 kültür kökünden biridir; diğer ikisi, eski Yunan ve kültür olarak devam ettirdikleri Hristiyanlıktır. Arkeoloji öğretimi, tam da Avrupa’lının istediği gibi (o zihniyetin çizdiği) yörüngede gitmektedir, o öğretimden geçen arkeologlarımız, Türkiye’nin her yerini kazıp kazıp Roma/Yunan kalıntılarını toprağın altından çıkarmaktadırlar, belediyelerimiz de bu işe destek olmayı, çuvallar dolusu para harcamayı sürdürmekte ve bu ‘çağdaş’ eylemden öğünç duymaktadırlar. Osmanlı’nın, BİZİM; Avrupa’nın ortalarına kadar olan yakın geçmişimizde oralarda bıraktığımız binlerce değil, on binlerce han, hamam, câmi, medrese, bedesten, tekke… den ESER KALMAMIŞTIR, MEZARLARIMIZ bile sürülüp yok edilmiştir. Milletlerarası hukuka göre, bir bölgenin, yörenin, kime âid olduğunun belirlenmesi için; orada YAŞAYAN KAVME DEĞİL, oranın târih, kültür bakımından KİME ÂİD olduğuna BAKILDIĞINI, kaç AYDINımız bilir?

Anadolu’daki yer isimleri olarak Avrupa’lının isrârla, inatla 2000 yıl önceki isimleri kullanıyor olması, kaç AYDINımızın dikkatini çeker? Afrika’daki Trablus merkezli bölge, 1400 yıl İslâm hâkimiyetinde iken, Avrupa’lı, inatla, israrla, o bölgeden Lybie diye söz etti, o bölge için Lybie kelimesini kullandı, oradan bahsederken Lybie diye yazdı. Günümüzde, biz de, o bölgeye, onlar gibi, Libya diyoruz ve HİÇ yadırgamıyoruz. 

Aynı tutumla, Sûriye, Lübnan, Filistin, Ürdün’ü içine alan bölgenin hepsi, 1400 yıl boyunca, BilâduşŞÂM iken, Avrupa’lı, isrârla, inatla o bölgeyi Syria olarak bildi, öyle adlandırdı (Süryânîlerin yurdu demek mi oluyor, Süryânî yurttaşlarımıza sormalı), 1917 yılında İngiliz o bölgeyi işgal etti, şimdi, biz de Sûriye diyoruz. Böyle bakıldığında, Nevşehir bölgemize BİZİM DE KAPADOKYA dememiz, uyumakta devâm etmeyenler için, düşündürücü değil midir KAPADOKYA HAVA ALANImız var!

Kime yaranacağız ki?

Yeni bir SEVİNDİRİCİ (!) haber:

Önümüzdeki yıl, Hristiyanların BİRİNCİ KONSİLinin toplanışının 1700 üncü yılı, İZNİK şehriMİZde anılacakmış: bâzıları “kutlanacak” diyorlar; kendi kelimelerimizi kullanacak olursak, “Kâfir’in,  kut’la ilişkisi olamaz,” değerli, güzelim kut kelimesinin veya türevlerinin kullanılması isrâftır ve münasebetsizliktir. Zâten, öyle, rastgele kullananlar, ineğe tapan Hindûlar gibi, avuçlarını birleştirip yüzlerine doğru kaldırırlar, bunun çağdaşça esenleme biçimi olduğunu sanırlar. Gel de tekrarlama:

Dünyânın en komik tipini yetiştirmek” konulu milletlerarası bir yarışma yapılmış olsaydı, açık ara şampiyon olurduk; 1791 yılında Üçüncü Selîm’in iyi niyet fakat yanlış seçimiyle  ‘çağdaşlaşma/her şeyimizle Avrupalılaşma’ yörüngesindeki ilerleyişimizin, çabalarımızın bizi getirdiği durum budur. 

01 Aralık 2024

SARKOPENİ ..

Herkes İçin Faydalı Bilgiler ..

İnsanda yaşlanmayla birlikte ortaya çıkan biyolojik bir fenomen: Sarkopeni nedir?

Sarkopeni, yaşlanma sonucu kas ve iskelet kütlesinin ve gücünün kaybedilmesi durumudur.
Bu oldukça korkutucu bir durumdur. Haydi, sarkopeniyi keşfedelim!
1. Ayakta durma alışkanlığı geliştirin
• Sadece oturmayın!
• Oturabiliyorsanız uzanmayın!
2. Yaşlı bir kişi hastalandığında ve hastaneye yatırıldığında:
• Ona daha fazla dinlenmesini veya sürekli yatakta kalmasını teklif ve telkin etmeyin!
• Çünkü bir hafta yatakta kalmak, kas kütlesinin en az %5’ini kaybetmesine yol açar!
• Yaşlı bir fert bu kaybedilen kasları geri kazanamaz.

Genellikle, yardımcı tutan birçok yaşlı, kas kaybını daha hızlı yaşar.
3. Sarkopeni, osteoporozdan (kemik erimesinden) daha korkutucudur!
• Osteoporozda sadece düşmemeye dikkat etmeniz yeterlidir.
• Ancak sarkopeni, yaşam kalitesini olumsuz etkilemekle kalmaz, aynı zamanda kas kütlesinin yetersizliği nedeniyle kan şekeri seviyesini artırır.
4. Kas kaybı en hızlı bacak kaslarında gerçekleşir!
• Çünkü kişi oturduğunda veya uzandığında bacaklar hareket etmez ve bacak kaslarının gücü etkilenir.
• Bu durum özellikle önemlidir!

Sarkopeniye dikkat edin!
Merdiven inip çıkmak, hafif koşu ve bisiklet sürmek harika egzersizlerdir ve kas kütlesini artırabilir.

Herkesin yaşlılıkta daha iyi bir yaşam kalitesi için:
• Hareket edin… Kaslarınızı kaybetmemek için!
• Yaşlanma, ayaklardan yukarıya doğru başlar!
• Ayaklarınızı aktif ve güçlü tutun!

Önemli Uyarılar:
• Her geçen gün yaşlanıyoruz. Bu yüzden ayaklarımızı her zaman aktif ve güçlü tutmalıyız.
• Sadece iki hafta boyunca bacaklarınızı hareket ettirmezseniz, bacaklarınızın gerçek gücü 10 yıl gerileyebilir.

Bu nedenle, düzenli egzersiz, özellikle yürüyüş, son derece önemlidir.
Ayaklar, insan vücudunun tam ağırlığını taşıyan birer sütundur.

Her gün yürümek önemlidir:
• İnsan vücudundaki kemiklerin ve kasların %50’si bacaklarda bulunur.
• İnsan vücudundaki en büyük ve en güçlü eklemler ile kemikler bacaklardadır.
• İnsan yaşamındaki fiziki aktivitenin ve enerji harcamasının %70’i bacaklar sayesinde gerçekleşir.

Ayaklar, vücudun hareket merkezi olarak görev yapar:
• Her iki bacakta, vücudun sinirlerinin %50’si, damarlarının %50’si ve kan akışının %50’si bulunur.
• Yaşlanma ayaklardan başlar.

Bacak egzersizleri için hiçbir zaman geç değil!
70-80 yaşından sonra bile başlanabilir.
• Her gün, ara vererek 30-40 dakika yürüyüş yaparak bacaklarınızın yeterli egzersiz almasını ve kaslarınızın sağlıklı kalmasını sağlayabilirsiniz.

Bu önemli bilgileri 40 yaş üzerindeki tüm arkadaşlarınız ve aile bireylerinizle paylaşın, çünkü herkes her gün yaşlanıyor.
🌱
Prof. Dr. İman el-Marakibi
Ayn Şems Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji ve Psikiyatri Profesörü
Dımridaş Hastanesi Multipl Skleroz Birimi Öğretim Üyesi

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
01.12.2024 Üsküdar

منقول للفائدة

ما هي ظاهرة (ساركوبينيا) البيولوجية التي تظهر في الانسان عندما يتقدّم به العُمر؟!

ساركوبينيا: هو فقدان كتلة العضلات والهيكل العظمي وقوتها نتيجة الشيخوخة.

إنها حالة مروعة.
دعونا نستكشف ساركوبينيا!

1- لتنمية عادة القدرة على الوقوف …
فقط لا تجلس ! …

ولا تستلقي إذا كنت تستطيع الجلوس !

2 – إذا مرض شخص مسن ودخل المستشفى فلا تطلب منه المزيد من الراحة .. أو الاستلقاء والاسترخاء وعدم النهوض من الفراش !

الاستلقاء لمدة أسبوع يفقد ما لا يقل عن 5٪ من كتلة العضلات !

والرجل الكبير في السن لا يستطيع استعادة عضلاته !

عادة، يفقد العديد من كبار السن الذين يستأجرون مساعدين ، يفقدوا عضلاتهم بشكل أسرع !

3 – الساركوبينيا مرعبة أكثر من هشاشة العظام !
مع هشاشة العظام ، تحتاج فقط إلى توخي الحذر حتى لا تسقط ، في حين أن ساركوبينيا لا تؤثر فقط على نوعية الحياة ولكنها تسبب أيضًا ارتفاع نسبة السكر في الدم بسبب عدم كفاية كتلة العضلات !

4 – أسرع خسارة في ضمور العضلات تكون في عضلات الساقين !
لأنه عندما يجلس الشخص أو يستلقي، لا تتحرك الأرجل وتتأثر قوة عضلات الساقين … هذا مهم بشكل خاص !

يجب أن تنتبه إلى ساركوبينيا!

صعود ونزول السلالم … الجري الخفيف ، وركوب الدراجات كلها تمارين رائعة ويمكن أن تزيد من كتلة العضلات!

من أجل نوعية حياة أفضل للجميع في سن الشيخوخة …

تحرك … لاجل لا تضيع عضلاتك !!

الشيخوخة تبدأ من القدمين إلى أعلى !

حافظ على رجليك نشطة وقوية !!

▪ مع تقدمنا ​​في العمر وكبر السن بشكل يومي، يجب أن تظل أقدامنا نشطة وقوية دائمًا.

▪ إذا لم تحرك ساقيك لمدة أسبوعين فقط، ستنخفض قوة ساقيك الحقيقية بمقدار 10 سنوات.
لذلك …
التمارين المنتظمة مثل المشي، مهمة جدًا.

الأقدام نوع من الأعمدة تحمل الوزن الكامل لجسم الإنسان.
المشي كل يوم مهم

من المثير للاهتمام أن 50٪ من عظام الشخص و 50٪ من العضلات موجودة في الساقين.

هل تمشي

أكبر وأقوى مفاصل وعظام جسم الإنسان توجد أيضًا في الساقين.

70٪ من النشاط البشري وحرق الطاقة في حياة الإنسان يتم بالقدمين.

القدم هي مركز حركة الجسم.

▪ تحتوي كلتا الساقين معًا على 50٪ من أعصاب جسم الإنسان، و50٪ من الأوعية الدموية و50٪ من الدم يتدفق من خلالها.

تبدأ الشيخوخة من القدمين إلى أعلى.

▪ تمرين الرجلين .. لم يفت الأوان أبداً حتى لو بعد سن السبعين والثمانين
▪المشي لمدة 30-40 دقيقة بشكل متقطع على الأقل يوميًا للتأكد من أن ساقيك تتلقى تمرينًا كافيًا ولضمان بقاء عضلات ساقيك في صحة جيدة.

شارك هذه المعلومات المهمة مع جميع أصدقائك وأفراد أسرتك الذين تزيد أعمارهم عن 40 عامًا ، حيث يتقدم كل فرد في العمر يوميًا.🌱
أ.د إيمان المراكبي
أستاذ طب المخ و الأعصاب و الطب النفسي بكلية الطب جامعة عين شمس
أستاذ بوحدة التصلب المتعدد بمستشفى الدمرداش

EKMEKÇİ TEYZE

Halime Demireşik Hanım Yazdı

Bir Bursa seyahatimizde, Ulu Cami’de öğle namazımızı edâ ettikten sonra çıktık. Eşim, arabayı otoparktan alırken, biz biraz çarşı içine doğru yürüdük. Hava çok soğuk… Yolun kenarında soğuktan büzülmüş yaşlı bir teyze dikkatimizi çekti. Önüne serdiği çuvalın üzerinde köy ekmekleri…

“-Ekmeklere buyurun!..” derken göz göze geldik. Bana gülümseyip:

“-Kızım, gel sana da ekmek vereyim!” dedi. Alsam mı, almasam mı diye düşünerek yanına yaklaştım.

“-İki tane verir misin, teyzeciğim!..” dedim. Ekmekleri poşete koyarken:

“-Vaktin varsa, gel yanıma, biraz sohbet edelim.” dedi. “Her zaman senin gibileri nereden bulacağım!” derken etrafındaki kartonlardan bana oturacak bir yer ayarladı.

Yanımdaki kızlarıma:

“-Siz de şuraya gelin!” dedi ve başladı anlatmaya…

“-Kızım, benim ömrüm çok çileli geçti. Ama Rabbimden çok râzıyım. O beni, hiç yoktan var edip kulluğa kabul etmiş ve kendini sevdirmiş. Artık çilelerin bir ehemmiyeti kalır mı hiç? Öyle değil mi? Henüz onüç yaşında, otuz bir yaşındaki biriyle evlendirildim. Anam-babam; «Biz çok fakiriz; orada rahat edersin!» diye düşündüler belki de…

Hâlbuki gelin gittiğim ev de bizim gibi yokluk içindeydi. Küçük yaşımda hem kayınvâlidemden, hem kayınpederimden, bazen de kocamdan eziyet görüyordum. Yediğim dayakların haddi hesabı yoktu. Onlar beni çocuk olarak görmüyor ve bir yetişkinin yapabileceği işleri yaptırıyorlardı bana… Tabiî, gücüm yetmeyince de dayağı yiyordum. Çocukluk yıllarım böyle geçti.

Kocam hastaydı, pek çalışmazdı. Gençliğimde âdeta bir erkek gibi, evin bütün yükü bana aitti. Bu arada dört çocuğum oldu. Beyim, evlendiğimde bana namaz kılacak kadar sûre ezberletti. Onlarla namaza başlamıştım. O yaşımdan beri hep kılarım.”

Bu sırada kızıma dönüp:

“-Sen de hiç namazlarını bırakma kızım! Namaz insanın en güzel dosttudur.” diyerek konuşmasına devam etti:

“Bir Ramazan’da imam efendi, hutbede teheccüd namazı kılmanın çok sevap olduğunu söylemişti. Onu duyar duymaz teheccüd namazına başladım. Her gece on iki rekat kılardım. Sonra da ellerimi açar:

“Rabbim, Sen ne güzel bir Rab’sin. Ben Seni çok seviyorum. Sen de beni sev ve sevdiklerine sevdir!” diye duâ ederdim.

Bir gün kayınvalidem, felç geçirip yatalak hasta oldu. Hiç kimse bakmaya yanaşmadı. Ben sırf Allah rızası için yıllarca «öf» bile demeden ona baktım. Ölmeden evvel benden helâllik istedi.

“-Ben sana hayatı zehir ettim. Sen ise, bana başa kakmadan hizmet ettin; hakkını helâl et kızım!..” dedi. Ben de:

“-Helâl hoş olsun anacığım. Ben seni mahcup etmek için değil, Allah rızâsı için sana baktım!..” dedim.

Kayınvâlidem vefat edince, kayınpederim yatalak oldu. Aynı şekilde ona da baktım. Hiç yüksünmedim. Onun ardından, zaten hasta olan kocam yatalak oldu. Geçen yıl rahmetli olana kadar da ona baktım. Tam 52 senem böyle geçti. Çok yokluk gördük, kızım!.. Günlerce mutfağımızda tencere kaynamadığı oluyordu. Dağlardan ot toplayıp onları kaynatıp çorba diye çocuklarıma yedirirdim. Çocuklar okula giderken bir gün açlıktan ağlaştılar. İşte o gece teheccüdde:

“-Rabbim, ben Sen’den ve bana verdiğin rızıktan râzıyım. Ama çocuklar açlığa dayanamıyor. Ne olur, onlara yedireceğim helâl bir rızık ikram et!..” diye duâ ettim.

Sabah namazından sonra uyumuşum. Rüyamda yanıma beyaz sakallı bir dede geldi. Yanında da orta yaşlarda, güzel yüzlü bir zât vardı:

“-Kızım, ben Bursalı Üftade’yim; yanımdaki de Aziz Mahmud Hüdâyî’dir. Sen, yarından itibaren ekmek pişir ve onu sat! Çocuklarının rızkını temin et!” dedi.

O, arkasını dönüp giderken Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri omzundaki sırığı gösterdi ve:

“-Bak, şeyhim bana«Ciğer sat!» dediğinden beri, ihtiyacım olmadığı hâlde satmaya devam ediyorum. Senin ise, kazanacağın paraya ihtiyacın var. Ona itaat et!..” dedi ve gitti.

Uyandım, saate baktım. Yatışımla kalkışım, neredeyse beş dakika olmuş. Bu rüyanın bir işaret olacağını düşünerek komşulardan borç un aldım ve köy ekmeği yaptım. Bunları satmak için Ulu Câmi’in önüne getirdim. Birkaç tane satınca yanıma yaşlı bir dede geldi:

“-Kızım, ekmek kaç lira?” diye sordu. Ben:

“-Dört lira, dedeciğim.” dedim.

“-İki ekmek sar, bakalım.” dedi ve bana elli lira verdi. Ben paranın üstünü hazırlamaya çalışırken, dede:

“-Üstü kalsın, sana sermaye olsun!..” dedi ve gitti.

Akşama kadar güzel satış yaptım. Çok sevinçliydim, birkaç ekmek kaldı, onu da yolda satarım düşüncesiyle ekmek bohçamı toplayıp giderken orta yaşlarda bir adam, önüme geçip kollarını açtı:

“-Teyze, ne satıyorsun?” dedi. Ben de:

“-Ekmek satıyorum.” dedim.

“-İki tane de bana verir misin?” diye sordu.

“-Tabiî oğlum.” dedim ve bohçadan iki ekmek çıkarıp verdim. O da elli lira verdi.

“-Üstü kalsın, sermaye yaparsın.” dedi ve uzaklaştı.

Kalan iki ekmekle eve döndüm. Kazandığım paranın bir kısmı ile un, tuz vs. aldım. Çocuklara güzel yemekler hazırladım. Uzunca aradan sonra, doğru düzgün yemek yemenin sevincini hep beraber yaşıyorduk. Yatsı namazını kılıp Allâh’a hamd ettim. Çok yorulmuştum. Usulca yatağıma kıvrıldım; birden aklıma benden ekmek alan yaşlı adam ve genç olanı geldi. İkisi de elli lira vermiş ve farklı zaman dilimlerinde aynı şeyi, yani “paranın üstünü sermaye yapmamı” söylemişlerdi. Ve ikisinin de sîmâsını tanıyor gibiydim. O an aklım başıma gelmişti; bir gece evvel rüyamda gördüğüm Üftâde Hazretleri ile Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri’ydi onlar… “O an nasıl aklıma gelmedi?” diye kendime kızdım.

Bu yaşadığım hadisenin tesirinden yıllardır kurtulamadım. Allah, yıllarca sabrettiğim için bana dostlarıyla yardımını göndermişti. Kazandığım ekmek parası ile çocuklarım aç kalmıyordu, ama elime geçen para da mutfak ihtiyacından başka hiçbir şeye yetmiyordu. Aylardır kiramızı ödeyemiyorduk. Ev sahibinin tahammülü kalmamıştı. Bir gün kapımıza dayandı ve:

“-Artık evden çıkın!..” dedi.

Nereye gidebilirdim? Eşyamı taşıtacak param bile yoktu. O gece teheccüde kalktığımda, başladığımdan beri yaptığım gibi on iki rekât namaz kıldım. Ardından Rabbime niyaz ettim. Sabah namazından sonra uyuyunca, aylar sonra yine Üftâde Hazretleri rüyama teşrif etti. Bana bir ev adresi verdi.

“-Bu adreste sana ayırdığımız ev var. Hatta benim evime çok yakın!.. Git orayı satın al!..” dedi.

Kollarını açıp evin nerede olduğunu, içini dışını, her şeyini gösterdi. Uyanınca şaşkındım. “Gerçekten böyle bir ev var mı ki?” diye düşündüm. Bana söylediği adres aklımdaydı. Unutmadığıma göre, Allah dostlarına îtimat edip gidip bakmalıyım, dedim ve verilen adrese gittim. Gerçekten dün rüyamda bana gösterilen ev, karşımda duruyordu. Çok sevinmiştim. Kapıyı tıklatıp evlerinin satılık olup olmadığını sordum.

“-Satılık!” dediler, ücretini söylediler.

Ben de onlara:

“-Tamam, ben parayı ayarlar ayarlamaz gelirim!” dedim.

Fakat kendi evime dönerken o söylenen miktarı hiçbir zaman bulamayacağımı biliyordum. Üç ay tanıdıklarımdan bulmaya çalıştım. Kızım, kimse fakirin dostu olmuyor işte, olanlarda fakir… Bir türlü bulamadım. Bir taraftan da “zaten üç ay geçti, başkası o evi almıştır!” diye düşünüyor ve üzülüyordum. Arada evine temizliğe gittiğim yaşlı bir dede vardı. Bir gün telefon açıp beni temizliğe çağırdı. Evine gittim, temizliğini yaptım. Bahçe işlerinde de yardımcı oldum, bana:

“-Kızım, yıllarca bize hizmet ettin. Artık bizim vademiz dolmak üzere!.. Bize çok hakkın geçti. Ölmeden önce sana bir iyilik yapmak istiyorum. Bir şeye ihtiyacın var mı?” diye sordu. Ben de:

“-Duânıza muhtacım, amcacığım… Zaten sen yaptıklarımın ücretini hep ödedin. Bir hakkım yok!..” desem de ısrar etti. Ben de rüyamı anlatıp Üftâde Hazretleri’nin gösterdiği evden bahsettim.

“-Müsait olursanız ona gönlünüzce katkıda bulunabilirsiniz!..” dedim. O:

“-Ev kaç paraymış?” dedi. Ben de ev sahibinin istediği fiyatı söyledim.

“-Üftâde Hazretleri’nin emri başımız üstüne!..” deyip evin bütün ücretini verdi.

Üftâde Hazretleri’nin himmeti, dedenin yardımı ile Allah bizi bir zorluktan daha kurtarmış oldu, elhamdülillah! Eve taşındım.

Evimin hemen yanında bir harâbe vardı. İki yıl sonra Belediye gelip etrafını çevirdi ve restorasyona başladılar. Bitince şaşırdık. Çok güzel bir tekkeymiş meğer… Orada çalışan işçilere:

“-Burası ne tekkesiymiş?” diye sordum. Onlar da:

“-Burası, Üftâde Hazretleri’nin evi ve talebelerini yetiştirdiği tekke!..” dediler.

Gerçekten o an bir kez daha titredim. Üftâde Hazretleri, bana evimi gösterirken:

“-Benim evimin yanında!..” demişti. Gerçekten Allah dostlarının tasarrufu, Allâh’ın izni ile üzerimizde…

Aman yavrularım, bunlar hep teheccüd namazlarının ardından edilen gözü yaşlı duâların geri çevrilmediğini gösteriyor. 52 yıldır, elhamdülillah, hiç terk etmedim. Geçen yıl da hem okuma-yazma öğrendim, hem de güzel kitabımız Kur’ân’ı öğrendim. Şimdi her gece teheccüd namazından sonra Yâsîn Sûresi’ni okuyorum. Bütün ölmüşlerime, özellikle beni küçük yaşlarımda çok döven ve çocuk olduğum hâlde beni evlendiren ana-babacığıma hediye ediyorum. Allah’a, onları affetmesi için duâ ediyorum. Ben bana yapılanları unuttum.”


Bu sırada kızım:

“-Teyze, benim öyle annem-babam olsaydı, onlara hiç duâ etmezdim!..” dedi. O da:

“-Olur mu yavrum, annem-babam olmasa ben dünyaya nasıl gelecektim?! Onların vesîlesi ile dünyaya geldim ve Rabbime kul, en önemlisi güzel Peygamberimize ümmet oldum. Yoksa bu nimetleri kaçıracaktım. Bu, iki dünyanın en büyük nîmetidir. Ben Peygamberimi çok seviyorum. O’nun çektiği çileler yanında, benim çektiğim ne ki… Bazen O’nu -sallâllâhu aleyhi ve sellem- o kadar çok özlüyorum ki, yüreğim yanıyor. Hasretle çağırıyorum. Rüyalarıma geliyor. O’nu görünce bu dünyanın çilelerini unutup gidiyorum. Allah, O’nun yolundan bizi ayırmasın!..” (Amin..) diye cevap verdi.


Böyle güzel güzel sohbet eden teyzemizi dinlerken kocam geldi. Onunla da tanıştı. Sonra onu alıp evine bıraktık. Sarp yokuşlardan çıkılan, şehre hâkim bir tepede, eski bir Bursa evi… Aynı dar sokakta, Fatma Teyze’nin evine varmadan birkaç ev önce Üftade Hazretleri’nin restorasyondan geçmiş tekkesi vardı. Henüz hizmete açılmamış, kapalıydı, içine de giremedik. Bir dahaki Bursa seyahatimizde Rabbimiz burayı da ziyaret etmeyi nasip eder, inşâallâh…

Gazze’de 3 Kg Un ..

Yaşanmış Gerçek Bir Hikâye

Gazze’den mülteci (Göçmen) Abdullah şöyle anlatıyor: Bir adamın un sattığını ve kilosunun on dolara denk geldiğini öğrendim. Hemen ailem için alabileceğim kadar almak üzere yanına koştum. Ancak adamın kişi başına yalnızca üç kilo sattığını öğrenince şaşırdım. Üç kilo aldım ve büyük bir sevinçle kampımıza doğru yola koyuldum. Çünkü uzun zamandır ekmek tatmamıştık, çocuklarım elimde un müjdesiyle içeri girdiğimi görünce mutluluktan havalara uçacaktı.

Mülteci Abdullah şöyle devam ediyor: Ancak hiç beklenmedik bir şey oldu. Bizim mülteci kampımıza doğru giderken önümde bir kadın ve iki küçük çocuğu belirdi. Çocukların açlıktan zayıf düştükleri belliydi. Kadın gözyaşları içinde benden yardım istemeye başladı. Allah adına yemin ederek dul olduğunu ve çocuklarının günlerdir biraz makarnadan başka bir şey yemediklerini söyledi.

Duygularıma hakim olamadım ve elimdekileri hiç tereddüt etmeden kadına ve çocuklarına verdim. Ardından tekrar o un satan adama gidip üç kilo daha un satın almak istedim.

Ama yanına vardığımda adamın tüm ununu sattığını ve artık hiçbir şey kalmadığını görüp öğrendim. İçimi tarifi mümkün olmayan bir hüzün kapladı. Un olmadan çadırıma nasıl dönecektim? Çocuklarım un almaya gittiğimi biliyorlardı.

Ancak dul kadın ve yoksullara yardım etmenin faziletiyle ilgili Hadis-I Şerifleri hatırladım. Özellikle de Buharî ve Müslim’in rivayet ettiği şu Hadis-i Şerifi: “Dul ve yoksulların geçimini sağlayan kişi, Allah yolunda cihad eden gibidir” veya “Gece boyunca ibadet edip hiç yorulmayan, gündüzleri de oruç tutup hiç ara vermeyen kimse gibidir.”

Mülteci Abdullah şöyle devam ediyor: Kampımızın yakınına vardığımda, çadırıma girmeden önce bir arkadaşım bana seslendi. Neden çağırdığını sorduğumda şöyle dedi: “Kayınbiraderlerim bana tam bir çuval un gönderdiler ve on kilo da senin için ayırdım, kardeşim Salim!” O an sevinçten çığlık attım. Sadece un bulduğum için değil, aynı zamanda ilahi bir hediyenin tatlılığı ve hızı karşısında hayran kaldığım için.

Arkadaşıma un alma hikâyemi ve o kadına nasıl verdiğimi anlattım. Arkadaşım, “Subhanallah! Çuval bana ulaşır ulaşmaz, seni arayıp bulmayı düşünmüş sabırsızlıkla sana ulaşmak istemiştim” dedi.

Mülteci Abdullah sözlerini şöyle bitirdi: Çadırın İçine ellerim un dolu olarak girdim; gözlerim de yaş doluydu. Eşim ve çocuklarımın coşkusu, sevinç çığlıkları ve mutlulukları anlatılamazdı!

Kardeşiniz Abdullah Salim

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
30.11.2024 Üsküdar

قصة حقيقية قصيرة

حدّث نازح من أهل غزّة، قال: علمتُ أن رجلاً يبيع الطحين، بما يعادل عشر دولارات للكيلو، فهُرعتُ إليه لأشتريَ ما يمكنني شراؤه لعائلتي، غير أنني فوجئتُ أنه لا يبيع سوى ثلاث كيلو غرامات فقط للشخص الواحد، فاشتريت الثلاث، وأسرعت نحو مخيّمنا والفرحة لا تسَعُني، فقد مضت أيّام كثيرة على آخر مرّة تذوّقت فيها الخبز، وسيطير أطفالي من الفرح عندما أدخل عليهم وفي يدي البشائر.

يقول النازح: لكن حصل ما لم يكن بالحسبان، فقد اعترضت طريقي إلى المخيّم امرأة ومعها طفلان صغيران بدت عليهما علامات الهزال من الجوع، وطفِقَتْ تتوسّل إليَّ باكيةً أن أساعدها، مقسمةً بالله أنها أرملة وأن أطفالها لم يأكلوا منذ أيام سوى قليلٍ من المكرونة.

ولم أتمالك مشاعري، فدفعتُ غيرَ متردّد ما في يدي إلى المرأة وطفليها، وعدت أدراجي إلى الرجل لأشتريَ ثلاث كيلو غرامات أخرى.

لكني عندما وصلت إلى مكانه وجدته قد باع بضاعتَه، فلم يبقَ منها شيء، فأصابني من الغمِّ ما لا يعلمه إلا الله، كيف سأعود إلى خيمتي من دون طحين، وقد علم أولادي أنني ذاهبٌ لشرائه.

بيدَ أني تذكرت ما جاء في فضل الإنفاق على الأرملة والمسكين، لاسيما الحديث الجليل الذي أخرجه الشيخان: “الساعي على الأرملة والمسكين، كالمجاهد في سبيل الله”، أو “كالقائم لا يَفتُر، والصائمِ لا يُفطِر”.

قال النازح: ولمّا بلغتُ مشارفَ المخيّم، وقبل أن أدلُفَ إلى خيمتي، إذا بصديقٍ لي يناديني، فسألته عن الأمر، فقال: لقد بعث إليَ أصهاري بكيس طحين كامل، “وعملت حسابك يا أخوي سالم بعشرة كيلو”! وهنا صرخت من الفرح، ليس بحصولي على الطحين فحسب، بل بحلاوة العطيّة الربّانية وسرعتها. وقصصتُ على صاحبي ما كان من خبر شراء الطحين وكيف آل إلى تلك المرأة وابنيها، فقال: “سبحان الله! أول ما وصلني الكيس ما بعرف كيف خرجت أسأل عنك، وانتظرتك بفارغ الصبر حتى أعطيك نصيبك هذا”.

قال النازح: ودخلت على زوجتي وأطفالي حاملاً الطحين والدموع تترقرق في عينَيّ، فلا تَسَل عن استقبالٍ وفرحةٍ وهتاف!

أخوكم عبدالله سالم

Sıra Kudüs Üniversitesinde mi?

İsrail İşgal Güçlerinin Uluslararası Futbol Sahasını Yıkması ve Tahrip Etmesinden Sonra Şimdi Sıra Kudüs Üniversitesinde mi?

17 Haziran 2020 tarihinde, İşgal güçlerinin Kudüs Üniversitesi’ne yönelik devam eden saldırılarının bir parçası olarak, İsrail işgal güçleri, onlarca asker, askeri araç ve buldozer eşliğinde, Kudüs Üniversitesi’ne ait olan ve Abu Dis kasabasındaki ana kampüsünde inşası süren uluslararası futbol sahasının duvarlarını ve altyapısını yıktı. Ayrıca sahanın bazı bölümlerinde kazı ve tahribat gerçekleştirilerek, üniversiteye maddi ve manevi zarar vermek, üniversite çevresini istikrarsızlaştırmak ve bölgedeki tek uluslararası futbol sahasının inşasını engellemeye çalışıyor.

Kudüs Üniversitesi, bu açık saldırıyı en güçlü ifadelerle kınamaktadır. Bu saldırı, üniversiteye ve genel olarak Filistin halkına yönelik devam eden ihlallerin bir parçası olup, uluslararası hukuka, insan hakları sözleşmelerine ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve Genel Kurulu’nun ilgili kararlarına, özellikle de dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin işgal altındaki Filistin topraklarına uygulanabilirliğini vurgulayan ve işgalci gücün işgal altındaki bölgelerdeki sivil varlıklara karşı sorumluluklarını belirten maddelere açıkça aykırıdır. Bu durum, aynı zamanda Uluslararası Adalet Divanı’nın Ayrım Duvarı konusundaki danışma görüşünde de teyit edilmiştir.

Kudüs Üniversitesi, bu saldırının, bireysel ve toplumsal temel insan haklarını, mülkiyetin korunması hakkını, akademik özgürlükleri ve öğrenim hakkını ihlal eden ciddi bir tecavüz olduğunu vurgulamaktadır. Üniversite, bu bağlamda uluslararası toplumu, devletleri, ilgili uluslararası kuruluşları, özellikle FIFA’yı ve UNESCO’yu, bu ihlalleri durdurmak, üniversite topluluğunu ve yükseköğretim kurumlarını genel olarak korumak ve Filistin toplumuna yönelik somut koruma tedbirleri almak için acil bir müdahaleye çağırmaktadır.

Kudüs Üniversitesi, bu saldırı nedeniyle maruz kaldığı maddi zararın yaklaşık 300 bin dolar olduğunu tahmin etmekle birlikte, işgal güçlerinin sürekli baskı ve yıldırma politikalarının yol açtığı manevi zararların paha biçilemez olduğunu vurgulamaktadır. Üniversite, uğradığı zararın tazmini için uluslararası yargı mercileri dahil olmak üzere tüm hukuki platformlara başvurma hakkını saklı tutmaktadır.

Son olarak, Kudüs Üniversitesi, bu tür ihlallerin, üniversitenin insanlık için yükseköğretim sağlama misyonuna olan bağlılığını ve bilim, kültür ve medeniyet alanında bir ışık olarak kalma kararlılığını daha da güçlendireceğini ifade etmektedir. Kudüs Üniversitesi, adaletsizlik ve saldırılara rağmen, özgürlük ve insanlığın inşası yolunda Kudüs’ten ışığını yaymaya devam edecektir. Buldozerlerin yapıları yıkabilse de bilimi ve insanlık mesajını yıkamayacağını bir kez daha ilan etmektedir.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
29.11.2024 Üsküdar

Haber Yazının Arapça Aslı İçin:👇
https://www.alquds.edu/ar/news-ar/staff-news-ar/4511/بيان-صحفي-صادر-عن-جامعة-القدس-حول-إقدام/

Not:
Bunun dışında, Mescid-i Aksa’nın kuzeydoğusunda bir kilometre uzaklıkta bulunan Vadi el-Cevz bölgesindeki yaklaşık 20 mesken ve ticari dükkânın yıkılması için de emirler var.

Ayrıca, Mescid-i Aksa’nın güneyinde, Aksa’ya 500 metre uzaklıkta bulunan Selwan bölgesinde 83 yıkım emri de bulunmaktadır.

Elli Tekrar Metodu İle Ezberleme ..

Kur’an-ı Kerim’i Ezberlemenin En İyi Usülü: Elli Tekrar Metodu

Kur’an-ı Kerim’i ezberlemenin en iyi usülü, “Elli Tekrar Metodu” dediğim bir usüldür. Bu mübarek usül, ona bağlı kalan ve düzenli bir şekilde uygulayan kişilere Allah’ın kitabını sağlam ve kusursuz bir şekilde ezberlemeyi sağlar. Ayrıca, kolay ve erişilebilir bir metod olması sayesinde, günlük hayatın yoğunluğu ve sorumlulukları arasında herkes için uygun bir usüldür. Peki, bu Elli Tekrar Metodu nedir?

Bu usül oldukça basittir:
Değerli kardeşim, Kur’an-ı Kerim’den bir sayfa belirliyorsunuz (Mesela ilk sayfa). Daha sonra bu sayfayı, beş vakit namazdan sonra toplamda elli defa tekrar ediyorsunuz:

  • Sabah namazından sonra 10 kez,
  • Öğle namazından sonra 10 kez,
  • İkindi namazından sonra 10 kez,
  • ⁠Akşam namazından sonra 10 kez,
  • ⁠Yatsı namazından sonra 10 kez.

Bu şekilde, gün içinde sayfayı toplamda 50 defa tekrarlamış oluyorsunuz. Daha sonra, gece uyumadan önce sayfayı bir kez daha okuyarak kontrol ediyorsunuz. Sabah namazından önce uyanınca da bir kez okuyorsunuz. Ardından, sabah namazından sonra yeni bir sayfaya geçiyorsunuz.

Bu Usülün Avantajları:

1.Namazların Ardından Ezberleme: Ezberleme, namazlardan sonra yapıldığı için mübarek vakitlerle bağlantılıdır.
2.Kısa Süreli Tekrarlar: Her namazdan sonra sayfayı 10 kez tekrarlamak sadece 8-10 dakika sürer, bu da günlük yoğunluklar arasında rahatça uygulanabilir.
3.Hafıza Güçlendirme: Gün içinde sayfayı beş vakitte tekrarlamak, hafızanın en güçlü olduğu anlardan birine denk gelir. Bu sayede, daha kalıcı bir şekilde ezber yapmanız sağlanır.

Bu mübarek usül, Allah’ın izniyle, Kur’an-ı Kerim’i kusursuz ve sağlam bir şekilde ezberlemek isteyenler için denenmiş ve başarılı bir metottur.

Dua ve Temenni:
Allah Teâlâ’dan, bizi ve sizleri yüce kitabının ehli olanlardan eylemesini, Kur’an-ı Kerim’i ezberlemeyi ve onunla amel etmeyi kolaylaştırmasını niyaz ederim. Allah, Peygamberimiz Muhammed’e, onun âline ve ashabına salât ve selam eylesin.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
27.11.2024 Üsküdar

أفضل طريقة لحفظ كتاب الله عز وجل هي ما أسميه الطريقة الخمسينية لحفظ القرآن الكريم. وهي طريقة مباركة تمكن من يلتزم بها وينتظم عليها من حفظ متقن ومتين لكتاب الله عز وجل، بالإضافة إلى أنها طريقة سهلة وميسورة تناسب الجميع في غُمرة مشاغل وارتباطات الحياة اليومية. فما هي الطريقة الخمسينية لحفظ كتاب الله عز وجل؟

هي ببساطة أن تحدد، أخي الكريم ،أختي الكريمة، صفحة من القرآن الكريم، ولتكن مثلاً الصفحة الأولى، ثم تكررها دُبر كل صلاة من الصلوات الخمس عشر مرات:

تكررها عشر مرات بعد صلاة الفجر.

عشر مرات بعد صلاة الظهر.

عشر مرات بعد صلاة العصر.

عشر مرات بعد صلاة المغرب.

عشر مرات بعد صلاة العشاء.

فتكون قد كررتها خمسين مرة في اليوم، ثم قبل النوم بالليل تسمعها مرة واحدة، وبعد الاستيقاظ قبل صلاة الفجر تسمعها أيضاً مرة واحدة، ثم بعد صلاة الصبح من اليوم الموالي تبدأ مع صفحة جديدة.

ميزة هذه الطريقة المباركة أنها تربط الحفظ بأدبار الصلوات، وهي أوقات مباركة. كذلك، تكرار الصفحة عشر مرات عقب كل صلاة لا يأخذ من الوقت إلا القليل، من ثماني إلى عشر دقائق بالكثير. وهذا يناسب الجميع في غمرة الحياة والمشاغل اليومية، كما يناسب الموظف في مصلى وظيفته.

إن تكرار هذه الصفحة في أدبار الصلوات الخمس حتمًا سيصادف وقت توقد الذاكرة وقوتها، لأن الذاكرة تقوى في بعض الأوقات دون بعض. فإذا كررها عقب الصلوات الخمس، لابد أن يصادف هذا التكرار وقت توقد وقوة ذاكرة. فهذه الطريقة المباركة مجربة ومعينة بإذن الله عز وجل في حفظ متقن لكتاب الله سبحانه وتعالى.

أسأل الله سبحانه وتعالى أن يجعلنا وإياكم جميعاً من أهل كتابه العزيز، وأن ييسر لنا أجمعين حفظه والعمل به. صلى الله وسلم على نبينا محمد وعلى آله وصحبه أجمعين.

Ukrayna Savaşına Farklı Bir Bakış ..

Ukrayna’daki Savaşa Farklı Bir Bakış Açısı

Ukrayna’daki savaşa dair gözden kaçabilecek üçüncü bir boyut var:
• Amerika neden Ukrayna’yı Rusya ile şiddetli bir savaşa itti? Görünürde bu, büyük güçler olan Rusya ile Amerika arasındaki bir çatışma. Ancak bu savaşın gölgesinde kalan ve dikkat çekmeyen bazı olaylar ve anlaşmalar yapılıyor.
• Hepimiz biliyoruz ki Ukrayna, dünyaya, özellikle Afrika ülkelerine, en büyük tarım ürünü tedarikçilerinden biridir.
• Peki Amerika, Ukrayna’ya 64 milyar dolardan fazla bir miktarı hediye olarak mı verdi? Tabii ki hayır. Bu, Amerika’nın Ukrayna üzerinde kontrol sağlamasına ve kaynaklarına hükmetmesine yol açan bir borçtur. Bu borcun ödenmesi 40 yıldan fazla sürebilir. (Bu milyarların çoğu Amerikan sanayilerine gitti ve bu sanayilere en büyük yatırımcı olan şirket ise BlackRock’tur).
• İlk ödeme olarak Ukrayna, tarım arazilerinin %30’unu satmak zorunda kaldı. Peki, bu arazileri kim satın aldı? Evet, BlackRock şirketi.

Sonuç olarak, tarımsal kaynakların ele geçirilmesi söz konusu ve bu kaynaklar BlackRock’a teslim edilecek. BlackRock’un ortağı olan Bill Gates de İngiltere’de bulunuyordu ve bu ziyaretin ardından çiftçilere yönelik vergilerin artırılması bekleniyor. Bu noktadan sonrasını analiz etmek size kalmış.

Aynı durum Fransa’da da yaşandı ve çiftçiler grev halinde. Olayların ekonomik bir çatışma olduğunu daha net görebiliyor musunuz?

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
27.11.2024 Üsküdar

وجهة نظر على الحرب في اليوكرين
هناك بعد ثالث للحرب على اليوكرين قد يغيب عنا

  • لماذا زجت امريكا دولة اليوكرين في حرب ضارية مع روسيا.
    الظاهر هو ان هي حرب بين روسيا وامريكا كصراع دول كبرى. لكن هناك احداث واتفاقيات تتم في ظل هذه الحرب لم يتم تسليط الاضواء عليها.
  • كلنا نعلم ان اليوكرين هي أكبر دولة ممولة للعالم بالمحاصيل الزراعة وبالذات الدول الافريقية.
  • هل تظن ان امريكا دفعت اكثر من ٦٤ مليار دولار كهدية لدولة اليوكرين؟ لا طبعا بل هو دين يترتب عليه التحكم الامريكي بالدولة والتحكم بمواردها ويتطلب اكثر من ٤٠ سنة للتخلص منه.
    (أكثر هذا المليارات ذهبت إلى الصناعات الأمريكية ومن هو اكبر مستثمر في هذه الصناعات هي شركة بالاك روك).
  • ولقد تم دفع اول دفع لأمريكا ببيع ٣٠% من أراضيها الزراعية … وقد تسأل من المشتري..؟ نعم هي شركة بلاك روك B.Rock
    خلاصة الأمر وهو الاستيلاء على الموارد الزراعية والتي سوف تسلمها إلى شركة بلاك روك.
    وشريك بلاك روك هو بيل جيت الذي كان في بريطانية والذي سوف يتبع هذه الزيارة رفع الضرائب على المزارعين واترك لكم تحليل ما سيحصل بعدها.
    وحصل نفس القرار في فرنسا والمزارعين في حالة اضراب … هل وضح تستسل الأحداث. … الصراع اقتصادي.
Eyüp Sultan’ın Kabri mi İki Hiristiyan Azizin Mezarı mı?

Aşağıda paylaştığım yazıyı İbrahim Yıldırım isimli vatandaşımızın sosyal mecralardan birinde paylaştığını bana Dursun Öztürk Kardeşimiz bildirip aktardı. Yoksa İbrahim Yıldırım’ı tanımam bilmem, hakkında olumlu veya olumsuz hiç bir bilgim de yoktur. Ben kendisini değil sadece yazısını değerlendireceğim.

Cumhuriyet döneminin özelliklerinden biri de bilen bilmeyen herkesin, Dini konularda, belki daha doğrusu İslami konularda “ahkam kesme özgürlüğüne” sahip olmasıdır. Hele İslam dini aleyhinde yazma ve konuşma söz konusu ise, atış serbestliğinde hiç bir sınır yoktur.
Vatandaşımız İbrahim Yıldırım Bey bu atış serbestliğinden istifade ederek bayağı hızlı atışlar yapmış; isabetli olup olmaması hiç önemli değil, laf olsun torba dolsun kabilinden aklına gelen her şeyi yazıp sallamıştır. Aynı özgürlük Kemalizm ile ilgili olsa ne olur diye sorsam, kaç kişi açık ve net cevap verme cesareti duyabilir?

İşte İbrahim Yıldırım isimli vatandaşın Paylaşımı👇

İKİ HIRİSTİYAN AZİZİNİN MEZARI NASIL EYUP SULTAN OLDU?

Sevgili dostlar;
Bundan önceki paylaşımlarımızda “Biz de DİN dinin esas, ALLAH’IN GÖNDERDİĞİ MÜBİN OLAN KUR’AN YERİNE; hurafe ve uydurulmuş rivayetler üzerine, tarih ise yalanlar üzerine bina edilir. Yani DİN biriktirilmiş hurafelerden ve rivayetlerden/söylentilerden, tarih ise biriktirilmiş yalanlardan oluşturulur. Bu da bizim genelde din anlayışımızın müktesebatını oluşturuyor.” dediğimizde bazı dostlar bu söylemi pek hoş karşılamadı.
Ama şu da sosyolojik bir gerçek ki; halkların, toplumların, milletlerin hafızalarında oluşmuş hurafeler, efsaneler, mitolojik hikâyelerin zamanla gerçekten olmuş olduğuna inanılır. Bu durum çoğu zaman sağlam inanca dönüşerek din konumuna bile gelebiliyor.
Tıpkı Ebu Eyüp El Ensari’nin hiç İstanbul’a gelmediği, hiç İstanbul kuşatmasında bulunmadığı halde, egzotik ve ezoterik masalsı rivayetlerle/söylenti ve anlatımlarla İKİ HRİSTİYAN AZİZİNİN MEZARLARININ olduğu yere Eyüp Sultan adına türbe ve cami inşa ederek; mekanı ve kişiyi kutsallaştırıp iman açıdan şirk olduğu bilinmesine rağmen; tapınırcasına ziyaretgah haline getirmiş olduğumuz gibi.

Doç. Dr. Nursel Uyanıker Doktora tezinde ve eserinde; Eyyüb el Ensari’nim fetihten sonraki süreçte İstanbul inanç sistemi ve buna bağlı olarak halk bilimi, halk edebiyatını nasıl ve ne ölçüde şekillendirdiği geniş bir biçimde ele alınmaktadır. Eyüp Sultan türbesi etrafında oluşan efsaneleri ve uydurma tarihi yalanları dileyen bu kaynaktan daha detaylı bilgi edinebilir.

Eyüp Sultan türbesinin ve camisinin bulunduğu yerde; eskiden Hristiyanlara ait manastır ve bu manastır içinde Aziz Kosmaz ve Aziz Damyan doktorluk yapan, hekimlik yapan ikiz kardeşlerin mezarları bulunmaktadır. Bu iki aziz insanlara meccanen, karşılıksız şifa dağıtıyorlar, şifacı olarak biliniyor. Bunlarla ilgili Hristiyan geleneğinde birtakım mucizevi iddialar dillendiriliyor. Hatta bu azizler nedeniyle diğer manastırlar bile burasının ziyaretgâh yeri olduğu ve insanların gidip burada şifa bulduklarına inanırlarmış. Ayrıca bu yerde yağmur duasına çıktıklarına dair söylentilerde mevcuttur.

Fetih’ten sonra burayı Fatih eski Hristiyan geleneğini Aynen İslam’a uyarlıyor ve burasını fethin merkezi olarak konumlandırmaya çalışıyor. Hatta buraya Anadolu’dan Türkmenler getiriliyor özellikle Bursa’dan birçok kişi getirilip burada iskân ediliyor dahası; Hristiyanların bu bölgede yerleşimlerine ve burada yaşamalarına da izin verilmiyor. Bununla ilgili de Ferman çıkarılmıştır.

Sevgili dostlar,
Gelelim Eyüp el Ensari’nin Muaviye’nin oğlu Yezit komutasındaki 1. İstanbul’un kuşatılması katıldı ve kabrinin bulunma uydurma hikâyesine.
Kabrin bulunması meselesi iddialara göre Fatih döneminde İstanbul muhasarası devam ederken Akşemsettin bir rüya yoluyla Ebu Eyyüb El Ensari’nin kabrini bulmuştur, en temel iddia budur. Ebu Eyüp’ün vefatından sonra 780 yıl geçiyor, 780 yıl sonra görülen bir rüya ile işte mezarın yeri burası deniliyor. Ne kadar inandırıcı ise????

Bizim din anlatılarımızda Cibril rivayetleri, rüya, keşf ve gayp çok önemli ölçüde boşluk doldurma aracıdır. Özellikle tasavvufi din anlayışımızda hurafesiz, rüyasız, masalsız, mitolojisiz dini inanış olmaz. Rüyayı, gaybı, Cebrail’i, rivayetleri/ söylentileri çıkardığınız zaman; bizde dini gelenek hiçbir sağlam bilgiye dayanmadığından suni boyaları dökülür, adeta kelaynağa döner.

Ebu Eyyüb El Ensari’nin ne öldüğü tarih, ne öldüğü yer, ne de defnedildiği yer konusunda herhangi bir bilgi yoktur. Diğer yandan Ebu Eyyüb el-Ensari 90 yaşlarındadır 90 yaşlarındaki bir adam acaba o zamanın koşullarında İstanbul’a kadar nasıl gelebilir. Bunu dikkate aldığınız zaman iddia bir o kadar daha çıkmaza giriyor.

Bir başka husus var burada; bazı anlatılarda Abdullah Bin Zübeyir, İbni Ömer, İbni Abbas gibi sahabelerin de bu sefere katıldıkları ile ilgili söylentiler var. Peki, bunlar ne oldu bunlarla ilgili niçin bir bilgi yok. Ebu Eyyüb El ensari’nin bu orduda yer aldığı iddiası bile başlı başına problemdir. Çünkü Ebu Eyyüb el-ensari ve saydığımız isimler Emevi karşıtıdırlar, Sıffinde muaviye’ye karşı savaşmıştır. Muaviye etik olmayan yollarla iktidara gelmiştir. Böyle isimlerin Muaviye’nin ordusunda yer alması ve böyle bir sefere katılma iddiası hiçte inandırıcı gelmiyor.

Sonuç olarak Ebu Eyyüp El Ensari kesinlikle Eyup Sultan denilen yerde yatmamaktadır, çünkü onun İstanbul’a geldiği iddiası bile başlı başına muammadır. Hele hele karşı tarafa geçip ya da geçirilip yani cenazesi o şekilde geçirilip; bu günkü yere defnedildiğine dair iddialar akıl dışıdır. Amma ve lakin Eyüp Sultan Türbesi özelde Eyüp semti, genelde İstanbul’un tarihî, siyasî ve dinî geçmişine oluşan efsaneler sayesinde, teşekkül ettiği yere bir mânâ ve kimlik kazandırdığı da bir gerçektir!

Sevgili dostlar;
Bilinç doğru bilgi ile oluşur. Bilgi anlaşılmaz ise anlaşılmayan ve yanlış bilgi ile bilinç oluşmaz. Sürekli tekrarlanarak insanlara anlatılan, telkin edilen hurafe içerikli menkıbeler, duygusal ve büyüsel hikâyeler, toplumda SANRISAL hastalığa neden olur. Sanrı ne biliyor musunuz? Sanrı İngilizcesi delion/ hallucination sanrı şu: GERÇEKLE DEĞİŞTİRİLEMEYEN FİKSE OLMUŞ/SABİTLENMİŞ YANLIŞ DÜŞÜNCE. Başka bir ifade ile doğru, bilimsel ve mantıksal açıklamalara rağmen değiştirilemeyen, yanlış inançlar ve düşüncelerdir.
Hoşça, dostça, sevgiyle kalın! Tekrar buluşmak dileğiyle inşallah!
İbrahim Yıldırım

Tarihin yalanlar üzerine bina edildiği iddiası üzerine durmayacağım, çünkü bu vatandaş umumi Tarih ile Cumhuriyet tarihini birbirine karıştırmış olsa gerek, Cumhuriyet tarihi ideolojik saplantılar ve düşmanlıklar üzerine bina edilmiş, yalanla, dolanla yazıldığı için bütün tarihin böyle yazılmış olabileceği yanılgısı içinde olduğu görülüyor. Tarih ilmi tek kalemden çıkmış veya sadece ideolojik saplantılarla yazılmış, yasaklar gölgesinde tedvin edilmiş bir ilim olabilir mi? Böyle yazanlar olsa bile, dürüst ve insaflı tarihçilerin olmadığını hangi akli selim sahibi kişi iddia edebilir? Tarihi, ne sadece Emeviler, ne Abbasiler ve ne de Osmanlılar yazmadı; her dönemde ve her düşünce sahibi insanlar tarafından yazıldı; önemli olan doğru ile yanlışı fark edebilecek bilgi birikim sahibi olup farklı kaynaklardan okuyarak sorgulama anlayışı ile değerlendirme yapabilmektir.

Vatandaşımızın yazısı genelde Din ile Kültürü karıştırdığı gibi özelde de İslamın bilgi kaynaklarındaki ilim ile hurafeler arasındaki farkı ayıramayacak kadar bilgi fukarası olduğunu hissettiriyor. İslam’ın iki bilgi kaynağı vardır; Kur’an’ı Kerim ve Peygamberimizin Kur’anı Kerimi izah edip uygulayarak yaşamasından oluşan Sünneti Seniyyesidir ki bunu da bize Hadis alimleri ilim ve tenkit süzgecinden geçirerek nakletmişlerdir. Hadislerin Sahihi, Zayıfı ve uydurma olanı ile, bütünü en ince ayrıntısına kadar bilinmekte, hiç bir ilme nasip olmayan sistem, itina ve titizlikle kayıtlara geçirilmiş olan bu bilgiler aynı titizlikle korunmaktadır. Kaynakları okuyup anlamaktan aciz olan, bu bilgilerle hurafeler arasındaki farkı bilmeyen cahillerin yanlış uygulamaları sonucu oluşan adetler, gelenekler din olmadığı gibi, muteber bilgi kaynağı da değildirler. Her toplumun kültüründe olabilecek bu tip efsane ve hurafelerin din olmadığını bilmek için alim olmaya da gerek yoktur. Din ile Kültür arasındaki farkı bilmeyen cahillerin bunları dindarlık zannetmesi de bu gerçeği değiştirmez. Zayıf veya Uydurma Hadislerin varlığı da Hadis ilmine gölge düşürmez. Çünkü zayıf ve uydurma Hadislerin bilinmesi ve bunlarla amel edilmeyeceği gerçeği de kaynaklarımızda beyan edilmiştir. Ortada müphem ve şüpheli bir alan yoktur. Varmış gibi gösterilmeye çalışılması, ya maksatlı kişilerin veya cahillerin yaymaya çalıştığı bir kuruntudur; vehimdir; doğru değildir.

Gelelim Emeviler döneminde İstanbul’un kuşatılması ve Ebu Eyyüb al-Ensari’nin kabrinin Eyüp Sultanda olup olmadığı mes’elesine, zannedildiği gibi İstanbul’un Emeviler döneminde, 668-669 yılında kuşatılması ve bu Ordu içerisinde Ebu Eyyüp al-Ensari hazretlerinin de bulunması tartışmalı bir konu değildir. Ciddi bütün Tarih kaynaklarında ittifakla zikredilen böyle bir konuyu ihtilaflı bir husus gibi göstermek tam bir cehalet göstergesidir. Aksini söyleyebilmek için iddianızı ciddi bir tarihçiye dayandırmanız gerekir. Zikrettiğiniz kaynakta da böyle bir delil ve dayanak yoktur. Ama Ebu Eyyüb el-Ensari’nin kabrinin Eyüp’teki bugünkü yerinde olup olmadığına inanmak veya inanmamak zannedildiği gibi din de değildir; sadece kültürdür. Bu kültürün dayanakları da ciddiye alınabilecek bir tenkite muhatap kılındığını biz duymadık; bilmiyoruz. Bilen varsa efsaneye değil delile dayandırmak zorundadır. Aynı bölgede daha önce iki Hiristiyan azizinin mezarı olduğu iddiasını gerçek kabül etsek bile Ebu Eyyüp al-Ensari hazretlerinin kabrinin de orada olması ile tenakuz teşkil etmez. Kaldıkı böyle bir iddiayı ciddiye almamızı gerektirecek delil ve kaynakları da hiç kimse ortaya koyabilmiş değildir. Koyduğu iddianız sizi, kendinizle tenakuza düşürmektedir. Ciddiye alınacak kaynaklardaki bilgilere şüphe ile bakıp, zikre değer bir delile dayanmayan bilgileri ciddiye alıp kabül ederek aktarmak çelişki değil midir? Bir rivayet için var olduğunu zannettiğiniz şüpheler öbür rivayet için daha fazla olmasına rağmen, o rivayete olumlu yaklaşmanızın sebebi nedir? Bunu nasıl izah edeceksiniz?

Sizin bu iddianızın benzerini, Hiristiyan Ermeni bir Katolik papazla Hz. Osman’ın (ra) kabri ile ilgili yaşamıştım. Yakıştırmalarla şüphe uyandırmaya çalışan bu Türk vatandaşı Ermeni papaza verdiğim cevabı merak edenler aşağıdaki linki tıklayıp okuyabilirler. (1)

Size, Ebu Eyyüb al-Ensari ile ilgili sadece ansiklopedik bir iki kaynak vereyim; okuyup bilginenin; sonra yorum yapmayı denersiniz. Birinci kaynak İslam Ansiklopedisi, ikinci kaynak Wikipedia,
İslam Ansiklopedisi👇
https://islamansiklopedisi.org.tr/ebu-eyyub-el-ensari
Wikipedia👇
https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Ebu_Eyyûb_el-Ensarî

Emevi’ler dönemindeki bu İstanbul kuşatması esnasında şehid olup kabri İstanbulda olan sadece Ebu Eyyüb al-Ensar’ı hazretleri değildir. Başka sahabelerin de olduğunu basit bir tarama ile bulup okuyabilirsiniz.👇https://www.fikriyat.com/galeri/tarih/eyupsultanda-kabri-bulunan-sahabeler/10
İslam ve İhsan Sitesi👇
https://www.islamveihsan.com/istanbuldaki-sahabe-kabirleri-nerede.html/amp

Birde Konstantinopolis Kuşatması’nı okumanız için bir link vermekle yetineyim ki yazı küçük bir kitap hacmine ulaşmasın.👇
https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Konstantinopolis_Kuşatması_(674-678)
Size konu ile ilgili son bir link daha vererek bu konuya nokta koyup son sözümü söyleyeyim.👇
https://yunus.hacettepe.edu.tr/~unan/akademik34.html

Size Son Sözüme Gelince,
Yorum yapmak için önce doğru bilgi sahibi olmak gerekir; yanlış veya eksik bilgilerle doğru yorum yapılamaz. Hele konu İslam olunca haddinizi bilin ve kendinize güldürmeyin. Din, hele de İslam dini, her önüne gelenin sallama ifadelerle söz söyleyebileceği bir alan değildir. Bilgi ve birikim sahibi olsanız bile söylediğinizin delil ve dayanağını, doğru mu yanlış mı olduğunu bilip teyit etmeden nakletmek emanettir; sorumluluktur; vebaldir; hesap vermeyi gerektirir. Dini konular gelişi güzel yorum yapılacak, sallama konuşulacak konular değildir. Hele peygamberimize söz isnat etmek çok tehlikeli ve riskli olduğunu, Peygamberimiz (sav) “Kim benim adıma kasten yalan söylerse cehennemdeki yerini hazırlasın” buyurduğunu hiç unutmamamız gerekir.
Dininde ciddi olmayan başka hiç bir işinde ciddi olamaz vesselam.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
27.11.2024 Üsküdar

(1) Hiristiyan Katolik Bir Ermeni Papazla Türkçe Yazışmalarımız 👇
https://www.aynamayansiyanlar.com/makalelerim/katolik-bir-ermeni-papazla-turkce-yazismalarimiz/

Filistin İçin 3 Devletli Çözüm ..

İsrail-Filistin Çatışmasına Üç Devletli Çözüm: Çatışmayı Sona Erdirmek için Yeni Bir Vizyon

Bu öneri, İsrail-Filistin çatışmasına yönelik geleneksel çözümlerin yerine alternatif bir çözüm olarak sunulmuştur. Amacı, tarafların idealleri yerine kendi çıkarlarına dayalı pratik çözümler üretmektir.

Giriş: Tarafların ve Amacın Yeniden Tanımlanması

Öneri, bağımsız seçimler gerçekleşene kadar Filistinlileri temsil edecek geçici bir Filistin Liderlik Konseyi’nin (PTLC) kurulması gerekliliğine dayanmaktadır.

Bu teklifteki ana taraflar:

İsrail Devleti

Ürdün Haşimi Krallığı

Geçici Filistin Liderlik Konseyi

Temel Amaç:

Ürdün’ün mevcut topraklarının bir kısmında yeni bir Filistin devleti kurulması, bu süreçte üç taraf için de siyasi, ekonomik ve sosyal istikrarın sağlanmasıdır.

Teklifin Temel Unsurları

1. Yeni Bir Filistin Devleti Kurulması

• Filistin devleti, Ürdün’ün kuzeydoğusunda yer alan, nüfus yoğunluğu düşük bir bölge olan “Ürdün Dili” üzerinde kurulacak. Bu bölgenin nüfus yoğunluğu kilometrekare başına yaklaşık 10 kişidir ve toplam yüzölçümü, İsrail (Batı Şeria ve Gazze dahil) ile hemen hemen aynı olacaktır.

• Yeni devlet, egemen ve bağımsız bir Filistin devleti olarak yapılandırılacaktır.

2. Ekonomi ve Su Kaynakları

Doğal Zenginlikler: Hamza petrol sahası ve Rişa doğalgaz sahası, 99 yıllığına Ürdün’e kiralanacak; sınırlar Ürdün’ün bu kaynaklardan yararlanmaya devam etmesini sağlayacak şekilde düzenlenebilecek.

Su: İsrail’den Ürdün ve Filistin’e, kişi başı yıllık maksimum 500 metreküp olacak şekilde arıtılmış su taşıyan bir boru hattı inşa edilecek.

Yeniden Yerleşim Finansmanı: “Filistin Yeniden Yerleşim ve Kalkınma Fonu” (PRIDE Fund) adlı bir fon kurulacak. Bu fon, yeni devlete taşınmayı seçen Filistinlilere evlerini ve yatırımlarını inşa etmeleri için destek sağlayacak.

3. Filistinlilerin Yeniden Yerleştirilmesi

Batı Şeria ve Gazze’de yaşayan Filistinlilere yeni Filistin devletinde eşdeğer araziler tahsis edilecek.

• Toprakları olmayan Filistinlilere, “yerleşim” programları kapsamında toprak dağıtımı yapılacak ve bu toprakları beş yıl içinde iyileştiren vatandaşlara kalıcı mülkiyet hakları verilecek.

4. Mevcut Yasal Statülerin İptali

• Oslo Anlaşmaları iptal edilecek ve Filistin Yönetimi feshedilecek.

• Batı Şeria ve Gazze, İsrail’in sivil yasalarına tabi olacak; bu bölgelerde yaşayan Filistinlilere yeni Filistin devletine taşınma tercihi sunulacak.

5. Mülteci Statüsünün Kaldırılması

BM Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Ajansı (UNRWA) feshedilecek, mülteciler yeni Filistin devletine yerleştirilecek.

Ürdün Neden Bu Öneriyi Kabul Etmeli?

Ürdün’ün Kazanımları:

Siyasi İstikrar: Filistinli grupların Haşimi yönetimine yönelik memnuniyetsizlikleri azalacak, odak yeni egemen devletlerine kayacak.

Su Kaynaklarının Rahatlaması: İsrail’den sağlanacak sürdürülebilir su kaynakları, mevcut sınırlı kaynaklar üzerindeki baskıyı azaltacak.

Savunma Harcamalarının Azalması: Özellikle kuzeyde istikrarsız Suriye sınırında savunma harcamaları büyük ölçüde düşecek.

Ulusal Güvenliğin Güçlenmesi: Filistin-İsrail çatışmasıyla bağlantılı halk ayaklanmalarının ana kaynağı ortadan kalkacak.

Filistinliler Neden Kabul Etmeli?

Filistinlilerin Kazanımları:

Daha Büyük Bir Alan: Yeni Filistin devleti, Batı Şeria ve Gazze’nin toplam alanının iki katı büyüklüğünde olacak.

Gerçek Bağımsızlık ve Egemenlik: Yeni devlet, coğrafi olarak bütünleşik ve savunulabilir sınırlara sahip olacak; silahsızlanma koşulu olmaksızın tam egemenlik elde edecek.

Ekonomik Kalkınma: PRIDE fonu aracılığıyla altyapı ve projeler desteklenecek, doğal gaz gelirlerinden doğrudan yararlanılacak.

Yeniden İnşa Fırsatı: Eski yozlaşmış liderlikten kurtulma ve demokratik bir liderlik seçme şansı.

Ulusal Rüyanın Gerçekleşmesi: Filistinliler ilk kez bağımsız bir devlete sahip olacak ve bu devlette toprak mülkiyeti ile geleceği inşa etme şansı bulacak.

İsrail Neden Kabul Etmeli?

Projenin İsrail’e Sağladıkları:

Çatışmanın Sona Ermesi: İsrail’i maddi ve güvenlik açısından tüketen yıllarca süren çatışmanın sona ermesi.

Bölgesel İttifakların Güçlenmesi: Ürdün ve Filistin’in İbrahim Anlaşmalarına katılımı, İran’a karşı ittifakı genişletecek.

Uluslararası İmajın İyileşmesi: İşgal ve baskı suçlamalarının sona ermesi, İsrail’in küresel duruşunu güçlendirecek.

Göçün Artması: Güvenli bir ortam yaratılarak dünya genelindeki Yahudilerin İsrail’e göçü teşvik edilecek.

Sonuç:

Bu teklif, İsrail-Filistin çatışmasını sona erdirmek için cesur, yenilikçi ve gelişim odaklı bir vizyon sunmaktadır. Özenle uygulanırsa, taraflar için uzun vadeli istikrar ve kalkınma sağlayabilir.

Yazının İngilizce Aslının Kaynağı İçin:👇https://starways.net/3SS/?


حل ثلاثي الدول للنزاع الإسرائيلي-الفلسطيني: رؤية جديدة لإنهاء الصراع
هذا المقترح” تم تقديمه كبديل عن الحلول التقليدية للنزاع الإسرائيلي-الفلسطيني. و يهدف إلى توفير حلول عملية قائمة على المصالح الذاتية للأطراف المعنية بدلاً من المثالية.
مقدمة: إعادة تعريف الأطراف والهدف :
يستند هذا المقترح إلى ضرورة تأسيس مجلس قيادة فلسطيني مؤقت (PTLC) يمثل الفلسطينيين حتى إجراء انتخابات مستقلة في الدولة الفلسطينية الجديدة.
الأطراف الرئيسية في هذا المقترح تشمل:
دولة إسرائيل
المملكة الأردنية الهاشمية
المجلس القيادي الفلسطيني المؤقت
الهدف الأساسي هو إنشاء دولة فلسطينية جديدة على جزء من الأراضي الأردنية الحالية، مع ضمانات لتحقيق الاستقرار السياسي والاقتصادي والاجتماعي للأطراف الثلاثة.
أهم عناصر المقترح

إعادة توطين الفلسطينيين
الفلسطينيون المقيمون في الضفة الغربية وقطاع غزة سيتم منحهم أراضي معادلة في الدولة الفلسطينية الجديدة.
4 . وضع خطة لتوزيع الأراضي على الفلسطينيين الذين لا يمتلكون أراضٍ، بما يشبه برامج “التوطين” التاريخية، مع منح حقوق ملكية دائمة للمواطنين الذين يستوطنون الأرض ويحسنونها خلال خمس سنوات.
5 . إلغاء الوضع القانوني الحالي
إنهاء اتفاقيات أوسلو وحل السلطة الفلسطينية
و إخضاع الضفة الغربية وقطاع غزة للقوانين المدنية الإسرائيلية، مع منح سكانها الفلسطينيين خيار الانتقال إلى الدولة الفلسطينية الجديدة.
6 . إلغاء وضعية اللاجئ الفلسطيني من خلال حل وكالة الأمم المتحدة لإغاثة وتشغيل اللاجئين الفلسطينيين (الأونروا)، وإعادة توطين اللاجئين في الدولة الفلسطينية.
لماذا يجب على الأردن قبول المقترح؟
مكاسب الأردن:
استقرار سياسي داخلي: تخفيف الضغوط من الفصائل الفلسطينية غير الراضية عن الحكم الهاشمي، وتحويل التركيز نحو دولتهم السيادية الجديدة.
تقليل العبء المائي: الحصول على إمدادات مائية مستدامة من إسرائيل تخفف الضغط على الموارد المائية المحدودة.
خفض النفقات الدفاعية: تقليص الحدود الدفاعية بشكل كبير، لا سيما مع سوريا غير المستقرة شمالاً.
تعزيز الأمن القومي: إنهاء مصدر رئيسي للتوتر الشعبي الداخلي المرتبط بالصراع الفلسطيني-الإسرائيلي.
لماذا يجب على الفلسطينيين قبول المقترح؟
مزايا الفلسطينيين:
مساحة أكبر: الدولة الفلسطينية الجديدة ستكون ضعف مساحة الضفة الغربية وقطاع غزة مجتمعتين.
استقلال وسيادة حقيقية: على عكس حل الدولتين في الضفة وغزة، الدولة الجديدة ستكون متصلة جغرافياً وتتمتع بحدود قابلة للدفاع وسيادة كاملة دون اشتراط نزع السلاح.
تنمية اقتصادية: الاستفادة من صندوق PRIDE لدعم إنشاء البنية التحتية والمشاريع، مع إيرادات سنوية مباشرة من أرباح الغاز الطبيعي.
فرصة لإعادة البناء: التخلص من القيادة الفاسدة السابقة واختيار قيادة ديمقراطية جديدة.
تحقيق الحلم الوطني: إقامة دولة فلسطينية مستقلة لأول مرة في التاريخ، مع ملكية الأراضي وفرصة بناء مستقبل أفضل.
لماذا يجب على إسرائيل قبول المقترح؟
مكاسب إسرائيل: إنهاء النزاع: إنهاء صراع مكلف استنزف إسرائيل ماديًا وأمنيًا لعقود.
تعزيز التحالفات الإقليمية: انضمام الأردن وفلسطين إلى اتفاقيات أبراهام وتوسيع التحالف ضد الهيمنة الإيرانية.
تحسين الصورة الدولية: القضاء على الاتهامات بالاحتلال والاضطهاد، مما يعزز موقف إسرائيل عالميًا. و زيادة الهجرة اليهودية: خلق مناخ آمن يشجع اليهود حول العالم على الهجرة إلى إسرائيل.
التفاصيل العملية للمقترح
البنية التحتية: الطرق السريعة الموجودة بالفعل في المنطقة (مثل طريق بغداد الدولي) ستسهل تطوير المدن الجديدة في فلسطين.
المؤسسات الدولية: إشراك الدول المانحة في تمويل البنية التحتية والمياه لدعم الانتقال السلس.
ضمان الأمن: تُترك تفاصيل التعاون الأمني بين الأطراف للاتفاق لاحقاً، مع احتمال وجود قوات دولية لضمان استقرار الحدود.
لماذا لم تنجح الحلول التقليدية؟
الحل بدولة واحدة:
رفض إسرائيلي يتعارض مع هوية إسرائيل كدولة يهودية ويهدد أمنها.
رفض فلسطيني: الفلسطينيون يعتبرون التعايش مع الإسرائيليين في دولة واحدة غير عادل.
الحل بدولتين:
عدم الواقعية: عدم اتصال الضفة الغربية وقطاع غزة يجعل الدولة الفلسطينية عرضة للخطر.
اعتراض فلسطيني: ينظر العديد من الفلسطينيين إلى هذا الحل كتنازل جزئي فقط، وليس كحلمهم النهائي.
الخاتمة ؛
رؤية جديدة و جريئة ومبتكرة لإنهاء الصراع الإسرائيلي-الفلسطيني ، مع التركيز على التنمية والاستقرار. إذا تم تنفيذه بعناية.
https://starways.net/3SS/?
s=08

إنشاء دولة فلسطينية جديدة في الجزء الشمالي الشرقي من الأردن (المعروف بـ”اللسان الأردني”)، وهو منطقة ذات كثافة سكانية منخفضة وتقدر بحوالي 10 أشخاص لكل كيلومتر مربع. و تبلغ مساحتها تقريباً نفس مساحة إسرائيل (بما في ذلك الضفة الغربية وقطاع غزة)، ستكون دولة فلسطينية متكاملة ذات سيادة.

الموارد الاقتصادية والمائية
الثروات الطبيعية: يتم تأجير حقول النفط (حقل حمزة) والغاز (حقل الريشة) في فلسطين الجديدة للأردن لمدة 99 عامًا، مع إمكانية تعديل الحدود لضمان استمرار استفادة الأردن منها.
المياه: يتم إنشاء خط أنابيب ينقل 50% من المياه المحلاة من إسرائيل إلى كل من الأردن وفلسطين، بحد أقصى 500 متر مكعب سنويًا لكل فرد.
تمويل إعادة التوطين: إنشاء صندوق تمويلي باسم “صندوق إعادة التوطين والتنمية الفلسطينية” (PRIDE Fund) لدعم الفلسطينيين الذين يختارون الانتقال إلى الدولة الجديدة، ومساعدتهم في بناء منازلهم واستثماراتهم.

Gazze Savaşı Ne Zaman Bitecek?

Liderlik ve Diplomasi Merkezi
Dr. Wael Shadid
Liderlik ve Diplomasi Merkezi Başkanı

Gazze Savaş Ne Zaman Bitecek?

24 Kasım 2024

Özet

Gazze ve Batı Şeria’da savaşın aralıksız devam etmesinin üzerinden 13 aydan fazla bir süre geçti. Bu süreçte Netanyahu ve ordusu katliamlar yapmaya, altyapıları, evleri, hastaneleri, okulları ve camileri yıkmaya, bir buçuk milyondan fazla kişiyi evlerinden etmeye devam etti. Üstelik tüm bunlar, kimsenin caydırıcı bir müdahalede bulunmamasıyla gerçekleşti. Makale, özellikle Gazze’deki savaşın durdurulmasına odaklanmakta ve Lübnan konusuna değinmemektedir. Çünkü Lübnan’da olası bir çözümün Gazze’den daha hızlı olgunlaşabileceği, iki bölgenin jeopolitik ve stratejik şartlarının farklı olduğu belirtilmektedir.

Fırsatlar ve Çözümlerin Reddedilmesi

Savaş boyunca Netanyahu’nun savaşı durdurmak için değerlendirebileceği bazı dönüm noktaları oldu. Bunların en önemlisi, Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniye’nin suikasta uğramasıydı. Ancak Netanyahu savaşı sürdürmekte ısrar etti. Ardından Yahya Sinvar’ın öldürülmesi gerçekleşti, fakat Netanyahu bu durumu da savaşı bitirmek için bir fırsat olarak kullanmadı. Üstelik İsrail askeri yetkilileri aylardır Gazze’deki askeri hedeflerin tamamlandığını açıklamasına rağmen bu tutum değişmedi.

Netanyahu, savaş sonrası için sunulan tüm teklifleri de reddetti. Bu teklifler arasında:
Gazze’nin Filistin Yönetimi tarafından idare edilmesi,
ABD’nin teklif ettiği yenilenmiş bir Filistin Yönetimi,
Filistinli teknokratlardan oluşan bir komite,
BM tarafından yönetilecek bir komite bulunuyordu.

Netanyahu ise kibri ve inadıyla bu tekliflerin tamamını reddetti, soykırım ve etnik temizlik politikasına devam etti. Üstelik İsrail halkının çoğunluğu, esir ailelerinin taleplerine rağmen, savaşa devam edilmesini destekliyor.

Neden Soykırım Savaşına Devam Ediliyor?

Netanyahu, Yahudi devletinin coğrafi olarak genişlemesi ve Filistin’in tamamen işgal edilmesi gibi Siyonist hedefleri gerçekleştirmek için altın bir fırsat buldu. Kendisini bir nevi Kral Davut gibi görerek bu hedefe ulaşmayı, ABD’nin sınırsız askeri, mali ve siyasi desteğiyle mümkün kılmaya çalışıyor. ABD’nin yanı sıra İngiltere, Almanya, Fransa ve İtalya gibi Batılı ülkelerin desteği ve bu ülkelerden sağlanan istihbarat desteği Netanyahu’ya büyük avantaj sağlıyor. Aynı zamanda birçok Arap ülkesi de, Hamas’ı yok etmek konusunda Netanyahu ile örtüşen çıkarlar doğrultusunda sessiz kalıyor.

Netanyahu, savaşı oyalayarak 2024 başkanlık seçimlerinde Trump’ın gelişiyle daha fazla destek kazanmayı hedefliyor. Trump’ın dış politika ekibinin aşırı sağcı Siyonist bir çizgide olacağını tahmin eden Netanyahu, Batı Şeria’nın ilhakı, yerleşimlerin resmi olarak şehirler ve köyler olarak tanınması, Gazze’nin işgal edilmesi ve Ürdün’e yönelik bir nüfus transferi gibi stratejik kazanımları elde etme planları yapıyor.

Savaşı Sürekli Kılan Etkenler

Savaşın devamını sağlayan üç ana faktör şu şekilde özetlenebilir:
1. İsrail ordusunun insan kayıplarını tolere edebilme düzeyi.
2. İsrail hükümetinin iç dayanıklılığı.
3. İsrail toplumunun iç bütünlüğü, özellikle esir meselesi ışığında.

Her ne kadar İsrail hükümetinde bazı üyelerle Netanyahu arasında iç çatışmalar yaşansa ve Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın görevden alınması gibi olaylar gerçekleşse de bu durum savaşı durdurmaya etki etmedi.

Netanyahu, savaşın ağır insan ve ekonomik kayıplarına rağmen toplumun desteğini koruyarak soykırıma devam ediyor. Esir aileleri protesto etse de Netanyahu, esirleri kurtarmak yerine “Hannibal Doktrini”ni (esirin öldürülmesinin esir düşmesinden daha iyi olduğu anlayışı) uygulamayı tercih ediyor.

Diğer yandan, Filistin halkı 200 binden fazla ölü, yaralı ve kayıp verdi; Gazze’nin nüfusunun %10’u ya öldü ya da ağır zarar gördü. Buna rağmen halk yerinden edilmeye karşı direndi. Ancak işsizlik, yoksulluk ve sürekli saldırılar nedeniyle Gazze’de direniş tükenme noktasına geldi.

Savaşın Sona Ereceğine Dair İşaretler Var mı?

Savaşın 13. ayında stratejik açıdan bölgede karmaşa ve düzensizlik hakim. Bu durum, küçük bir gelişmenin bile beklenmedik büyük sonuçlar doğurabileceği bir kırılganlık üretiyor.

Potansiyel etkiler yaşatabilecek bazı gelişmeler şunlardır:
1. İsrail’in birçok cephede (Filistin, Lübnan, Yemen ve Irak) aldığı saldırılar, caydırıcılık gücünü zayıflattı.
2. Direniş hareketlerinin, İsrail’in havaalanlarını, limanlarını ve ulaşımını hedef alarak iç ekonomik düzenini bozması.
3. İsrail’deki tersine göçlerin artması, demografik dengenin bozulması ve toplumdaki iç çatışmalar.
4. Ukrayna’daki savaşın şiddetlenmesiyle ABD ve Batı’nın dikkatinin başka yöne kayması ve İsrail’e verilen desteğin azalması. Bu faktörler, savaşın seyrini değiştirme potansiyeline sahip olmakla birlikte, somut sonuçlar için uzun vadeli gelişmeler gerekebilir.
5. Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kararları ve yönelimleri, İsrailli, Batılı ve Amerikalı birçok yetkili ile İsrail’i destekleyen çeşitli ülkelerdeki hükümetler üzerinde, hukuki kovuşturma korkusundan dolayı ürkütücü bir atmosfer oluşturmaktadır.
6. Ayrıca, Batılı gençler arasında, Filistin davasına yönelik desteğin ciddi bir şekilde artması, Batı hükümetleri üzerinde baskı oluşturacak büyük bir dönüşüme işaret etmektedir. Bu durum, İsrail’in Batı halkları nezdindeki itibarının genel anlamda kötüleşmesine ve Güney Amerika ülkelerinde Filistin’e verilen geniş desteğin artmasına yol açmaktadır. İspanya ve İrlanda gibi yeni Batılı ülkeler de Filistin’i tanımaya başlamıştır.
7. Trump ve popülist ekibi ile ABD’nin derin devleti arasında beklenen iç çatışma, Amerikan iç sahnesinde bir gerilime dönüşebilir. Bu durumda İsrail’e verilen desteğin Amerikan öncelikleri arasında geri plana itilmesi ve iç meselelere odaklanılması muhtemeldir.
8. Arap halklarında, özellikle Filistinli kardeşlerini destekleyememenin ve kendi hükümetlerinin sessizliğinin oluşturduğu çaresizlik duygusuyla halk tabanında artan bir öfke birikimi gözlemlenmektedir. Ayrıca, Ürdün’ün varlığına yönelik tehditler (yeni ve eski “transfer planlarının” uygulanma ihtimali) ve Gazze’den yüz binlerce kişinin Mısır’a yerleştirilmesi planlarına yönelik baskılar, bu ülkelerin güvenliğini de tehlikeye atmaktadır.
9. Dolayısıyla, küresel Siyonist projeyi yönetenler ve Avrupa ile ABD’deki bazı derin devlet aktörleri, Netanyahu’nun inatçılığı nedeniyle savaşın stratejik sonuçlarını elde edemez hale geldiğini fark etmeye başlamışlardır.
10. Netanyahu, inadının etkisiyle bu fırsatları kaybetmiş, akılcılık ve siyasi sağduyudan uzaklaşmıştır. Bu durum, yalnızca Siyonist projeye değil, İsrail’in kendisine de tehdit oluşturmaktadır. Ayrıca, Rusya ve Çin ile mevcut gerilimler arasında bölgeyi ateşe sürükleyerek, Batı’nın çıkarlarını uzun süren bir savaşla tehlikeye atmaktadır.
11. Bu nedenle Netanyahu ve eski Savunma Bakanı hakkında tutuklama kararı çıkarılması, onun uluslararası alanda dışlandığını açıkça göstermektedir. Bu durum, üst ve alt düzey askeri yetkililerde uluslararası kovuşturma korkusu yaşatmakta ve askeri kurumun savaşın devamı konusundaki duruşunu sarsmaktadır. Aynı zamanda, bu karar, Netanyahu’nun destekçilerine yönelik bir tehdit anlamına gelmektedir; çünkü Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından aranan bir kişiyi desteklemek, onların da hedef alınabileceği anlamına gelir. Bu, Netanyahu’nun kibir ve inatçılığını kırmaya yönelik bir mesajdır: Adalet herkesi, cinsiyetine, dinine, milliyetine veya aidiyetine bakılmaksızın etkiler.
12. Netanyahu’ya yönelik içerden yapılan baskılar da başlamıştır. Özellikle Başsavcı Gali Baharav-Miara’nın, sızıntılarla ilgili olarak Netanyahu’yu sorguya çağırması, onun hukuken tehdit altında olduğunu göstermektedir. Netanyahu, 23 Şubat 2024 Cumartesi günü yaptığı konuşmada bu sızıntılarla ilgili kendisini savunurken belirgin bir şekilde gergin görünmüştür.

Bu küçük olaylar, iç ve dış ortamda daha büyük bir etkiye dönüşebilecek şekilde büyüyerek Netanyahu ve savaşın ateşleyicisi olan aşırılık yanlılarının karşısına çıkabilir.

Sonuç

Filistin meselesi son derece kritik bir noktaya ulaşmıştır. İsrail’in kibri en yüksek düzeye çıkmış, savaşın durmasını sağlayacak ne Filistin tarafında ne de İsrail tarafında yeterli içsel faktör kalmamıştır. Ancak yukarıda sıralanan iç ve dış dinamikler, mevcut uluslararası gerilimler ve ekonomik çalkantılar arasında olgunlaşmaktadır.

Batı Avrupa ile ABD arasındaki stratejik rekabet, Rusya ve Çin ile yaşanan gerilimler, Avrupa ekonomisinin kötüleşmesi, Ürdün ve Mısır gibi komşu ülkelerdeki baskılar, aşırı sağın Batı’da yükselişi ve genç nesillerin Filistin davasına olan desteği gibi faktörler, savaşı sona erdirmeye yönelik küresel bir değişimin kıvılcımı olabilir. Aynı şekilde, Gazze’deki insani kriz, İsrail’in kötüleşen itibarı ve Yahudi nüfusun tersine göçü de bu sürece katkıda bulunmaktadır. Tüm bu etkenler, savaşın sona ermesi için uluslararası alanda bir değişime yol açabilecek potansiyele sahiptir.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu

26.11.2024 Üsküdar

Yazının Arapça Aslının Metni İçin:👇https://leadershipdiplomacy.com/wp-content/uploads/2024/11/متى-ستقف-الحرب.pdf

Siz, Hiç Yaşayıp Şahit Oldunuz mu?

Yazar ve Mütefekkire İhsan el-Fakih Hanım Yazdı.

Hiç Yaşayıp Şahit Oldunuz mu?:
Bir Hristiyan’ın kilise çanlarının çalınmasının yasaklanmasını talep ettiğini duydunuz mu?
Bir Hristiyan’ın rahibelerin peçe takmayı bırakmasını, çünkü bunun gericilik ve çağ dışılık olduğunu söylediğini duydunuz mu?
Bir Hristiyan’ın rahiplere sakallarını kesmelerini, çünkü sakalın terör sembolü olduğunu söylediğini duydunuz mu?
Bir Hristiyan’ın İncil’deki bazı ayetlerin şiddete teşvik ettiği gerekçesiyle kaldırılmasını talep ettiğini duydunuz mu?
Bir Hristiyan’ın, cemaat azlığından dolayı bir kilisenin kapatılmasını istediğini duydunuz mu?
• Bir Hristiyan’ın, Aziz George’un ejderhayı öldürdüğünü anlattığı hikâyeyi “saçmalık” diyerek sildirmek istediğini duydunuz mu?
Bir Hristiyan’ın, Hristiyan bir ülkeyi kuşatma altına alması ve halkını açlığa mahkum etmesi için Hristiyan Amerika’dan talepte bulunduğunu duydunuz mu?
Bir Hristiyan’ın, dinin devletten tamamen ayrılmasını ve başkanların kilisede yemin etmelerinin yasaklanmasını talep ettiğini duydunuz mu?
Bir Hristiyan’ın, kilisenin Hristiyanların haç takmasını yasaklamasını istediğini duydunuz mu?

Ben şahsen hiç duymadım. Amma,
Ezanın komşuları rahatsız ettiği gerekçesiyle yasaklanmasını isteyen alçak bir münafığın talebini duydum.
Hicap (başörtüsü) takmanın gericilik ve çağ dışılık olduğunu söyleyen alçak bir münafığın çağrısını duydum.
Sakalın terör sembolü olduğunu öne sürerek sakalların kesilmesini isteyen alçak bir münafığın sözlerini duydum.
Kur’an’daki bazı ayetlerin kaldırılmasını talep eden alçak bir münafığın sesini duydum.
Cami cemaati az olduğu için camilerin kapatılmasını isteyen alçak bir münafığın çağrısını duydum.
Sahabe hayatlarının şiddeti teşvik ettiği gerekçesiyle silinmesini isteyen alçak bir münafığın taleplerini duydum.
Müslüman bir ülkenin kuşatılması, halkının aç bırakılması ve ezilmesi için Müslümanlardan ve kâfirlerden talepte bulunan alçak bir münafığın sözlerini duydum.
Dinin devletten tamamen ayrılmasını ve devletin tamamen sekülerleşmesini isteyen alçak bir münafığın ifadelerini duydum.
İslamî semboller olan cübbe ve çarşafın yasaklanmasını isteyen alçak bir münafığın çağrısını duydum.

Allah sizi İslam ile şereflendirdi ama siz insanlara boyun eğmeyi tercih ettiniz…!!!

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
25.11.2024 Üsküdar

الكاتبة المبدعة/ إحسان الفقيه كتبت تقول:

عُمرك:

  • سمعتَ مسيحي يطالب بمنع قرع أجراس الكنائس؟
  • أو سمعتَ مسيحي يطالب بقلع الراهبات للحجاب لأن الحجاب تخلف ورجعية؟
  • أو سمعتَ مسيحي يطالب القساوسة بحلق اللحية لأن اللحية رمز للإرهاب؟
  • أو سمعتَ مسيحي يطالب بوقف العمل بآيات من الإنجيل لأنها تحض على العنف؟
  • أو سمعتَ مسيحي يطالب بإغلاق كنيسة لقلة المصلين فيها؟
  • أو سمعتَ مسيحي يطالب بحذف سيرة مار جرجس الذي قال أنه قتل التنين، وقال عنه مخرف؟
  • أو سمعتً مسيحي يطالب أمريكا المسيحية بحصار دولة مسيحية وقصفها وتجويعها؟
  • عمرك سمعت مسيحي يطالب بفصل الدين عن الدولة ومنع الرؤساء بالحلف في الكنيسة؟
  • أو سمعتَ مسيحي يطالب الكنيسة بمنع المسيحيين من إرتداء الصليب؟

أنا شخصياً لم أسمع لكن…!!!

  • سمعتُ سافل متأسلم يطالب بمنع الأذان لأنه يزعج الجيران.
  • سمعتُ سافل متأسلم يطالب بمنع الحجاب لأنه تخلف ورجعية..
  • سمعتُ سافل متأسلم يطالب بمنع اللحى لأنها رمز للإرهاب.
  • سمعتٌ سافل متأسلم يطالب بوقف العمل بآيات من القرآن..
  • سمعتُ سافل متأسلم يطالب بإغلاق مساجد لقلة المصلين.
  • سمعتُ سافل متأسلم يطالب بحذف سيرة الصحابة لأنها تحض على العنف..
  • سمعتُ سافل متأسلم يطالب المسلمين والكفار بحصار دولة مسلمة وتجويع شعبها..
  • سمعتُ سافل متأسلم يطالب بفصل الدين تماماً عن الدولة وعلمنتها..
  • سمعتٌ سافل متأسلم يطالب بمنع مظاهر الإسلام كالجلباب والنقاب.

سبحانه أعزكم بالإسلام فأبيتم إلا أن يذلكم الناس..!!!

ABD’nin 1 Numaralı Düşmanı Barış mı?

“Amerika Birleşik Devletleri’nin Bir Numaralı Düşmanı Kimdir?”
Çinli yazar Çhua Çin Ling tarafından kaleme alınan bu harika makale, 24 Mart 2023 tarihinde TV3’te yayımlanmıştır.
1. Amerika Birleşik Devletleri için en büyük tehdit Çin değil, barıştır.
2. Dünya barışı, savaş üzerine kurulu Amerikan dolarının imparatorluğunu, savaş ekonomisini ve savaş ticaretini sona erdirecektir.
3. Dünyada barış olduğunda, Amerikalılar kaybolacaktır.
4. Ne yapacaklarını bilemeyecekler, çünkü savaşları kışkırtmak ve bu amaçla araçlar kullanmak için çalışan birçok kişi işsiz kalacaktır.
5. Tüm askeri-endüstriyel kompleks gereksiz hale gelecektir.
6. ABD’nin dünya genelindeki tüm askeri üsleri, uçak gemileri, askeri uçaklar, kıtalararası balistik füzeler, kitle imha silahları ve bunları destekleyen savaş sanayileri gereksiz hale gelecektir.
7. Barışın hâkim olduğu bir dünyada, Amerikan savaş makinesi verimsiz hale geldiğinde, işsizlik ABD’nin en büyük sıkıntısı olacaktır. CIA operasyonlarının tüm çalışanları da işsiz kalacaktır.
8. Tehditler ve düşmanlarla ilgili üretilen tüm sahte haberler birer şakaya dönüşecektir.
9. Yaklaşık 1 trilyon doları bulan askeri bütçe, savaşlar ve düşmanlar olmadan tamamen anlamsız hale gelecektir.
10. Dünya barışı hâkim olduğunda, Amerikalılar kendileri için yeniden iş üretmek zorunda kalacak, savaş kışkırtıcıları ve katiller değil, sorumluluk sahibi fertler olarak topluma fayda sağlayacak hale gelmeye çalışacaklardır.
11. Pahalı savaş makinelerini satın alacak kimse olmayacak ve “müttefik” olarak bilinen askeri ittifaklara da ihtiyaç kalmayacaktır.

Amerikan yönetimi, Çin’in arabuluculuğuyla İran ve Suudi Arabistan arasında imzalanan son barış anlaşmasını kınayarak, bu anlaşmayı Amerikan çıkarlarına bir tehdit olarak nitelendirmiştir.

Amerikan yönetimi, bu barış anlaşmasını bozmaya hazırdır.

Bu, Amerikan yönetiminin (masum Amerikan halkının çoğunluğu değil), savaşı başlatmaya ya da barışı sabote etmeye hazır olduğunu göstermektedir.

Barış, Amerikan yönetiminin çıkarlarına ters düşmektedir; bu yönetim, savaşlar ve istikrarsızlıkla zenginleşen, savaşlarda ölüm ve yıkım için silah satan şeytani bir imparatorluktur.

Amerikan yönetimi, Çin’in Ukrayna’da ateşkes çağrısını ve barış müzakerelerinin başlatılması önerisini kınamış, ateşkesin mümkün olmadığını ifade etmiştir.

Dünya halkları, Amerikan yönetiminin kötülüğüne uyanmıştır. Herkes barış istiyor, sadece Amerikan yönetimi hariç!

Sadece körler ve ahmaklar, savaş kışkırtıcısı olan bu kötü Amerikan yönetimini ve şeytani yöntemlerini desteklemeye devam etmektedir.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
25.11. 2024 Üsküdar

مقال رائع عنوانه من هو العدو رقم 1 للولايات المتحدة ؟
للكاتب الصيني تشوا تشين لينغ
24 مارس 2023 – TV3.

  1. إن التهديد الأكبر للولايات المتحدة الأمريكية ليس الصين، بل السلام.
  2. إن السلام العالمي سيضع حدًا لإمبراطورية الدولار الأمريكي المبنية حول الحرب، واقتصاد الحرب، والتجارة الحربية.
  3. عندما يكون هناك سلام في العالم، سيضيع الأمريكيون.
  4. لن يعرفوا ماذا يفعلون، حيث سيصبح العديد من أولئك الذين يعملون لمجرد التحريض على الحروب واستخدام أدواتهم عاطلين عن العمل.
  5. سيخرج المجمع الصناعي العسكري بأكمله من العمل.
  6. ستصبح جميع القواعد العسكرية الأمريكية في العالم زائدة عن الحاجة، وكذلك جميع حاملات الطائرات، والطائرات العسكرية، والصواريخ الباليستية العابرة للقارات، وأسلحة الدمار الشامل، وجميع الصناعات الحربية الداعمة.
  7. سوف تصبح العمالة المشكلة رقم واحد في الولايات المتحدة عندما تكون آلة الحرب الأمريكية خاملة بسبب عدم الكفاءة، فإن جميع مشغلي وكالة المخابرات المركزية سوف يكونون عاطلين عن العمل.
  8. كل الأخبار المزيفة حول التهديدات والأعداء سوف تصبح نكات.
  9. الميزانية العسكرية التي تبلغ حوالي تريليون دولار أمريكي ستكون باهظة الثمن تمامًا بدون حروب وبدون أعداء.
  10. عندما يكون هناك سلام في العالم، سيتعين على الأمريكيين خلق فرص عمل لأنفسهم، لجعل أنفسهم مفيدين مرة أخرى كأشخاص مسؤولين، وليسوا محرضين على الحرب والقتلة، وليس تجار الحرب.
  11. لن يكون هناك من يشتري آلة الحرب الباهظة الثمن، ولن تكون هناك حاجة إلى فرق عسكرية تُعرف أيضًا باسم الحلفاء.

استنكرت الإدارة الأمريكية اتفاقية السلام الأخيرة بين إيران والمملكة العربية السعودية التي توسطت فيها الصين، ووصفتها بأنها تهديد للمصالح الأمريكية.

الإدارة الأمريكية مستعدة تمامًا لكسر اتفاقية السلام هذه.

هكذا تكون الإدارة الأمريكية (وليس الأغلبية البريئة من الشعب الأمريكي) مستعدة تمامًا لشن الحرب أو عدم شنها وضد السلام.

السلام ضد مصالح الإدارة الأمريكية، الإمبراطورية الشريرة التي تزدهر بالحروب وعدم الاستقرار وتبيع الأسلحة للقتل والتدمير في الحروب.

استنكرت الإدارة الأمريكية اقتراح الصين بوقف إطلاق النار في أوكرانيا وبدء مفاوضات السلام، وقالت الإدارة الأمريكية أيضًا أنه لا يمكن أن يكون هناك وقف لإطلاق النار.

لقد استيقظت شعوب العالم على شر الإدارة الأمريكية، الكل يريد السلام إلا الإدارة الأمريكية!!!

فقط العميان والحمقى ما زالوا يدعمون الإدارة الأمريكية الشريرة المحرضة على الحرب وطرقها الشريرة.

Ada Canavarı ve İngiliz Himayesinde Bir Şeriat Devleti!

İbretlik Gerçek Bir Hikaye

Daha önce hiç duymadığım bir hikâye… Tüm medya neden bu konuyu görmezden geliyor olabilir ki?

Üç dakikada gerçek bir hikâye
Sonunda, gerçeklerden daha garip kahramanca bir öykü var.

Neden Maldivler’den korkuyoruz?
Maldivler, hakkında çok az şey bildiğimiz Müslüman bir ülkedir. Yazılı tarihi, efsanelere oldukça yakındır.

Maldivler, Hint Okyanusu’nda yer alan bir Müslüman devlettir. Küçük adalardan oluşan bu ülke, toplamda 1.190 adadan meydana gelir ve sadece 200 tanesinde yerleşim var. Başkenti Male’dir. İngiliz himayesinde olan Maldivler, 1965 yılında bağımsızlığını kazanmıştır. Nüfusu 309 bin olan ülkede herkes Müslümandır. Yönetim biçimi cumhuriyettir ve devlet başkanı parlamento tarafından seçilir. Sadece Müslümanlar oy kullanabilir. Anayasasında, tüm vatandaşlarının İslam dinine mensup olması gerektiği yazılıdır. Bu nedenle vatandaşlık almak isteyen birinin Müslüman olması şarttır. Müslüman olmayanların vatandaşlık alması yasaktır. Ayrıca anayasa, cumhuriyetin temel ilkelerinin İslami esaslara dayandığını belirtir.

Maldiv halkı, İslam’a bağlıdır ve İslami değerlere büyük özen gösterir. İslami davranışlar açıkça görülür; başörtüsü yaygındır, ezana saygı duyulur, halk camilere akın eder. Ramazan ayında restoranlar gündüzleri kapalıdır ve alenen oruç bozmaya izin verilmez. Ülkede, şeriat hükümlerinin tüm mahkemelerde doğru şekilde uygulanmasını denetleyen bir üst kurul bulunmaktadır.

Devlet başkanı, Cuma hutbesini bizzat okur, namazı kıldırır ve dini ile sosyal etkinliklerde vaazlar verir. Aynı zamanda radyo ve televizyonda dersler ve nasihatler yapar. İslam Araştırmaları Fakültesi’nde bazı dini dersler verir. Ayrıca devlet başkanı, “Sebilü’d-Din” isimli haftalık bir dini gazete çıkarmaktadır; bu gazete 18 yıldır yayımlanmaktadır. Hükümet üyelerinin çoğu, İslami üniversitelerden mezundur. Örneğin, hac bakanı da bunlardan biridir.

Maldivler’de okuma yazma oranı oldukça yüksektir; cehalet oranı yalnızca %2’dir. Resmi dil Arapça olmamasına rağmen, halkın tamamı kendi başına Kur’an okuyabilecek durumdadır. Bu, Kur’an öğreten okulların yaygınlığı sayesinde mümkün olmuştur.

Turizm, balıkçılıktan sonra ülkenin ikinci büyük gelir kaynağıdır. Maldivler’de turizm, İslami ilkelere sıkı sıkıya bağlıdır. Turistlere alkollü içecek sunulmaz ve İslam yasalarına saygı göstermeleri zorunludur. Çıplaklık ya da genel ahlaka aykırı davranışlara izin verilmez. Turistler için 84 özel ada ayrılmıştır ve bu adalar dışında, yerel halkın yaşadığı yerlere ancak İslami kurallara uygun hareket edilirse gitmelerine izin verilir. Ramazan ayında alenen oruç bozmaları kesinlikle yasaktır.

Tüm bu sıkı kurallara rağmen, Maldivler turizmde büyük bir başarı elde etmiştir. 2007 yılında ülkeye gelen turist sayısı, 300 binlik nüfusuna kıyasla, 8 milyonu aşmıştır.

Maldivler’e İslam’ın Girişi
İslam’ın Maldivler’e girişi, efsanelere benzeyen gerçek bir hikâye ile olmuştur. Bu hikâye, seyyah İbn Battuta’nın “Tuhfetü’n-Nuzzar fi Garâibi’l-Emsar ve Acâibi’l-Esfar” adlı kitabında belgelenmiştir. Ayrıca, Male’deki büyük caminin yanındaki bir duvar resminde de anlatılmaktadır.

İslam, Hicri 5. yüzyılın başlarında (Miladi 1153) bu adalara girmiştir. Faslı bir Kur’an hafızı olan Ebu’l-Berekât Yusuf el-Berberi adında genç bir Müslüman, bu adaların kıyılarına ulaşmıştır. Söylenene göre, yolculuk yaptığı gemi adalardan birinin açıklarında batmış ve dalgalar onu kıyıya sürüklemiştir. Bir balıkçı ve ailesi onu kurtarmış, iyileştirmiş ve evlerinde misafir etmiştir. Yusuf el-Berberi, burada halkın dilini öğrenmiştir.

Bir gün, bu genç adam, balıkçı ve eşinin gözyaşları içinde ağladığını görmüştür. Balıkçının kızı, ada halkının her ay bir genç kızı ada canavarına kurban etme geleneği nedeniyle seçilmiştir. Yusuf, o gece kızın yerine gitmeye karar vermiştir. Aileyi, Allah’ın izniyle zarar görmeyeceğine ikna etmiştir.

Genç adam, ormanda belirlenen yere konmuş ve gece boyunca Yasin Suresi’ni ve diğer Kur’an ayetlerini okumaya başlamıştır. Canavar yaklaştığında ayetleri duyarak geri çekilmiştir. Bu olay üç gece tekrarlanmış ve dördüncü gece canavar tamamen ortadan kaybolmuştur. Halk, bu tehlikeden sonsuza dek kurtulmuştur.

Durumu öğrenen Sultan Maaha Kalanj’a, Yusuf el-Berberi’yi çağırmış ve ondan İslam’ı öğrenmiştir. Sultan, İslam’ı kabul ederek adını “Muhammed bin Abdullah” olarak değiştirmiştir. Onunla birlikte halkın tamamı Müslüman olmuştur.

Yusuf el-Berberi, hayatının geri kalanını bu adalarda Kur’an, fıkıh ve diğer İslami ilimleri öğretmekle geçirmiştir. Mezarı hâlâ ada üzerinde bulunmaktadır ve yanına bir cami inşa edilmiştir.

Bir insan, Allah’ın lütfuyla, bir milletin İslam’a kavuşmasına vesile oldu.
Allah’ım, ey cömertlerin en cömerdi, ey merhametlilerin en merhametlisi… Dinine hizmet etmede bizim de bir payımız olsun, ey yüce Rabbim.

Ne yazık ki medyamız, önemsiz konular dışında hiçbir şeyi aktarmıyor. Maldivler gibi ülkeler göz ardı ediliyor; belki de bu halkların ahlak ve dini değerlere bağlılıklarını görüp bundan etkilenileceğinden korkuluyor.

Paylaş, pozitif ol ve başkalarına İslam’ın büyüklüğünü, davetin gücünü ve Kur’an’ın değerini anlat.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
25.11.2024 Üsküdar

Mütercimin Notu: 👇

Biliyorsunuz, İngilizler Proje üretmekte uzman oldukları kadar senaryo yazmakta da uzmandırlar. Ürettikleri projelerin, yazdıkları senaryoların zeka ve mantık ürünü olmadığını söylemek de çok zor. Tarih boyunca rüya ve hayallerini gerçekleştirmenin önünde en büyük engel olarak gördükleri İslam’ın esasına karşı olsalar da, İslamın, müslümanlar için hayatın vazgeçilemez gerçeklerinden olduğunu da çok iyi bilirler. Bir taraftan Osmanlı Cihan Devletini, diğer taraftan da İslam Hilafetini kendi asi evlatlarına yıktırırken, öte yandan kendi kontrolünde olmak kaydı ile Kırallık ve Sultanlıkları desteklemekle yetinmemiş, İslam Hilafetini yeniden canlandırma gayretlerinden de hiç geri durmamışlardır. Suudi Arabistan’da dini görünümlü, itikadi mezheplere ve tasavvufa karşı Vehhabi bir devlet kurdurup müslümanları oyalarken, Vehhabi karşıtı, sahte tasavvuf ceryanları gibi fikri hareketleri destekleyip beslemekten de uzak durmamışlardır. İhtiyaç hasıl olduğunda kendilerinin üretip besleyerek yetiştirdiği Vehhabilere sahte tasavvuf rolünü oynatarak sadık işbirlikçilerine yeni rollerinde desteğini devam ettirdikleri gibi, sadakat göstermeyenleri de tasfiye ettirmeyi sağlatmış, bu uygulamalar esnasında, sahnede görünmemeyi, müttefiki ABD yi başrolde istihdam etmeyi de ustaca sürdürebilmiştir. Yakında S.Arabistan öncülüğünde İslam Hilafetini yeniden tesis ettirip Türkiye’deki Kamalistlerin teyidini de alırlarsa şaşmayın. Kamalistlerin teyidine ne ihtiyaçları var diyebilirsiniz ama unutmayınki şekli hilafetin Kutsal emanetleri elde etmek istemelerine Türkiye’den destek olabilecek tek güç Kamalist güçlerdir. Beni aşırı hayalci görenlere, şimdilik sadece S.Arabistan’a bakmalarını söylemekle iktifa ediyorum. Yaşayanlar çok garip şeyler görecektir. Şaşırmamak için sizinde kendinizi hazırlamanızda fayda var; yaşayıp şahit olduklarımı yazıp anlattığım şu yazımı da okumanızı arzu ederim. 👇

Maldivler Hakkında Bilgi Edinmek İçin 👇https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Maldivler#

Turistler İçin Pratik Bilgiler 👇

Maldivler Hakkında Özet Bilgiler 👆

Arapça Kaynaklarda Maldivler Hakkında 👇 https://ar.m.wikipedia.org/wiki/المالديف

Arapça Kaynaklarda Yusuf al-Berberi Hakkında Bu Olayı Teyit Eden Bilgiler Var👇 https://ar.m.wikipedia.org/wiki/أبو_بركات_البربري#

وحش الجزيرة

قصة لم اسمعها من قبل فهل يعقل ان كل الاعلام يتعامى عنها!!

قصة حقيقة في ثلاث دقائق

بنهايتها حكاية بطولية أغرب من الخيال

لماذا نخاف من جزر المالديف …

جزر المالديف
دولة مسلمة لا نعرف عنها الكثير ..
وتاريخها الموثق
هو أقرب إلى الأساطير ..

جزر المالديف دولة مسلمة تقع في المحيط الهندي .. وهي مجموعة جزر صغيرة يبلغ عددها 1190 جزيرة .. والمأهول منها 200 فقط .. اسم عاصمتها ماليه .. كانت محمية بريطانية واستقلت في عام 1965 م .. يبلغ عدد سكانها 309 ألف نسمة كلهم مسلمون ..
ونظام الحكم فيها جمهوري، ورئيسها يُعيّن من قبل البرلمان، ويكون التصويت للمسلمين فقط، ودستورها ينص على أن جميع مواطنيها يجب أن يدينوا بديانة الإسلام، وبالتالي فإن الشخص الذي يرغب أن يكون مواطناً فيها عليه أن يكون مسلماً، ويُمنع أن يكون أي شخص غير مسلم مواطناً فيها، كما يشير دستورها إلى أن مبادءها الجمهورية هي المبادىء الإسلامية.

أما شعب المالديف فمتدين يحب الإسلام ويحرص على الآداب الإسلامية, والسلوكيات الإسلامية واضحة للعيان, فالحجاب منتشر, ويحترم السكان الأذان, ويقبلون على المساجد, وتغلق المطاعم نهارا في شهر رمضان, وتُمنع المجاهرة بالفطر فيه.
وتوجد بها هيئة عليا لمراقبة التطبيق الصحيح لأحكام الشرع الإسلامي في جميع المحاكم.

ويقوم رئيس الدولة بإلقاء خطبة الجمعة، وإمامة الصلاة بالناس، وإلقاء الوعظ والإرشاد في المناسبات الدينية والاجتماعية، كما يقوم بإلقاء الدروس والنصائح في الإذاعة والتلفزيون, بالإضافة إلى تدريس بعض المواد الدينية في كلية الدراسات الإسلامية، وكذلك يقوم رئيسهم بإصدار صحيفة دينية أسبوعية باسم (سبيل الدين) منذ ثمانية عشر عاماً.
وأكثر أعضاء الحكومة في المالديف من خريجي الجامعات الإسلامية ومنهم وزير الحج ..
نسبة الأمية في تلك البلاد طفيفة جداً لا تتجاوز 2% .. ورغم أن اللغة الرسمية ليست العربية إلاّ أنه لا يوجد بين السكان من لا يستطيع أن يقرأ في كتاب الله تعالى بنفسه .. وذلك بفضل مدارس تعليم القرآن الكريم ..

اما السياحة فتعتبر المصدر الثاني للدخل القومي بعد الصيد.
والسياحة في ذلك البلد مضرب المثل فهي لا ابتذال فيها ولا تنازل عن المبادئ الإسلامية .. فيُمنع تقديم الخمور للسياح, ويُلزم السائح باحترام قوانين البلاد الإسلامية, فلا يوجد عري ولا خروج على الآداب العامة.
وقد خصصوا للسياح أربعة وثمانين جزيرة منعزلة للسياحة فقط ولا يسمح للسائح أن يذهب إلى الجزر المأهولة بالسكان المسلمين إلا إذا التزم بالآداب الإسلامية, ولا يسمح له ولا لغيره بإظهار الإفطار في نهار رمضان.

وعلى الرغم من صرامة تلك القوانين فقد انتعشت السياحة هناك كثيرا ووصل عدد السياح عام 2007 م إلى أكثر من ثمانية مليون سائح, وهو رقم ضخم بالمقارنة مع عدد السكان الذي لا يتجاوز ثلاثمائة ألف.

نأتي إلى قصة دخول الإسلام إلى تلك البلاد .. وهي قصة أقرب إلى الأساطير .. وقد وثّقها الرحالة ابن بطوطة في كتابه (تحفة النُظّار في عجائب الأمصار وغرائب الآثار) .. والقصة منقوشة على لوحة جدارية بجانب الجامع الكبير في ماليه ..
دخل الإسلام إلى تلك الجزر في بدايات القرن الخامس الهجري (عام 1153م) عندما وصل إلى شواطئها شاب مسلم حافظ للقرآن الكريم من المغرب العربي اسمه أبو البركات يوسف البربري .. يقال أن السفينة التي كان يُبحر بها تحطّمت قبالة شواطيء إحدى تلك الجزر .. وقذفته الأمواج إلى الشاطيء , حيث عالجه واعتنى به أحد الصيادين مع أسرته, واستضافه في بيته , حيث تعلّم لغة السكان.
وذات يوم, رأى ذلك الشاب الصياد وزوجته يبكيان بحرقة, وعلم منهما أن القرعة قد وقعت على ابنتهما الشابة لتقديمها قرباناً لوحش الجزيرة, حيث اعتاد السكان أن يقدّموا للوحش فتاةً كل شهر, يضعونها ليلاً عند طرف الغابة, فيأتي الوحش ويأخذها, ولا يتعرّض بعد ذلك للقرويين بسوء طوال الشهر ..
قرر ذلك الشاب أن يذهب بدلاً من تلك الفتاة إلى الغابة, وأخبر الصياد وأسرته أنه سيكون بخير بإذن الله تعالى ..
وفعلاً وضعوه في المكان المعهود فأخذ يقرأ سورة ياسين وآيات القرآن الكريم طوال الليل .. وكان يشعر بالوحش يقترب منه فإذا سمع الآيات يبتعد .. إلى أن أشرقت الشمس ..
وأعاد الشاب الكرّة ثلاث ليالٍ فذهب الوحش ولم يعد في الليلة الرابعة وتخلّص منه القرويون ..
عندما سمع السلطان, وكان اسمه ماها كلامنجا, بأمر ذلك الشاب استدعاه وسأله عن حقيقة الأمر فقرأ عليه القرآن الكريم .. وحدّثه عن الإسلام .. ودعاه إليه .. فدخل الملك في الإسلام .. وغيّر اسمه إلى‘ محمد بن عبد الله‘ .. وأسلم كل سكان البلاد ..
وقد أقام ذلك الشاب في تلك الجزر يُعلّم أهلها القرآن الكريم .. والفقه الشافعي .. والعلوم الدينية الأخرى التي كان يعرفها إلى أن توفّاه الله تعالى ..
وقبره لا زال موجودا معروفا في الجزيرة .. وقد بنوا بجانبه مسجداً ..
سبحان الله .. رجل واحد .. أكرمه الله تعالى .. وجعل على يديه إسلام أمّة ..
اللهم .. يا أكرم الأكرمين .. ويا أرحم الراحمين .. إجعل لنا سهماً في نصرة دينك وخدمته .. يا عظيم ..

من المؤسف ان اعلامنا لا ينقل الا توافه الأمور ،
اما بلاد مثل جزر المالديف فيغض الطرف لعلهم يخافون على الشعوب ان تصيبهم عدوى احترام القيم والآداب والتمسك بالدين القويم …

إنشر وكن إيجابيا وعرف غيرك عظمة الدين وقوة الدعوة وقيمة القرآن

D.Trump Neden Onu Tercih Etti?

Hale Jarbo veya Ajan Hale Jarbo

Sosyal medya ve bazı haber kanallarında, Irak asıllı Hale Jarbo’nun ABD Başkanı Donald Trump tarafından Michigan eyaletinin Oakland ilçesi mahkemesine federal hakim olarak atandığına dair haberler yayıldı.

Hale Jarbo, 1971 yılında Musul’un Telkeif ilçesinde Keldani Hristiyan bir ailede dünyaya geldi. İşletme lisans diploması ve hukuk doktorasına sahip olan Jarbo’nun soyadı “Jarbo” ise babasına değil, ailesinin Telkeif’te yaygın olan Keldani bir aşirete mensup olmasından geliyor. Babası “Yusuf Yelda Jarbo Telkeifi” ise Irak’ın nükleer reaktörlerinin kurulmasında katkıda bulunan önde gelen bir nükleer bilimciydi. Ancak daha sonra babasının İsrail’in istihbarat servisi Mossad’a çalıştığı ve Irak’ın nükleer projeleriyle ilgili bilgileri sızdırdığı iddia edildi.

Bu casusluk faaliyetleri sonucunda, İsrail ve ABD tarafından Irak’ın nükleer reaktörlerinin 1980’de bombalanarak imha edildiği belirtildi. Babasının bu ihaneti nedeniyle Hale Jarbo’nun, Irak’ın nükleer ve kimyasal projelerine yönelik tehditlerin artmasına ve nihayetinde ülkenin işgaline yol açan bir sürecin parçası olduğu öne sürülüyor.

Hale Jarbo, medya ve sosyal medya platformlarında Iraklı göçmen bir başarı hikayesi olarak sunuldu. Ancak bu iddiaların doğru olmadığı ve Jarbo’nun babasının, İsrail’in Mossad teşkilatına hizmet eden bir ajan olduğu savunuluyor. Bazı yorumlara göre, Hale Jarbo’nun ABD’de federal yargıç olarak atanması, babası Yusuf Yelda’nın Mossad’a olan hizmetlerinin bir ödülü olabilir. İlk olarak bu haberlerin İsrail yanlısı medya tarafından yayılması bu iddiaları destekleyen bir argüman olarak öne sürülüyor.

Metinde, Hale Jarbo’nun atanmasının arkasında kişisel başarıdan ziyade ailesinin geçmişiyle ilgili tartışmalı bağlantılar olduğuna dikkat çekiliyor. Bu bilgiler, olayın siyasi ve tarihsel arka planını da ortaya koyuyor.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
24.11.2024 Üsküdar

هالة جربوع ام عمالة جربوع


إشتعلت مواقع التواصل الإجتماعي وبعض القنوات الأخبارية، خبر مفاده تعيّن “هالة جربوع” من أصولِِ عراقية، تم تعينها من قبلِ رئيس الولايات المتحدة الأمريكية “ترامب” ك قاضيةِِ لدائرةِ مقاطعة أوكلاند في ولايةِ ميشيغان،

هالة جربوع، والتي ولدت في عام١٩٧١ في بلدة تلكيف في محافظة الموصل من عائلة كلدانية مسيحية، والحاصلة على شهادة البكالوريوس في إدارة الأعمال، والدكتوراء في الحقوق، وإن إسم “جربوع” هو ليس إسماََ لأباها كما يظن الكثير، بل إن جربوع هو أسم عشيرتها المنتشرة في منطقة تلكيف أي هي عشيرة تلكيفية، أو الكاك الرئيسي للكلدانية المسيحية في العراق،

أما أباها أسمه “يوسف يلدا جربوع التلكيفي” وهو العالم النووي والذي يعتبر أحد أعمدة علماء الذرة العراقيين الذين ساهموا في إنشاءِ المفاعل النووية في العراقِ، ولكن سرعان ما تم الكشف عن عمالة أباها “يوسف يلدا” للكيان الصهيوني،

“يلدا” الجاسوس الذي خان وطنه وأرضه بأبخسِ الأثمانِ والذي سرب جميع معلومات المفاعل النووية العراقية للموساد الإسرائيلي، وإستطاع أن يهرب الى أمريكا ليمنح الجنسية الأمريكية، وعلى أثر هذا التسريب قامً هذا الكيان وبمساعدةِ أمريكا بضرب وتدمير هذهِ المفاعل تدميراََ، وتحديداََ في عام ١٩٨٠،

وعلى أثر عمالة أباها” يلدا” دخل العراق إلى مرحلةِ الخطر الخاصة بإنشاءِ التفاعلات النووية والكيماوية، والذي أدى في نهاية المطاف إلى إحتلال العراق بسببِ هذهِ المفاعلاتِ.

هالة جربوع تم تسويقها عن طريق الأخبار ومواقع التواصل الإجتماعي على إنها كفاءة عراقية مهاجرة أو مغتربة، وهذا الخبر غير صحيح على الأطلاقِ، بل إنها أبنت الجاسوس الصهيوني “يوسف يلدا التلكيفي” والعميل الأزدواجي الذي هرب من العراق إلى أمريكا بسببِ خيانتهِ العظمى للعراقِ وشعبه، وهنالك فرق كبير بين المهاجر والجاسوس،

يبدو إن تعين هالة “جربوع” كقاضية فيدرالية لولاية ميشيغان الأمريكية تمت على يدِ الموساد الإسرائيلي تكريماََ لما قام بهِ والدها “يلدا التلكيفي” من خدمةِِ مثالية لهذا الموساد، لأن أول من ذاع هذا الخبر هو الإعلام والمواقع الصهيونية، ومن بعدها تلاقفه الإعلام

https://www.alhurra.com/usa/2020/08/03/رشحها-ترامب-الموافقة-تسمية-العراقية-الأميركية-هالة-جربوع-قاضية-فيدرالية

Siyonist Tarihçi Lübnan’da Tarih Oldu

“Artık Tarih Oldu”: İsrailli Tarihçinin Güney Lübnan’da Öldürülmesi Üzerine Tepkiler

İsrailli tarihçi ve araştırmacı Ze’ev Ehrlich (71 yaşında), Güney Lübnan’ın Şamaa kasabasındaki bir antik kale yakınlarında, İsrail’in Golani Tugayı Kurmay Başkanı Albay Yoav Yarom ile birlikteyken bir saldırıya uğradı. Lübnan Hizbullahı’na bağlı unsurların bölgeye fırlattığı bir füze, Ehrlich ve Yarom’un bulundukları yapının çökmesine neden oldu. Saldırıda Ehrlich hayatını kaybederken Yarom ağır yaralandı. İsrail kaynaklarına göre olayın yaşandığı yerin adı “Nebi Şemun’un Mezarı” olarak geçiyor.

Haber, Arap dünyasında sosyal medyada büyük yankı uyandırdı. Gazeteci Yaser ez-Zaatire, attığı bir tweet’te “yaşlı Siyonist arkeolog” olarak tanımladığı Ehrlich’in Güney Lübnan’da ne yaptığını sorguladı. İsrail gazetelerinin onu “İsrail Toprakları Tarihi” alanında önde gelen bir araştırmacı olarak nitelendirdiğini belirten ez-Zaatire, Ehrlich’in “Samiriye ve Benyamin” ile “Yehuda ve Samiriye Araştırmaları” gibi eserlerin yazarı olduğunu ekledi.

Ez-Zaatire, Ehrlich’in askeri üniforma giyip silah taşımasına rağmen Lübnan’a savaşmak için değil, atalarının izlerini aramak için geldiğini savundu. Bu tür faaliyetlerin İsrail işgali altındaki Batı Şeria’da on yıllardır sürdüğünü, ancak bugüne kadar herhangi bir somut delil bulunamadığını dile getirdi.

Bir başka kullanıcı, Ehrlich’in bir arkadaşı olan İsrail ordusundaki bir tabur komutanından kendisini Lübnan’a sokmasını rica ettiğini iddia etti. Ehrlich’in İsrail topraklarının Yahudilere ait olduğunu ispatlamak amacıyla sahte makaleler yazdığı ve Batı Şeria’daki Arap köylerindeki tarihi eserleri Yahudilere mal ettiğini belirtti. Kullanıcı ayrıca, Ehrlich’in birçok kitabının ve araştırmasının tarihin çarpıtılmasını amaçladığını ifade etti.

Bazı kullanıcılar, Ehrlich’in daha önce bir videoda arkasında bir cami ile görüldüğü bir görüntüye atıfta bulunarak, onun “Bakın! Güney Lübnan’daki bu eski caminin altında Yahudiler tarafından inşa edilmiş bir tapınak var” dediğini hatırlattı. Başka bir kullanıcı ise Ehrlich’in İsrail ordusunun eşlik ettiği bir grup içinde Lübnan’a gizlice girdiğini ve Güney Lübnan’ın İsrail’in bir parçası olduğunu ispatlamaya çalıştığını öne sürdü. Ancak görevini tamamlayamadan öldürüldüğünü söyledi.

Bazı yorumlarda ise Ehrlich’in İsrail’in “tarihi hak iddialarını” desteklemek amacıyla hem Filistin hem de Lübnan topraklarına yönelik araştırmalar yaptığı, ancak Lübnan’da gençler tarafından “tarihin bir parçası haline getirildiği” ifade edildi. Bazıları, Ehrlich’in araştırmalarının “sonuçlandırıldığını” ve “sahte tarih yazımının sona erdiğini” belirtti.

Bir başka kullanıcı, Ehrlich’in Batı Şeria’daki arkeolojik alanlarda İsrail ordusunun koruması altında çalıştığını ve İsrail’in genişlemeci politikalarını savunduğunu belirtti. Kullanıcı, Ehrlich’in “Büyük İsrail” fikrinin destekçilerinden biri olduğunu ve bu nedenle Lübnan’da bulunduğunu, ancak “cehenneme gönderildiğini” söyledi.

Lübnanlı gazeteci Maya Abi Akl, Ehrlich’in Güney Lübnan’da, Şamaa kalesi yakınlarında, Hizbullah savaşçılarının İsrail ordusuna pusu kurduğu bir saldırıda öldürüldüğünü belirtti.

Bazı İsrail yanlısı hesaplar da Ehrlich’in Güney Lübnan’daki son fotoğrafını paylaştı. Fotoğrafı paylaşan bir kullanıcı, Ehrlich’in Filistin halkının varlığını inkar eden, aşırı sağcı bir akademisyen olduğunu ve tarihi eser hırsızlığında yer aldığını ifade etti.

İsrailli kullanıcılar arasında da tepkiler farklılık gösterdi. İsrail Miras Bakanı Amihai Eliyahu, Ehrlich’in sadece bir araştırmacı değil, tüm Yahudilerin hikayesini temsil ettiğini belirtti. Eliyahu, Ehrlich’in taşlara ve yollara dair hikayeler anlattığını, ceplerinde Tevrat ve harita taşıdığını söyledi.

Öte yandan İsrail Maliye Bakanı ve Dini Siyonizm Partisi lideri Bezalel Smotrich, Ehrlich’in yıllardır İsrail ordusunun desteğiyle çalıştığını itiraf etti. Smotrich, Ehrlich’in güvenlik alanında önemli katkılar sağladığını belirtti.

Ancak İsrail ordusu, Ehrlich’in sivil bir uzman olduğunu açıkladı ve Lübnan’a nasıl girdiğiyle ilgili soruşturma başlattığını duyurdu. Ehrlich’in tüm fotoğraflarında tam askeri üniforma giydiği ve otomatik silah taşıdığı görülmesine rağmen, ordunun onun “askeri değil sivil” olduğu yönündeki açıklaması dikkat çekti.

Kaynak: El-Cezire ve sosyal medya platformları.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu

23.11.2024 Üsküdar

“أصبح من التاريخ” .. مغردون يتفاعلون مع مقتل مؤرخ إسرائيلي بجنوب لبنان ..

المؤرخ والباحث الإسرائيلي زئيف إيرلتش (71 عاما) كان برفقة رئيس أركان لواء غولاني العقيد يوآف ياروم، قرب قلعة أثرية في بلدة شمع جنوب لبنان (قالت مصادر إسرائيلية إن اسم الموقع “قبر النبي شمعون”) حين باغتهم صاروخ أطلقه عناصر من حزب الله اللبناني على المنطقة، ما تسبب بانهيار المبنى الذي كان يقف فيها، وأدى إلى مقتل المؤرخ وإصابة العقيد بجروح بليغة.

ولاقى انتشار الخبر رواجا كبيرا بين أوساط المغردين العرب، حيث تساءل ياسر الزعاترة عبر تغريدة عما كان يفعله عالم الآثار “الصهيوني العجوز” في جنوب لبنان، مضيفا أن الصحف الإسرائيلية وصفته بالباحث البارز في تاريخ أرض إسرائيل، ومؤلف كتب “السامرة وبنيامين”، و”دراسات يهودا والسامرة”.

وأكد الزعاترة أن الباحث الذي كان يرتدي الزي العسكري ويحمل سلاحا “قطعا لم يأت إلى لبنان لأجل القتال، بل جاء ينقّب عن آثار أجداده، كما يفعل في الضفة الغربية منذ عقود دون جدوى.”

كما علق أحد المغردين بالقول إن زئيف قُتل في جنوب لبنان بعد أن “طلب من صديق له، وهو قائد كتيبة في الجيش، إدخاله للبحث عن أدلة تاريخية في “أرض إسرائيل”، وإنه كان قد كتب العديد من المقالات المزيفة التي تهدف إلى إثبات أن أرض فلسطين تعود لليهود. مؤكدا أنه يعمل في توثيق المواقع الأثرية في القرى العربية في الضفة الغربية وينسبها لليهود. وقال أيضا إن “لديه العديد من المؤلفات والأبحاث والكتب المزورة التي تهدف إلى تزييف التاريخ.”

وعقّب أحد المغردين على فيديو نشره المؤرخ سابقا حيث يقف ويظهر وراءه مسجد أثري، ويقول فيه: “انظروا إلى هذا المسجد القديم في جنوب لبنان! يوجد تحته معبد قديم بناه اليهود”. وأضاف أن زئيف الذي “تسلل إلى لبنان برفقة جيش الاحتلال الإسرائيلي دون تصريح لإثبات أن جنوب لبنان جزء من إسرائيل. تم قتله قبل أن يتمكن من إنهاء المهمة.”

وقال معلق آخر إن الباحث المتخصص في “تاريخ أرض إسرائيل زئيف كتب العديد من المقالات عن أحقية إسرائيل “التاريخية” بأراض فلسطينية ولبنانية وغيرها، دخل إلى لبنان ليبحث عن علامات تقول إن الجنوب لهم، أراد أن يوثّق تاريخا مزيفا فأصبح من التاريخ. شبابنا أنهوا أبحاثه.”

في حين أكد أحد المغردين أن إيرليتش مقرّب من قادة الاحتلال ويُسمح له بالدخول لمواقع أثرية في الضفة الغربية بحراسة من الجيش. كما أنه “من مؤيدي فكرة إسرائيل الكبرى، وإقامة المستوطنات في كل مكان كان فيه وجود يهودي” وذلك يشمل جنوب لبنان، حيث دخل ليرى الحرب عن قرب فـ”تم ترحيله إلى جهنم مع صديقه”، بحسب وصفه.

وقال آخر إن زئيف إيرليش الذي يحمل اسما آخر هو “خانوخ” مستوطن عادي، مشيرا إلى أن جميع المستوطنين جنود، قد “شوهد تطاير أشلائه من السعادة بعد ترحيب مناسب من الحزب” مستنكرا وصفه بالمدني بالقول: “مدنيين بين العسكر!؟”

وعلقت الصحفية اللبنانية مايا أبي عقل على الحادثة بالقول إن عالم الآثار قتل قرب قلعة شمع الجنوبية، خلال تفتيشه عن “أرض إسرائيل”، حين باغت مقاتلان من حزب الله مجموعة من الجيش الإسرائيلي حيث أصيب معه رئيس أركان لواء غولاني يوآف ياروم وآخرون.

كما نشر أحد المغردين صورة للبروفيسور زئيف إرليتش قال إنها في جنوب لبنان، وهي الصورة الأخيرة له قبل مقتله، مضيفا أنه “أحد أهم المؤرخين الإسرائيليين التابع للجناح اليميني المتطرف والذي ينفي وجود الشعب الفلسطيني،” والذي يطالب بعدم منحه أي حقوق على أرضه.

كما أكد معلق آخر على أن زئيف الباحث في مجال علم الآثار التوراتي، “من سارقي الآثار من المواقع التاريخية وأحد أعمدة الاستيطان.”

في المقابل انتشر الخبر في الأوساط الإسرائيلية، وعلق مغردون إسرائيليون على الحادثة، حيث كتب وزير التراث الإسرائيلي عميحاي إلياهو على حسابه في تويتر أن زئيف ليس مجرد خبير قتل في لبنان، بل قصة اليهود جميعا، وأن “الخبير البالغ من العمر 71 عاما كان لديه “طاقة صبي يبلغ من العمر 17 عاما، ولديه قصة لكل حجر. التاريخ في كل طريق. كتاب مقدس في أحد الجيوب، وخريطة في الآخر.”

في حين نشر أحد المعلقين صورة تجمعه مع زئيف وآخرين قائلا إنه “عاش في جيلنا في أرض أجدادنا وسقط اليوم في لبنان”. مشيرا إلى أن الصورة الملتقطة كانت عند “قبر يوسف الصديق الذي أحبه كثيرا.”

وفي تويتر حساب يكتب في الوصف أنه “مجموعة من المواطنين الإسرائيليين الذين يهتمون بحقوق الإنسان ويعارضون الاحتلال. هدفنا هو رفع مستوى الوعي بما يحدث في الأراضي المحتلة من خلال تقاريرنا المباشرة كناشطين”؛ نشر تدوينة عقب مقتل الباحث الإسرائيلي في لبنان أرفق فيها صورة لجندي إسرائيلي وقال إن “الذي قتل زئيف حانوخ إيرليتش أمس في لبنان هو التفوق اليهودي. نفس التفوق اليهودي الذي يقتل الفلسطينيين في الضفة الغربية، والذي يدمر القرى، والذي يشعل النار في المنازل، ويقتل الأطفال والنساء في غزة من أجل الانتقام. والجيش يتراجع ولا يتوقف. قُتل جندي من الجيش بينما كان يحافظ على ذلك التفوق اليهودي.”

وقد اعترف وزير المالية الإسرائيلي ورئيس الحزب الديني الصهيوني بتسلئيل سموتريتش في حسابه على منصة إكس بأن الباحث المقتول في جنوب لبنان قد عمل بمساعدة مباشرة من الجيش الإسرائيلي على مر السنوات، حيث كتب أنه “ساهم كثيرا في أمن البلاد. وقد ساعده كبار الضباط على مر السنين في تحليل وفهم المنطقة وتداعياتها على الأمن والعمليات المستمرة.”

وعلى الرغم من أن كل الصور المنتشرة للباحث تظهره وهو يرتدي زيا عسكريا كاملا، ويحمل بندقية آلية، فإن جيش الاحتلال أعلن أن الخبير مدني وليس عسكريا، وأعلن عن فتح تحقيق بشأن طريقة دخوله إلى جنوب لبنان ووصوله إلى المكان الذي قتل قربه.

المصدر: الجزيرة + مواقع التواصل الاجتماعي

https://www.aljazeera.net/amp/news/2024/11/21/أصبح-من-التاريخ-مغردون-يتفاعلون-مع

Suud’un Yalanlama Açıklaması ..

S.Arabistan Makamlarının Uyarısı:

Krallığa yönelik yürütülen ve Arap kamuoyunu kışkırtmayı amaçlayan medya savaşı hâlâ devam ediyor. Bu kapsamda birçok asılsız iddia eşzamanlı olarak dolaşıma sokulmaktadır. Tüm bu iddialar Şüpheli Haberleri İzleme Kurumu tarafından tespit edilmiştir. İşte öne çıkanlar:
1. Kâbe’nin maketi üzerinde çıplak bir dansçının yer aldığı video: Bu iddia tamamen yanlıştır. Söz konusu video, 2023 yılında Arjantin’de gerçekleştirilen Taylor Swift’in Eras turnesine aittir. Taylor Swift henüz Suudi Arabistan’ı ziyaret etmemiştir.
Detaylar: https://bit.ly/4fGSJA0
2. Riyad Sezonu’nda Kâbe maketinin olduğu iddia edilen video: Gerçek dışıdır. Video, 2023 Ekim ayında düzenlenen bir boks etkinliğinde kullanılan tavana bağlı dört ekranı göstermektedir.
Detaylar: https://bit.ly/3ZelePK
3. Riyad Sezonu’nda bir defilede Kâbe maketleri ve putların yer aldığı iddiası: Asılsızdır. Krallıkta Kâbe maketleri bulunmamaktadır. Görüntüdeki obje, tavana monte edilmiş bir aynadır. Fotoğrafa dijital olarak put figürleri eklenmiştir.
Detaylar: https://bit.ly/4fxAn46
4. Suudi Arabistan’da Zülfikar kılıcıyla dans eden yabancı bir şarkıcı videosu: Gerçek dışıdır. Video, New York’ta bir Filistin-Şilili sanatçıya aittir.
Detaylar: https://bit.ly/3Cpx0NW
5. Riyad Sezonu’nda Kur’an ayetleri okuyan bir grubun performansı olduğu iddia edilen video: Bu iddia tamamen uydurmadır.
Detaylar: https://bit.ly/4fRLeFP
6. İsrailli bir şirketin hacıların güvenliğini sağladığı iddiası: Bu, eski bir yalandır. Haber, 2016 yılında resmî olarak yalanlanmıştır.
Detaylar: https://bit.ly/3OcqnRS
7. Suudi Arabistan’da bir kadının yabancı bir şarkıcıya sarıldığına dair video: Gerçek değildir. Video, 8 yıl önce Azerbaycan’ın Bakü şehrinde çekilmiştir.
Detaylar: https://bit.ly/3ZeyyTT
8. Riyad Sezonu’nda bir Suudi kadının favori sanatçısıyla dans ettiği iddiası: Video sahte olup, görüntüler Eylül ayında Londra’da bir Pakistanlı kadının katıldığı bir etkinlikten alınmıştır.
Detaylar: https://bit.ly/4fRrjqs

Lütfen gerçeği paylaşın ve bu yanlış bilgilerin yayılmasını önleyin.
İletişim: [email protected]
(Şüpheli Haberleri İzleme Kurumu sizin için doğruladı.)

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
23.11.2024 Üsküdar

Yukarıdaki Açıklamayı Okuyanlar Şu Yazıyı da Okumalı👇

⛔️عاجل:
لا تزال الحرب الإعلامية الموجهة ضد المملكة مستمرة والتي تهدف لتجيش الرأي العام العربي، وذلك بنشر عدة إشاعات كاذبة دفعة واحدة، تم رصد جميعها عبر منصة هيئة مكافحة الإشاعات وهذه أهمها:

1- فيديو متداول لراقصة عارية فوق مجسم للكعبة بالسعودية، غير صحيح بالطبع، لأن الفيديو من الأرجنتين عام 2023، لجولة إيرس للمغنية تايلور سويفت التي لم تزُر السعودية بعد.
التفاصيل:
https://bit.ly/4fGSJA0
••
2- فيديو مجسم الكعبة في ⁧‫موسم الرياض ‬⁩المتداول عربياً غير صحيح، بل هو لأربع شاشات متصلة بالسقف في حفل ملاكمة أقيم في أكتوبر من عام 2023.
التفاصيل:
https://bit.ly/3ZelePK
••
3- لا صحة لما يُشاع عربياً عن أصنام ومجسم للكعبة في عرض أزياء في ⁧‫#موسمالرياض ‬⁩! ‏بالطبع، لا توجد مجسمات للكعبة في المملكة، لكنها صورة لمرآة متصلة للسقف، وتمت معالجة الصورة رقمياً بإضافة أصنام عليها. التفاصيل:
https://bit.ly/4fxAn46
••
4- لا صحة لما يُشاع عن مغنية أجنبية في السعودية ترقص بسيف ذو الفقار في ⁧‫#موسمالرياض ‬⁩، بل الفيديو الحقيقي لمغنية فلسطينية تشيلية في نيويورك.
التفاصيل:
https://bit.ly/3Cpx0NW
••
5- فيديو متداول عربياً يدعي ناشريه استقبال موسم الرياض لفرقة تتغنى بآيات القرآن الكريم بمناسبة اليوم الوطني!، بالطبع غير صحيح.
التفاصيل:
https://bit.ly/4fRLeFP
••
6- إشاعة قديمة يعاد نشرها عن تولي شركة إسرائيلية تأمين الحجاج، الخبر غير صحيح بالطبع وتم نفيه رسميًا عام 2016.
التفاصيل:
https://bit.ly/3OcqnRS
••
7- الفيديو المتداول عن فتاة سعودية تحضن مغني أجنبي في السعودية غير صحيح، بل هو من باكو، أذربيجان، قبل 8 سنوات.
التفاصيل:
https://bit.ly/3ZeyyTT
••
8-فيديو آخر متداول عن ⁧‫#موسم_الرياض ‬⁩ وهذه المرة عن رقص فتاة سعودية مع فنانها المفضل في الرياض، بالطبع الفيديو ليس صحيحًا، بل هو لفتاة باكستانية في حفل في لندن في سبتمبر الماضي.
التفاصيل:
https://bit.ly/4fRrjqs
••••••••
❇️للتواصل عبر الإيميل: [email protected]
(هيئة مكافحة الإشاعات No Rumors تحققت من اجلكم، لطفاً اعد نشر الحقيقة).
٢١نوفمبر ٢٠٢٤

İstibdat Konulu Bir Kitap Özeti

“Tabâi‘ü’l-İstibdâd ve Masârı‘ü’l-İstıbdâd” Kitabının Özeti – Abdürrahman el-Kevâkibî

İstibdâd nedir? Müstekbir (zorba) kimdir? Ve ondan nasıl kurtulabiliriz?

Bu metin, Abdürrahman el-Kevâkibî’nin istibdâd (despotizm) üzerine yazdığı bir araştırmadır. Kevâkibî, istibdâdın özelliklerini ve beraberinde getirdiği olumsuzlukları incelemiştir. Bu olumsuzluklar, zorbanın sürekli bir korku içinde yaşamasına, yönetimi altındaki halkın ise korkaklık ve pasiflik duygularına kapılmasına yol açar. İstibdâdın din, ilim, şan, servet, ahlak, ilerleme, eğitim ve medeniyet gibi insan hayatının tüm alanlarına etkileri vurgulanır.

Kevâkibî, şu sorulara cevaplar arar:
• İstibdâd nedir?
• Müstekbirin (zorbaların) özellikleri nelerdir?
• Zorbaların yardımcıları kimlerdir?
• İstibdâdın din, servet, ilim ve ahlakla ilişkisi nedir?
• İnsan istibdâdı ne kadar tolere edebilir?
• Bundan nasıl kurtulabiliriz ve alternatif nedir?

1) İstibdâd nedir ve müstekbirin özellikleri nelerdir?

İstibdâdın Tanımı

Kelime anlamıyla istibdâd, kişinin görüşlerinde kendini beğenmişlik göstermesi, öğütleri kabul etmeyerek kibirlenmesi veya ortak haklar konusunda kendi başına karar almasıdır. Kavram olarak ise genellikle hükümetlerin despotizmi anlamına gelir; çünkü bu, insanları en çok mutsuz eden ve sefaletlerini artıran bir durumdur. İstibdâd, bir bireyin ya da bir grubun halkın hakları üzerinde keyfi ve korkusuzca tasarrufta bulunmasıdır. İstibdâd altındaki halk için “esirler”, “küçük düşürülmüşler” ve “sefil insanlar” gibi ifadeler kullanılır.

Müstekbirin (Zorbanın) Tanımı

İstibdâd; zorbalıkla ya da miras yoluyla başa geçen mutlak bir hükümdarı tanımladığı gibi, seçilmiş bir liderin denetimsiz bir şekilde hareket etmesi durumunu da kapsar. Aynı şekilde, seçilmiş bir grup tarafından yönetilen hükümetlerde bile istibdâd olabilir. Ortak karar alınıyor olması, despotizmi ortadan kaldırmaz; aksine bazen bu tür bir despotizm, bireysel zorbalıktan daha zararlı olabilir.

Ayrıca yetkilerin bölündüğü bir yönetim biçiminde, yasama, yürütme ve denetleme arasında denge varsa istibdâd azalır. Ancak bu yetkiler arasındaki bağ zayıf olduğunda despotizm yükselir.

En Yüksek Derecede İstibdâd

En tehlikeli despotizm biçimi, şunları bir arada bulunduran yönetimdir:
• Mutlak bir ferdi (bireysel) lider,
• Saltanatı miras yoluyla elde etmiş,
• Ordunun başkomutanı,
• Dini otoriteyi de elinde bulunduran bir yönetici.

Bu unsurlardan biri azaldıkça istibdâdın şiddeti azalır. En düşük düzeydeki istibdâd ise halkın seçtiği, görev süresi sınırlı ve hesap verebilir bir liderle mümkündür.

Ayrıca, istibdâd şu durumlarla azalır:
• Halkın sayısı azaldıkça,
• Hükümetin, halkın büyük mülklere, sermayeye bağlılığı azaldıkça,
• Servet farklılıkları azaldıkça,
• Halkın bilgi düzeyi arttıkça.

Zorbanın Tavrı ve Halkın Tepkisi

Müstekbir (zorba), halkının koyunlar gibi itaatkâr ve köpekler gibi aşağılık olmasını ister. Ancak halk, kendisine haksızlık eden liderine boyun eğmek yerine bir at gibi davranmalıdır: Hizmet edilirse hizmet eder, ancak kırbaçlanırsa öfkelenir.

Halkın, kendisini bir doğuştan hizmetçi olarak mı gördüğüne, yoksa hükümdarını kendisine hizmet etmesi için seçtiğine karar vermesi gerekir. Akıllı bir halk, istibdâdın canavarını bağlamalı ve onun zulmüne engel olmalıdır. Böylece despotun hışmından da korunmuş olur.

2) İstibdâd ile din arasında bir ilişki var mı?

Kevâkibî’ye göre, çoğu tarihçi ve araştırmacı, siyasi istibdâdın genellikle dini istibdâdın bir ürünü olduğunu savunur. Hatta bazıları, bu iki tür istibdâdın kardeş olduğunu, “babasının zorbalık, annesinin ise otorite” olduğunu söyler. Din ve siyaset, insanları boyunduruk altına alabilmek için iş birliği yapar. Tarih boyunca, bazı despotlar halkın zihini kapasitesine göre kendilerini ilah ilan etmişlerdir. Hatta, hiçbir siyasi zorbanın kendisini kutsallıkla ilişkilendirmeden ayakta duramayacağı söylenir. Bu zorba liderler, İlah adına hareket ettiklerini iddia eden din adamlarını da kendi çıkarları için kullanırlar.

Dini İstibdâdın Halk Üzerindeki Etkileri

Din adamlarının en az yaptığı şey, halkı farklı mezhep ve gruplara bölerek onların birbiriyle çatışmasını sağlamaktır. Bu bölünmeler, milletin gücünü tüketir ve böylece istibdâdın gelişmesine zemin hazırlar. Kevâkibî, İngilizlerin sömürgelerde uyguladığı politikaları buna örnek olarak gösterir; halkın din ve mezhep farkları yüzünden birbirine düşmesi, sömürge yönetimlerinin işini kolaylaştırmıştır.

Adalet Kavramının Tahrif Edilmesi

Kevâkibî, istibdâdın etkisiyle adalet kavramının saptırıldığını belirtir. Fıkıh alimleri, adaleti yalnızca şeriat kurallarına uygun hareket etmek olarak tanımlamış, oysa adaletin asıl anlamı eşitliktir. Kur’an’daki “Allah adaleti emreder” ayeti, insanlar arasında eşitliği sağlamak anlamına gelir. Ancak din alimleri, despotların etkisiyle, adaleti sınırlı bir kavrama indirgemiş, hatta zalim yöneticilerin şahitliğini bile kabul edilebilir saymışlardır.

Tasavvuf ve İstibdâd

Kevâkibî, tasavvuf ehlinin de bazı despotlara ilahi bir nitelik atfederek istibdâda katkı sağladığını ifade eder. Örneğin, kimi tasavvufçular, “Büyük lider, Allah’ın velilerinden biridir ve emirleri ilhamla gelir” gibi düşünceler öne sürmüşlerdir. Kevâkibî, bunun dine ve akla aykırı olduğunu vurgular.

İslam’ın İlkeleri ve İstibdâdın Çarpıttığı Anlamlar

Kevâkibî, İslam’ın en mükemmel yönetim ilkelerinden birinin Hz. Peygamber’in şu sözü olduğunu belirtir: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumlusunuz.” Bu ilkeye göre, her fert genel anlamda bir yönetici olup milletin sorumluluğunu taşır. Ancak bazı ikiyüzlü kişiler bu ilkenin anlamını çarpıtarak, bu sorumluluğu yalnızca kişinin ailesiyle sınırlı hale getirmiştir. Aynı şekilde, “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir” ayetinin anlamı da daraltılmış, genel kamu yönetimiyle değil, yalnızca şahitlik ve hukuki meselelerle ilişkilendirilmiştir.

Kevâkibî, bu tür çarpıtmaların halkın bağımsızlık ve özgürlük bilincini zayıflattığını, hatta tamamen ortadan kaldırdığını ifade eder. Sonuç olarak insanlar, kendi kendilerini yönetebilme kabiliyetini unutarak, bir zorbanın yönetimine boyun eğmek zorunda kalmışlardır.

Diğer Dinlerdeki İstibdâd

Hristiyanlık ve Yahudilikte de benzer durumlar görülür. Dini öğretiler, istibdâdın hizmetine sunularak tahrif edilmiştir.

Sonuç

Kevâkibî, iman ve dinin istibdâda hizmet edecek şekilde çarpıtıldığını savunur. Ona göre, bu çarpıtmalar aynı kökten türemiş ve her biri insanları boyunduruk altına alma amacına hizmet etmiştir. Nihayetinde, istibdâdın ve köleleştirmenin asıl kaynağı bu sapkın anlayışlardır.

3) İstibdâd, ilimle savaşır mı? Neden?

Kevâkibî’ye göre, istibdâdın en büyük düşmanlarından biri ilimdir. Despot yönetici, halkına karşı bir hain vasî gibi davranır; yetimlerin malını ve canını istediği gibi kullanır. Nasıl bir vasî, yetimlerin büyüyüp haklarını talep etmesini istemezse, despot da halkının ilim yoluyla bilinçlenmesini ve haklarına sahip çıkmasını istemez. Çünkü:
• İlim, bir özgürlük ışığıdır: Kevâkibî, ilmi “Allah’ın nurundan bir kıvılcım” olarak tanımlar. Bu nur, insanlara hakikati gösterir ve onları harekete geçirir. Ancak istibdâd, bilinçlenmiş fertlerden korkar; zira bu fertler despotluğun maskesini düşürür.
• Despot, bilgiden rahatsız olur: İlim, despotun otoritesini tehdit eder. İlim sahiplerinin ahlaki ve entelektüel üstünlüğü karşısında despot, kendini küçük ve zayıf hisseder. Bu yüzden despot, bilgili fertlerden kaçar, aksine cahil, uysal ve dalkavuk insanları çevresine toplar.

Kevâkibî, bu durumu İbn Haldûn’un “Dalkavuklar kazanır” sözüyle ilişkilendirir. İstibdâd altında yetişen gerçek âlimler ise, insanlara hakikati öğretmeye çalışır. Ancak bu âlimler ya susturulur ya da sürgüne zorlanır. Nitekim tarih boyunca birçok peygamber, bilim insanı ve yazar, ülkelerinden kaçmak zorunda kalmış veya gurbette ölmüştür.

Kevâkibî’nin vardığı sonuç şudur: İlimle istibdâd arasında sürekli bir savaş vardır. Âlimler halkı aydınlatmaya çalışırken, despotlar bu ışığı söndürmek için gayret eder.

4) Halk (avam) kimdir ve neden korkutulmalıdır?

Kevâkibî’ye göre, halk iki yönlü bir yapıya sahiptir:
• Cahillik ve korku: Halk cehalet içinde olduğunda kolayca korkar. Korku, onları itaate zorlar.
• Şuur ve cesaret: Halk şuurlandığında ise hakkını savunur. Bu yüzden despotlar, halkın cehaletini korumaya çalışır.

Despotlar, halkı kendi güçlerinin kaynağı olarak görür. Kevâkibî, halkın bu çelişkili durumunu şu ifadelerle açıklar:
• Despot, halkı baskı altında tutar, ama halk onun gücüne hayranlık duyar.
• Halktan zorla malını alır, ama halk ona minnettar kalır.
• Halkı küçük düşürür, ama halk onu yüceltir.

Kevâkibî, halkın korku ve cehalet nedeniyle kendi kendini yok ettiğini belirtir. Ancak cehalet ortadan kalkar ve akıl aydınlanırsa, korku da yok olur.

Despotun Korkusu

Kevâkibî’ye göre, despotlar daima korku içinde yaşar:
• Ruhsal bir karmaşa içindedirler: Despot, halkının nefretinden korkar. Halkının öfkesinin kendi zulmünden kaynaklandığını bilir. Bu korku, gerçek bir acizlikten gelir.
• Halk ise vehimler yüzünden korkar: Halk, despotun gücünü abartır ve korkularını kendileri büyütür.

Despot, hem halkından hem de kendi yakın çevresinden korkar. Hatta hayallerinden ve düşüncelerinden bile korkar. Kevâkibî, despotların çoğunlukla şaşkınlık ya da tam bir delilikle hayatlarını sonlandırdığını söyler.

Despotun Gösterişi ve Korkusunu Gizleme Çabası

Kevâkibî’ye göre, despotların korkularını örtbas etmek için kullandığı araçlardan biri, halkı etkileyecek görkemli gösteriler düzenlemektir. Büyük saraylar, ihtişamlı törenler, halkın gözünü boyamaya yönelik birer araçtır. Bu gösteriş:
• Zayıf karakterli insanların kibirlenmesine,
• Cahil insanların abartılı tasavvuf yorumlarına,
• Fakirlerin sahte süslemelere önem vermesine benzer.

Kevâkibî, bu tür davranışların, despotların hem halk hem de kendileri üzerindeki baskıcı etkilerini devam ettirmeye yönelik bir çaba olduğunu ifade eder.

5) Küçük Zalim

Zalim bir yönetim doğal olarak, en üstteki büyük zalimden, polise, hizmetçiye ve sokak süpürücüsüne kadar tüm kollarında zalimlik gösterir. Her sınıfın, kendi tabakasındaki en kötü ahlaka sahip fertlerden oluşması doğaldır. Çünkü bu insanlar ne itibar ne de onur peşindedir; onların tek amacı, hizmet ettikleri kişiye (büyük zalime) sadakatlerini ispatlamaktır. Bu sadakat sayesinde hem onlar zalime güvenir hem de zalim onlara güvenir. Böylece zalim ve küçük zalimler birbirlerini destekler.
• Zalimliğin yoğunluğu ve çalışanların sayısı:
Büyük zalim ne kadar sertleşirse, ona hizmet eden zalimlerin (küçük zalimlerin) sayısı da o kadar artar. Zalim, bu kişileri din, vicdan veya ahlak anlayışı olmayanlar arasından seçer. Ayrıca, hiyerarşi tersine işler: Ahlak açısından en düşük olanlar, mevkide en yüksek yerlere getirilir. Böylece, en aşağılık kişi genelde en yüksek makama sahip olur ve büyük zalime en yakın olan odur.
• Yöneticilerin ve askerlerin rolleri:
Zalim bir hükümette bakanlar, halkın değil zalimin bakanlarıdır. Görevleri, halkın çıkarlarını değil, zalimin emirlerini yerine getirmektir. Aynı şekilde, askerler de halkın güvenliğini sağlamak için değil, zalimin çıkarlarını korumak ve halkı baskı altında tutmak için görevlendirilir.
• Ahlak gösterisi:
Zalimlerin çevresindeki kişiler bazen şikâyet ve üzüntü gösterisi yapar, ama bu sadece halkı kandırmak içindir. Halkın zihinleri zalimlik tarafından karartılmış ve düşünceleri çarpıtılmış olduğundan, bu gösteriler aldatıcı olsa da etkili olur.

6) Zalimlik ve Para İlişkisi

Zalimlik ile para arasında güçlü bir bağ vardır. Zalim, gücünü ve varlığını büyük ölçüde paraya dayandırır. Bu ilişki şu şekilde açıklanabilir:
• Sistemli yağma:
Zalim ve yandaşları, halkın parasını ya doğrudan zorla alır ya da sahte bahanelerle el koyar. Ayrıca, hukukun olmadığı bir ortamda, hırsızlar ve dolandırıcılar da serbestçe hareket eder, halkın malını çalar.
• Serveti gizleme zorunluluğu:
Zalimlik altında, mal varlığına sahip olmak bir yük haline gelir. Zenginlik göstermek, sahiplerini zalim ve onun çevresi için hedef haline getirir. Bu yüzden insanlar, yoksulmuş gibi davranmak zorunda kalır ve birçok kişi para kazanmak için gayret sarf etmekten bile kaçınır. Bu durumu halk arasında şu söz açıklar: “Bir altını korumak için bir kantar akıl gerekir.”
• Zenginlerin durumu:
Zenginler, düşünce açısından zalimin düşmanlarıdır; ancak pratikte onun destekçileri haline gelirler. Zalim, zenginleri küçük düşürür, onlar da acı çeker. Ardından onları memnun ederek sadakatlerini kazanır. Bu durum, zalimliğin kökleştiği toplumlarda daha belirgindir.
• Fakirlerin durumu:
Zalim, fakirlerden korkar; çünkü onların isyan etme potansiyeli daha yüksektir. Ancak onları, göstermelik iyiliklerle kandırır. Fakirler ise zalimden korkar ve isyan etmeyi düşünemez hale gelir. Kendi kafalarında bile zalimin onları izlediği yanılsamasını yaşarlar.

Zalimlik ve Para İlişkisinin Özeti

• Zalimlik, ekonomik güvensizlik oluşturur.
• İnsanları servetlerini gizlemeye ve yoksulluk taklidi yapmaya zorlar.
• Zenginleri baskı altına alarak çıkarlarını kullanır.
• Fakirleri göstermelik iyiliklerle kandırır, ama aynı zamanda onları sürekli bir korku altında tutar.
• Para, hem kontrol aracı hem de zalimin yönetimini sürdüren bir kaynaktır.

7) İstibdat ve Ahlak

Ahlak, miras yoluyla gelen tohumların, terbiye ile beslenen ve bilgi ile sulanan meyveleridir. Ahlakın bakımıyla ilgilenenler ise hükümet adamlarıdır. Siyaset, insanların ahlakında, ağaçların bakımında olduğu gibi etkili olur. İstibdat altında yaşayan ferdin hayatında düzen olmadığı gibi ahlakında da düzen yoktur. Zenginleşirse cesur ve cömert olabilir, fakirleşirse korkak ve aşağılık birine dönüşebilir. Hayatında hiçbir şeyde istikrar olmadığından, kendisini hayatın akışına bırakır. Böyle bir insanın ahlak sahibi olması beklenemez. Eğer başta bir ahlaka sahipse bile, bu ahlakın korunması zordur. Bu nedenle, bilge insanlar esirler hakkında kesin bir yargıya varmazlar.

İstibdat altındaki fert, kötü özellikleri miras alır ve en kötü şekilde yetiştirilir. Bu kötü özelliklerin bir kısmı ömür boyu onunla kalır. İstibdat, ferdin tüm doğal, dini ve alışılmış özelliklerini bozacak kadar güçlüdür. Ahlakın yerini riyakârlık alır. İnsan, bu riyakârlığı alışkanlık haline getirir ve kişiliğinin sabit bir özelliği haline dönüşür. Bu durum, ferdin kendine güvenini kaybetmesine yol açar. Kendisine dair bir istikrar bulamadığından, sürekli bir belirsizlik ve kararsızlık içinde yaşar. Bu sebeple, çoğu zaman kişiliğindeki bu bozukluğun nedenini bilmez; yaratıcıyı, dinini, terbiyesini, zamanını ya da toplumunu suçlar. Ancak gerçek bunların hiçbiri değildir. Gerçek şu ki: İnsan özgür yaratılmıştır, ancak esareti kendi seçmiştir.

8) Özgür İnsanların Özellikleri

Özgür bir fert, bedeni ve hayatı üzerinde tam bir güvenceye sahiptir. Hükümet, onu sürekli koruyarak güvenlik sağlar. Ancak bu koruma ferde bir yük gibi hissettirilmez; adeta havanın çevrelediği gibi bir kolaylıkla sağlanır. Özgür insan, bedenini ve zihnini geliştirme, bilgi edinme ve keyif alma konusunda da tam bir serbestiye sahiptir. Sokakların kolay ulaşılır olması, parklar, okullar ve sosyal alanlar, özgür insan için zevklerinin bir parçasıdır. Öyle ki, diğer insanların bu alanlardan yararlanmasını bile kendi iyilikseverliğinin bir sonucu olarak görür. Bu sayede en zengin insanlardan bile daha mutlu olur.

Özgür fert, inanç, düşünce ve eylemlerinde herhangi bir engelle karşılaşmaz. Halkın yararına olan hedeflerini gerçekleştirme noktasında da kendisini bir hükümdar gibi hisseder. Hakların korunmasında adaletin terazisini tutan bir görevli gibidir. Kendisine karşı bir haksızlık yapılmayacağından ya da suç işlediğinde cezasını mutlaka alacağından emin bir şekilde yaşar.

9) İstibdatla Mücadele İlkeleri:

İlke 1: Bir toplum, tüm üyeleri ya da çoğunluğu istibdat acısını hissetmiyorsa özgürlüğü hak etmez. Kölelik ve zillet alışkanlığı, bir toplumu hayvanlardan bile aşağı bir konuma indirir. Öyle bir toplum özgürlük istemez, adalet aramaz ve bağımsızlığın değerini bilmez. Tek görevi, istibdat sahibine itaat etmektir. Ara sıra öfkelenebilirler, ama bu genellikle zalim kişiye duyulan intikam arzusudur, istibdattan kurtulma isteği değildir. Bu durum yalnızca bir hastalığın yerine başka bir hastalık getirilmesine yol açar.

Bazen bir istibdat, daha güçlü bir başka istibdat ile değiştirilir; bu da yalnızca eski kronik hastalığın yerine yeni bir hastalık gelmesi anlamına gelir. Tesadüfen özgürlük elde edilse bile, toplum özgürlüğün kıymetini bilmez ve onu koruyamaz. Özgürlük, kısa sürede kaosa dönüşür ve daha karmaşık bir istibdat olarak geri döner. Bu yüzden, bilge kişiler, faydalı bir özgürlüğün ancak ona layık bir toplum tarafından kazanılacağını söyler. Eğer özgürlük, plansız ve aceleci bir isyan sonucu elde edilirse, genellikle bir işe yaramaz. Çünkü böyle bir isyan, yalnızca istibdat ağacını keser, köklerini yerinde bırakır. Bu kökler zamanla yeniden filizlenir ve önceki halinden daha güçlü bir şekilde büyür.

İlke 2: İstibdat, sertlikle değil, yumuşaklıkla mücadele edilerek alt edilebilir. İstibdatla mücadelede tek etkili usül, toplumun bilinç ve duygularını geliştirmektir. Bu da ancak eğitimle mümkündür. Halkın genel düşüncesinin ve alışkanlıklarının değişmesi ise uzun bir zaman gerektirir.

İstibdatla şiddet kullanarak mücadele etmek tehlikelidir. Şiddet, halkı bir kıyımın içine sürükleyebilir. Ancak bazen istibdat öyle bir noktaya ulaşır ki, toplumda doğal bir patlamaya yol açar. Bu durumda, aklıselim insanlar bu patlamadan uzak durmalıdır. Devrim tamamlanıp istibdatçılar temizlendikten sonra, fikirlerin adaleti inşa edecek şekilde yönlendirilmesi gerekir.

İlke 3: İstibdada karşı koymadan önce, onun yerine neyin konulacağının hazırlanması gerekir. Her eylemin başarısı, hedefine dair açık bir anlayışa bağlıdır. Hedefin belirsiz olduğu durumlarda, eylem eksik kalır. Eğer hedef tamamen bilinmiyor ya da bir kesim tarafından kabul edilmiyorsa, bu kişiler istibdatla işbirliği yapar ve iç karışıklık başlar. Bu durumda, zafer istibdatın olur.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
23.11.2024 Üsküdar

Kitap Özetinin Arapça Aslı İçin: 👇
https://kanaanonline.org/2023/07/10/ملخص-كتاب-طبائع-الاستبداد-ومصارع-الاس/

Uluslararası Ceza Mahkemesi Kararı ..

Firas Yağî

1. Bu karar, mahkemenin tarihinde, Batı liberal değerlerini savunduğunu iddia eden “demokratik” bir devletin başbakanına karşı alınan ilk karardır.
2. İsrailli yazar Ariel Kahane’nin dediği gibi, bu olay Netanyahu için bir “kıyamet günü” niteliğindedir. Netanyahu’nun “Diriliş Savaşı” olarak adlandırdığı mücadele, onun başına bir cehennem kıyametine dönüşmüştür.
3. Netanyahu’nun boynundaki ip giderek sıkışıyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kararı, İsrail iç siyasetinde, muhalefet ve iktidar koalisyonunun tüm itirazlarına rağmen, daha önce benzeri görülmemiş bir şekilde yankı bulacaktır. Bu mesele, her şeyden önce İsrail devletinin geleceğiyle ilgilidir. Bu nedenle bireyin (Netanyahu) feda edilmesi artık kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiştir. “Rabin modelinin yeniden gündeme geldiğini düşünüyorum.”
4. Bu, El-Aksa Tufanı Operasyonu lideri şehit “Ebu İbrahim”in stratejisi için ezici bir zaferdir. Ebu İbrahim, özgürlük ve bağımsızlığa ulaşmanın iki yolunu belirlemişti: ya barışçıl çözümler (ki bu mümkün değil) ya da İsrail’i uluslararası alanda izole ederek bir çözümü zorunlu kılmak. Bugün gerçekleşen de budur. İsrail her geçen gün kaybediyor ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kararı meseleyi kesin olarak sonuçlandırmıştır.
5. Bu karar, İsrail’in soykırım ve etnik temizlikle suçlanacağı Uluslararası Adalet Divanı kararını da büyük ölçüde etkileyecektir. Eğer bu gerçekleşirse, bir sonraki hamle kesin bir darbe olacaktır.
6. Mahkeme kararı, İsrail’i diktatörlükle yönetilen “muz cumhuriyetleri” sınıfına yerleştirmiştir. Bu durum, ülkenin ekonomisini ve kredi notunu olumsuz yönde etkileyecektir.
7. Karar, ordu ve güvenlik birimlerinin liderleri üzerinde de derin bir etkisi olacaktır. Çünkü şu anda uluslararası savaş suçu ve soykırımla suçlanan bir kişinin (Netanyahu) emirlerini yerine getirmektedirler. Bu durum, onları da aynı suçlamalarla karşı karşıya bırakabilir. Artık mesele sadece uymaları gereken yasalardan ibaret değil; şu anki liderleri bir savaş suçlusudur ve buna göre hareket etmeleri gerekir. Aksi bir davranış kanunlara aykırı olacaktır. Görünüşe göre başka bir çözüm olmadığı için gökyüzünün müdahalesi de olasıdır.
8. Netanyahu’nun seçenekleri artık sıfırlanmıştır, hatta sıfırın altına düşmüştür. Yaralı bir köpek gibi ileriye doğru saldırmaya çalışabilir ve tüm bölgeyi geniş çaplı, hatta Atlantik boyutlarına ulaşabilecek bir savaşa sürükleyebilir. Suriye, Irak ve hatta İran’a saldırılar düzenleyebilir.
9. Son olarak, Yoav Galant her şeyini kaybetti ve ev hapsine alınmış bir durumda. Netanyahu ise “Ya ben ya tufan” sloganıyla ilerliyor. Ve gerçekten de şehit Ebu İbrahim’in Tufanı’na yakalandı. Bu tufan Netanyahu’yu kesinlikle boğacaktır ve Netanyahu, İsrail devletini de beraberinde götürecektir. Bu, 1980’ler neslinin laneti; çocukların ve kadınların laneti; Gazze, Lübnan ve dünyanın tüm özgür halklarının laneti.

Allah hükmünde galip olandır.
Gazze ve Lübnan’ın lanetleri; 1980’ler neslinin laneti başlamıştır.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu.
22.11.2024 Üsküdar

قرار محكمة الجنائية الدولية

فراس ياغي

اولا- يعتبر أول قرار في تاريخ المحكمة ضد رئيس وزراء دولة “ديمقراطية” تدعي انها تحمل القيم الليبرالية الغربية

ثانيا- هذا يعتبر يوم القيامة بالنسبة الى نتنياهو كما قال الكاتب الإسرائيلي “آرئيل كهانا”، فحربه الذي أسماها حرب القيامة او النهضة او الإنبعاث تحولت إلى قيامة جهنم على راسه

ثالثا- الحبل على رقبة نتنياهو أصبح يشتد ويزداد إشتدادا لأن قرار محكمة الجنائيات الدولية سيرتد بشكل غير مسبوق على الداخل الإسرائيلي رغم كل الرفض والإستنكار من قبل المعارضة قبل الإئتلاف الحاكم، فالقضية تتعلق بمستقبل دولة إسرائيل اولا قبل كل شيء وبالتالي التضحية بالفرد أصبحت ضرورة قصوى، “أعتقد أن نموذج رابين أصبح يدق جدران الخزان”

رابعا- هذا يعتبر نصر ساحق لاستراتيجية قائد طوفان الأقصى الشهيد “أبو إبراهيم”، الذي حدد امران للوصول للحرية والإستقلال، إما عبر حلول سلمية وهذا غير ممكن، وإما عبر عزل إسرائيل دوليا وفرض الحل عليها دوليا وهذا ما يحدث الآن، إسرائيل كل يوم تخسر وقرار الجنائية الدولية حسم الأمر نهائيا

خامسا- هذا القرار سيكون له أثر كبير على قرار محكمة العدل الدولية في إتهام إسرائيل بالابادة والتطهير العرقي، وهذا سيكون إن تم الضربة القاضية القادمة

سادسا- قرار المحكمة وضع دولة الكيان في مصاف دول الموز الديكتاتورية، وهذا سيؤثر عليها إقتصاديا وعلى مؤشر إئتمانها الإقتصادي

سابعا- هذا القرار سوف يؤدي لبداية التفكير لدى قيادة الجيش والأمن لأنهم ينفذون قرارات شخص محكوم دوليا بالجرم والإبادة، مما سيدق لديهم جرس يؤرق نومهم من أن يتم ايضا إتهامهم بالجرم نفسه إذا إستمروا بما يقومون فيه، الامور الآن مختلفة، والقضية ليست قانون كانوا يلتزمون فيه، إنما الآن مرؤوسهم مجرم حرب، وعليهم أن يتعاملوا معه وفقا لذلك وغير ذلك هو مخالف للقانون، مرة اخرى يبدو أن السماء قد تتدخل، فلا حلول أخرى ممكنة

ثامنا- خيارات نتنياهو أصبحت صفرية، بل ما دون الصفر، وهو كلب جريح، لذلك قد يحاول الهروب للامام أكثر وأكثر ويأخذ كل المنطقة نحو حرب مستعرة وتاخذ أبعاد أطلسية، أي أنه سيوجه ضربات في سوريا والعراق وسوف تصل إلى إيران

أخيرا، غالنت خسر كل شيء، واصبح محكوم بإقامة جبرية في بيته قبل كيانه، اما نتنياهو فهو ذاهب تحت شعار إما انا أو الطوفان، وهو حصل فعلا على طوفان الشهيد “ابو إبراهيم”، طوفان سيغرق نتنياهو حتما، ونتنياهو سيأخذ معه الكيان ككل، هذه لعنة عقد الثمانين، لعنة الشهداء الأطفال والنساء، لعنة غزة، ولعنة لبنان، ولعنة كل الأحرار في العالم

والله غالب على أمره
هي اللعنات الغزية واللبنانية
لعنة عقدة الثمانين بدأت

Afganistan’da Gördüklerim ..

Prof. Dr. Mehmet Halil Çiçek Bey Yzdı

Afganistan’da Gördüklerim (1)

Bir program nedeniyle Afganistan’ın Herat Şehrine altı günlük bir ziyarette bulundum. İki gün Kabil’de geçirdim. Dört gün de Herat’ta kaldım. Hem Kabul’de hem Herat’ta üst düzey bazı yetkilileri ziyaret etme imkanı buldum. Tabii giderken hazırlıklı gittim. Buralarda Taliban yönetimiyle ilgili duyduğum olumsuz hususlar hakkın Arapça hazırladığım 9 sayfalık bir öneri paketiyle gittim. Burada duyduklarımı münasip bir dille sözlü olarak da anlatmaya çalıştım. Yazılı olarak da sundum. Anlattıklarımdan son derece memnun olduklarını gördüm. Bunu daha üst düzeylerde olanlara ileteceklerini de söylediler.

Afganistan’da Kadın Eğitimi

Birinci gündemim kadın eğitimi konusuydu. Şunu peşinen ifade etmem gerekir ki, buralarda Taliban yönetimiyle ilgili anlatılan olumsuzlukların doğru olmadığını gördüm. Örneğin çarşıya kadın sokmayan, kadına yüzü açık olarak evinden çıkma iznini vermeyen bir yapı asla yoktur. Kadınların isteyen yüzü peçeli isteyen de saçlarının bir kısmı görülecek şekilde yüzü açık olarak serbestçe dolaştıklarını ve alışveriş yaptıklarını Kabul Hava limanında birçok kadının çalıştığını da bizzat gördüm. Taliban asker ve polislerinin kimseyi incittiklerini veya bağırdıklarını -bir defa hariç- bile görmedim.

Afganistan’da Hayatın Normal Akışı ve Güvenlik

Hayatın, ticaretin, idarenin normal akışında devam ettiğini gördüm. Taliban yönetimi Batının/Amerikan’ın İslam karşıtlığı üzerine kurgulanmış bakış açısıyla vahşî bir yönetim olarak kabul edilip bütün dünyaya başarısız, acımasız ve vahşi bir yönetim olarak lans edilmek istendiğini müşahede ettim. Yani Taliban yönetimine karşı hem içerde hem dışarıda ideolojik bir bakış açısının olduğunu ve dolayısıyla bütün iyiliklerinin görmezlikten gelindiği ve hatalı bazı durumları cımbızlanarak dünya medyasına kasıtlı bir şekilde servis edildiğini gördüm. Oysa Taliban hükümetinin belki dillere destan birçok başarıya imza attığını kimse görmek istememektedir. Evet bazı hataları vardır ve bu gayet normaldir. Çünkü 44 yıllık bir savaş geçmişi olan ve Amerikan’ın bütün pisliklerini, insan artıklarını bıraktığı, hırsızlık, rüşvet ve insan ticareti dahil her türlü rezaletin olduğu bir Afgan toplumundan bahsediyoruz. Bütün bunlara rağmen idareyi ele alan Taliban hükümeti elinde fazla kalifiye eleman olmamasına rağmen iç emniyeti çok güçlü bir şekilde sağlamışsa, insanlar rahat bir şekilde ticaretini yapıyor, işine güvenli bir şekilde gelip gidebiliyorsa, toplumdan tüm pislikleri atabilmişse, işbaşına gelince bir Amerikan doları 115 Afgan lirası iken bu gün bir dolar 67 Afgan lirası olmuşsa bu başarı değil nedir? Herat’ta bana rehberlik eden Afgan bir mühendis ki iyi Türkçe konuşuyordu bana şunları anlattı: Taliban hükümeti gelmeden önce hırsızlık, kapkaççılık, insan ticareti, çocuk kaçırma dahil her şey yapılıyordu. Hatta Taliban gelmeden iki gün önce yolda telefonla konuşurken telefonumu biri elimden kapıp motosikletle uzaklaştı. Taliban, hükümet olduktan sonra bunların hepsi yok oldu ve iç güvenlik çok güçlü bir şekilde sağlanmış oldu dedi.
Ayrıca görüştüğüm hükümetin önemli adamları son derece mütevazi, kibar, diplomatik usul ve adabı bilen, İslam’ın izzetini korumaya çalışan ve bununla iftihar eden samimi insanlar olarak gördüm. Toplumda çok fakirlik var; ama bu, dün yönetime gelmiş Taliban’ın suçu değil eseri de değil; her halde Taliban’ın elinde sabahtan akşama her şeyi düzeltecek sihirli bir değnek yok.

Afganistan’da Eğitim, İşsizlik ve Fakirlik

Eğitim kurumlarını de zayıf gördüm. Buna acilen çözüm bulunması gerekir. İşsizlik ve dolayısıyla fakirlik da fazla var. Zira nüfusun çok arttığı modern zamanlarda işsizliğin en büyük çözümü sanayidir. Afganistan’da da sanayi yok. Onların eğitimde, sanayileşmede, ticarette, idarî yapılanmada ve bazı yapıların kurumsallaşmasında Türkiye gibi Müslüman ülkelerin tecrübelerinden istifade etmeye ihtiyaçları vardır. Müslüman ülkelerin hem halk olarak hem yönetim olarak onlara lojistik destek sağlamaları İslamî ve de insanî bir vecibedir. Taliban’ın bu sade yaşamları devam ederse çok şeyler başarabileceklerini düşünüyorum. İktidarın bol imkanları, lüksü ve şatafatı ilerde onları bozmazsa şimdilik durumları iyi. Ne var ki, İslam dünyasının herhangi bir ülkesinde siyasî, iktisadî, ahlakî, ilmî veya teknoloji alanlarının birisinde bir başarı kaydedildiğinde hemen lanetli gizli bir el devreye girer ve onu bir şekilde bozar ve hedefinden saptırır. Bu lanetli el kimindir nasıldır ve ne biçimde çalışır fazla kimse bilmez. İşte böyle mel’un bir elin tehlikesi her zaman Taliban için de pusudadır.

Afganistan’da Kadın Eğitimi ve Ticari Piyasalar

Kadın eğitimi konusunda vasat bir çözüm üzerinde çalıştıklarını anladım. Eğitim kurumları zayıftır, sanayi yok denecek kadar azdır ama üzerinde çalıştıklarını da ifade ettiler. Et pirinç ve ekmek gibi temel gıda maddeleri boldur ve hayat çok ucuzdur. Trafik çok yoğun ve düzensizdir. Ancak insanlar birbirlerine karşı hoşgörülüdür. Ayrıca birilerinin burun kıvırdığı ve bir şey beceremeyeceklerini düşündüğü o mollalar kendilerini nasıl bir dünyanın izlediğini ve siyaseten karşılarında kimlerin, hangi güçlerin olduğunu, onlara karşı ne tür manevralar peşinde olduklarını iyi biliyorlar.

Afganistan’da Türk Konsolosluğu ve TİKA

Son olarak şununla bu notlarımı bitireyim: Bizim Afganistan’da üç tane TİKA ofisimiz aktiftir. Herat’ta birkaç gün kaldığım için Herat TİKA ofisinin maşallah çok iyi çalıştığını gözlemledim. Yaptığı güzel ve kalıcı hizmetlerle toplumun gönlünde adeta taht kurduğunu gördüm. Hem Herat başkonslosu Sinan İlhan bey mütevazi ve sevecen kişiliği ile hem de Herat TİKA koordinatörü Arafat Deniz bey çalışkanlığıyla Herat’ta çok olumlu izler bırakmışlar. Özellikle TİKA koordinatörü Arafat bey zeki, cesur, cömert, özgüveni yüksek, nerde ne yapacağını bilen, izzet nefsini koruyan, insiyatifini kullanan ve iki ülke halkları arasında köprü olma görevini bilinçli bir şekilde yerine getiren bir diplomat olarak gördüm. Hem kendisini hem de başkonslosu buradan tebrik ve takdir ettiğimi ifade etmek isterim. Bu tür diplomatlar Türkiye’nin yüz akıdır. TİKA’nın çalışmalar sonucunda nasıl bir Türkiye sevgisinin oluştuğunu gördüm. Bu da koordinatörün uygun bir şekilde insiyatif kullanmasıyla başarıldı. idarecinin en büyük başarı sırlarından biri kuşkusuz insiyatif kullanabilmesidir.

Afganistan’da Gördüklerim (2)

Afganistan’la ilgili sosyal medyada paylaştığım ilk yazım güzel ma’kes bulunca ve bazı dostlar Taliban hükümetiyle ilgili başka soruları yöneltince ikinci bir yazıyı yazma zarureti hissettim. Birinci yazı da özellikle kısa olmasına özen gösterince yaşadıklarımın ve gördüklerimin önemli bir kısmını atlamıştım. Bu yazıda gördüklerimi ve gözlemlerimi daha detaylı yazmaya çalışacağım.

Müşahade ve Gözlemlerimin Dayanağı

Benim daha analitik bir şekilde yazmama vesile olan ve üst düzey yetkililerle görüşmeme vesile olan iki arkadaşı anmadan geçemeyeceğim. Birisi birinci yazıda da belirttiğim TİKA Herat koordinatörü Arafat Deniz. Arafat bey çalışkanlığı, ufku, kendi ülkesini iyi temsil etme isteği, herkese faydalı olma arzusu, Afgan halkıyla samimi ilişkileri ona çok farklı bir prestij kazandırmıştır. Kâbil’de ilk görüştüğüm üst düzey yetkili Türkiye’ye olan sevgisini dile getirirken hemen Arafat beye atıfta bulundu ve samimi çalışmalarını dile getirdi. İkinci şahısta Türkiye’de lisan, yüksek lisans ve doktorasını yapan, şu anda Pervan üniversitesinde doçent olarak görev yapan ve Türkiye’yi seven akıllı ve zeki gördüğüm birkaç yıl kendi üniversitesinde rektör yardımcılığı yapan (onlarda doçent rektör yardımcısı olabiliyor) Mübin el- Haşimi’dir. Toplum üzerindeki gözlemlerimin bir kısmını ona bir kısmını da Herat TİKA ofisinde çalışan Türkiye mezunu mimar mühendis Hamdullah beye borçluyum.

Afganistan Ziyaretime Vesile Olan Sebep

2020’da Mısır’da basılan bir kitabım Herat üniversitesi hocalarının eline geçmiş ve onların bervechi adeti olduğu üzere kitabın tanıtımı için Üniversite davet etti. Biz de bunu bahane ederek yola çıktık. Zaten Afganistan’ı ve Taliban hükümetini çok merak ediyordum ve yerinde görmek istiyordum. Çünkü Batı güdümünde çalışan bir medyaya İslam’la ilişkilendirilen bir hükümet hakkında ne kadar güvene bilirdik?

Afganistan Ziyaretim Esnasında Amacımı Gerçekleştirdim

Bütün derdim Taliban Hükümeti üzerinden İslam’a yapılan saldırıların gerçekliğini bilmekti. Cenab-ı Allah da böyle bir fırsat ihsan etti. Afganistan’ın çarşısına, pazarına camisine, lokantasına gittiğimizde her şeyi normal gördüm olağan üstü bir durumla karşılaşmadım.

Çarşı Pazar ve Kadınların Durumu

Kadınları serbest, isteyen makyajlı, isteyen peçeli hatta ayağında daracık pantolon giyeni bile gördüm. Ama bunun ötesinde açık saçıklığa izin vermiyorlar. Dükkanlar çok, ihtiyaç maddeleriyle dopdolu olduğunu ve herkesin gücüne göre alışveriş yaptığını, şehirlerinin çok güzel bir şekilde ışıklandırıldığını gördüm. Şu var ki, Amerikan yönetiminin ve 44 yıllık savaşın bıraktığı enkazı hemen kaldırmak kolay değildir.

Afganistan’da Siyasi Birlik ve Toplum Ahlakı

Her şeye rağmen Taliban hükümeti ülkenin siyasi birliğini sağlamış muhaliflerin farklı davranmalarına izin vermiyor. Bu da önemli bir başarıdır. Mübin bey bizzat bana şunu anlattı: Bizim toplumumuz muhafazakar bir toplumdu. Amerika toplumumuzu bozdu. Devamla şunları anlattı: Mesela ben küçüklüğümde bizim çevrede tek bir boşama olayını duymadım; boşama bizde çok ayıp karşılanıyordu. Bizde intihar yoktu. Amerika buraya girdikten sonra toplum çok bozuldu, toplumda boşanmalar çoğaldı ve intiharlar görülmeye başladı. Hatta bizim mahallerimiz ahlak, edep, irfan açısından birer mektep gibiydi mahallelerden çok şey öğreniyorduk. Amerika buralara geldikten sonra mahallelerin yapısı bozuldu şimdi çocuklarımızı mahallenin içine bırakmak istemiyoruz.

Taliban İdaresinin En Önemli Özelliği ve Emniyet

Taliban hükümetinin en büyük özelliği nedir diye sorarsanız bana göre onun güvenliği sağlamak için sıkı emniyet tedbirlerini ve vergileri sıkı bir şekilde almış olmasıdır. Onun için kontrol noktaları fazladır ve sıkı denetimler yapılıyor. O noktalarda bizim Türkiye’den geldiğimizi öğrenince en azında bir selamla bize bir jest yaparlardı. Görebildiğim kadarıyla Afgan toplumu muhalefet çetelerinin çokça sindiği bir toplumdur. Özellikle Amerikalıların ekmiş olduğu nifak ve sekülerleşme/İslamî yönetim karşıtlığı tohumlarının toplumdan tasfiyesi zaman ister. Ancak Taliban hükümeti bunun farkında olduğu için emniyet tedbirlerini sıkı tutmaktadır. Bu da bir başarıdır. Şu anda ne şianın ne de diğer muhalif grupların sesi çıkmıyor, hükümet buna izin de vermiyor. Ancak yerlilerden aldığım bilgilere göre Ahmet Şah Mesud’un oğluna bağlı direniş grupları Taliban askerlerine karşı zaman zaman bazı saldırılar düzenlemektedirler. Bunlar bizim buradaki terör eylemleri gibidir. Yani Taliban şu anda bütün ülkede duruma hakimdir. Ülkenin siyasî birliğini bozmaya yönelik kimsenin sesinin çıkmasına izin vermiyor. Böyle de olması gerekir. İstisnaî bazı terör eylemlerinin dışında bir şey görülmüyor. Taliban’ın bu konuda ufak bir taviz vermesi durumunda hemen tüm nifak çeteleri boy göstermeye geçecekler.

ABD’nin Nifak Tohumlarını Temizlemek

Zaten Amerikan’ın nifak siyaseti gereği orada hayli zehirli tohumlar ekmiştir ve elbette orada da ülkeyi karıştıracak bazı odaklar bırakmıştır. Ama toplum tarafından hissedilir bir düzeyde bir şey hissetmedik. Ziyaret ettiğimiz bir yetkili yapmakta oldukları sanayileşme hamleleri bağlamında masasında duran bir içeceği göstererek bunu biz burada imal ediyoruz. Amerika’ya dahi veriyoruz. Onlar ise karşılığında bize bomba veriyorlar demişti. Şunu demek istemişti biz onlara hayat suyu veriyoruz; onlar ise bize ölüm veriyorlar.

Kâbil’den Herat’a, Bürokrasi Tasavvuf ve İlim

Kâbil’den sonra Herat’a geçtik. Herat geçmişte İslam medeniyetinin ilim ve irfanıyla teşekkül ettiği önemli ilim merkezlerinden biridir. Razi, Havrzimi, Aliyulkari, Mevlana Cami, Şah-i Nekşibend ve Ali Şirnevaî gibi onlarca büyük alim ve mütasvvifin uğrak yeri ve yetiştiği bir yerdir. Şahi Nakşibend gibi büyük mütasvviflerin Helvethanesi Herat Ulu Camiinde hala canlı duruyor.
Herat’ta yoğun ve farklı temaslara başladık. Bizim kitap tanıtım programımıza Herat valisi, Üniversite rektörü ve Baş konslosumuz olmak üzere yaklaşık 250 kadar akademisyen katılmıştı. Program çok olumlu bir yankı bıraktı. Hatta Türkiye’ye döndükten birkaç gün sonra bile Herat’tan bir arkadaş arayarak bize kitabınızın yankısı hala sürüyor demişti.
Herat Valisi Program’da öğretim üyelerine yönelik öğüt ve ders dolu bir konuşma yaptı. Vali Taliban öncesinde Herat’ta bir medresede müderristi. Sevilen ve idaresi beğenilen biridir. Bizi konutuna akşam yemeğine davet etti. Yemekte baş konslosumuz, TİKA koordinatörümüz de vardı. Taliban hükümetine yönelik önerilerimizi hem sözlü hem yazılı olarak verdik. Hazır olan bazı bürokratlar önerilerimizi beğenmiş olacak ki bunu Peştunce’ye çevirip yayacaklarını söylediler. Vali bey çok ilgiliydi ve makul bir insandı dünya siyasetini bildiği de belliydi.

Güvenlik Sağlanırken Eziyete Fırsat Verilmiyor

Afganistan’ın genelinde görülen sıkı güvenlik tedbirlerinde insanlara eziyet verilmediğini sadece sıkı kontrollerin yapıldığını gördüm. Mübin beyin anlattığına göre Taliban işbaşına geldiği ilk günlerde askerleri sert davranıyor ve insanlara bazen eziyet veriyorlardı. Şimdi ise iyi kimseye eziyet vermiyorlar. Buralarda aleyhlerinde bir kara propaganda olarak yapıldığı gibi kimsenin bıyığına sakalına da karışmıyorlar. Ben de görüştüğüm üst düzey bir yetkiliye halka eziyet verilmemesi gerekir dediğimde bana şunu söyledi: Bir polisin bir vatandaşa eziyet verdiğini bakanımız duyunca bizzat mağduru aradı ve hemen polisin görevine de son verildi. Şunu da anlattılar: Önce polis ve Taliban askerleri sivil kıyafetle iş yapıyorlardı; şimdi ise polis forması giyiyorlar. Yani daha nizami bir duruma geldiler. Bu da olumlu bir gelişme.

Türkiye İyi Temsil Ediliyor; Her Yerde Eser Var

Herat’ta TİKA’nın restore ettiği ve toplumda çokça beğeni aldığı Mevlana Cami, ve Fahreddin Razi’nin mezarlarını ziyaret ettik. Ayrıca TİKA 800 yıllık Herat Ulu cami abdest hane ve tuvaletlerini yapmış bu da hayli takdir aldı. Bunları görünce hükümetimizin bu faaliyetlerini çok takdir ettim. Ayrıca Afganistan hükümetiyle yürüttüğü sessiz diplomasisini de takdir ettim.

Medrese Ziyaretimiz ve Eğitimin Durumu

Herat’ta medreseleri gezdik. Ziyaret ettiğim medreselerin hepsinde erkek öğrenciler ve kız öğrenciler yer alıyordu. Kız öğrenciler yüksek seviyelere kadar okuyabiliyorlardı. Hocaları da bayanlardı. Dolayısıyla Afgan toplumunda çok makbul olan İslamî eğitim hususunda kadınlara yönelik hiçbir kısıtlama yoktur. Ama üniversitelerde fen ilimleri konusunda henüz izin vermiyorlar. Ancak hükümet kendi birliğini bozmamak için vasat bir çözüm üzerinde çalışıyor. Gördüğüm medreselerin maddi imkanları çok kısıtlıdır. Zor ve kıt imkanlarla eğitimlerini sürdürüyorlar. Genellikle medreseler nüfus yönünden çok kalabalık; hepsi halkın yardımlarıyla çalışıyor ve hükümetin medreselere yardımı yok. Hem üniversitelerde hem de medreselerde eğitimin hayli zayıf olduğunu gördüm. Bunun için Türkiye’den hem eğitim, hem ticaret, hem de sanayileşmede destek beklediklerini bazılarından duydum. Mezhebî taassubun halk arasında da olduğu hissedilebilir. Ancak Hükümet yetkilileri karşılaştıkları ilim insanlarına Hanefî olduklarını söyleseler bile mezhebi ve ırkî taassubun zararlı olduklarının farkındadırlar.

Şehirlerde Düzen ve Temizlik

Şehirleri Mısır gibi çok kirli değil; ama çok daha temiz de olabilir.
Olumlu ve samimi telkinlere açık olduklarını her karşılaştığım üst düzey yetkililerde gördüm. Örneğin İçişleri bakanlığında önemli bir konumda olan bir yetkiliyle görüştüğümüzde halkın güvenini sağlamalarının gerekliliği, kadın eğitimi ve Taliban hükümetinin başarı dışında şanslarının olmadığı yönünde bazı telkinlerde bulununca adamın gözünde yaşlar aktığını gördüm ve bana hocam keşke bu önerilerinizi yazılı olarak verseydiniz deyince hemen yazılı olanı takdim ettiğimde çok çok memnun oldu ve ben bu notları önümüzdeki on beş gün içerisinde Emirülmüminin’le görüşeceğim ve bizzat ona takdim edeceğim ve içişleri bakanımız yurtdışıdaydı dönmüşse bu gün sizi onunla da görüştüreceğim dedi. Kalktığımda da beni öptü.

Taliban’ın İdari Başarısı

Hülasa Müslümanların Taliban hükümetini değerlendirirken Batının/Amerika’nın seküler, pozitivist, sömürgeci ve İslam’ı ve Müslümanları dışlayan zihniyetiyle değerlendirmemeleri gerekir. İslam’ın/Hakkın ve adaletin yanında ve tarafında olmaları gerekir. Amerikan’ın/Batının sahte ve münafıkça olan demokrasi ve insan hakları söylemlerine asla güvenmemeleri ve bununla değerlendirmelerde bulunmamaları gerekir. Daha evvel Bosna-Hersek, Mısır ve şimdi de Gazze barbarlıkları bunların insan hakları ve demokrasi konularında ne kadar samimiyetsiz, münafık ve sahtekar olduğunu bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. 22.11.2024

Prof. Dr. Mehmet Halil Çiçek