YeniŞafak Gazetesinin Yayından Kaldırdığı Bir 10 Kasım Yazısı ..

Bir 10 Kasım yazısı – Aydın Ünal

Onu abartılı övenler ve ona tepki gösterip abartılı yerenler arasında, 5186 Sayılı Kanun’a da muhalefet etmeden hakiki bir Mustafa Kemal yazısı yazmak mümkün mü? Haydi deneyelim…
Mustafa Kemal insanüstü bir varlık değildi; olağan dışı kabiliyetleri yoktu. Döneminin her Osmanlı subayı gibi iyi bir eğitim almış, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı şartlarında sahada tecrübe edinmişti. Kendi devreleriyle kıyaslandığında askeri safahatı vasatın altındaydı zira Sofya Ateşemiliterliği, Şehzade Vahdettin’in yaverliği gibi görevlerle ya da sağlık sorunları nedeniyle devrelerine göre daha az kıta vazifesi almış, Çanakkale dışında bir askeri başarı kaydetmemişti. Riske girmezdi. Kudüs’ün işgali öncesinde ordu kumandanlığından istifa ederek Viyana’ya kaplıcalara gitmiş, Medine komutanlığı önerildiğinde reddetmiş, Filistin görevine gönderildiğinde orduyu ağır zayiatla Afrin’e kadar geri çekmişti. Sultan Vahdettin tarafından Anadolu direnişini örgütlemek için gönderildiğinde ordudaki en müsait yüksek rütbeli subaydı; vazife doğal olarak ilk ona teklif edilecekti. İstiklal Savaşı’nın altyapısı zaten hazırdı; zafer, tek adamın değil, kolektif bir çabanın neticesiydi.

Mustafa Kemal bir düşünce adamı, bir mütefekkir değildi; bu alanda yoğunlaşacak zemin ve imkân da zaten yoktu. Fikirleri fark oluşturmaktan, özgünlükten, orijinallikten uzaktı. Nitekim ne çağını, ne başka toplulukları etkileyebildi. Fikirleri bugüne de ulaşmadı. Müslüman bir halkı Batılılaştırmak, laikliği İslam toplumunda uygulamak, seküler bir toplum yaratmak gibi “özgün” aksiyonları ise daha sağlığında çökmüş, başarısız olmuştu.

Mustafa Kemal hiç kuşkusuz iyi bir siyasetçiydi: İstiklal Savaşı’nın diplomatik boyutunu başarıyla yürütmüş, Ruslar, Fransızlar, İtalyanlar, Amerikalılar ile yaptığı görüşmeler neticesinde askeri çözümü ikinci plana itebilmişti. Lozan’a giderken muhalifleri susturmuş, Cumhuriyet’in ilanı sonrasında İstiklal Mahkemeleri, İzmir Suikastı, Menemen Olayı üzerinden bütün muhalif odakları ortadan kaldırmış, her türlü eleştiri ve itirazı bastırmış, kendisi ve ekibi için sorunsuz bir yol açabilmişti.

Peki nasıl oluyor da 1920’lerin moda atmosferi içinde üretilen bir kült lider bugün bile kutuplaşmaların ve çatışmaların odağında yer alabiliyor? Lincoln, Lenin, Stalin, Hitler, Mussolini, Franco, Mao, Humeyni, Pinochet ve daha nicesi tarihteki haklı yerlerini alıp veya unutulup toplumların gündelik hayatından çıkarken nasıl oluyor da Türkiye’nin her köşesinde bir Mustafa Kemal heykeli olabiliyor, 4 bine yakın sokak ve caddeye “Atatürk” ismi verilebiliyor, bir o kadar okul, köprü, tesis “Atatürk”, “Gazi”, “M.Kemal” ismini taşıyor, Mustafa Kemal nasıl oluyor da makbul, standart, statüko yanlısı olmanın turnusolü olarak kimi zaman da tapınma derecesinde hâlâ kabul görebiliyor? Anaokulundan başlayarak üniversite mezuniyetine kadar genç nesillere Kuzey Kore’de bile örneği olmayan bir doktrin ve kült lider algısı neden enjekte ediliyor? Dışardan bakanları hayrete düşürecek, istihza ile gülümsetecek ama içerdekilerin farkına bile varamadığı, sorgulamadığı, sorgulayamadığı bu tutuculuğun ve şizofrenik halin altında tam olarak ne yatıyor?

Konunun hiç şüphesiz Mustafa Kemal’le ilgisi yok.

Bir: Mustafa Kemal’in ölümü sonrasında İsmet İnönü onu tarihten tamamen silme, hatta kazıma yoluna gitti. 1950 sonrasında Celal Bayar ve Adnan Menderes ise, İnönü’ye tepki olarak Mustafa Kemal’i bir meşruiyet aracı olarak dirilttiler. O kötü istismar geleneği işlevselliğini koruyor.
İki: Mustafa Kemal, yen bir toplum, yeni bir nesil “yaratmak” istedi; devletin tüm imkanları Batılı, modern, çağdaş, seküler, pozitivist, dinden ve dindarlıktan uzak nesiller yetiştirmek için seferber edildi. Toplumun genelinin itiraz ve hatta isyan ettiği bu proje yürümedi ama arkasında hasar ve kutuplaşma bıraktı. Mustafa Kemal bugün ne fikirleriyle ne de eserleriyle var; sadece Batılı yaşam tarzlarının muhafazası için istismar edilen bir isim olarak varlığını sürdürüyor. Atatürk ismi, Batılı yaşam tarzlarının, örneğin alkol kullanmanın, teşhirciliğin, valsin, cadılar bayramının, örneğin LGBT sapkınlığının, İslâm’a ve Müslümanlara husumetin ve daha nicesinin bir istismar vasıtası, bir meşrulaştırma bahanesi olarak araçsallaştırılıyor.
Üç: Türkiye’yi asla kendilerinden görmeyen ama kapılarında tutmak isteyen dış dinamikler için de Atatürk ismi kendilerine sonsuz fayda sağlayan bir araç olarak başarıyla korunuyor, kollanıyor ve kullanılıyor.Neresinden bakarsanız bakın, halimiz sağlıklı bir toplum görüntüsü arz etmiyor. Kült liderlik döneminin kapandığını, dünyada örneğinin kalmadığını fark etmedikçe, tarihi şahsiyetleri yasalarla korumaktan vaz geçip özgürce konuşma imkanlarını oluşturmadıkça, tarihi şahsiyetleri tarihteki yerlerine teslim etmedikçe tartışmalar sona ermeyecek, kutuplaşma bitmeyecek, sağlıklı bir toplum görüntüsü ortaya çıkmayacak.

Not 1: Yukarıdaki yazı, İsa Özçelik Bey’in TrUmmahKamiller Whatsap gurubundaki 10.11.2025 tarihli paylaşımından alınmıştır.

Not 2: Yukarıdaki Yazıyı Okuyanlar, Altta Linki Verilen Konuşmayı da Dinlemeli:👇https://youtube.com/watch?v=ZBAaz3McyZk&si=KgSgRcsnOC1XN565

ترجمة من التركية إلي العربية: 👇

مقال حُذِف من موقع صحيفة «يني شفق» في العاشر من تشرين الثاني

مقال في يوم 10 تشرين الثاني – بقلم أيْدِن أونال

هل يمكن كتابة مقال حقيقي عن مصطفى كمال دون أن نغلو في مدحه أو في ذمه، ودون أن نخالف القانون رقم 5186؟

فلنجرّب…

مصطفى كمال لم يكن كائناً فوق بشري، ولا صاحب قدرات خارقة. لقد تلقّى، مثل كلّ ضابطٍ عثمانيٍّ في زمانه، تعليماً جيداً، واكتسب خبرة ميدانية في حروب البلقان والحرب العالمية الأولى. غير أنّ سيرته العسكرية كانت، مقارنةً بأقرانه، دون المتوسط؛ إذ شغل وظائف دبلوماسية كملحقٍ عسكريٍّ في صوفيا، وكان ياوراً للأمير وحيد الدين، كما أعاقته مشكلاتٌ صحيّة عن تولّي مهامّ ميدانية كثيرة، ولم يُسجَّل له نصرٌ عسكريٌّ سوى في جناق قلعة. كان حذراً لا يُقدِم على المخاطرة؛ فاستقال من قيادة الجيش قبيل احتلال القدس، وذهب إلى منتجعات فيينا للعلاج، ورفض تعيينه قائداً في المدينة المنوّرة، ولما أُرسل إلى فلسطين انسحب بجيشه إلى عفرين بعد خسائر فادحة.

وحين أرسله السلطان وحيد الدين إلى الأناضول لتنظيم المقاومة، كان أنسب الضباط الكبار للقيام بالمهمة؛ ومن الطبيعي أن تُعرض المهمة عليه أولاً. ثم إنّ حرب الاستقلال كانت بنيتها التحتيّة معدّة سلفاً، فالنصر لم يكن ثمرة رجلٍ واحد، بل نتيجة جهدٍ جماعيٍّ مشترك.

لم يكن مصطفى كمال مفكّراً أو صاحب نظرية فكرية؛ فالأرضية والإمكان لم يكونا متاحين لذلك أصلاً. أفكاره كانت بعيدة عن التفرّد والأصالة، فلم تؤثّر في عصره ولا في الأمم الأخرى، ولم تصل أفكاره إلى يومنا هذا. أمّا محاولته «الأصيلة» لجعل شعبٍ مسلمٍ غربياً، ولتطبيق اللائكية في مجتمعٍ إسلاميٍّ، ولإقامة مجتمعٍ علمانيٍّ؛ فقد انهارت في حياته ذاتها ولم تُثمر نجاحاً.

ومع ذلك، لا شك أنه كان سياسياً بارعاً؛ فقد أدار الجانب الدبلوماسي من حرب الاستقلال بنجاح، وتمكّن من تأجيل الحلّ العسكريّ عبر اتصالاته مع الروس والفرنسيين والإيطاليين والأمريكيين.

وقبيل مؤتمر لوزان أسكت خصومه، وبعد إعلان الجمهورية أزال كلّ بؤر المعارضة عبر محاكم الاستقلال، وقضية اغتيال إزمير، وحادثة منمن، وقمع كلّ نقدٍ واعتراضٍ، فمهّد لنفسه ولفريقه طريقاً خالياً من العوائق.

فكيف إذن أمكن لزعيمٍ صيغت أسطورته في أجواء العشرينيات أن يظلّ إلى اليوم محوراً للانقسام والصراع؟

بينما أخذ لينكولن ولينين وستالين وهتلر وموسوليني وفرانكو وماو وخميني وبينوشيه وغيرهم مواقعهم المستحقّة في التاريخ أو نُسوا وخرجوا من الحياة اليومية لشعوبهم، كيف يُمكن أن يوجد في كلّ زاويةٍ من تركيا تمثالٌ لمصطفى كمال؟

وكيف تسمّى قرابة أربعة آلاف شارعٍ وساحةٍ باسمه، فضلاً عن مئات المدارس والجسور والمنشآت التي تحمل أسماء «أتاتورك» و«غازي» و«مصطفى كمال»؟

وكيف صار اسمه معياراً للقبول والولاء للنظام القائم، بل صار لدى البعض موضوع عبادةٍ رمزية؟

ولِمَ تُحقن الأجيال الجديدة منذ رياض الأطفال حتى التخرّج الجامعيّ بعقيدة الزعيم المقدّس على نحوٍ لا نظير له حتى في كوريا الشمالية؟

ما سرّ هذا التشدّد وهذه الحال الشيزوفرينية التي تثير دهشة المراقبين من الخارج وسخريتهم، بينما يعيشها الداخل بلا وعيٍ ولا تساؤل؟

الموضوع، بلا شك، لا يتعلّق بشخص مصطفى كمال نفسه.

أولاً: بعد وفاة مصطفى كمال، سعى عصمت إينونو إلى محوه كليّاً من التاريخ. ثم جاء جلال بايار وعدنان مندريس بعد عام 1950 فأحياهما، نقيضاً لإينونو، وجعلا منه أداةً للشرعية السياسية. وهكذا استمرّ ذلك التقليد السيّئ من الاستغلال إلى يومنا هذا.

ثانياً: أراد مصطفى كمال «خلق» مجتمعٍ جديدٍ وجيلٍ جديدٍ؛ فسُخّرت إمكانات الدولة لتنشئة أجيالٍ غربيةٍ حديثةٍ علمانيةٍ وضعيةٍ بعيدةٍ عن الدين والتديّن. وقد رفضت أغلبية الشعب هذا المشروع بل تمردت عليه، ففشل، لكنه خلّف وراءه جراحاً واستقطاباً.

اليوم لا يحضر مصطفى كمال بأفكاره ولا بإنجازاته، بل باسمه الذي يُستغلّ للحفاظ على أنماط الحياة الغربية: كشرب الخمر، والعُري، ورقص الفالس، واحتفالات «عيد الهلع»، بل والانحرافات من نوع الـ«LGBT»، والعداء للإسلام وللمسلمين وسواها. لقد تحوّل اسم «أتاتورك» إلى وسيلةٍ للاستغلال، وإلى ذريعةٍ لتبرير هذه الأنماط.

ثالثاً: إنّ القوى الخارجية التي لا تعتبر تركيا جزءاً منها، لكنها تريدها على أبوابها، ما زالت تحافظ على اسم أتاتورك وتستعمله أداةً تخدم مصالحها بلا نهاية.

مهما نظرت إلى الأمر، فصورتنا كمجتمع لا تبدو صحيّة.

ولن نبلغ عافيةً ما لم ندرك أنّ زمن الزعامات الوثنية قد ولى، وما لم نكفّ عن حماية الشخصيات التاريخية بقوانين تمنع النقاش الحرّ، وما لم نُعِد تلك الشخصيات إلى مواضعها الطبيعية في التاريخ.

فما لم يتحقّق ذلك، لن تنتهي الجدالات، ولن تزول الانقسامات، ولن يظهر وجهُ مجتمعٍ سليمٍ معافى.

المترجم: أحمد ضياء إبراهيم أوغلو