Sarp Yokuşu Aşmadan Cennet Kapısı Açılır mı?

Hangimiz o sarp yokuşu aşabildi?..

Dr. Tevfik Hamîd’in kaleme aldığı bu harikulâde makale, İngilizceye tercüme edilip bazı yabancıların dikkatine sunulduğunda, onlar da anladılar ki İslâm, yüksek bir medeniyet ve insanlık nizamıdır.

Fakat insan, o sarp yokuşu aşamadı. Bilir misin nedir o sarp yokuş?
(Beled Sûresi, 11–12)

İslâm dünyasında birçok kimse, namazı beş vakit kılmak, Ramazan orucunu tutmak, umreye ya da hacca gitmek gibi dinî vecîbeleri yerine getirmeye büyük bir gayretle, hattâ aceleyle koşuyor. Fakat anlaşılıyor ki bu ibadetleri edâ edenlerin çoğu, bunların cennete girmek için en büyük teminat olduğunu zannediyor.

Oysa hakikat şudur ki: Kur’ân-ı Kerîm, cennete giriş için hiçbir zaman mutlak bir garanti vermemiştir!

Bilâkis, pek çok kişinin göz ardı ettiği başka şeylere de öncelik vermiştir. Bu hususta Kur’ân’ı Kerimdeki en açık beyanlardan biri, insan ile cennet arasındaki “engel” yahut “sarp yokuş”tan söz eden şu yüce âyetlerdir. Kur’ân’ı Kerim bu engelin nasıl aşılacağını yahut nasıl “zorlanarak geçileceğini” veciz bir şekilde tasvir eder. Beled Sûresi’nde şöyle buyrulur:

Fakat insan, sarp yokuşu aşamadı. O sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin? Köle âzat etmektir veya açlık gününde yakını olan bir yetimi, yahut toprakta sürünen bir yoksulu doyurmaktır.
Sonra iman edip birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve acımayı öğütleyenlerden olmaktır.
İşte bunlar hakkın ve erdemin yanında olanlardır.

(Beled Sûresi, 11–18)

Ne muazzam bir tasvir, ne edebî bir dokunuş!
O sarp yokuşun ilk engeli, “bir boynu azâd etmektir” – yani bir insanı kölelikten yahut esaretten kurtarmaktır.

Kur’ân’da bu husus, güneş gibi açık şekilde şöyle de ifade edilmiştir:
Zekâtlar ancak fakirlere, yoksullara, zekâtların toplanmasında görevli memurlara, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlara, kölelere, borçlulara, Allah yolunda cihâd edenlere ve yolda kalmışlara verilir. Allah’ın bu konudaki kesin emri ve taksimi böyledir.
(Tevbe Sûresi, 60)

Peki ama bugün kölelik fiilen kalktığına göre, biz “boyun azâdı”nı nasıl gerçekleştirebiliriz?

İşte burada te’vil ve derin anlam devreye girer: Zamanımızda insan, fakirliğe, açlığa, zulme, zillete mahkûm edilerek başka türden bir esarete düşürülmüştür. Bu sebeple, insanları yoksulluğun, mahrumiyetin ve çaresizliğin pençesinden kurtarmak, onları zincire vurulmuş gibi ezen bu esaretten özgürleştirmek – belki de gerçek bir “boyun azâdı”dır!

Peki ya ikinci engel nedir?

Kur’ân’ı Kerim şöyle tarif eder:
Açlıkla geçen zorlu bir günde, yakını olan bir yetimi yahut toprağa bulanmış bir yoksulu doyurmaktır.

Buradaki “yakınlık” hem kan bağına, hem mekân yakınlığına, hem de insanlık bağına işaret edebilir. “Toprağa bulanmış yoksul” (ذَا مَتْرَبَةٍ) ifadesi ise, artık çaresizlikten toprağa yapışmış, fakr u zaruret içinde hayatla bağı kesilmiş bir yoksulu tasvir eder.

Bu âyetlerde dikkat çeken bir husus da şudur: Cenâb-ı Hak, “yetim”, “miskin” ve “boyun (köle)” kelimelerini belirsiz (nekra) kullanmış, başına “el” takısı getirmemiştir. Böylece bu merhamet ve yardım çağrısını herhangi bir yetimle, herhangi bir yoksulla sınırlamayıp, kim olursa olsun her mazluma şâmil kılmıştır. Dikkat edin:
Müslüman yetim” yahut “Müslüman miskin” dememiştir.
Bizzat buyurulan şekliyle:

Açlık gününde yemek yedirmek… Yakını olan bir yetime… Yahut toprağa bulanmış bir yoksula…

Yani her yetime, her yoksula; dinine, inancına, kavmine bakmaksızın…

Bu anlayış Kur’ân’da başka yerlerde de geçer. Meselâ:

Kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, yemeği yoksula, yetime ve esire ikram ederler.
(İnsan Sûresi 8)

Ve nihayet, o sarp yokuşun son merhalesi Kur’ân’da şöyle açıklanır:
İman edip sabrı tavsiye etmek, merhameti tavsiye etmek.

İşte cennet kapılarına götüren yokuş, ancak bu şekilde aşılır.
Ve bilseniz, nedir o merhamet?..

Merhamet, bir insanın başkasına zulmetmesine engel olur.
Merhamet, bir kocanın hanımını, bir hanımın kocasını haksızlığa uğratmamasını sağlar.
Merhamet, bir insanın kardeşinin mirasını gasbetmesine mâni olur.
Merhamet, komşusunun inancını aşağılamaz; bilakis ona adâletle muâmele etmeye sevk eder.
Merhamet, ihsanı ve eli uzatmayı öğretir – hiçbir tereddüt göstermeden…

Merhamet bir hazine,
Sığınana rahmet olup yağan bir pınardır.

Öyleyse soralım kendimize:
Hangimiz gerçekten o sarp yokuşu aştı?..

Allah, bu mesajı bana ulaştıran kardeşimden râzı olsun.
Ben de bu güzel metni, sizin gibi kıymetli dostlarıma armağan ediyorum.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
10.05.2025 OF

من فينا اقتحم العقبة ؟؟

مقال رائع للدكتور/توفيق حميد، بعدما تمت ترجمته إلى اللغة الانجليزية واطلع عليه بعض الأجانب أدركوا أن الاسلام منظومة حضارية وإنسانية رفيعة

“فلا اقتحم العقبة وما أدراك ما العقبة.”

يسارع بل ويهرع كثيرون في العالم الإسلامي إلى أداء الفروض الدينية، مثل الصلاة خمس مرات يومياً، وصوم شهر رمضان، والسفر لأداء العمرة أو الحج،، ولكن يبدو أن من يفعلون ذلك يتصورون أن أداء مثل هذه العبادات هو أكبر ضامن لهم لدخول الجنة.!

والحقيقة الغريبة هي أن القرآن لم يعط ضماناً على الإطلاق بدخول الجنة.!!

وأن القرآن الكريم أعطى أولوية أيضاً لأمور أخرى غفل عنها الكثيرون.!

وليس هناك وضوح في هذا الأمر أكثر من الآية القرآنية الكريمة التالية، والتي تتحدث عن “عقبة” أو حائل يقف بين الإنسان وبين دخول الجنة، وتصف الآية الرائعة كيفية اجتياز هذا المانع أو اجتياحه، (أو كما وصفت الآية الكريمة “اقتحامه” ) فقال عز وجل في سورة البلد:

{{“فَلَا اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَ… وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْعَقَبَةُ… فَكُّ رَقَبَةٍ… أَوْ إِطْعَامٌ فِي يَوْمٍ ذِي مَسْغَبَةٍ… يَتِيمًا ذَا مَقْرَبَةٍ… أَوْ مِسْكِينًا ذَا مَتْرَبَةٍ… ثُمَّ كَانَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِ… أُولَٰئِكَ أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ“}}.

(سورة البلد 11 ـ 18)”.

ويا له من وصف ونسج أدبي رائع، (فأول عقبة) تعيق الإنسان عن دخول جنات الفردوس الأعلى يكون “اقتحامها” من خلال فك رقبة ((أي تحرير إنسان من العبودية أو الرق)).

والأمر بفك الرقاب في القرآن كان واضحاً كالشمس أيضاً، في قوله تعالى: {{“إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاءِ وَالْمَسَاكِينِ وَالْعَامِلِينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ وَفِي الرِّقَابِ وَالْغَارِمِينَ وَفِي سَبِيلِ اللَّهِ وَابْنِ السَّبِيلِ ۖ فَرِيضَةً مِّنَ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ“}}

(التوبة ـ 60)”..وهي الآية التي تحدد مصارف الزكاة.

قد يتساءل البعض: وكيف لنا اليوم بأن نفك الرقاب وليس هناك عبيد؟!

وهنا يأتي التأويل بأن الإنسان في زماننا الحالي قد يكون عبداً للفقر والجوع، أوالظلم والهوان، وأن إنقاذ البشر وانتشالهم من ذل العوز والاحتياج والقهر، هو أفضل فك لرقابهم من ذل العبودية لمثل هذه الأمور..!

والآن ماهي العقبة الثانية ؟!،،

وهذا كما ذكرت الآية الكريمة بإطعام في يوم ذي هول شديد ((ذي مسغبة))، يتيماً ” قريباً” ذا مقربة،، والقرب قد يكون في قرابة الدم، أو قرب المكان، أو في مفهوم الإنسانية عامة، وقد يكون بـ”إطعام مسكين في قمة ضعفه وقلة حيلته، حتى أنه عجز عن إزالة التراب عن جلده، فاكتسى بصورة البؤس والهوان كما وصفه القرآن بأنه أي المسكين: {{“ذا متربة“}} !!.

وكما نلاحظ هنا أن الله جل جلاله ذكر في القرآن تعبيرات “يتيماً“، و”مسكيناً” ومن قبلهما “رقبة“، من دون استخدام أي أدوات تعريف مثل استخدام “ال” قبل الكلمة، حتى يعمم المعنى على الجميع، أياً كان دينهم أو عقيدتهم؛ فلم يقل عز وجل:

يطعمون اليتيم المسلم، أو المسكين المسلم بل قال بصيغة النكرة:

{{“أَوْ إِطْعَامٌ فِي يَوْمٍ ذِي مَسْغَبَةٍ… يَتِيمًا ذَا مَقْرَبَةٍ… أَوْ مِسْكِينًا ذَا مَتْرَبَةٍ”}}

كي يسري المعنى على أي يتيم، أو أي مسكين!!

وليس هذا الأمر بمستغرب في القرآن، وذكر أيضاً:

وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَىٰ حُبِّهِ مِسْكِينًا وَيَتِيمًا وَأَسِيرًا“. (سورة الإنسان).

ثم يصف لنا القرآن بعد ذلك كيفية اقتحام العقبة الأخيرة، لدخول جنات عدن التي وعد الرحمن عباده بالغيب، فكان ذلك بالتحلي بالصبر، وبأن يكون الإنسان في قلبه رحمة “وتواصوا بالمرحمة” !.

وما أدراكم ما هي الرحمة!!

فالرحمة لا تجعل إنساناً يعتدي على آخرين، والرحمة لا تجعله يظلم زوجته، ولا الزوجه تظلم زوجها، والرحمة لا تسمح له أن يأكل حق غيره في الميراث، والرحمة لا تعطيه مجالاً أن يتعصب ضد جاره لأنه مختلف عنه في العقيدة، بل إن الرحمة تدعو إلى العدل والإحسان، ومد اليد بلا تردد لكل من يحتاجها.

والرحمة كنز مكنون، وينبوع يفيض بالغيث لكل من لجأ إليه!

فيا ترى من منا قد اقتحم العقبة؟‏

جزاك الله خيراً يا من أهديتني هذه الرسالة وأنا بدوري أهديها إلى أحبائي أمثالكم.