“Arap Liderler”in Gazze ihanetinin Sorumlusu “Türkler” midir?
Nuh Albayrak | Star Gazetesi Yazarı
Tek parti, “Batılılaşma”yı sanki bir turistik yolculukmuş gibi algılayarak “Doğu”dan hızla uzaklaştı! Özellikle Arap dünyası adeta “düşman” ilan edildi.
Ülke menfaatleriyle bağdaşmayan bu tavrı da, “Araplar bizi arkadan vurdu” yalanıyla savunuyorlar! Öbür taraftan, Arap coğrafyasının ortasına saplanan bir hançer olan İsrail’i ilk tanıyan Müslüman ülke Türkiye olmuştu ve 1949’da bu kararı veren İnönü, “İsrail ile siyasi münasebetler açılmıştır. Bu devletin, Yakın Doğu’da barış ve istikrar unsuru olacağını ümit ediyoruz” demişti.[1]
Yani Türkiye, Yahudi İsrail ile ilişkilerini sonuna kadar geliştirebilirdi ama Araplara “düşman” olması gerekiyordu!
Oysa bize “Araplardan uzaklaşın” diyenler, “Bizim ebedî dostumuz ve düşmanımız yoktur, kalıcı çıkarlarımız vardır” diyor ve Arap coğrafyasında at koşturuyordu.
Hadi o günler geride kaldı. Haçlı Siyonist ittifakın lideri ABD’nin 45. ve 47. Başkanı Trump, “Gazze’yi turistik merkez yapacağız” diyecek kadar Müslüman düşmanı olduğu halde, her iki başkanlık döneminde de ilk önce (20 Mayıs 2017 ve 13 Mayıs 2025), Suudi Arabistan’a gitmişti. Hatta “Kılıç Dansı” bile yapmıştı ama kimse Batılılığını sorgulamamıştı.
Başbakan Adnan Menderes, bu yasağı delerek 24 Şubat 1955’te Irak ile “Bağdat Paktı”nı imzalamıştı; ama bu hatasını(!) canıyla ödemişti!
ERDOĞAN “ASIRLIK HATA”YA EK KOYDU!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 12 Temmuz 2025 günkü tarihî konuşmasında, Kürtlerle birlikte Araplarla da ittifakın şart olduğunu söyleyerek asırlık yaraya neşter vurmuştu!
“Terörsüz Türkiye” hedefinde çok önemli bir aşamaya gelindiğini belirten Erdoğan ilk defa vurguladığı “Araplarla ittifak”zorunluluğunu şöyle dile getirmişti:
“Malazgirt Zaferi, Kudüs’ün ve İstanbul’un Fethi, Çanakkale savunması, İstiklal Savaşı; Türk, Kürt, Arap ve daha nice Müslüman halkın ortak zaferleridir. Türkler, Kürtler ve Araplar ittifak yaptığında; atlarının rüzgârı Çin’den Adriyatik’e serin esintiler yaydı. Bölündüklerinde ise mağlubiyet, hezimet, hüzün vardı. I. Dünya Savaş’ını kaybettik, aramıza sınırlar çizildi, duvarlar örüldü. Kudüs’ü yitirdik çünkü tefrika vardı. Bugün Filistin’de tarihin en vahşi soykırımı icra ediliyor. Neden? Çünkü Türk, Kürt, Arap bir araya gelip ittifak kuramıyor.”
“Dersim Katliamı” için 2011 yılında devlet adına özür dileyen Erdoğan, İttihatçı CHP öncülüğündeki “Arap ırkçılığı” sebebiyle de “özeleştiri” yapmıştı!
Ancak CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Araplarla ittifak” adımına şiddetle karşı çıkarak, “Jön Türk zihniyeti”nin temsilcisi olduklarını ispatlamıştı!
Nitekim bu önemli teşebbüs hemen sabote edilmiş ve zaten bir asırdır süren “Arap düşmanlığı” tekrar körüklenmişti.
GERÇEK ARAPLAR ESMER DEĞİLDİR
Gelin bu “Arap düşmanlığı” perdesi altındaki “İslâm düşmanlığı”nın köklerine inelim; nasıl başladığını ve kime yaradığını birlikte görelim.
Konumuzla doğrudan ilgisi olmamakla birlikte, belirleyici bir ayrıntıyla başlayalım. Bugün “Arap coğrafyası” diye bilinen bölgede yaşayanlar, asr-ı saadet dönemindeki Kureyşî Araplar değildir. Zira sahabe-i kiram, Peygamber Efendimizin ahireti teşrifinden sonra İslâmiyet’i yaymak için Anadolu’dan Çin’e kadar bütün dünyaya dağılmıştı.
Eyüp Sabri Paşa, yüz yıl önce basılan “Mirat-ül Haremeyn” (Haremeyne Bakış) kitabında, “Mekke şehrinde sadece iki Arap ailesi kalmıştır” diyor. Yani, eshab-ı kiramdan sonra gelen esmer Afrikalılar, “Arap” olarak bilinmektedir. Elbette ten rengi, kusur veya üstünlük değildir. Ancak Arap kavmini, yukarıdaki yanılgıdan dolayı “esmer/siyah” zannetmek fahiş bir hatadır.
Öte yandan Haremeyn’deki bu demografik değişim, Osmanlı’yı hiç ilgilendirmemiştir. 4 asır boyunca kendilerini “hadim-ül Haremeyn” (Haremeynin hizmetçisi) olarak gören Türkler; bu mübarek beldede yaşayanlara, etnik kökenine bakmaksızın hizmet etmiştir. Arabistan ahalisi de Osmanlı’ya “biat” sadakati göstermiştir. Özellikle Mısır, Suriye ve Irak’ta, “Türk asıllı”olmakla övünenler az değildir.
Hakeza İttihatçıların ve devamında da CHP diktatörlüğünün Arap düşmanlıklarına ve son yıllarda muhatap olduğumuz muazzam Suriyeli külfetinin, Ümit Özdağ gibi istismarcılar tarafından tahrik için kullanılmasına rağmen Türk milleti de asla “Arap düşmanı” olmamıştır.
“ARAP-TÜRK” TARTIŞMASI NASIL BAŞLADI?
İç cephe çökerse Osmanlı’nın daha çabuk yıkılacağını düşünen İngilizler, Fransız İhtilali ile birlikte yayılan “milliyetçilik” rüzgârını kullanarak, Osmanlı azınlıklarını “bağımsızlık” vaadiyle kışkırtıyordu.
En kolay tahrik edebilecekleri kesim ise, “Siz İslâm’ın merkezisiniz; Hilafet size yakışır”diyerek ayaklandırabilecekleri “Araplar” idi!
Arapları kışkırtma sürecini 1727’de Vehhabiliği kurarak başlatmış olan İngiltere, I. Dünya Savaşı ile birlikte bu fitneyi, “ayaklanma”ya dönüştürme çabasına girmişti. Bu amaçla Abdülaziz bin Abdurrahman’ı (İbni Suud) ayaklanmaya teşvik ediyorlardı.
Arap coğrafyasındaki ajanlar, bütün aşiret liderlerine, Londra’nın “Araplar bu savaşta İngiltere’ye yardım ederse, ‘Bağımsız Arabistan’ı güvence altına alacağız ve Halifeliğin Araplara geçmesini sağlayacağız” mesajını iletmişti.[2]
“IRKÇI” İTTİHAT VE TERAKKİ’NİN MARİFETİ!
“Hilafet” makamı sayesinde Müslümanları birleştiren Sultan II. Abdülhamid Han’ın tam da bu dönemde tahttan indirilmesi, İngilizleri çok sevindirmişti!
“Türkçülük” hastalığına duçar olan İttihatçılar, “Arapları Türkleştirmek” gibi bir akıl tutulmasıyla, “cephedeki düşman” olan İngilizlere “damardan” destek vermişti. Çünkü “ırkçı” Jön Türk politikaları sayesinde, Arapları ayaklandırmak çok kolay olmuştu!
Bu da yetmemişti! Çoğu Mason olan İttihatçılar, Müslümanlara kan kusturan İbni Suud ile ittifak kurarak, Sünnî Mekke Emiri Şerif Hüseyin’e “savaş” ilan etmişti![3]
CEMAL PAŞA, “İNGİLİZ BUNU YAPMAZ” DEDİRTTİ!
1915 yılında fevkalâde yetkilerle Suriye Valisi tayin edilen İttihatçı lideri Cemal Paşa’nın yapmadığı bölücülük ve zulüm kalmamıştı. Suriye, Filistin ve Lübnan’ı içine alan Arap coğrafyasında, Arapçayı yasaklayarak isyanı teşvik etmişti!
Birçok Arap eşrafını işkence ile öldürmüş veya sürmüştü. Ahali arasında “Cemal Paşa biriyle görüşürken burnunu kaşırsa ‘sürgün’e gönderecektir. Ama bıyığını burarsa ölüm var demektir” diye yayılmıştı.[4]
Hatta itibarlı Arapların kızlarına, Şam’da kurduğu eğlence salonlarında içki servisi yaptırmış; taciz ve tecavüz ettirmişti!
Savaşın en kritik günlerinde Arapların Osmanlı Devleti’ne isyan etmesi için elinden geleni yapan Cemal Paşa, Nisan 1916’da gizlice görüştüğü Lawrence’e, Suriye’de krallığını ilan ederse İngiltere’nin tanıyıp tanımayacağını sormuştu![5]
ÖZAL: “İNGİLİZLERDEN MAAŞ ALIYORDU”
Cumhurbaşkanı Özal, (Cemal Paşa’nın torunu) Hasan Cemal’in de katıldığı 26 Mart 1991 tarihli SSCB gezisinde Cemal Paşa’nın hıyanetlerini şöyle anlatmıştı:
“İngilizler, Arapları bizden uzaklaştırıp kendi yanına çekmeye çalışıyordu. İngilizlerden maaş alan Suriye Valisi Cemal Paşa, Arap eşrafının ve İslâm âlimlerinin kızlarını Şam’daki konağına getirterek, taciz ettirmişti. Bu yüz kızartıcı olaylar ve İngilizlerin ‘Türkler İslâm’dan ayrıldı’ propagandası, Arapları Osmanlı’ya düşman etti.”[6]
“OSMANLI’YA DEĞİL İTTİHATÇILARA MUHALİFİZ”
Hicaz, içişlerinde “muhtariyet”e sahip olup; Peygamber Efendimizin soyundan gelen şeriflerle yönetilirdi.
Mekke’nin son Emiri Şerif Hüseyin Paşa, İttihatçıların ve özellikle de Şam Valisi Cemal Paşa’nın düşmanca tutumunun Araplar üzerindeki olumsuz etkisi konusunda hükümeti defalarca uyarmıştı.
Osmanlı yönetimi, İttihatçı kuşatması altında olduğundan bu çok önemli uyarılara kimse kulak asmamıştı! Tam aksine, Arapları Türklerden uzaklaştırmak için özel gayret sarf eden Jön Türkler (İttihatçılar), bu zulümlere tepki gösteren Şerif Hüseyin Paşa’yı “Osmanlı’ya ihanet”le suçlamıştı!
Oysa işin aslı çok farklıydı. Meselenin doğru anlaşılması ve “çift taraflı İngiliz oyunu”nun bozulması bakımından, Hüseyin Paşa’nın yayınladığı iki beyanname çok önemlidir.
26 Haziran 1916 tarihli ilk beyanname (özetle) şöyledir:
“Osmanlı Sultanları, Kitaba ve Sünnete uymakta vücutlarını feda etmeyi göze aldıkları için biz de Osmanlı’ya her zaman sıkı bağlandık. Ancak Devlet-i Âliyye-i Osmaniyye’nin idaresini eline alan İttihat ve Terakki Cemiyeti, İslâmiyet’i bozmaya kalkmıştır. Enver, Cemal ve Talat paşaların emirleri, kanunların üstündedir.”
“Nice İslâm âlimi ve Arap vatandaşı mahkemesiz asılmakta, kurşuna dizilmektedir. Sarhoş iken verilen emirlerle, nice masum ocaklar söndürülmektedir. Taş yürekli diktatörlerin bile yapamayacağı bu cinayetlerde ufak bir mazeret bulunsa dahi; geride kalan masum çocuklara, mal ve mülkleri ellerinden alınarak sürgün edilen kadınlara, felâket üzerine felâket yaşatmanın ne mazereti olabilir?”
Bu kadarını ise “düşman” bile yapamamıştı:
“Mekke-i Mükerreme ahalisinin, canlarına ve namuslarına yönelik bu saldırıların durdurulması için yaptığı gösteri yürüyüşünde, bir İttihatçı komutanın emri ile Ciyâd Kalesi’nden Kâbe’ye atılan top mermileri, mukaddes Hacer-ül Esved’in bir metre yakınına isabet etmiştir. Kâbe örtüsü alev almıştır. Söndürmeye çalışanlara da ateş edilmiş ve birçok Müslüman şehit olmuştur. Halk günlerce Harem-i Şerif’e girememiş ve Kâbe’de namaz kılınamamıştır. İslâm dininin ve vatandaşlarımın geleceğini, bu zihniyetteki İttihatçıların elinde oyuncak olarak bırakamayız.”
10 Eylül tarihli “II. Beyanname”de ise şu acı gerçekler yer almıştı:
“İttihatçıların birkaç sene içinde koca devleti parçaladıklarını, Müslümanları ve İslâmiyet’i perişan ettiklerini görmeyen var mı? Koca imparatorluk Enver, Cemal, Talat ve arkadaşları gibi Masonların keyfine kurban oluyor.”
“İttihatçı komitanın azgın şeflerinden olan Cemal Paşa, Şam’da canının istediği kişiyi asıyor yahut vurduruyor. Orada açtığı gece kulübünde, önde gelen ailelerin kızlarını hizmetkâr gibi kullanıyor. Cemal Paşa’nın bu davranışları, İslâm dinine, Türk ve Arap âdetlerine saygısızlığın tam bir örneğidir.”
İttihatçıların “isyan” dediği şu ifadeler ise, kimin isyan ettiğini gösteriyordu:
“Biz, İttihatçıların cahil ve ahmak siyasetine ve zalim idaresine karşıyız. Bu komitacılar, vatan ve milleti, mukaddes dinimizi düşünmeyerek yalnız İngiliz Müstemlekeler Nezâreti’nin emirleri ile hareket etmektedir. Müslümanlar, bu bölücü gidişata yardımcı olmamalıdır. Allahü tealaya asi olana itaat edilmez.”[7]
Bu beyannameler, Şerif Hüseyin Paşa’nın İslâm’ı ve Osmanlı’yı savunduğunu, asıl İttihatçıların yanlış yerde durduğunu göstermektedir.
VEHHABİLERİ DESTEKLEYİP MÜSLÜMANLARA SALDIRDILAR
Bu haklı uyarıları sebebiyle Şerif Hüseyin’i “vatan haini” ilân eden İttihatçılar, Arabistan’ı Osmanlı’dan koparmak isteyen İngilizlerin yönettiği Vehhabileri destekliyordu!
Cemal Paşa, Başkumandan Enver Paşa’ya yazdığı bir telgrafta “İbni Suud’un İngilizlerden para aldığını ve bazı hazırlıklar yaptığını öğrendik. Kendisini tarafımızda tutabilmek için parayla beslemeye mecburum. Bana ayda 200 altın lira verilmeli” diyordu.[8]
Oysa bu İbni Suud, Yahudilerle “kuzen”olduklarını ama Türkleri, “evlad-ı iblis”gördüklerini söyleyecek kadar Türk düşmanıydı. Bu paraları alacak ama yine İngilizlerin emrinde kalacaktı![9]
MEKKE’Yİ, SUUD’A İNGİLİZLER VERDİ
Ehl-i sünnetin hamisi olan Şerif Hüseyin’in, İngilizlerle işbirliği yaptığı iddiası ise çirkin bir iftiradır. Ehl-i sünnet düşmanı İngilizlerin, 200 yıldır besleyip büyüttüğü Suud’larla savaşan Şerif Hüseyin’e destek vermesi mümkün müdür?
Kaldı ki, “İttihatçılar, Müstemleke Nezâreti’nin emrindedir” diyen Şerif Hüseyin Paşa, İngilizlerin İslam düşmanlığını iyi biliyordu. İngilizlere ve kendileriyle irtibatta olan ajan Lawrence’e hiçbir zaman güvenmemişti. Oğlu Abdullah, Lawrence’in sadece Arapları değil “Şerif Ailesi”ni bile bölmeye çalıştığını belirterek, “Ona hiç güvenmedik. Bize değil, düşmanlarımıza çalıştı” demişti. Hatta Şerif Hüseyin, (Kahire Konferansı’nın İslâm coğrafyasını İngiltere ve Fransa arasında bölüştüren kararlarını kendisine hazmettirmeye çalışan) Lawrence’i, bastonuyla kafasına vurarak kovmuştu.[10]
Nitekim 1924 yılında “Cihad ediyorum”yalanıyla saldıran İbni Suud’u Mekke’ye sokmayan Emir Hüseyin, İngilizler tarafından yakalanarak Kıbrıs’a götürülmüş ve hapsedildiği otelde 1931 yılında vefat etmiştir.
BUGÜNKÜ TABLO JÖN TÜRKLERİN ESERİDİR!
Görüldüğü gibi, Araplar bizi arkadan vurmamıştır. Tam aksine Jön Türkler, Arapları içeriden vurmuş ve mübarek beldeleri Sünni Müslümanlara vermemek için İngiliz uşağı Suudlara hediye etmişlerdir! Yani bugün Gazze karşısındaki tavrına çok şaşırdığımız “Arap liderler”, İngilizlerin, İttihatçılar sayesinde yerleştirdiği “müstemleke valileri”dir.
Gerçek Araplarla hiçbir ortak paydası olamayan bu “lejyonerler” de doğal olarak, “velinimeti” olan Haçlı Siyonist ittifaka hizmet etmektedir.
Bu yüzden katil Netanyahu’nun 12 Kasım 2023 günü verdiği “Koltuklarınızı kaybetmek istemiyorsanız sesinizi çıkarmayın” talimatını harfiyen uygulayan bu “çakma” Arap liderler, burunlarının dibindeki katliamları hiç görmemektedir!
Bugün Arabistan’ı Vehhabi İbni Suud’un değil de, Sünnî Şerif Hüseyin’in torunları yönetseydi böyle mi olurdu?
Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Haçlı Siyonist emperyalistlerin serdiği “örtü”kaldırılmadan hiçbir şey doğru anlaşılmamaktadır. Biz de, yakın tarih analizlerimizle bunu yapmaya çalışıyoruz.
TÜRKİYE’DEKİ “ARAP DÜŞMANLIĞI” DA JÖN TÜRK ESERİ!
I. Dünya Savaşı hezimetinden sonra kılık değiştirerek Anadolu’ya dağılan “maskeli İttihatçılar”, Türkçülük hastalığını da götürmüş olup; Arap düşmanlığı üzerinden İslâm düşmanlığını yaymaya devam etmiştir!
Azılı bir ırkçılıkla, esmer insanları “aşağı ve iğrenç varlıklar” şeklinde tanıtıyor, siyah karikatürlere “Arap” diyerek, gençliği İslâm’dan soğutuyorlardı!
Oysa “Arap”ın lügat (TDK değil) anlamı “güzel” demektir. Gerçek Arap, beyaz buğday benizlidir. Peygamberimiz de beyaz tenli idi ki, günümüzdeki Seyyidler de beyaz tenli ve çok sevimlidir.
Siyah köpeklere özellikle “arap” adını veriyorlardı! Bu çirkin ırkçılığı öyle yaydılar ki Anadolu’da hâlâ devam etmektedir. İnsanlar, sebebini bilmeden siyah köpekleri “arap” veya meşhur bir tecvid kitabının adı olan “karabaş” diye çağırmaktadır.
Çocukluk yıllarımda vesikalık fotoğraflarımızın basıldığı “negatif film”e neden, “Fotoğrafın arabı” dediklerini bir türlü anlayamazdım.
CHP diktatörlüğünün ürünü olan TDK, ne yazık ki çeyrek asırlık AK Parti iktidarına rağmen hâlâ “Arap”ı, “1. isim: Koyu, esmer. 2. isim: Fotoğrafın negatifi. 3. isim eskimiş:zenci” diye tarif etmektedir!
“Arap”ı “zenci” olarak tanımlamak, yukarıda arz ettiğimiz cehaletin TDK’casıdır!
Peki, yine TDK tescilli şu rezalete ne diyeceksiniz? “Karafatma isim, hayvan bilimi, parlak siyah renkli bir böcek.” Siyah renkli böceğe, “karafatma” dışında verecek bir isim kalmamış mıydı?
Sizin kızınızı siyah böceğe benzetseler ne dersiniz?
Peygamber Efendimizin “beyaz, aydınlık, güzel yüzlü” anlamına gelen “Zehra”yı da ilave ettiği bu mübarek ismi, haşa bir siyah böceğe kim neden layık gördü?
Peki, en inatçı siyah lekeleri çıkarabildiği söylenen sıvı sabuna neden “arapsabunu”dediğinizi biliyor musunuz?
TDK Sözlüğü’nün tanımına göre “Çözülemeyecek kadar karışık” şeylere neden “arapsaçı” diyorsunuz?
Cumhurbaşkanı Erdoğan “Araplarla ittifak” kurmaya çalışırken, bir devlet kurumu olan TDK’nın, bu “Arap düşmanlığı”nı hâlâ sürdürmesi ne anlama geliyor?
Ya TV dizilerinde, en şapşal karakterlere “Arap” adı verenler? Yüzünü siyaha boyanmış bir Afrikalıyı yıllarca devletin televizyonundan “Arap Bacı” diye izletenler…
“…Arap olayım, Arap eli öpmekle dudak kararmaz, Ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın yüzü” ve daha burada zikredemediğimiz iğrenç ifadeler nasıl bir nefretin dışa vurumudur?
Arap düşmanlığı, “Dost musun, Arap mı”şeklindeki “ırkçı” deyimden başka nasıl ifade edilebilir?
“Araplarla ittifak”, önümüzdeki asırların projesi olan “Türkiye Yüzyılı”nın iki sağlam ayağından biridir ve çok önemlidir ama önce içimizdeki bu “Arap düşmanlığı” temizlenmelidir. Malum, enfeksiyonlu diş tedavi edilememektedir!
İTTİHATÇILARIN YENİ VERSİYONU CHP, ASLI GİBİDİR!
İşte İttihat ve Terakki’nin günümüzdeki uzantısı olan CHP’nin “Biz Jön Türk’üz, 150 yıldır sizinle savaşıyoruz” diye övünen lideri Özgür Özel, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir asırdır devam eden İngiliz/İttihatçı entrikasına son verme çabasına bu yüzden anında tepki gösterdi!
Bu yüzden, İngilizlerden Jön Türk dedelerine, oradan da kendilerine intikal eden ehl-i sünnet düşmanlığını kusarak “Sünni Müslümanlık üzerinden yeni bir ittifak kuracak. Bu coğrafyada sana ümmetçilik üzerinden, din siyaseti üzerinden hesap yaptırmayız” dedi!
Öte yandan bu çarpıtma ve bölücülükle, tam da “Bölünmez Suriye”ye dönülen 8 Aralık’tan itibaren Alevileri, Nusayrileri ve şimdi de Dürzileri tahrik ederek Şam’a karşı ayaklandırmaya çalışan İsrail’e “damardan” destek verdi!
Gördüğünüz gibi “katran”ı yüz yıl kaynatsanız da olmuyor şeker!
Nuh Albayrak | Star Gazetesi Yazarı https://www.star.com.tr/yazar/arap-liderlerin-gazze-ihanetinin-sorumlusu-turklerdir-yazi-1955830/
Dipnotlar:
[1] TBMM Tutanak Dergisi, 8. Dönem, 4. Toplantı, Cild: 21, 1 Kasım 1949, s. 8.
[2] Georgina Howel, Daugughter of The Desert (Çölün Kızı), Tarih&Kuram Yayınları, İstanbul 2016, s. 246.
[3] Vehhabilik vahşetinin vahim ayrıntıları için bakınız İçten Dıştan Entrikalar
[4] Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, Pozitif Yayınevi, İstanbul 2022, s. 53, 56.
[5] David Murphy, Arabistanlı Lawrence, Kronik Yayınları, İstanbul 2023, s. 13.
[6] Özal: İhaneti Hasan Cemal’e sorun, Star, 19 Nisan 2016.
[7] İmam-ı Gazali, Kıyamet ve Ahiret, Hakikat Kitabevi Yayınları, İstanbul 2014, s. 364-370
[8] Lawrence Efsanesi, s. 127.
[9] Harry St. John Bridger Philby, Arabia of the Wahhabis, London, Constable&Co. Ltd., Londra 1928, s. 23.
[10] Orhan Koloğlu, Lawrence Efsanesi, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2018, s. 107, 202.
ترجمة من التركية إلى العربية: 👇
هل “الأتراك” هم المسؤولون عن خيانة “القادة العرب” لغزة؟
نـوح ألبيراق | كاتب في صحيفة ستار
الجمعة 25 تموز/يوليو 2025
لقد ابتعدت دولة الحزب الواحد عن “الشرق” بسرعة كبيرة حين تصوّرت أن “التغريب” مجرد رحلة سياحية! واعتُبر العالم العربي على وجه الخصوص كأنه “عدو”.
وكانوا يبررون هذا الموقف الذي لا ينسجم مع مصالح البلاد بكذبة: “العرب طعنونا في الظهر”!
ومن جهة أخرى، كانت تركيا أول دولة مسلمة تعترف بإسرائيل تلك الخنجر المغروس في قلب الجغرافيا العربية؛ وفي عام 1949 قال صاحب القرار آنذاك، عصمت إينونو:
“افتُتحت العلاقات السياسية مع إسرائيل، ونأمل أن تكون هذه الدولة عنصر سلام واستقرار في الشرق الأدنى”.[1]
أي أن تركيا كان بإمكانها أن تطوّر علاقاتها مع “إسرائيل اليهودية” إلى أقصى حد، لكن كان عليها أن تعادي العرب!
بينما الذين كانوا يقولون لنا: “ابتعدوا عن العرب”، هم أنفسهم من كانوا يرددون: “لا أصدقاء ولا أعداء أبديون لنا، بل مصالح دائمة”، وكانوا يصولون ويجولون في الجغرافيا العربية.
ولنترك ذاك الزمن خلفنا… فرئيس الصليبونيّة الصهيونية، رئيس الولايات المتحدة الـ45 والـ47، دونالد ترامب، بالرغم من عدائه الشديد للمسلمين إلى درجة قوله: “سنحوّل غزة إلى مركز سياحي”، إلا أنه زار السعودية أولاً في كلا عهديه (20 أيار 2017 و13 أيار 2025)، بل ورقص “رقصة السيف”، ومع ذلك لم يشكك أحد في “تغريبه”.
وقد خرق رئيس الوزراء عدنان مندريس ذلك الحظر ووقّع في 24 شباط 1955 على “حلف بغداد” مع العراق، لكنه دفع ثمن “خطئه” هذا بحياته!
أردوغان يضع حدّاً لـ“خطأٍ عمره قرن”!
في خطابه التاريخي بتاريخ 12 تموز/يوليو 2025، تحدّث الرئيس رجب طيب أردوغان عن ضرورة التحالف مع العرب إلى جانب الأكراد، واضعاً يده على جرحٍ عمره قرن كامل!
وأكد أنّ التقدم الكبير في هدف “تركيا بلا إرهاب” يجعل “التحالف مع العرب” أمراً لا مفر منه، قائلاً:
“إن نصر ملاذكرد وفتح القدس وفتح إسطنبول ودفاع جناق قلعة وحرب الاستقلال؛ كلها انتصارات مشتركة للأتراك والأكراد والعرب وكثير من الشعوب المسلمة… حين يتحالف الأتراك والأكراد والعرب، كانت رياح خيولهم تبث النسيم من الصين إلى الأدرياتيك. وعندما تفرقوا، لم يكن هناك إلا الهزيمة والخذلان. خسرنا الحرب العالمية الأولى، ورُسمت الحدود بيننا، وبُنيت الجدران، وخسرنا القدس لأن التفرقة كانت سائدة. واليوم يُنفَّذ في فلسطين أفظع إبادة جماعية في التاريخ. لماذا؟ لأن الأتراك والأكراد والعرب لا يستطيعون الاجتماع والتحالف.”
وكما قدّم أردوغان اعتذاراً رسمياً عام 2011 عن “مجزرة درسيم”، فقد أجرى الآن “مراجعة ذاتية” أيضاً حول “عنصرية العرب” التي قادها حزب الاتحاد والترقي ومن بعده حزب الشعب الجمهوري.
لكن رئيس حزب الشعب الجمهوري، أوزغور أوزال، عارض بشدة خطوة “التحالف مع العرب”، وأثبت مجدداً أنهم يمثلون “العقلية التركية الفتية – جون ترك”!
ولذلك تم إفشال هذه الخطوة فوراً، وزُرعت من جديد نار الكراهية للعرب المستمرة منذ قرن.
العرب الحقيقيون ليسوا ذوي بشرة سمراء
تعالوا ننظر إلى جذور هذه “الكراهية للعرب” الكامنة تحت ستار “العداء للإسلام”؛ كيف بدأت، ولصالح من كانت؟
وبدايةً بمعلومة مهمة وإن لم تكن مرتبطة مباشرة بموضوعنا:
فالذين يعيشون اليوم في ما يُسمى “الجغرافيا العربية” ليسوا من العرب القُرشيين في عصر الصحابة؛ إذ إن الصحابة الكرام بعد انتقال النبي صلى الله عليه وسلم، تفرّقوا لنشر الإسلام من الأناضول حتى الصين.
ويذكر أيوب صبري باشا في كتابه “مرآة الحرمين” قبل نحو مئة عام:
“لم يبقَ في مكة سوى أسرتين عربيتين فقط”.
فالأفارقة السمر الذين جاؤوا بعدها باتوا يُعرفون باسم “العرب”. ولا شك أن لون البشرة لا يدل على فضل أو نقيصة، لكن اعتبار “العرب” قومية ذات بشرة سمراء خطأ فادح.
ورغم التغير الديمغرافي في الحرمين، لم يغيّر العثمانيون موقفهم، فهم أربعة قرون خدموا أهل الحرمين بلا نظر إلى أصلهم العرقي.
وفي مصر والشام والعراق كثير من العائلات التي تفخر بأصلها “التركي”.
وكذلك رغم العداء الذي أشعله الاتحاديون واللاحقون بهم من جماعة حزب الشعب الجمهوري، ورغم استغلال أزمة السوريين من قِبَل أمثال أوميت أوزداغ، فإن الشعب التركي لم يكن يوماً “عدواً للعرب”.
كيف بدأت مسألة “العرب والترك”؟
كان الإنجليز يرون أن إسقاط “الجبهة الداخلية” سيعجّل سقوط الدولة العثمانية، فاستغلوا موجات “القومية” بعد الثورة الفرنسية لإثارة الأقليات الإسلامية بوعود “الاستقلال”.
والأسهل في إثارتهم هم العرب الذين يمكن تحريكهم بعبارة:
“أنتم مركز الإسلام؛ الخلافة أنسب لكم”!
وبدأ الإنجليز مشروعهم منذ 1727 حين أسسوا الوهابية، ثم سعوا خلال الحرب العالمية الأولى إلى تحويل الفتنة إلى “ثورة”. وكانوا يحرضون عبدالعزيز بن عبدالرحمن (ابن سعود) على التمرد.
وقد نقل عملاؤهم لزعماء القبائل رسالة لندن:
“إن ساعد العربُ بريطانيا في هذه الحرب، نضمن لهم إقامة (العربية المستقلة) ونجعل الخلافة للعرب.”[2]
“عنصرية” الاتحاد والترقي!
وكان خلع السلطان عبد الحميد الثاني، الذي وحّد المسلمين بالخلافة، فرحاً عظيماً للإنجليز!
أما الاتحاديون المصابون بداء “التتريك”، فاندفعوا نحو محاولة “تتريك العرب”، وهو جنون سياسي جعل مهمة الإنجليز في تحريض العرب على الدولة أمراً بالغ السهولة!
ولم يكتفوا بذلك، بل تحالف أكثر قادتهم من الماسون مع ابن سعود الذي كان يعذب المسلمين، وأعلنوا “الحرب” على الشريف الحسين، أمير مكة السني![3]
جمال باشا جعل الناس يقولون: “الإنجليز لا يفعلون هذا!”
وُلي جمال باشا ولاية سوريا بصلاحيات مطلقة عام 1915، فأحدث من الظلم والانقسام ما لا يُتصوّر.
حظر العربية، وأعدم وسجن وسفّر وجهاء العرب وعلماءهم.
وانتشر بين الناس القول:
“إن حكّ جمال باشا أنفه فمعناه نفي، وإن حرّك شاربه فمعناه الموت.”[4]
ووصل به الفجور إلى إجبار بنات الأسر الوجيهة على تقديم الخمر في صالات اللهو التي أنشأها في دمشق، بل تعرّض لهن بالتحرش والاعتداء!
وفي أخطر مراحل الحرب، سأل جمال باشا، في لقاء سري مع لورنس، عمّا إذا كانت بريطانيا ستعترف به ملكاً على سوريا إن أعلن ذلك![5]
أوزال: “كان يتقاضى راتباً من الإنجليز”
وقال الرئيس تورغوت أوزال في رحلة للاتحاد السوفيتي عام 1991 بحضور حفيد جمال باشا (حسن جمال):
“كان الإنجليز يحاولون جرّ العرب إليهم. وكان جمال باشا، والي سوريا، يتقاضى راتباً من الإنجليز. وكان يجلب بنات الوجهاء إلى قصره بدمشق للتحرش بهن. وقد أدت هذه الفضائح، مع دعاية الإنجليز بأن ‘الأتراك خرجوا من الإسلام’، إلى نفور العرب من العثمانيين.”[6]
“لسنا ضد العثمانيين؛ نحن ضد الاتحاديين”
كان الحجاز ذا حكم ذاتي داخلي، ويُدار من الأشراف أحفاد النبي صلى الله عليه وسلم.
وقد حذّر آخر أمراء مكة، الشريف حسين، الحكومة مراراً من آثار ممارسات الاتحاديين، وخاصة جمال باشا، على العرب.
لكن الدولة الخاضعة لقبضة الاتحاد والترقي لم تستمع، بل اتهمت الشريف حسين بالخيانة!
وأصدر الشريف حسين بيانين مهمّين يفكّكان “اللعبة الإنجليزية المزدوجة”:
البيان الأول – 26 حزيران 1916
(مختصره):
“ارتبطنا بالعثمانيين لأن سلاطينهم بذلوا أرواحهم لحماية الكتاب والسنة.
لكن جمعية الاتحاد والترقي حاولت إفساد الإسلام.
وأوامر أنور وجمال وطلعت فوق القوانين.”
“قُتل كثير من العلماء والعرب بلا محاكمة… وارتُكبت جرائم لا يقدم عليها أعتى الطغاة.”
ثم يذكر ما لم يفعله “العدو” نفسه:
“في مظاهرة سلمية لأهل مكة احتجاجاً على الاعتداء على أرواحهم وأعراضهم، أطلقت القوات التابعة للاتحاديين قذائف من قلعة جياد باتجاه الكعبة، فسقطت قذيفة قرب الحجر الأسود بمتر واحد! واحترق كساء الكعبة…”
البيان الثاني – 10 أيلول
وفيه:
“هل هناك من لم يرَ كيف مزّق الاتحاديون الدولة في بضع سنوات؟
وكيف دمّروا المسلمين والدين؟
إن جمال باشا يقتل من يشاء في دمشق، ويستخدم بنات الوجهاء في ملاهيه. وهذا ازدراء للإسلام وللعادات العربية والتركية.”
ثم يختم:
“نحن ضد الاتحاديين الجهلة الظالمين، لا ضد الدولة العثمانية.
فهم يتحركون بأوامر وزارة المستعمرات البريطانية.
ولا طاعة لمن يعصي الله.”[7]
دعم الوهابيين ومهاجمة المسلمين
اتهم الاتحاديون الشريف حسين بالخيانة بينما كانوا هم يدعمون الوهابيين التابعين للإنجليز!
وكتب جمال باشا إلى أنور باشا:
“ثبت أن ابن سعود يأخذ المال من الإنجليز ويعمل استعدادات. ولإبقائه في جانبنا يجب أن أدعمه بالمال. أحتاج 200 ليرة ذهبية شهرياً.”[8]
غير أن ابن سعود كان يعتبر اليهود “أبناء عمومته” ويرى الأتراك “أبناء إبليس”. وكان يأخذ المال ويظل خادماً للإنجليز![9]
الإنجليز هم الذين سلّموا مكة لابن سعود
واتهام الشريف حسين – حامي أهل السنة – بأنه تعاون مع الإنجليز محض افتراء؛ فالإنجليز الذين رعوا الوهابيين لم يكونوا ليقووا الشريف السني ضدهم.
وكان الشريف حسين يعلم عداوة الإنجليز للإسلام. وكان ابنه عبد الله يقول إن لورنس حاول حتى شقّ “أسرة الشريف”، وأنهم لم يثقوا به قط، بل كان يعمل لعدوّهم.
وطرده الشريف حسين بعصاه حين حاول إقناعه بقرارات مؤتمر القاهرة التي قسمت بلاد الإسلام![10]
وفي عام 1924، عندما هاجم ابن سعود مكة مدعياً “الجهاد”، منعه الشريف حسين من دخولها، فقبض عليه الإنجليز ونفوه إلى قبرص، وتوفي هناك عام 1931.
الوضع اليوم هو من صنع “الأتراك الفتيان” – جون ترك!
يتضح الآن أن العرب لم يطعنوا الأتراك في الظهر، بل إن “الاتحاديين” هم من طعن العرب من الداخل، وقدموا الحرمين هدية للوهابيين التابعين للإنجليز!
وإن “القادة العرب” الذين نراهم اليوم عاجزين أمام غزة، ما هم إلا “ولاة مستعمرات” نصّبتهم بريطانيا بفضل الاتحاديين.
وهؤلاء “المرتزقة” الذين لا يجمعهم شيء بالعرب الحقيقيين يخدمون بطبيعة الحال “أسيادهم” في التحالف الصهيوصليبي.
لذا التزم هؤلاء القادة بأمر المجرم نتنياهو في 12 تشرين الثاني 2023 حين قال:
“إن أردتم الحفاظ على كراسيكم فلا ترفعوا صوتكم.”
فلم يروا المجازر الواقعة أمام أعينهم!
فهل كان سيحدث ذلك لو كانت الجزيرة العربية تُحكم بأحفاد الشريف حسين السني بدلاً من ابن سعود الوهابي؟
إن كل شيء مقلوب… ولا تُفهم الحقائق حتى يُكشف “الغطاء” الذي يبسطه الاستعمار الصهيوصليبي. ونحن نحاول كشفه في دراساتنا التاريخية.
الكراهية للعرب في تركيا أيضاً من إرث جون ترك!
بعد هزيمة الدولة العثمانية، تفرّق “الاتحاديون المقنّعون” في الأناضول ناشرين داء “التتريك” ومعه العداء للعرب كغطاء للعداء للإسلام.
وكانوا يصفون أصحاب البشرة السمراء بأنهم “مخلوقات منحطة”، ويطلقون على الكاريكاتيرات السوداء اسم “عربي”، لتبغيض الإسلام للشباب.
بينما كلمة “عرب” في اللغة (لا في قاموس TDK) تعني: “جميل”.
والعربي الحقيقي أبيض اللون، والنبي صلى الله عليه وسلم كان أبيض، وكذلك السادة من ذريته اليوم.
وكانوا يسمون الكلاب السوداء “عرب”! وانتشر هذا الجهل إلى اليوم، ويقال عن الكلاب السوداء في الأناضول “عرب” أو “قره باش”.
وكنا نسمي الفيلم السلبي للصور “عرب الصورة”!
ومع الأسف لا يزال معجم TDK – رغم 25 سنة من حكم العدالة والتنمية – يعرف “عرب” بأنه:
“1- أسمر. 2- نيغاتيف الصورة. 3- قديم: زنجي.”
ووصف “العرب” بأنهم “زنوج” هو جهل خطير!
أما تسميتهم الحشرة السوداء بـ“الصرصور الأسود” – “كارا فاتما” – فماذا نقول عنه؟
ولو شُبهت ابنتك بحشرة سوداء فماذا ستقول؟
وكيف وُضع اسم “فاطمة الزهراء” – الذي يعني “البيضاء المشرقة الجميلة” – على حشرة سوداء؟!
وفيما يسمى “صابون العرب”، لماذا اختير هذا الاسم؟
وفي “شَعْر العرب” (العقدة الشديدة)، لماذا ارتبط بـ“العرب”؟
وتزامناً مع سعي الرئيس أردوغان للتحالف مع العرب، لماذا يواصل TDK – مؤسسة الدولة – نشر كراهية العرب؟
وما شأن الدراما التركية التي تعطي اسم “عرب” لأغبى الشخصيات؟ أو شخصية “عربه خاتون” التي كانت تُعرض بوجه أسود على التلفزيون الرسمي لسنوات؟
وجملة:
“… أكون عربياً، فقبلة يد العربي لا تُسوّد الشفاه… لا سكر الشام ولا وجه العرب”
وأشباهها من ألفاظ الحقد…
وهل التعبير العنصري “هل أنت صديق أم عربي؟” يحتاج تفسيراً؟
إن “التحالف مع العرب” أحد عمودي مشروع “قرن تركيا”، ولا بد قبل ذلك من إزالة هذا المرض العنصري.
فالسن العفنة لا يمكن معالجتها قبل تنظيفها!
الاتحاديون في نسختهم الحالية: حزب الشعب الجمهوري
ولذلك، حين رفض رئيس CHP أوزغور أوزال فوراً محاولة الرئيس أردوغان إنهاء المؤامرة البريطانية/الاتحادية المستمرة منذ قرن، كان إنما يتحرك بروح “جون ترك” التي يفتخر بأنه يمثلها.
وهو يبث عداءه لأهل السنة الذي ورثه من البريطانيين والاتحاديين، قائلاً:
“سيقيم تحالفاً جديداً على أساس الإسلام السني… لن نسمح لك بحسابات دينية في هذه المنطقة!”
وبهذا التحريض، دعم أوزال – من حيث لا يشعر أو يشعر – خطة إسرائيل لإشعال العلويين والنصيريين والدروز ضد دمشق بعد 8 كانون الأول حين عادت سوريا موحدة.
وكما قيل:
“لو غليتم القطران مئة عام فلن يصبح سكراً!”
نـوح ألبيراق | كاتب في صحيفة ستار
المترجم: أحمد ضياء إبراهيم أوغلو
(1)–(10) المراجع كما وردت في النص الأصلي