Sudan Krizine Dair Amerikan Tutumu… Onlar Krizi Sürekli Alevli Tutmayı Tercih Ediyorlar
Irak ve İran, sekiz yıl süren ve bir milyon ölü ile 400 milyar dolar kayıp (o dönemin değeriyle) bırakan savaşın ardından, her biri diğerine karşı kazandığı zaferi kutlarken; bu tabloya bakıp gülümseyenler de vardı. Çünkü istenen netice buydu: İki tarafın da kaybetmesi.
Amerika Birleşik Devletleri, iki devletin savaşının uzamasını, böylece her ikisinin de tükenip güçten düşmesini arzuluyordu. Bunun için Irak’ı alenen desteklerken, İran’a ise gizli yollarla silah ulaştırıyordu. Bunun en açık delili “İran-Gate Skandalı”dır. Ronald Reagan döneminde ortaya çıkan bu gizli anlaşma çerçevesinde, İsrail aracılığıyla İran’a gelişmiş silahlar satıldı; Phantom uçakları için yedek parçalar, TOW füzeleri ve Hawk hava savunma füzeleri bunlar arasındaydı. Oysa ABD, İran’ı terörizmin destekçisi ve kendi düşmanı olarak sınıflandırmaktaydı.
ABD, savaşı erken durdurmak için müdahale edebilirdi; fakat istenen senaryo bunun tam tersiydi. Çünkü bu tablodan asıl kâr eden, Amerika ve onun şımarık çocuğu İsrail idi.
Aynı yolu Amerika, 2011’de başlayan ve 13 yıldır süren Beşşar Esed rejimi ile devrimci güçler arasındaki savaşta da izledi. Dünyanın “küresel polisi” olan ABD, bu savaşı durdurabilirdi. Özellikle de eski başkan Barack Obama 2012’de şunu söylediğinde:
“Biz, Esed rejimine ve sahadaki diğer aktörlere şunu açıkça belirttik: Bizim için kırmızı çizgi, kimyasal silahların taşınması veya kullanılmasını izlememizdir.”
Ne var ki bu açıklamadan yalnızca bir yıl sonra rejim güçleri, Guta’ya yönelik en büyük kimyasal saldırısını gerçekleştirdi. Uyurken 1400’den fazla sivil katledildi. Herkes gözünü bu “kırmızı çizgi”ye dikti; fakat Obama o çizgiyi, sanki hiç var olmamış gibi, bir kalemde silivermişti.
İşte Amerika’nın İstediği: Savaşın Uzaması, Sonuçta Kendisi ve İşgalci Devlet İçin Memnuniyet Verici Bir Netice
Amerika, savaşın uzamasını istedi; çünkü bu sonuç hem onun hem de işgalci devletin lehineydi. Nihayetinde Suriye ya yorgun ve zayıf kalacaktı yahut paramparça olacaktı. Amerikan emperyalist düşüncesinin üstatlarının alışılmış tarzıyla, işgalci orduda daha önce hizmet etmiş olan Siyonist Amerikalı düşünür Edward Luttwak ortaya çıktı ve “Savaşa Bir Fırsat Verin” adlı teorisini ortaya attı. Bu teoride Amerika ve büyük güçleri, üçüncü dünya ülkelerindeki savaşları durdurmaya çalışmamaya çağırıyor; çünkü ona göre bu savaşların devamı barışa yol açar: ya iki taraf yorgun ve zayıf düşer ya da biri diğerini ezer.
Luttwak’ın teorisi güçlü ve büyük devletleri kapsamıyordu; kastı, nükleer silahı bulunmayan üçüncü dünya ülkeleriydi. Çünkü bu savaşlar -Amerika için güvenli olan bu savaşlar- onların askerî kapasitelerini zayıflatacak, servetlerini tüketecek, yeniden toparlanmalarına engel olacak ve merkezî bir devlet olmalarının yolunu kesecekti. Bu yönüyle teori tamamen ırkçı ve seçkinci bir karakter taşımaktadır. Bana göre bu teori Amerikan siyasetini yönlendirmekten ziyade zaten var olan politikayı ifade etmiş oldu; fakat bu çerçevede teoriye başvurmak, Siyonist zihniyetin ne denli çirkin olduğunu göstermek için anlamlıdır.
Sudan’ın kanayan gerçekliğine baktığımızda, bu teorinin yankılarını güçlü şekilde görmekteyiz. Sudan halkını açlığa sürükleyen, onları göçe, öldürülmeye, sürgüne, tecavüze ve yağmaya maruz bırakan bir çatışma söz konusudur.
İsyancı Hızlı Destek Kuvvetlerinin Sudan halkına karşı işlediği ihlaller ve cinayetler, orduyla olan çatışmaları sebebiyle ülkeyi derin ekonomik ve toplumsal felaketlere sürüklemiştir. Burada haklı olarak şu soruyu sormak gerekir: Dünyanın en güçlü ve bu savaşı bitirmeye en muktedir devleti olan Amerika Birleşik Devletleri, bu yıkıcı savaş karşısında neden pasif bir tavır takınmaktadır? Üzgünüm ama söylemek gerek: Sudan’ın çevresindeki Araplardan bile daha çok bu savaşı bitirmeye muktedirdir. Öyleyse niçin müdahil olmadı?
Nobel Barış Ödülü peşinde koşan Trump, ardı ardına yaptığı açıklamalarda beş savaşı sona erdirdiğini ve bu yüzden ödülü hak ettiğini övünerek söylüyordu. Her ne kadar isim vermemiş olsa da, İngiliz Times gazetesi bu savaşlardan kastının şu anlaşmalar olduğunu aktarmıştı: Azerbaycan–Ermenistan, Hindistan-Pakistan, Kongo-Ruanda, Kamboçya-Tayland, ve nihayetinde İsrail-İran arasındaki savaşı İran’ın nükleer tesislerini bombalayarak sona erdirmesi.
Elbette bu iddialarda açık bir çarpıtma vardır, özellikle de son Hindistan-Pakistan savaşı bağlamında. Ancak yine de onun sözünden yola çıkarak soralım: Eğer sen bu çatışmaları, üstelik nükleer güçler arasındakileri bile sona erdirebildiysen, fakir ve yoksul bu ülkedeki savaşı bitirmeye muktedir değil misin?
Cevap açıktır: Onların barbarca teorileri “Savaşa Fırsat Verin”den öğreniyoruz ki, evet, Amerika ve İsrail Sudan’ın bu kâbustan uyanmasını istemiyor. Savaş olabildiğince uzun sürsün istiyorlar. Bu sebeple Siyonist oluşum, daha önce Güney Sudan’ın ayrılığını desteklediği gibi, bugün de Hızlı Destek Kuvvetlerini desteklemektedir.
Amerikan-Siyonist hedeflerin ayrıntılarına girmeden, savaşın Sudan’da sürmesini cazip kılan üç temel unsuru burada belirtmekle yetineceğim:
Birincisi: Sudan, Nil Havzası’nda merkezi bir devlettir. Bu da onu, su üzerinde nüfuz mücadelesi bağlamında İsrail’in hedefi hâline getirmektedir.
İkincisi: Sudan, henüz tam olarak değerlendirilemeyen devasa zenginliklere sahiptir: geniş tarım arazileri, altın, gümüş, uranyum, manganez gibi doğal kaynaklar ve muazzam hayvansal varlık. Bu demektir ki, Sudan savaşsız kaldığında bu zenginlikleri kullanarak ekonomik kalkınma gerçekleştirebilir ve bu kalkınma, onu Siyonist varlığın yakın çevresinde merkezî bir devlet hâline getirebilir.
Üçüncüsü: Sudan, Mısır’ın stratejik derinliğini temsil etmektedir. Yıpratma savaşı sırasındaki rolü gizli değildir; Sudan toprakları Mısır hava ve kara kuvvetleri için eğitim üsleri olmuştur. Dolayısıyla İsrail ve onun müttefiki Amerika, Sudan’daki savaşın devamını, daha fazla parçalanmayı ve bölünmeyi hedeflemektedir ki Mısır stratejik derinliğini kaybetsin.
Mısır ile Sudan arasındaki ilişkiden söz ederken kastım, coğrafyanın ve tarihin belirlediği köklü bağlardır. Bunlar, Mısır’ın bazı dönemlerde Sudan’daki rolünü ihmal etmiş olmasından daha güçlüdür.
✍ İhsan el-Fakiha
Ürdünlü yazar
Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
18.08.2025 OF
الموقف الأمريكي من أزمة السودان… يفضلونها مشتعلة
بينما كان العراق وإيران يحتفل كل منهما بالانتصار على الآخر، بعد ثمانية أعوام من الحرب التي خلّفت مليون قتيل وخسائر بلغت 400 مليار دولار بقيمة ذلك الوقت، كان هناك من يبتسم لهذه النتيجة التي أرادها: خسارة الطرفين.
هكذا أرادت الولايات المتحدة الأمريكية أن يطول أمد الحرب بين الدولتين، لاستنزافهما وإنهاك قوتيهما، ومن ثم كانت تدعم العراق في العلن، وتمد إيران بالسلاح من تحت الطاولة، ولا أدل على ذلك من فضيحة «إيران غيت»، وهو ما عرفت به الصفقة السرية في عهد رونالد ريغان، باع خلالها بواسطة إسرائيلية أسلحة متطورة إلى إيران تشمل قطع غيار طائرات فانتوم، وصواريخ من طراز تاو، وصواريخ هوك المضادة للطائرات، على الرغم من تصنيف أمريكا لإيران على أنها راعية للإرهاب وعدو للولايات المتحدة.
كان بإمكان الولايات المتحدة أن تتدخل مبكرا لوقف الحرب، لكن هذا السيناريو كان مطلوبا، لأن المستفيد من ذلك هو أمريكا وطفلها المدلل الكيان الإسرائيلي.
سلكت الولايات المتحدة المسلك نفسه في الحرب بين نظام بشار والقوى الثورية التي بدأت منذ ثورة 2011 على مدى 13 عاما، كان بإمكان الولايات المتحدة شرطي العالم أن توقف الحرب، خاصة أن الرئيس الأسبق باراك أوباما، صرح في عام 2012 قائلا: «أوضحنا لنظام الأسد ولباقي اللاعبين على الأرض، أن الخط الأحمر بالنسبة لنا هو مشاهدتنا لنقل أو استخدام الأسلحة الكيميائية»، وبعد عام واحد فقط من هذا التصريح، شنّت قوات النظام هجومها الكيميائي الأوسع على الغوطة، وقتلت أكثر من 1400 من المدنيين وهم نيام، فاتجهت أنظار الجميع إلى الخطوط الحمر، لكن أوباما كان قد محاها وكأنها لم تكن.
هكذا أرادت أمريكا إطالة أمد الحرب لتكون نتيجتها مرضية في النهاية لها ولدولة الاحتلال، والنهاية حتما سوف تكون سوريا منهكة ضعيفة، إن لم تكن مفتتة. وكما عودنا أساطين الفكر الإمبريالي في أمريكا، خرج أدوارد لوتواك مفكر أمريكي صهيوني، سبقت له الخدمة في جيش الاحتلال، بنظرية «امنح الحرب فرصة»، دعا فيها أمريكا والقوى الكبرى إلى عدم السعي لوقف الحروب في دول العالم الثالث، ورأى أن استمرار الحروب في تلك الدول يقود إلى السلام، بعد خروج الطرفين منهكين ضعيفين أو سحق أحدهما للآخر.
والرجل هنا في نظريته لا يشمل بها الدول القوية الكبرى، بل دول العالم الثالث، التي لا تمتلك النووي الذي يمكن أن تتضرر منه أمريكا وحليفتها، لكنها بتلك الحروب ـ الآمنة بالنسبة لأمريكا- سوف تضعف القدرات العسكرية لهذه الدول، وتستنزف ثرواتها بما يمنع قيامها وبما يقطع الطريق أمامها لأن تكون دولة مركزية، وهي كما نرى نظرية عنصرية انتقائية بامتياز. ولا أرى أن هذه النظرية أثّرت في السياسة الأمريكية تجاه الصراعات، بقدر ما عبّرت عنها، لأن هذه السياسة كانت قائمة بالفعل من قبل، لكنها تبلورت مع هذا التنظير، لكن أوردتها هنا ليرى القارئ هذه المسحة القبيحة في الفكر الصهيوني.
وبالإحالة على واقع السودان الجريح، نجد أصداء هذه النظرية حاضرة بقوة في الصراع الدائر الذي أدخل الشعب السوداني في دائرة المجاعة، وعرّضه للنزوح والقتل والتشريد والاغتصاب والنهب.
فإزاء ما تقوم به قوات الدعم السريع المتمردة من انتهاكات وجرائم بحق الشعب السوداني خلال صراعها مع الجيش الوطني، ما ترتبت عليه كوارث اقتصادية ومجتمعية ضربت البلاد، يحق لنا أن نتساءل: لماذا تقف الولايات المتحدة الأمريكية من هذه الحرب المدمرة موقفا سلبيا، وهي الدولة الأقوى والأقدر على إنهاء الصراع، يؤسفني القول بأنها أقدر من العرب المحيطين بالسودان على إنهاء الحرب، فلِم لمْ تتدخل؟
ترامب الذي يسعى لنيل جائزة نوبل للسلام، يتباهى بتصريحاته المتتابعة بأنه أنهى خمس حروب تجعله مستحقا للجائزة، وإن كان لم يعينها، إلا أن صحيفة «التايمز» البريطانية ذكرت أنه عنى بها التسوية التي قام بها بين أذربيجان وأرمينيا، الهند وباكستان، الكونغو ورواندا، كامبوديا وتايلند، وأخيرا إنهاء الحرب بين إسرائيل وإيران بقصفه المنشآت النووية الإيرانية.
على الرغم من التدليس الواضح في أثر دوره في حل هذه النهايات، خاصة الحرب الباكستانية الهندية الأخيرة، سنذهب معه في هذا الاتجاه ونتساءل: إذا كنت قد استطعت إنهاء هذه الصراعات التي من بينها صراعات نشبت بين دول نووية، أفلا تستطيع أن تنهي هذا الصراع في ذلك البلد الفقير المُعدم؟
-الإجابة واضحة من خلال نظريتهم الهمجية «امنحوا الحرب فرصة»، نعم هكذا تريد أمريكا والكيان الإسرائيلي للسودان ألا يفيق من هذا الكابوس، وتستمر الحرب أطول فترة ممكنة، ولذا يدعم الكيان الصهيوني قوات الدعم السريع، كما دعم من قبل انفصال الجنوب. وحتى لا أسهب في تفصيل الأهداف الأمريكية الصهيونية لإبقاء الحرب في السودان،
أضع هنا ثلاثة مقومات يمتلكها السودان تجعله عرضة للاستهداف الصهيوني:
أولا: السودان دولة رئيسية من حوض النيل، ما يجعلها مستهدفة من قبل الكيان الإسرائيلي في سياق حرب النفوذ على المياه.
ثانيا: يمتلك السودان ثروات هائلة، على الرغم من أنه يواجه تحديات كبيرة في استغلالها، مساحات شاسعة من الأراضي الزراعية، ثروات طبيعية كالذهب والفضة واليورانيوم والمنغنيز، إلى جانب ثروة حيوانية ضخمة، بما يعني لأمريكا وطفلها المدلل، أن السودان دون حروب يمكن أن يستغل هذه الثروات لتحقيق تنمية اقتصادية قد تحول هذا البلد إلى دولة مركزية تقع في نطاق البيئة العربية المحيطة بالكيان اللقيط.
ثالثا: السودان يمثل العمق الاستراتيجي لمصر، ودوره في حرب الاستنزاف لا يخفى، حيث كانت أراضيه قواعد تدريب الطيران المصري والقوات البرية، فمن ثم يهدف الكيان الإسرائيلي والحليف الأمريكي إلى استمرار الحرب في السودان لمزيد من التفتيت والتقسيم، لتفقد مصر عمقها الاستراتيجي.
وعندما أتحدث عن هذه العلاقة بين مصر والسودان، فإنما أعني بها العلاقة الثابتة بحكم الموقع الجغرافي والأواصر التاريخية التي تتجاوز حقبة من الحقب التي تخلت فيها مصر عن دورها تجاه السودان.
إحسان الفقيه
كاتبة أردنية