M. Kamal Bir Kadın Katili mi, Azmettirici mi?

Can Dündar ile Türkan Şoray, bir filim yapmak üzere anlaşmıştı. Mustafa Kemal’e duyduğu aşırı sevgi nedeniyle intihar ettiğini zannettikleri Fikriye’nin filmini çekeceklerdi. Bu film, gişe yapacak, paraya para demeyeceklerdi.

Fakat KANADA’DAN GELEN ADAM, FİKRİYE’NİN FİLMİNİ ÇEKMEYE HAZIRLANAN CAN DÜNDAR VE TÜRKAN ŞORAY’IN HAYALLERİNİ TUZLA BUZ ETTİ.

(Fotoğraflar: Üstte Can Dündar, 👆 Türkan Şoray, Yaşar Kemal bir arada. Mustafa Kemal ve karısı Fikriye Altta👇)…

Fikriye konusunu görsel hale getiren ilk kişi, 1994 yılında bir belgesel çekerek televizyonda yayınlatan Can Dündar’dır. Can Dündar’a göre; Fikriye intihar etmiştir. Bu belgesel, yayınlanır yayınlanmaz gördüklerinden çok etkilenen Türkan Şoray, Can Dündar’ı aramış. Konu çok güzel, işin içinde Atatürk var. Ona duyduğu sevgiden intihar eden aşk pıtırcığı Fikriye var. Şoray “Fikriye’nin filmini yapalım” demiş. Can Dündar da “Tamam” demiş.

Gerisini Can Dündar’dan okuyalım.
Can Dündar’ın yazısının başlığı çok çarpıcı. Hatta ürpertici. Dehşet verici.

Yazı şöyle:
FİKRİYE HANIM, İNTİHAR ETMEDİ, SIRTINDAN VURDULAR

Fikriye Hanım’ın ölümü, “Cumhuriyet tarihimizin ilk şüpheli ölümü” sayılabilir.

Çünkü 86 yıl sonra bile (yazı 2010’da yazıldığı için) bu ölümün ardındaki sır perdesi tartışılmaya devam ediyor.
Zülfü Livaneli’nin “Veda”sından sonra tartışma yeniden gündeme geldi. Filmde Fikriye Hanım’ın Çankaya’da Mustafa Kemal Paşa ile görüştürülmediği için intihar ettiği tezi işleniyor.

Biz de 1994’de yaptığımız “Fikriye” belgeselinde öyle işlemiştik. Ancak belgesel yayımlandıktan sonra, ortaya çıkan bir tanık bildiğimiz her şeyi alt üst etti.

Bir telgraf ve bir haber
O tanığa geçmeden, “bildiğimiz her şey”i özetleyeyim. Tevatür çok ama elde ciddiye alınabilecek iki belge var:
Biri, Mustafa Kemal Paşa’nın 1923 baharında, evlenip Ankara’ya döndükten hemen sonra, Adnan Bey’e çektiği bir telgraf metni…

Şemsi Belli’nin arşivindeki o metinde şu yazılı:
“Fikriye Hanım’ı tedavi için Almanya’ya göndermiştim. Benden izin almadan neden Dersaadet’e gelmiştir? Katiyen Ankara’ya hareketine müsaade edemem. Kendisine para vermiştim. Orada ikamet etsin ve bana izahat versin.”

İkinci belge ise, 1 Haziran 1924 günkü Vatan Gazetesi’nde “Fikriye Hanım’ın intiharı”nı duyuran haber:
“Fikriye Hanım, Ankara’ya çıkınca, istasyondan doğruca Reisicumhur dairesine gelerek Reisicumhur ve refikalarını görmek istediğini söylemiştir. Gazi ve hanımını görmek mümkün olmayacağı kendisine bildirilmiştir. Fikriye Hanım, beklettiği kira arabasıyla geri dönmeye mecbur olmuş ve dönüş sırasında, üzerinde bulundurduğu anlaşılan tabancayla araba içinde intihar etmiştir”

Çıkagelen tanık
Bu haber, muhtemelen bir “resmi açıklama”ya dayanıyordu ve yıllar boyu da “resmi tarih”in temel dayanağını oluşturdu.

Şimdi dönelim “gayriresmi tarih”e…
Belgesel yayımlandıktan sonra Türkan Şoray, “Fikriye”nin öyküsünü sinemaya taşımayı önerdi. Birkaç kez buluşup konuştuk.

Bu hazırlık gazetelerde haber olarak çıktı. İşte o haber üzerine, Amerika’dan bir telefon geldi. Arayan, Abbas Hayri Özdinçer’di. Fikriye Hanım’ın öz yeğeniydi.

Kendisini tanıtınca, belgeselin hazırlığı sırasında Fikriye Hanım’ın ailesinden birilerine ulaşabilmek için çok çaba sarf ettiğimizi, kimseyi bulamadığımızı söyledim.
Ailenin, olaydan sonra “bir nevi sürgün”e tabi tutulduğunu öğrendim. (Aslında Fikriye’nin ailesi ölüm korkusuyla Kanada’ya kaçıyor)

Özdinçer, belgeseli izlememiş ama film projesiyle ilgili haberleri okumuştu. Bizimle görüşmek istiyordu.
İstanbul’a geldi. Türkan Şoray’la birlikte buluştuk.
Son derece zarif bir beyefendiydi. Ancak, kaygılı görünüyordu. Bildiklerini anlatmanın ne tür sonuçlara yol açabileceğini kestiremiyordu. O nedenle yıllarca susmuştu. “Ama artık yaşlandım. Bu sırları size devretmek, bildiğim her şeyi anlatmak istiyorum.” dedi. Ve anlattı.

Bir defa, Fikriye Hanım’ın hastalık nedeniyle değil, Ankara’dan uzaklaştırılmak amacıyla -veya Ankara’da yapılmasında sakınca görülen bir tıbbi operasyon için- yurtdışına gönderildiği kanısındaydı. (Aslında Abbas Hayri Özdinçer burada Can Dündar’a, Fikriye’nin Almanya’ya çocuk aldırsın diye / kürtaj için gönderildiğini söylüyor. Ama Can Dündar, onu sansürlüyor)

Türkiye’ye dönüşte, Ankara’ya gelip, bir süre Çankaya Köşkü’nde Mustafa Kemal ve Latife Hanım’ın konuğu olarak kalmıştı. Ancak Latife Hanım’la yaşanan gerilimin ardından İstanbul’a dönmüştü.

Yeniden Ankara’ya geldiğinde Köşk’ün yaveri Rasuhi Bey tarafından içeri alınmamıştı.

Özdinçer, halasının ikinci gelişinden ve içeri alınmayışından Mustafa Kemal Paşa’nın haberdar edilmediği inancındaydı.

Peki ölüm?
Yeğenine göre, Fikriye Hanım intihar etmemiş, vurulmuştu.

“Alçaklar, vurdular beni…!”
Bilinenin aksine, Fikriye Hanım, olaydan sonra hemen ölmemiş, kanlar içinde Memleket Hastanesi’ne kaldırılmıştı.

Olaydan sonradan haberi olan Gazi, bizzat hastaneyi aramış, ilgilenmiş ama Fikriye Hanım kurtarılamamıştı.
Ölümden sonra Fikriye Hanım’ın İstanbul’daki ağabeyi Ali Enver Bey, iki sivil polis eşliğinde Ankara’ya getirilmişti.
Enver Bey, cesedi görmek istediğinde, kendisine naaşın defnedildiği söylenmişti.

Ama o, işin peşini bırakmamış, kardeşinin yattığı hastaneye giderek ölüm olayını araştırmıştı. Ve olay gecesi hastanede çalışan görevlilerden biri, kendisine büyük sırrı söylemişti: “Kurşun, kardeşinizin sırtındaydı”.

O gün hastanede yatanlardan Çoban Hüseyin ise Ali Enver beye şöyle demişti: “O gece bir avrat getirdiler. Sabaha kadar avaz avaz ‘Alçaklar! Katiller! Vurdular beni!’ diye bağırdı.”

Abbas Hayri Özdinçer bunları anlattıktan sonra, bir sigara yakmış ve “Üzerimden büyük yük aldınız, babam Enver Bey’e olan bir vefa borcumu ödedim.” demişti.

Sonradan olayı Atatürk’ün emir eri Ali Çavuş’un şimdi rahmetli olan kızından da dinlemiştim.

Can Dündar’ın 2010’daki yazısı böyle bitiyor.
Hayri Bey, 2006 yılında Fikriye Hanım’a ait bazı özel eşyaları Ulaştırma Bakanı’nın da katıldığı bir törenle TCDD’ye bağışladı. Yatak örtüsü… Kırlent… Birkaç soluk fotoğraf… Atatürk’ün Şam’dan hediye getirdiği tepsi…
Bu eşyalar törenle teslim alındı ve Fikriye Hanım’ın Mustafa Kemal’le zor günlerde bir arada yaşadığı tarihi Gar Binası’na yerleştirildi.
———
Can Dündar ve Türkan Şoray, Abbas Hayri Özdinçer’in söylediklerinden sonra, Fikriye’nin filmini çekemeyeceklerini anladılar. Fikriye, intihar etmemiş öldürülmüştü. Fikriye’nin vurulmasından Mustafa Kemal’in haberi yok deniyor ama o günlerde Ankara küçük bir ilçe kadar bile değil. Bir silah sesi büyün şehirde yankılanır. Mustafa Kemal’den habersiz kuş uçurtulmayan günler o günler.

Bir kadının katledilmesinde azmettirici olan bir Cumhurbaşkanı. Suçlular arasında Mustafa Kemal de vardı.

Bu yazı Av. Cihat Gökdemir Beyin 26.05.2025 tarihinde YeşilCami Mezunları whatsap gurubundaki paylaşımından alınmıştır. (A.Ziya)

ترجمة من التركية إلى العربية: 👇

هل كان مصطفى كمال قاتل امرأةٍ أم محرّضاً على قتلها؟

اتّفقت الممثلة التركية المشهورة توركان شُوراي مع الصحفي المعروف جان دوندار على إنتاج فيلمٍ يدور حول “فِكرية”، المرأة التي يُظنّ أنها انتحرت من شدّة حبّها لمصطفى كمال. كان من المتوقّع أن يحقق هذا الفيلم نجاحًا كبيرًا في شباك التذاكر.

غير أنّ “الرجل القادم من كندا” بدّد أحلام جان دوندار وتوركان شوراي، اللذَين كانا يستعدّان لتصوير هذا الفيلم.

جان دوندار كان أوّل من قدّم قصة فِكرية بصيغة مرئية، حيث أعدّ فيلمًا وثائقيًا عنها سنة 1994 وعرضه في التلفاز. ووفقاً له، فإنّ فكرية انتحرت بدافع العشق. تأثّرت توركان شوراي بشدة بهذا الوثائقي، فاتّصلت بجان دوندار، وقالت له: “القصة رائعة، وفيها مصطفى كمال. هناك امرأة أحبّته حتى الموت. دعنا ننتج فيلمًا عنها”. فأجاب بالموافقة.

لكنّ الأمور بدأت تتغيّر.

كتب جان دوندار مقالاً صادماً سنة 2010 تحت عنوان:

“السيدة فكرية لم تنتحر، بل أُطلق النار عليها من الخلف”

إنّ موت السيدة فكرية يُعدّ أول حالة وفاة مشبوهة في تاريخ الجمهورية. فرغم مرور 86 عامًا على وفاتها (حتى وقت كتابة المقال)، لا تزال الملابسات الغامضة تحيط بهذه القضية.

عاد الجدل إلى الواجهة بعد صدور فيلم “الوداع” لزُلفي ليفانيلي، والذي روّج لفكرة أنّ فكرية انتحرت بعدما مُنعت من لقاء مصطفى كمال في قصر تشانكايا.

وهذا ما كان قد تبنّاه جان دوندار في وثائقيه سنة 1994. لكن بعد إذاعة الفيلم، ظهر شاهدٌ غيّر كلّ ما كانوا يعتقدونه.

برقيّة وخبر صحفي

قبل الحديث عن الشاهد، لنتأمل الوثائق المتوفرة لدينا، وهي اثنتان فقط:

الأولى، برقية أرسلها مصطفى كمال إلى عدنان بك في ربيع عام 1923 جاء فيها:

“أرسلتُ السيدة فكرية إلى ألمانيا للعلاج. فلماذا جاءت إلى إسطنبول دون إذني؟ لا أسمح لها بالقدوم إلى أنقرة بأي حال. لقد أعطيتُها مالًا، فلتبقى هناك وتشرح لي الأمر.”

الثانية، خبر نُشر في صحيفة وطن بتاريخ 1 حزيران/يونيو 1924، جاء فيه:

“عندما وصلت السيدة فكرية إلى أنقرة، ذهبت مباشرة إلى مقرّ رئيس الجمهورية تطلب لقاءه وزوجته، فقيل لها إنّ اللقاء غير ممكن. فعادت إلى العربة التي جاءت بها، وهناك أطلقت النار على نفسها.”

هذا الخبر كان مستندًا غالبًا إلى بيان رسمي، وظلّ يُمثل الرواية المعتمدة لسنوات طويلة.

ظهور الشاهد

بعد عرض الوثائقي، عبّرت توركان شوراي عن رغبتها في تحويل القصة إلى فيلم سينمائي، فتكرّرت لقاءاتهما مع الصحافة. في إثر ذلك، جاءهم اتصال من أمريكا. كان المتصل عباس حيري أوزدِنجر، ابن أخ السيدة فكرية.

عرّف بنفسه، فأخبره جان دوندار أنهم حاولوا خلال إعداد الوثائقي الوصول إلى أفراد من عائلة فكرية دون جدوى. وعلموا لاحقاً أنّ العائلة تعرضت لنوع من النفي غير المعلن، بل فرّوا إلى كندا خوفًا على حياتهم.

لم يكن أوزدنجر قد شاهد الوثائقي، لكنه تابع أخبار المشروع. فأبدى رغبته في اللقاء، وفعلاً جاء إلى إسطنبول والتقى بجان دوندار وتوركان شوراي. بدا رجلاً لطيفًا ومهذبًا، لكنه كان متردداً في الحديث عما يعرفه، خوفًا من العواقب. قال: “لقد كبرتُ الآن، وأريد أن أُسلّمكم هذا السرّ.”

أقواله المذهلة:

قال إنّ فكرية لم تُرسل إلى ألمانيا للعلاج، بل لإجراء عملية كانت تُعتبر حينها مُحرّمة اجتماعيًا (كالإجهاض)، وكان الغرض الأهم إبعادها عن أنقرة.

وعند عودتها، أقامت لفترة في قصر تشانكايا بضيافة مصطفى كمال وزوجته لطيفة، ثم غادرت إلى إسطنبول إثر توتر مع لطيفة.

وعندما عادت مجددًا إلى أنقرة، لم يسمح لها بالدخول من قبل الياور راسوحي بك. وكان أوزدنجر يعتقد أن مصطفى كمال لم يكن على علم بهذه الحادثة.

لكن ماذا عن موتها؟

بحسب ابن أخيها، لم تنتحر فكرية، بل قُتلت.

قال أحد شهود العيان من مرضى مستشفى “مملكت” في تلك الليلة:

“جاءوا بامرأة، وظلت طوال الليل تصرخ: أيها السفلة! أيها القَتَلة! لقد أطلقوا النار عليّ!”

ويُقال إنها لم تمت فورًا، بل نُقلت إلى المستشفى، واتصل مصطفى كمال شخصيًا بالسؤال عنها، لكنها توفيت متأثرة بجراحها.

وبعد وفاتها، جيء بأخيها علي أنور بك من إسطنبول إلى أنقرة برفقة رجلي شرطة. وعندما طلب رؤية الجثمان، قيل له إنها دُفنت. لكنه لم يقتنع، فذهب إلى المستشفى، وهناك كشف له أحد العاملين أنّ “الطلقة كانت في ظهرها”.

بعد أن روى أوزدنجر كل ذلك، قال وهو يشعل سيجارة: “أزلتم عني حملاً ثقيلاً، لقد وفيتُ بدَيني تجاه والدي أنور بك.”

وأضاف أنه سمع القصة لاحقًا من ابنة علي جاووش، مرافق مصطفى كمال، قبل وفاتها.

خاتمة القصة:

في عام 2006، تبرع السيد أوزدنجر ببعض المقتنيات الخاصة بفكرية إلى السكك الحديدية التركية بحضور وزير المواصلات. ومن ضمنها: غطاء سرير، وسائد، صور باهتة، وصينية أهداها لها مصطفى كمال من الشام. وُضعت هذه المقتنيات في مبنى المحطة التاريخي الذي عاشت فيه فكرية مع مصطفى كمال أيام المحن.

لكن بعد هذه الاعترافات، أدرك جان دوندار وتوركان شوراي أنهما لا يستطيعان إنتاج الفيلم. ففكرية لم تنتحر، بل قُتلت.

ويُقال إنّ مصطفى كمال لم يكن يعلم بإطلاق النار عليها، لكنّ أنقرة آنذاك كانت بلدة صغيرة، وصوت الطلقة فيها يُسمع في كل أرجائها، وكان من المستحيل وقوع أمر كهذا دون علمه.

إنّ رئيس جمهورية قد يكون محرضًا على مقتل امرأة. والمجرمون لم يكونوا مجهولين تمامًا.

المصدر: نُقل هذا النص عن مشاركة للمحامي جهاد كوكدمير بتاريخ 26/05/2025 في مجموعة “خريجو جامع يشيل” عبر تطبيق واتساب. (أحمد ضياء)