İşte Soruların Sorusu ..

Maksadım, Erdoğan’ı savunmak değil; anlamaya çalışmaktır.

Neden Türkiye, Gazze’ye yönelik İsrail saldırısını durdurmak için askerî olarak müdahale etmiyor?

Milyonların sorduğu bu suale ilk cevabı arayış denemesi…

Hilmî el-Esmer

İnsan vicdanının Gazze’nin yanık sahneleri karşısında çöktüğü bir çağda milyonlar soruyor:

Türkiye neden İsrail’i askerî güçle tehdit etmiyor?
Neden Erdoğan, öfkeli demeçlerle yetiniyor da, hava filosunu ya da sınırda bekleyen ordusunu harekete geçirmiyor?

Bu korkudan mı, yoksa hikmetten mi? Zayıflıktan mı, yoksa ince hesaptan mı?
Hakikat, ekranda görünenin çok ötesinde; hem daha girift hem de daha acıdır.

1. Çünkü askerî tehdit, dünya düzenini kırmak demektir

Türkiye çöl ortasında yalnız bir ülke değildir.
O, NATO’nun köklü bir üyesidir; yani fiilen İsrail’i de içinde barındıran Batı askerî yapısının parçasıdır.
Ankara’nın Tel Aviv’i askerî olarak tehdit etmesi, gerçekte Amerika Birleşik Devletleri’ni tehdit etmesi demektir;
zira Washington, hem NATO’nun karar odağı, hem de İsrail’in kuruluşundan beri varlığının stratejik teminatıdır.

Dolayısıyla Türkiye’nin askerî bir tehdidi, siyasetin dilinde Washington’a başkaldırı anlamına gelir.
Bu da Batı safından kopuşun alameti olur.
Erdoğan, böyle bir adımı atarsa, ülkesine karşı öyle bir siyasi ve iktisadî cephe açılır ki, geçmişteki bütün savaşlardan daha yıkıcı olabilir.

2. Çünkü Türk iktisadı, Batı mali nizamının rehinesidir

Ankara bilir ki, İsrail’e yöneltilecek ilk kurşun, yirmi dört saat içinde Türk lirasının boğulması demektir.
Ardı arkası kesilmeyen yaptırımlar yağar; hesaplar dondurulur; Körfez desteği ve Avrupa sermayesi çekilir;
dost görünenler bile bir anda düşman kesilir.

İsrail, küçük bir devlet değildir; Batı’nın mali ve medya düzeninin kilit bir dişlisidir.
Kendisine karşı geleni cezalandırır, itaat edeni mükâfatlandırır.
Bu yüzden Erdoğan bilir ki, siyaset yalnızca hamaset değildir;
aynı zamanda milletin vicdanı ile devletin ayakta kalma kudreti arasında hassas bir denge sanatıdır.

3. Çünkü Erdoğan, mahalli bir savaştan ziyade İslâmî şuûrun önderliğini arzulamaktadır

Türkiye Cumhurbaşkanı, “askerî kumandan” unvanının değil,
“yeni İslâmî uyanışın öncüsü” olma payesinin peşindedir.
O, top sesinin değil, sözün yankısını seçiyor;
zira İsrail’le doğrudan bir savaşın, elindeki bütün mahalli kozları berhava edeceğini bilmektedir.

Bugün Türkiye, yumuşak direniş denilen bir siyaset izliyor:
Büyükelçiyi kovuyor, ticareti askıya alıyor, uluslararası kürsülerde zulmü kınıyor,
Gazze’ye yardım köprüleri kuruyor ama tüm bölge dengelerini yıkacak bir savaşa girmiyor.
Bu, küçük bir askerî zafer değil, şuurun büyük muharebesini kazanmak isteyenin tercihidir.

4. Çünkü İsrail, “düşmanı tuzağa çekme” sanatını çok iyi bilir.

İsrail tehdit edilmekten hoşlanır;
zira o, ateşin dairesini genişletip Batı’yı yeniden kendi etrafında kenetleyecek bir mahalli savaş arzusundadır.
Her Türk askerî tehdidi, İsrail’e altın bir bahane verir:
Saldırısını genişletmek, Ankara’yı “İslâmcı terör”le suçlamak ve Filistin davasını Batı nazarında şeytanlaştırmak için.

Türkiye bu tuzağı çok iyi tanıyor.
Ne Gazze’nin tümüyle yanmasını ister, ne de önceden hazırlanmış bir Siyonist bataklığa çekilmek.
Buradaki basiret, tetiğe basmakta değil; ateşin bütün bölgeyi yutmasını önlemektedir.

5. Çünkü Türkiye, tarihî vaktini beklemektedir

Bugün tehdit etmiyor olabilir;
ama sessizce güç biriktiriyor.
Savunma sanayiini yeniden inşa ediyor,
Asya, Rusya ve İslâm dünyasıyla yeni bağlar kuruyor
ve Amerika maskesinin düşeceği,
“İsrail üstünlüğü” efsanesinin çökeceği o anı bekliyor.

İşte o vakit geldiğinde, Türk öfkesi sözden fiile,
sembolden hakikî cepheye dönüşecek ve bu, Orta Doğu’nun çehresini değiştirecektir.

Sonuç

Türkiye, İsrail’i askerî güçle tehdit etmiyor;
çünkü Filistin’i iki kere öldürmek istemiyor:
Bir kez işgal silahlarıyla,
bir kez de hesapsız bir macerayla.

Fakat Ankara bilir ki, zaman onun lehine işlemektedir.
Batı’nın hâkimiyeti sönmektedir.
Bir gün gelecek -o gün, karşılık sözle değil, fiille verilecektir.
Doların pençesi kırıldığında,
İsrail’in caydırıcılık efsanesi çöktüğünde,
ümmet kendi şuûru etrafında birleştiğinde
Türkiye top sesleriyle konuşacak- konferans kürsüleriyle değil.

Ve o güne dek,
onun ölçülü sükûtu,
başkalarının bağırışından daha derin bir yankı bırakacaktır.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
01.11.2025 – OF

Yukarıdaki Yazıyı Okuyanlar, Şu Yazıyı da Okuması Faydalı Olabilir. 👇

SAVAŞIN ACI BLANÇOSU: UKRAYNA SAVUNMA BAKANLIĞI’NIN 27 AĞUSTOS 2025 RAPORUNA GÖRE 6 cepheden (175+230+190+400+215+65) yürütülen işgal girişiminde Ukrayna’nın toplam kaybı 1.275 asker. İşgalin başlangıcından bu yana Ukrayna’nın kayıpları:

  • 665 uçak
  • 283 helikopter
  • 79.826 insansız hava aracı
  • 625 uçaksavar füze sistemi
  • 24.817 tank ve diğer zırhlı muharebe araçları
  • 1.588 çoklu roketatar muharebe aracı
  • 28.968 sahra topçu topu ve havan topu
  • 40.480 özel askeri araç

“TÜRKİYE’ İSRAİL’E NEDEN SAVAŞ İLAN ETMİYOR, GAZZE’Yİ NEDEN KURTARMIYOR?
Şimdi bu romantik soruya sadece reel politik perspektiften cevap vermek, hakikaten vicdanımızı teskin eden bir cevap olmaz. Hamasi, demagojik bir cevap da çok ütopik kalır. Buna doğru bir cevap bulabilmenin en müspet yolu, Türkiye’nin İ₺rail’e savaş ilan ettiğini farz ederek sürecin nasıl ilerleyeceği hususunda tüm gerçek ihtimalleri ele almak…
Evet… CB Recep Tayyip Erdoğan’dan bugün akşam sularında “İsrail’e açıktan savaş ilan ediyoruz” açıklaması geldi.
Ne olur?
İsrail’in ilk yapacağı hamle, içimizdeki küreselci piyonlarını devreye sokmak olacaktır. Medya maşaları eş zamanlı olarak sokakları karıştırmak için kaos çığırtkanlığına başlayacaktır. Aktif ve uyuyan tüm terör örgütleri de destek olacaktır.
Aynı zamanda, başta Siyonist sistemin ekonomik karargâhları olan bankalar işlemleri durduracak, BIST çakılacak, tasmasını tuttuğu yabancı yatırımcılar hızla yatırımlarını durdurduğunu açıklayacak, TL manipüle edilecek, döviz ve enflasyon hızla tırmanacak, ekonomi yerle yeksan olacaktır.
Bak, henüz İsrail’e ne gittik ne tek bir kurşun attık…
Haydi, “mazlumu zalimin zulmünden kurtarmak için kuru ekmek yeriz” dedik, umursamadık (..ki buna zerre kadar ihtimal vermiyorum; eminim en çok da “İsrail’e savaş açalım” diyenler mızmızlanacaktır..).
Yine de iç savaş tehlikesi ve ekonomik saldırıyı dirayetle savuşturduk farz edelim…

  • Güney Kıbrıs ve tüm adaları birer ABD üssüne çeviren İ₺rail’in ikinci hamlesi, Yunanistan üzerinden olur.
    Hatta Ortadoğu’daki tüm mevcut aktif üslerden dahi füzeler ateşlenir.
    Mutlaka mukabele ederiz; fakat bu, gücümüzü ciddi manada emer.
    Yunanistan cephesi otomatikman açılmış olur.
    Ama bak, hâlâ İsrail’e gidemedik; hatta Ankara’dan çıkamadık…
    Haydi, bunu da göze aldık diyelim…
  • İsrail’e en yakın Hatay hududundan çıktığımız anda, Yunanistan’dan sonra karşımıza çıkacak ilk ülke İsrail mi olacak sanıyorsun?
    Başta Mısır, Ürdün, BAE ve Suudi Arabistan olmak üzere, taşmasını ABD ve İsrail’in tuttuğu, İsrail’in güvenliği için tasarlanmış rejimleriyle Arap ülkelerinin yönetimleri anlaşmaları öne sürerek İsrail’in önüne set olur.
    İslam ülkesi” diye destek olacaklarını mı sanıyordun yoksa?
    Hepsinde aktif olan İsrail ve ABD üsleri mevcut. Kapatmaları zaten mevzu değil; ilk önce onlarla savaşmak zorundasın.
    Birer cephe de onlara yaz…
    Dur, daha bitmedi…
  • Anadolu’ya geldiğin günden beri yüzünü batıya her döndüğünde sırtlan gibi arkana geçen, sen Haçlı’ya kılıç çalarken tarihte seni 12 kez arkandan vurmuş bir İran var.
    – Ya ama İsrail’e füze attı bla bla…
    Geç o işi kardeşim…
    13 olur…
    Buna yemin edebilirim ama kanıtlayamam…
    Bak hâlâ İsrail’e gidemedin; sınırlarına bile yaklaşamadın daha…
    Haydi diyelim, bunu da göze aldın.
    Hatta hepsini alt ettin.
    İsrail’le baş başa yine kalamazsın kardeşim.
    Filistin’i kurtarmak için çıktığın yolda, son virajda karşına kim dikilir biliyor musun? FİLİSTİN
    – Yahu Filistin’i kurtarmaya gidiyoruz, ne Filistin’i?
    Aynen, doğru duydun…
    Batı Şeria’daki kukla Abbas rejiminin Mısır’dan, Ürdün’den, BAE’den, Suud’dan ne farkı var?
    Onu da bertaraf etmek gerekecek.
    Bak, hâlâ gidemedin daha İsrail’e…
    O cepheyi de açmayı göze aldın mı? Tamam…
    Ama bitmedi.
    O halkları, 600 gündür sokaklarda Gazze için eylemler yapan Batı ülkelerinin yönetimlerini, Ortadoğu’daki tasmalılardan farklı zannetme…
    Başta 80 yıldır Hitler’in özrünü dileye dileye ağzı yamulan Almanya ve İsrail hançerini coğrafyanın bağrına saplayan İngiltere olmak üzere birçok Avrupa ülkesi, iş ciddiye bindiğinde İsrail’in yancısı olur mu olmaz mı soruyorum?
    ABD’yi zaten konuşmaya gerek yok. Hepsine birer cephe yaz…
    Tabii süreç içerisinde ekonomik şantajlarla Asya’dan da müttefik bulacaklardır.
    Sayıları belli olmaz…
    Onlara da birer cephe rica ediciim…(!)
    Gidebildin mi hâlâ İsrail’e?
    – Eeee… Bu ortamda bizim müttefikimiz yok mu?
    – Hayırlısı be gülüm… İnşallah bulursun. Görürsün Can Azerbaycan’ı o zaman…
    Sahi, kaç İslam ülkesi vardı..(?)
    Devletlerin dostu yoktur; çıkarları vardır kardeşim, bırak romantizmi…
    Pakistan’dan başka (o da bir ihtimal) yanında saf tutacağını umduğun ülke var mı?
    – Yok.
  • Müttefikin yok…
    Çalışmalarını sona getirdiğin fakat henüz bitiremediğin “stratejik” silahın yok…
  • Dıştan bağımsız, güçlü bir hava savunman henüz hazır değil, yok…
  • Açmışsın bin cepheli bir savaş, düşman çok…
    Ekonomi biraz sallansa kıı başı ayrı oynayan, çoğunluğu konfor kölesi pembe glü tebanın paçandan çekiştirdiği ayağını sürüye sürüye gidiyorsun…
  • Nereye?
  • Filistin’i kurtarmaya…
    Oldu…
    Dahası var da, detaylandırıp daha fazla moralini bozmak istemiyorum.
    Ama şu kadarını bil!
    Gazze’yi kurtarmak için girdiğin Gazze’de bile bazı gruplarla savaşmak zorunda kalabilirsin. Küreselci aparatlarının, hainlerin olmadığı tek bir karış yok bu yerkürede maalesef.
    Bunun bile ön hazırlığı yapılmalı…
    Bunlar komplo teorisi değil kardeşim; mevcut güç dengesi ve jeopolitik buz gibi hakikatler… İster iç hararetini gider,
    İster gargara yap; vicdani zaafını bilenlerin kulağına çaldığı propagandaların tesiriyle kendi ülkene küfrederek kirlettiğin boğazını temizle…
    Ne kraldan fazla kralcı, ne devletten fazla devletçi, ne de Gazzelilerden fazla Gazzeci olmaya gerek yok…
    Reel politiğin de romantizmin de canı cehenneme…!
    Siyasetin kirli bir bataklık olduğunu ikimiz de biliyoruz.
    Çapsız, dertsiz, şuursuz, menfaatçi şaklabanların cirit attığı bir dünya orası…
    Ama hepsi öyle değil.
    Bir devletimiz var ve bu meseleyi en az senin benim kadar dert eden; bizim gibi dar bir delikten coğrafyaya bakan değil, her meseleyi kuş bakışı gören ve ona göre strateji geliştirip pozisyon alan, devleti koruma içgüdüsü gelişmiş devlet adamlarımız da var…
    Sayıları az, o ayrı.
    Rabbim artırsın…
    Gördüğün gibi “İ₺rail” yüz katmanlı matruşka cücesi…
    Senin cüssenin yanında cücelerin cücesi, doğru…
    Ama nerede İ₺rail?
    Hadi bul da bir el-ense çek.
    Ah kardeşim…
    Tarihte çok namert düşman gördük de,
    bu başka…
    Haysiyetsiz, şerefsiz, alacakların alacağı…
    İ₺rail, katmanlı bir güvenlik kalkanıyla çevrili küçük bir güç merkezi.
    Dünya beşten büyük..
    Ama İ₺rail de haritada gördüğünden büyük..
    Kendisi değil.
    Katmanları…
    Haritada yerini bulmak kolaydır; ancak ona ulaşmak, bu katmanların her birini tek tek aşmayı gerektirir.
    Ve bu, yalnızca askeri güçle değil; diplomatik, ekonomik ve istihbari alanlarda da çok yönlü mücadeleyle mümkündür.
    O yüzden bu kardeşin sürecin en başından beri bulduğu her kürsüde “Bu bir yeni Dünya savaşı, bu savaşın tek muhatabı Gazzeli kardeşlerimiz değil, bu savaşın Gazze dışında diplomatik, sosyolojik, ekonomik, psikolojik birçok cephesi var, herkes istidadı doğrultusunda bu cephelerde mevzi almak zorunda, bu savaşta Gazze’nin dışındaki işimiz Gazze’nin içindekinden çok, Allah aşkına mevzileri boş bırakmayalım..” diye bağırmıyor…
    Başta ABD olmak üzere, İ₺rail kapısının arkasına dayanmış tüm ağır aparatları çekmeden, İ₺rail’le savaş kapısını açamıyorsun işte.
    İ₺rail…
    Keşke haritada bulduğun kadar kolay olsaydı…
    İşte senin TV karşısında çayını karıştırıp çekirdeğini çitlerken savaşmak istediğin İ₺raille, devlet bu aparatları çekerek savaşmaya çalışıyor…
    Özellikle küreselcilerle gizli bir savaşa girmiş o SARI DOMUZUN ülkesini çekmemiz lazım o kapının arkasından…
    Adımıza “2 milyar Müslüman” diyorlar da aldanma.
    Bu savaşta 313 kişiden azız…
    O keyfiyetteki. Sayıya bir ulaşsak
    O kapının ardına Jüpiteri de dayasalar
    Yıkar geçeriz biiznillah…
    Bu azamet ve kudret sahibi Allah’ın vaadidir ve haktır.
    Vesselam…”
    (Erkan Bakırhan)

Bu Yazıyı 👆 Okuyan Musa Kazım Bey Şöyle Yazdı:👇
Esselâmü Aleyküm Muhterem A.Ziya Hocam,
TrKamiller ve Ümmet grubundaki yazılarınızı takip ediyor ve beğeniyorum.
Sizin şahsen ve ailecek yaptıklarınız çalışmaları da takdir ediyorum.
Yalnız, Bugünkü Türkiye in neden İsraile ses çıkarmadığı konusuna gelecek olursak;
Saydıklarını sebepler haklı olsa bile,
A) Büyük elçilik niye faaliyetine devam ediyor?
B) Ticarete son verdik dedikleri halde maersk zim vb. şirketlerin gemilerinin halen yük taşıdıkları “Filistin davamız” isimli sitede belgelerle izliyoruz.
C) İsrailli çifte vatandaşlar orada İsrail safında çarpıp dönüyorlar. Mit onları mutlaka bilir. Onlara niçin ses çıkarılıyor. Bu husustaki hüda-par’ın kanun teklifi işleme konulmuyor? İsteseler bu teklifi ilk sıraya koyabilirler.
Daha başka şeyleri saymayalım.
Sizi seviyor ve güveniyorum.
Selam ve Hürmetlerimle…
Musa Kazım

Musa Kazım Bey Kardeşime Cevaben:👇Ve aleyküm selâm, muhterem kardeşim Musa Kazım Bey,

Çocukluk, gençlik ve yaşlılık dönemimde hiçbir zaman politik bir çizgide olmadım. Acizane, daima İslâmî bir zaviyeden bakmaya; hadiseleri hem eğitimci hem de ticari bir gözle değerlendirmeye gayret ettim. Sorgulayan bir araştırmacı olmaya çalıştım. Benim yaşımda ve yapımda olanların sayısının pek azaldığının da farkındayım.

Bugün ülkemizde faaliyet gösteren partiler, demokratik, Kamalist ve laik bir düzen içinde hareket ediyorlar. Müslüman kimliği taşıyanlar İslâm’a hizmet etme gayreti içinde olsalar da, icraatları her zaman İslâmî ölçülere tam olarak uygun düşmeyebiliyor.

Bu mukaddimeden sonra özetle:

  1. Büyükelçiliğin faaliyetlerine devam etmesi, bazı yönleriyle etmemesinden daha az sıkıntı doğurabilir. Türkiye, Batı eksenli bir siyaset izlediği müddetçe, siyonist İsrail ile ilişkisini tamamen koparmak yerine dikkatle yürütmeyi tercih etmesi şaşırtıcı değildir. Devletler, içinde bulundukları şartlar gereği, adımlarını geniş bir hesaba göre atmak durumundadırlar.
  2. Ticaretin herhangi bir ülke ile tamamen kesilmesi fiilen mümkün değildir. Aksini iddia edenler ya ticaret sistemini yeterince tanımıyor ya da politik söylemle hareket ediyorlar.
    Bütün dünya ile ticareti durdurmadan, mallarınızın İsrail’e ulaşmasını engelleyemezsiniz. Zira küresel ticaret ağı iç içedir; bir ülkeye giden mal, dolaylı yollarla diğerine de varabilir. Ürdün, Lübnan, Mısır, hatta Filistin ve Avrupa ülkeleriyle, Yunanistan, Kıbrıs veya ABD ile ticaret yaptığınız sürece, mallarınızın bir kısmının İsrail’e ulaşmasını önlemek neredeyse imkânsızdır.
    Siyonist İsrail’e mal gitmesini tamamen durdurmanın yollarını siz düşünseniz ve ticaret bakanı olarak yetkili olsanız, nasıl bir tedbir alırdınız? Gerçekten uygulanabilir bir çözüm bulduysanız, bunu ben de bilmek isterim.
  3. Türk vatandaşlığı da taşıyan İsrail vatandaşı Yahudiler hakkında yapılacak her işlem, ancak belgeye ve yargı kararına dayanmalıdır. Bu doğru ve zarurî bir ölçüdür.
    Şahsen, araştırmacı bir eğitimci olarak Gazze’de savaştığını kesin olarak bildiğim bir Türk vatandaşı Yahudi olsa, hakkında dava açılması gerektiğini savunmaktan çekinmem; hatta kendim bizzat dava açarım.
    Dünya devletleri mütekabiliyet esasına göre hareket eder. Biz de aynı ölçüyle davranmalı, ama her adımımızı hukuk ve belge temeline oturtmalıyız. Bunun tespiti ise zannettiğimiz kadar kolay değildir.

Size samimi tavsiyem şudur: Olaylara bakarken, “Ben yetkili olsaydım, neyi nasıl yapardım?” sorusunu kendinize sorun.
Muhalif bir kardeşinizle bu düşüncenizi istişare edin, leh ve aleyhte olan yönlerini tartışın. Sonra olgunlaşan kanaatinizi kaleme alın, yetkililere ulaştırın, uygulanmasını isteyin, takipçisi olun.

Unutmayın; İslâm sadece iktidar için değil, muhalefet için de edep, ahlak ve sorumluluk ölçüleri belirleyen bir nizamdır.
Allah’a emanet olun. (Ahmet Ziya İbrahimoğlu)

سؤال الأسئلة ليس دفاعا عن أردوغان بل محاولة للفهم:

لماذا لا تتدخل تركيا عسكريا
لوقف العدوان الإسرائيلي على غزة!؟

محاولة أولية للإجابة عن سؤال يطرحه الملايين..

حلمي الأسمر

في زمنٍ يتهاوى فيه الضمير الإنساني أمام مشاهد غزة المحترقة، يتساءل الملايين: لماذا لا تهدد تركيا إسرائيل بالقوة العسكرية؟ لماذا يكتفي أردوغان بالتصريحات النارية والمواقف الغاضبة، دون أن يحرك أسطوله الجوي أو قواته المرابطة؟ أهو خوف أم حكمة؟ ضعف أم حساب؟ الحقيقة أكثر تعقيداً ومرارة مما يبدو على الشاشات.

أولاً: لأن التهديد العسكري يعني كسر النظام الدولي

تركيا ليست دولة معزولة في الصحراء. إنها عضوٌ راسخ في حلف الناتو، أي داخل المنظومة العسكرية الغربية التي تُعد إسرائيل جزءاً منها بحكم الواقع، لا النص.
أن تهدد أنقرة تل أبيب عسكرياً يعني أنك تهدد عملياً الولايات المتحدة الأمريكية، صاحبة القرار في الحلف، والضامن الاستراتيجي لوجود إسرائيل منذ تأسيسها.

أي تهديد تركي عسكري يُعتبر في لغة السياسة تمرداً على واشنطن، ومؤشراً على خروجٍ من الصف الغربي، وهو ما لا يمكن لأردوغان فعله دون أن يفتح على بلاده جبهةً اقتصادية وسياسية قد تفوق في قسوتها كل الحروب التي خاضها من قبل.

ثانياً: لأن الاقتصاد التركي رهينة النظام المالي الغربي

أنقرة تعرف أن الطلقة الأولى نحو إسرائيل تعني خنق الليرة التركية خلال 24 ساعة.
سيتدفق سيلٌ من العقوبات، ستتجمد الأرصدة، وسيتوقف الدعم الخليجي والاستثمار الأوروبي، وسينقلب الحلفاء إلى خصوم في لمح البصر.

إسرائيل ليست دولة صغيرة، بل جزء من المنظومة المالية والإعلامية الغربية التي تُعاقب من يعارضها وتكافئ من يطيعها.
ولذلك، يعرف أردوغان أن السياسة ليست عنفواناً فقط، بل توازناً بين وجدان الأمة وقدرة الدولة على البقاء.

ثالثاً: لأن أردوغان يريد زعامة الوعي الإسلامي لا حرباً إقليمية

الرئيس التركي لا يسعى إلى لقب “القائد العسكري”، بل إلى لقب “قائد الوعي الإسلامي الجديد”.
هو يختار رمزية الخطاب بدل رصاص المدافع، لأنه يدرك أن حرباً مباشرة مع إسرائيل قد تُفقده كل أوراقه الإقليمية.

تركيا اليوم تمارس المقاومة الناعمة:
تطرد السفير، توقف التبادل التجاري، تُدين الجرائم في المحافل، وتفتح جسور الإغاثة لغزة، لكنها لا تشعل حرباً قد تدمر ما تبقى من ميزان القوى في المنطقة.
إنه خيار من يريد أن يربح المعركة الكبرى على الوعي، لا جولةً عسكرية خاسرة.

رابعاً: لأن إسرائيل تتقن فنّ “استدراج الخصوم”

إسرائيل تعشق أن يهددها أحد، لأنها تريد توسيع دائرة النار وتحويلها إلى حربٍ إقليمية تُعيد توحيد الغرب خلفها.
أي تهديد تركي عسكري يمنح إسرائيل ذريعة ذهبية لتوسيع العدوان، واتهام أنقرة بـ”الإرهاب الإسلامي” وإعادة شيطنة القضية الفلسطينية في الغرب.

تركيا تدرك هذا الفخ جيداً. فهي لا تريد أن تتحول غزة إلى ساحة حرب كبرى، ولا أن تُستدرج إلى معركةٍ تُفرغ قوتها في مستنقع صهيوني مُعدّ مسبقاً.
الذكاء هنا ليس في إطلاق النار، بل في منع النار من التهام المنطقة كلها.

خامساً: لأن تركيا تنتظر اللحظة التاريخية المناسبة

قد لا تهدد اليوم، لكنها تُراكم أوراق القوة بهدوء.
تُعيد بناء صناعتها الدفاعية، تُنشئ تحالفاتٍ جديدة مع آسيا وروسيا والعالم الإسلامي، وتترقب اللحظة التي يسقط فيها القناع الأمريكي وتنهار أسطورة “التفوق الإسرائيلي” أمام واقع جديد.

حينها فقط، سيتحوّل الغضب التركي من خطابٍ إلى فعل، ومن رمزيةٍ إلى مواجهةٍ تُغيّر وجه الشرق الأوسط.

الخلاصة
تركيا لا تهدد إسرائيل بالقوة العسكرية لأنها لا تريد أن تقتل فلسطين مرتين: مرةً بسلاح الاحتلال، ومرةً بمغامرة غير محسوبة.
لكنّ أنقرة تعرف أن الزمن يعمل لصالحها، وأن الهيمنة الغربية إلى أفول، وأن يوماً سيأتي تُرفع فيه راية الرد الحقيقي – لا بالتصريحات، بل بالفعل.
حين تنكسر قبضة الدولار، وتتصدع أسطورة الردع الإسرائيلي، وتلتئم الأمة حول وعيها الجديد، ستتحدث تركيا بلغة المدافع لا المؤتمرات.
لكن حتى يحين ذلك اليوم، سيبقى صمتها المدروس أشد وقعاً من صراخ الآخرين.

قد يكون من المفيد لمن قرأ المقالةَ أعلاه أن يطّلع أيضًا على هذه المقالة 👇

ميزان الألم في الحرب

وِفْقًا لتقريرٍ يُسَجل عليه تاريخ 27 أغسطس 2025 — (ملاحظة: الأرقام التالية مطابقة لمزاعم وزارة الدفاع الروسية التي نُشِرت عبر وكالات أنباء روسية) — في محاولة غزو من ستة محاور (175 + 230 + 190 + 400 + 215 + 65) خَسرت أوكرانيا إجمالًا 1,275 جنديًا.

ومنذ بداية الغزو، زُعم أن خسائر أوكرانيا تشمل:

  • 665 طائرة
  • 283 مروحية
  • 79,826 طائرة بلا طيار
  • 625 منظومة صواريخ مضادة للطائرات
  • 24,817 دبابة ومركبة قتالية مُدرّعة أخرى
  • 1,588 منصة قاذفة صواريخ متعددة
  • 28,968 قطعة مدفعية ميدانية وهاون
  • 40,480 مركبة عسكرية خاصة

“لماذا لا تعلن تركيا الحرب على إسرائيل؟ لماذا لا تُنقذ غزة؟”

الجواب إذا اقتصر على منظور الواقعية البحتة (الـRealpolitik) فبالتأكيد لن يُرضي ضميرنا؛ والردّ الحماسِيّ والبلاغيّ يبقى حلماً يَصِفُه المَثاليون. أصحُّ سَبيلٍ للبحث عن جوابٍ موضوعيّ هو أن نَفترض جدلاً أن تركيا أعلنت الحرب على إسرائيل، ثم نَستعرض جميع الاحتمالات الواقعية لِتَطَوُّرِ العملية…

تخيّل: إعلانُ السيد رئيس الجمهورية رجب طيب أردوغان مساءً: «نُعلِن الحرب على إسرائيل»… فما الذي سيحدث؟

أول تحرّكٍ متوقعٍ من إسرائيل سيكونُ تفعيل بيادقها العالمية داخلكم. وستبدأ آلاتُ الإعلام المأجورة في إذكاء الفوضى في الشوارع بصورة متزامنة. وستنهض كلُّ التنظيمات الإرهابية الناشطة والكمون على حد سواء.

وفي الوقت نفسه، ستتوقف المصارف (التي تُعدّ مراكزًا اقتصاديةً يساريةً بحسب سردِهم) عن التعاملات؛ سينهار مؤشر البورصة، والمستثمرون الأجانب الذين يعقدون زمامَهم سيتراجعون فورًا عن استثماراتهم؛ الليرة ستتعرض للمناورة، وأسعار العملات والتضخّم سترتفعان بسرعة، والاقتصاد سيُدمّر.

تذكّر: ما زلنا لم نطلق طلقة واحدة على إسرائيل…

لو قلنا “نأكل الخبز اليابس لننقذ المظلوم من جور الظالم”، فهذا كلام شجاع يبدو جيدًا على الورق – وأنا لا أُعطي لذلك سوى احتمال ضئيل؛ بل أعتقد أن أكثر الناس الذين يطالبون بالحرب هم أول من سيبدأ بالتذمّر حين يتحمّلون ثمنَها.

لنفترض أننا نجحنا في الصمود داخليًا أمام خطر الحرب الأهلية والهجوم الاقتصادي…

الخطوة الثانية المتوقعة من إسرائيل ستكون عبر اليونان، بعد أن حولت قبرص اليونانية وجزرها إلى قواعد أمريكية. بل قد تُطلق صواريخٌ من قواعدٍ نشطةٍ في الشرق الأوسط ذاته. قد نردّ بالمثل، لكن ذلك سيستنزف قدراتنا كثيرًا. سيفتح جبهةٌ مع اليونان تلقائيًا. ومع ذلك، تذكّر: ما زلنا لم نصل إلى إسرائيل؛ حتى أنَّنا لم نغادر أنقرة…

لننتقل خطوة أبعد: بمجرد أن نعبر حدود هاتاي الأقرب إلى إسرائيل، ألا تتوقع أن أول دولة تقف في وجهك بعد اليونان ستكون إسرائيل؟ لا.

الأنظمة العربية المصممة لتأمين أمن إسرائيل – مصر والأردن والإمارات والسعودية – ستقف كحاجز أمامك استنادًا إلى اتفاقياتها ومصالحها. هل ظننت يومًا أنهم سيقفون معك بدافع الانتماء الإسلامي؟ في معظمها قواعد إسرائيل والولايات المتحدة نشطة فيها؛ ولن يكون إقفالها أمرًا هينًا، بل ستضطر أولًا لخوض قتالٍ معهم. اكتب لهم جبهاتٍ أيضًا…

ولم ننته بعد…

هناك إيران: من يوم دخلت الأناضول، كلما التفت نحو الغرب وجدت من يدخلك خنجرًا في الظهر؛ في التاريخ ضربتك إيران من الخلف اثنتي عشرة مرة. قد تقول: «ولكنها أطلقت صواريخ على إسرائيل» – هذا كلام لا يُفيد هنا؛ الأمور أعقد من ذلك.

تذكّر: ما زلت لم تَصل إلى حدود إسرائيل بعد…

ولنفترض أنك جرّدت كلّ تلك القوات وهزمتها جميعًا… حتى في تلك الحال، لن تواجه إسرائيل وحيدًا. في طريقك لإنقاذ فلسطين ستقف أمامك – فلسطِين نفسها: النظام الوَصَيّ عباس في الضفة الغربية لا يختلف كثيرًا عن أنظمة مصر أو الأردن أو السعودية أو الإمارات؛ ستحتاج إلى إصلاح أو مواجهة ذلك أيضًا.

ما زلت لم تبلغ إسرائيل… هل تجرؤ أن تفتح ذلك الجبهة أيضًا؟ حسناً… ولكن الأمر لا ينتهي هنا.

الشعوب الغربية التي كانت تقيم احتجاجات لأجل غزة مئات الأيام قد لا تتصرف بنفس الطريقة عندما تتحوّل الأمور إلى صراع دولي شامل. ألمانيا وبريطانيا وأمريكا – خاصة الولايات المتحدة – قد تقف إلى جانب إسرائيل حين تصبح الأمور جادة. وبالطبع سيحاولون استجلاب حلفاء في آسيا عبر ابتزازٍ اقتصادي. لا أحد يمكن حصرهم بعدد.

هل تملك حلفاء حقيقيين في هذا المناخ؟ – يا حبيبي، الأُمل موجود إن شاء الله، لكن الدولة لا تُبنى بالأماني؛ الدول تُدار بالمصالح. هل تتوقع أن باكستان ستقف إلى جانبك؟ ربما – لكن ما عداها؟ لا حلفاءٌ موثوقون كثيرون.

أنت لا تملك سلاحًا استراتيجيًا مُكتملًا، لا دفاع جوي مستقل قوي، فتفتح جبهاتٍ عديدةٍ والعدو كثيرٌ؛ والاقتصاد لو اهتز قليلًا، فطبقاتٌ قليلة الوازع (التي تعتاش على الراحة) ستتخلى عنك.

إلى أين تتجه؟ – لإنقاذ فلسطين… حسناً.

وقد ثمة مزيد لا أرغب في تفصيله كي لا أحبطك أكثر. لكن اعلم هذا الشيء: حتى في غزة، أثناء محاولتك إنقاذها، قد تضطر لمحاربة بعض الجماعات هناك أيضاً. لا يوجد بقعةٌ في هذا العالم خالية من أذرع الجهاز العالمي والخونة. يجب التحضير لذلك بعد.

هذه ليست نظرية مؤامرة؛ إنها حقائق باردة عن توازنات القوى والجغرافيا السياسية. خُذ سخونتك أو اشطف فمك، فلا تُلوّث حنجرتك بسبّ وطنك تحت تأثير دعاوى من يعرفون ضعفاتك. لا حاجة لأن تكون أكثر مَلَكية من الملك، أو وطنيةً أكثر من الوطن نفسه، أو أكثر تعصُّبًا لغزة من أهلها أنفسهم. اترك الرومانسية والواقعية تمضِ على انفراد!

نعلم كلنا أن السياسة مستنقع قذر. عالمٌ يتهيأ فيه أبناءُ المنافع والجهل للظهور. لكن ليس الكل كذلك. لدينا دولة – رجال دولة يفكرون بمنظور استراتيجي كلي، يرصدون المشهد من علٍ، ويعملون لحماية الدولة، وهم أقلُّ عددًا لكن حالتهم أفضل، فنسأل الله أن يكثر أمثالهم.

كما ترى، إسرائيل كـ”دمية ماتريوشكا” متعددة الطبقات؛ قد تبدو صغيرة، لكن تحيط بها طبقات أمانٍ متعدّدة. العثور على موقعها على الخريطة سهلٌ، لكن الوصول إليها يتطلّب عبور كل طبقة على حدة، وليس بالقوة العسكرية وحدها؛ بل عبر دبلوماسية، واقتصاد، واستخبارات – حربٌ متعددة الأوجه.

لذلك كنتُ منذ البداية أقول من كل منبر: هذه حرب عالمية جديدة؛ مخاطبها ليس فقط أهل غزة. هي حرب لها جبهاتٌ دبلوماسية واجتماعية واقتصادية ونفسية كثيرة خارج غزة؛ على الجميع أن يأخذَ مكانَه في تلك الجبهات بما يستطيع، ولا نترك مَواقِعنا خاوية… حتى ينسحب كلُّ الجهاز الثقيل الذي يقف خلف إسرائيل – خاصة ذاك الكيان الأصفر/المتنازع عليه – لا يمكنك فتح باب الحرب ضد إسرائيل. لو كان الأمر بهذه السهولة لَكان الجميع فعل. لكن الدولة تحاول أن تفتح هذا الباب بعد أن تهيئ تلك الأجهزة وتُضعفها تدريجيًا من خلفِ الأبواب…

يَدّعُون أن اسماؤنا «ملياري مسلم» لكن لا تنخدع. في هذه الحرب نحن أقلُّ من 313 شخصًا بهذا العَدَد الذي يتطلبه الأمر؛ وإن جمعنا العدد لِوَفْق تلك الكمية، حتى لو وضعوا وراء الباب كوكب المشتري لِلدفاع، سنجتازهم بإذن الله. هذه عزّةٌ وقُدْرةٌ من الله ووعْدٌ حقّ. والسلام.

أرقان باقيرهان.

المترجم: أحمد ضياء إبراهيم أوغلو

قرأ الأخ موسى كاظم هذا المقال فكتب يقول:👇

السلام عليكم ورحمة الله وبركاته،

فضيلة الأستاذ أحمد ضياء المحترم،

أتابع كتاباتكم في مجموعة تركميلر والأمّة، وأجد فيها نَفَسًا صادقًا وفكرًا رصينًا، فجزاكم الله خيرًا.

كما أقدّر شخصكم الكريم وأثني على جهودكم الفردية والعائلية في ميادين العمل والدعوة.

غير أنّي أودّ أن أطرح سؤالًا حول موقف تركيا اليوم، وسكوتها تجاه ما يفعله الكيان الصهيوني.

وإن كانت الأسباب التي ذكرتموها وجيهة في بعض وجوهها، إلا أنّ هناك أمورًا تستحق الوقوف عندها:

أولًا: لِمَ تستمرّ السفارة الإسرائيلية في عملها داخل تركيا؟

ثانيًا: مع أن الحكومة تقول إنها أوقفت التجارة مع الكيان، إلا أننا نرى – من خلال موقع “قضيتنا الفلسطينية” – سفنًا تابعة لشركات كـ Maersk وZIM ما زالت تنقل البضائع ذهابًا وإيابًا.

ثالثًا: إنّ الإسرائيليين ذوي الجنسية المزدوجة (التركية والإسرائيلية) يقاتلون هناك في صفّ العدو ثم يعودون إلى البلاد، وجهاز المخابرات لا بدّ أنه يعلم بهم، فلماذا لا يُتّخذ بحقهم إجراء؟ ولماذا لم يُفعَّل مقترح القانون الذي تقدّم به حزب هدى بار في هذا الشأن؟ أليس بوسع الحكومة أن تضعه في مقدّمة جدول الأعمال؟

ولا أريد الإطالة بذكر أمور أخرى.

أحبّكم في الله، وأثق بكم.

مع خالص السلام والتقدير،

موسى كاظم

جوابي لأخي الكريم موسى كاظم:👇

وعليكم السلام ورحمة الله وبركاته،

أخي الفاضل موسى كاظم حفظك الله،

منذ طفولتي إلى شيخوختي، ما كنت يومًا من أهل السياسة أو الحزبيّة. غايتي دائمًا أن أنظر إلى الأمور من زاويةٍ إسلامية، بعين المربّي وبصيرة التاجر، وأن أكون باحثًا متسائلًا لا مقلّدًا. وأدرك أنّ من في سنيّ ومن يحمل هذا النهج صاروا اليوم قلّة.

الأحزاب في بلادنا تعمل ضمن نظامٍ ديمقراطيٍّ علمانيٍّ متأثّرٍ بالفكر الكمالي، ومن ثمّ فإنّ كثيرًا من المخلصين -وإن كانت نياتهم خيّرة- لا تتّفق أعمالهم دائمًا مع مقاييس الإسلام التامّة.

وبعد هذه المقدّمة، أوجز رأيي في نقاط ثلاث:

1- استمرار عمل السفارة الإسرائيلية قد يكون -من بعض الوجوه- أقلّ ضررًا من إغلاقها تمامًا. فتركيا ما دامت تتّبع سياسةً ذات وجهٍ غربيٍّ، فليس مستغربًا أن تختار التعامل الحذر بدل القطيعة المطلقة مع الكيان الصهيوني. فالدول – بحكم طبيعتها وموقعها- توازن بين الواقع والمبدأ، وتُقدّر خطواتها على ضوء حسابٍ واسع.

2- قطع التجارة كليًّا مع أي دولة أمرٌ يكاد يكون مستحيلًا في الواقع العملي. ومن يدّعي غير ذلك، فإمّا أنه لا يعرف بنية النظام التجاري العالمي، أو أنه يتحدّث بخلفيةٍ سياسية.

فمن دون إيقاف التجارة مع العالم بأسره، لا يمكن منع السلع من الوصول إلى إسرائيل، لأنّ شبكة التجارة العالمية متشابكة، والبضائع تنتقل عبر وسطاء ومسارات متعددة.

ما دامت تجارتنا قائمة مع الأردن ولبنان ومصر، بل حتى مع فلسطين وأوروبا واليونان وقبرص والولايات المتحدة، فسيبقى احتمال وصول بعض بضائعنا إلى إسرائيل قائمًا.

وأسألك -أخي الكريم- لو كنت وزيرًا للتجارة ومخوّلًا بالصلاحيات الكاملة، فكيف كنت ستمنع ذلك؟ إن وجدت سبيلًا عمليًا واقعيًا فدلّني عليه، فلعلنا نتعلم معًا.

3- أمّا الإسرائيليون الذين يحملون الجنسية التركية، فكلّ إجراء يُتّخذ بحقهم يجب أن يستند إلى وثائقٍ وأحكامٍ قضائية. هذا هو العدل، وهو المنهج الصحيح.

وأنا شخصيًا -كباحثٍ تربويٍّ- لو علمت يقينًا أنّ أحدهم قاتل في غزة إلى جانب العدو، لما تردّدت في المطالبة بمحاكمته فورًا، بل كنت لأتقدّم بالدعوى بنفسي.

إنّ الدول تتعامل فيما بينها بمبدأ المعاملة بالمثل، ونحن كذلك يجب أن نحافظ على هذا الميزان، شرط أن تكون خطواتنا قائمة على الدليل والحقّ. لكن الوصول إلى مثل هذه الإثباتات ليس بالأمر اليسير كما يُظنّ.

ونصيحتي المخلصة لك يا أخي: حين تنظر إلى الأحداث، اسأل نفسك دائمًا: لو كنت أنت صاحب القرار، فكيف كنت ستتصرف؟

ثمّ ناقش رأيك مع إخوانك من أهل الرأي، ووازن بين الإيجاب والسلب، فإذا نضجت لديك رؤيةٌ متكاملة، فاكتبها، وارفعها إلى أصحاب الشأن، واطلب تنفيذها، وكن متابعًا أمينًا لها.

واعلم أنّ الإسلام ليس منهجًا للحاكمين فحسب، بل هو أيضًا ميزانٌ للأخلاق والمسؤولية في صفوف المعارضة.

أسأل الله أن يحفظك ويوفقك،

والسلام عليكم ورحمة الله وبركاته.

أحمد ضياء إبراهيم أوغلو