Sudan’ın Kırılma Noktaları: Osmanlı Mirasından Günümüz Darbelerine Uzanan Mücadelenin Hakikati ve Görünmeyen Eller

1. Osmanlı Hâkimiyetinden Sömürge Zincirine: Sudan’ın Kaybedilen Asrı

Afrika’nın kalbinde yer alan Sudan, tarih boyunca Nil havzasının bereketli topraklarında kurulan medeniyetlerin kavşağında yer aldı. Bölge, XVI. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı Cihan Devleti’nin nüfuzu altına girdi ve bu sayede hem İslâmî kimliğini pekiştirdi hem de Kuzey Afrika ile Arabistan arasındaki ticaret yollarının güvenliğini temin eden bir istikrar dönemine kavuştu[1].

Ne var ki Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın 1821’deki Mısır merkezli işgaliyle Osmanlı idaresi zayıfladı; Sudan fiilen Mısır valiliğine bağlandı. Bu dönemde Mısır ordusu yerli kabileleri denetim altına almak isterken halktan ağır vergiler topladı, yerel gelenekleri bastırdı. Halkın tepkisi, Muhammed Ahmed el-Mehdî’nin önderliğinde (1881) büyük bir isyan hareketine dönüştü. “Mehdi Devleti” olarak anılan bu direniş, kısa sürede İngiliz işgaline karşı İslâmî bir bağımsızlık mücadelesine büründü[2].

Ancak İngilizler 1898’de Omdurman Savaşı’yla direnişi bastırarak Sudan’ı “İngiliz-Mısır ortak idaresi” adı altında fiilen sömürgeleştirdi. Bu idare biçimi, Sudan halkının iradesini yok sayan, bölgeyi kuzeyde Arap-Müslüman, güneyde Afrika-Hristiyan olarak ikiye bölen bir siyaset izledi. Sömürge yönetimi İslâmî eğitimi sınırlandırdı, kabileler arasındaki ayrılıkları derinleştirdi. Böylece, ileride ülkenin ikiye bölünmesine yol açacak tohumlar çok erken ekilmiş oldu[3].

Sudan nihayet 1956’da bağımsızlığını ilan etti; fakat sömürgecilerin bıraktığı idarî, etnik ve dinî fay hatları ülkenin ruhuna işlemişti. Osmanlı mirasının düzen ve adalet anlayışı silinmiş; yerine Batılı kalıplarla şekillenen kırılgan bir devlet yapısı kalmıştı. Bu kırılganlık, bağımsızlık sonrası bütün darbelerin ve bölünmelerin ana zeminini teşkil etti.

2. Numeyri Dönemi: Sosyalist Denemeden İslâmî Yönelişe (1969–1985)

25 Mayıs 1969’da Câfer Muhammed Numeyri, “Özgür Subaylar Hareketi” adı verilen askerî darbeyle iktidara geldi. Numeyri’nin ilk yılları, Mısır’daki Cemal Abdunnasır’ın etkisiyle Arap sosyalizmine ve Pan-Arap ideolojisine yöneldi. Ancak sosyalist uygulamalar, hem ekonomik çöküşe hem de halkın geleneksel İslâmî değerlerinden uzaklaşmasına yol açtı.

1971’de komünistlerin darbe teşebbüsünü bastıran Numeyri, bu olaydan sonra İslâmî çevrelere yaklaşmaya başladı. 1977’de Hasan et-Turâbî liderliğindeki İslâmî Cephe ile uzlaşma sürecine girdi. 1983 yılına gelindiğinde Numeyri, şeriat esaslı yasaların uygulanacağını ilan ederek Sudan Ceza Kanunu’nu İslâmî hükümlere göre düzenledi. Bu gelişme, hem içte hem dışta yankı uyandırdı; Batılı çevreler Sudan’ı “radikalleşmekle” suçladı.

Numeyri’nin İslâmî yönelişi samimi mi, yoksa siyasî mi olduğu tartışılsa da, Sudan halkının derin dinî damarına hitap eden bu adım, ülkede bir uyanışın zeminini hazırladı. Ancak ekonomik krizler, güneydeki isyanlar ve dış baskılar iktidarı sarstı. Sonunda 6 Nisan 1985’te General Abdürrahman Suvâr ez-Zeheb öncülüğündeki askerî darbe, Numeyri dönemine son verdi[4].

3. Türâbî’nin Yükselişi ve Beşîr Döneminde İslâmî Deneyim (1989–2019)

Numeyri sonrası dönemde siyasi istikrarsızlık yeniden baş gösterdi. Bu ortamda Hasan et-Turâbî’nin liderliğindeki Millî İslâmî Cephe, genç subay Ömer el-Beşîr ile ittifak kurarak 1989’da kansız bir darbeyle iktidarı ele geçirdi.

Türâbî, İslâmî bir toplum inşası için eğitim, hukuk ve medya alanlarında derin ıslahatlar başlattı. 1991’de İslâm ceza yasası yeniden yürürlüğe girdi; İslâmî bankacılık sistemi kuruldu. Bu dönem, Sudan’ın hem Arap dünyasında hem Afrika’da “İslâmî model” olarak dikkat çektiği bir dönemdi.

Ancak Batı dünyası bu yönelişi tehdit olarak gördü. ABD 1993’te Sudan’ı “teröre destek veren ülkeler” listesine aldı, 1997’de ise ekonomik yaptırımlar uyguladı[5]. İsrail de bu süreçte özellikle güneydeki ayrılıkçı grupları destekledi.

2000’li yıllara gelindiğinde Beşîr ile Türâbî arasında siyasî görüş ayrılıkları derinleşti; Türâbî 2001’de görevden uzaklaştırıldı ve hapsedildi. Bu gelişme, İslâmî projenin zayıflamasına yol açtı. Türâbî’nin vefat ettiği 2016 yılına kadar İslâmî hareketin nüfuzu giderek azaldı.

4. Sudan’ın İkiye Bölünmesi ve Yeni Dönemin Başlangıcı

Uzun süren iç savaşlar ve dış müdahaleler, Sudan’ı nihayet 2011’de ikiye böldü. Güney Sudan’ın ayrılmasıyla ülkenin petrol gelirlerinin büyük kısmı kaybedildi. Bu bölünme, ABD ve İsrail’in yıllardır teşvik ettiği bir planın sonucu olarak görülmektedir[6].

Güney’in ayrılmasıyla kuzeydeki Sudan, ekonomik darboğaza sürüklendi. Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri, Sudan’ın siyasetinde nüfuz arayışına girdi. Özellikle BAE, darbe süreçlerinde askerî kanadı destekleyerek sivil hükümetlerin önünü tıkayan bir rol üstlendi.

5. Beşîr’in Düşüşü ve Burhân–Hemedti Çekişmesi

2019’da halk gösterileri ve askerî baskılar sonucu Ömer el-Beşîr iktidarı sona erdi. Yerine kurulan Askerî Geçiş Konseyi’nin başına Abdulfettah el-Burhân, yardımcılığına ise Muhammed Hamdan Daklu (Hemedti) getirildi. Başlangıçta birlikte hareket eden bu iki general, zamanla iktidar ve nüfuz mücadelesine girişti.

2023’te patlak veren iç savaş, esasen bu iki generalin ordusu ve milis gücü (Hızlı Destek Kuvvetleri) arasındaki bir iktidar kavgasıydı. Fakat arka planda BAE’nin Hemedti’ye, Mısır ve kısmen Türkiye’nin Burhân’a yakın durduğu, ABD ve İsrail’in ise süreci kendi çıkarlarına göre yönlendirmeye çalıştığı görülmektedir[7].

Bu çatışmalarda binlerce sivil hayatını kaybetti; milyonlarca kişi göç etti. Ülke altyapısı büyük oranda çöktü. İslâmî hareketler ise dağınık bir vaziyette kaldı.

6. Türkiye’nin Sudan’a Desteği ve Meşru Hükümete Yaklaşımı

Türkiye, özellikle 2000’li yıllardan itibaren Sudan’ın meşru hükümetleriyle dostane ilişkiler geliştirdi. TİKA vasıtasıyla eğitim, sağlık, tarım ve altyapı alanlarında onlarca proje yürütüldü. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2017’deki Hartum ziyareti, Türkiye–Sudan ilişkilerinde dönüm noktası oldu.

Osmanlı mirasına dayanan bu kardeşlik yaklaşımı, Sudan halkı nezdinde büyük karşılık buldu. Ancak 2019 sonrası kaos ortamında Türkiye, doğrudan taraf olmak yerine insani yardım ve diplomatik destekle sürece katkı sundu. Bu tutum, Türkiye’nin Afrika’da adalet eksenli siyasetinin örneklerinden biri olarak değerlendirilebilir[8].

7. Sonuç ve Değerlendirme

Sudan’ın son iki asırlık tarihi, İslâmî kimliğiyle sömürge mirası arasındaki çatışmanın hikâyesidir. Osmanlı’nın çekilmesiyle başlayan parçalanma süreci, bugün hâlâ farklı maskelerle devam etmektedir.

Numeyri’den Türâbî’ye, Beşîr’den Burhân’a uzanan bu serüven, dış müdahalelerle iç zaafların nasıl birleşip bir ülkeyi yıprattığını açıkça göstermektedir. Ancak aynı zamanda Sudan halkının derin imanî direncini, her defasında yeniden ayağa kalkabilen bir ruh taşıdığını da göstermektedir.

Bugün Sudan, yeniden bir istikrar ve İslâmî adalet düzeni arayışı içindedir. Bu arayışın başarıya ulaşması, yalnızca siyasî liderlerin değil, ümmet bilincinin de olgunlaşmasına bağlıdır. Çünkü Sudan’ın kaderi, aslında ümmetin geleceğinin küçük bir aynasıdır.

Hazırlayan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
05.11.2025 – OF

Yukarıdaki Yazıyı Okuyan Arkadaşların Şu Yazıyı Okuması da Faydalı Olabilir: 👇
Sudan’da Olan Bitenler ve Perde Arkası ..
https://www.aynamayansiyanlar.com/makalelerim/sudanda-olan-bitenler-ve-perde-arkasi/

Dipnotlar ve Kaynakça:
[1] Halil İnalcık, Osmanlı Afrika Siyaseti, TDV Yay., Ankara 1998.

[2] P. M. Holt, The Mahdist State in the Sudan, 1881–1898, Oxford University Press, 1970.

[3] A. Abu Shouk, “The British–Egyptian Condominium in the Sudan”, Sudan Studies Journal, 2012.

[4] Mansour Khalid, Nimeiri and the Revolution of Dis-May, London: KPI, 1985.

[5] U.S. State Department, “Sudan Sanctions and Terror List”, 1997–2000.

[6] Alex de Waal, The Real Politics of the Horn of Africa, Polity Press, 2015.

[7] International Crisis Group, “Sudan’s Warring Generals”, Report No. 189, 2023.

[8] T.C. Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye–Sudan İlişkileri”, Resmî Yayın, 2020.

Yenişafak Gazetesi Yazarı İbrahim Karagül Bey: 👇
https://www.yenisafak.com/yazarlar/ibrahim-karagul/gazzedeki-soykirim-neden-sudana-tasindi-israil-bae-sudana-yerlesirse-turkiye-ve-ortaklarini-vuracak-bu-omurgayi-kirarlarsa-turkiyenin-orada-isi-biter-israille-her-yerde-savas-halindeyiz-4765187

İbrahim Karagül Bey’in 👆 Bu yazısındaki görüşler, onun uzun süredir sürdürdüğü “Türkiye merkezli jeopolitik vizyon” anlayışının devamı niteliğindedir. Metni analitik biçimde değerlendirelim:👇

1. Temel Tez: “İlan Edilmemiş Küresel Savaş”

Karagül’e göre Türkiye, resmî olarak savaş ilan etmese de, fiilen İsrail ve Batı ekseniyle çok cepheli bir mücadele içindedir.

Bu mücadele, sadece askeri değil; siyasi, ekonomik, ideolojik ve medya cephesi olan bir “küresel kuşatma savaşı”dır.

Gazze, Libya, Suriye, Lübnan, Somali ve Sudan örnekleriyle bu savaşın “coğrafi sürekliliği” vurgulanır.

Bu yaklaşım, klasik “uluslararası rekabet” anlayışını reddeder; Türkiye’nin varoluş mücadelesini vurgular.

2. Sudan Üzerinden Yeni Cephe Vurgusu

Karagül’ün yazısında dikkat çeken yön, Sudan’ı da bu savaş haritasına dahil etmesidir.

Ona göre, Sudan’daki iç savaş sadece yerel bir iktidar kavgası değildir;

BAE-İsrail ortaklığının Orta Afrika’da Türkiye’ye karşı yürüttüğü yeni bir cephedir.

Bu bağlamda:

  • Burhân yönetimi Türkiye’ye yakın bir çizgide görülür,
  • Hemedti ve Hızlı Destek Kuvvetleri ise BAE–İsrail eksenine bağlıdır.
    Dolayısıyla, Türkiye’nin Sudan’daki meşru hükümeti daha kararlı biçimde desteklemesi gerektiği savunulur.

Bu düşünce, “Sudan’ın ikinci kez bölünmesini engellemek” iddiasıyla da temellendirilir.

3. “İsrail Tarzı” Kavramı

Yazarın kullandığı “İsrail tarzı barbarlık” ifadesi, soykırımı meşrulaştıran modern Batı yöntemlerine bir göndermedir.

Sudan’daki iç savaşta sivillerin hedef alınmasını, Gazze’deki İsrail saldırılarıyla aynı zihniyetin ürünü olarak değerlendirir.

Buradaki amaç, okuyucunun Sudan meselesine duygusal ve ahlaki bir hassasiyetle yaklaşmasını sağlamaktır.

4. Nijerya ve Venezuela Örneği: “Enerji Üzerinden Yeni Sömürge Dalgası”

Yazının ikinci yarısında Karagül, ABD’nin enerji zengini ülkeleri istikrarsızlaştırma stratejisini gündeme getiriyor.

Bu yaklaşım, klasik anti-emperyalist retoriğe dayanır:

  • Nijerya’da “Hristiyan azınlığı koruma bahanesiyle müdahale,”
  • Venezuela’da “Nobel, demokrasi ve insan hakları maskesiyle işgal.”

Bu örnekler, Sudan’daki senaryonun küresel bir model olduğunu göstermek için kullanılmıştır.

5. Sonuç: “Türkiye Ekseni” Çağrısı

Yazının zirve noktası, “Türkiye Ekseni” kavramıdır.

Karagül’e göre Türkiye, sadece kendini değil, bütün insanlığın onurunu koruyacak tek bağımsız güç olmalıdır.

Bu nedenle:

  • İç çekişmeleri bırakmak,
  • Milli birlik içinde “olağanüstü bir güç inşası” yapmak,
  • “Türkiye Küreselleşmesi”ni tamamlamak gerekir.

Bu fikir, klasik “Yeni Osmanlıcılık”tan daha ileri bir vizyon sunar:

Türkiye merkezli bir dünya düzeni fikridir.

🔹 Eleştirel Değerlendirme

  • Karagül’ün yazısı yüksek moral ve stratejik bilinç aşılamakta güçlüdür.
  • Ancak teknik diplomatik gerçeklik açısından bazı aşırılıklar taşır:
    • Türkiye’nin fiilen İsrail’le doğrudan bir savaş hâlinde olduğunu söylemek hukuken doğru değildir, ancak jeopolitik rekabet olarak yorumlanabilir.
    • Sudan gibi karmaşık iç savaşlarda askerî müdahale çağrısı, uluslararası meşruiyet açısından dikkatle değerlendirilmelidir.
  • Buna rağmen yazının asıl değeri, Türkiye kamuoyuna stratejik farkındalık kazandırma çabasında yatar.

🕊️  Sonuç

İbrahim Karagül’ün bu yazısı, aslında bir stratejik manifestodur.

Küresel ölçekte Türkiye’ye karşı yürütülen kuşatmaya dikkat çekerken,

aynı zamanda Türkiye’nin inisiyatif alan, yön veren, merkez ülke olma iddiasını yeniden hatırlatmaktadır.

Kısacası:
Bu yazı, coğrafi analizden çok, medeniyet bilinci çağrısıdır. (Tahlil: Ahmet Ziya İbrahimoğlu)

ترجمة من التركية إلى العربية: 👇

نِقَاطُ التَّحَوُّلِ فِي السُّودَان: حَقِيقَةُ الصِّرَاعِ وَالأَيْدِي الخَفِيَّةُ مِنْ إِرْثِ الدَّوْلَةِ العُثْمَانِيَّةِ إِلَى انْقِلَابَاتِ الحَاضِرِ

١. مِنَ الحُكْمِ العُثْمَانِيِّ إِلَى قُيُودِ الاِسْتِعْمَارِ: القَرْنُ المَفْقُودُ مِنْ تَارِيخِ السُّودَانِ

يقع السودان في قلب إفريقيا، حيث كان عبر التاريخ ملتقى للحضارات التي ازدهرت على ضفاف النيل الخصبة. ومنذ أواخر القرن السادس عشر خضع السودان لنفوذ الدولة العثمانية، فتعزّزت هويته الإسلامية، واستتبّ الأمن في طرق التجارة بين شمال إفريقيا والجزيرة العربية[1].

غير أنّ الغزو الذي قاده محمد علي باشا عام 1821 من مصر أضعف الإدارة العثمانية، وربط السودان فعلياً بالوالي المصري. فرضت القوات المصرية الضرائب الباهظة على القبائل، وأخضعت العادات المحلية بالقوة، فاندلعت ثورة كبرى عام 1881 بقيادة محمد أحمد المهدي، تحوّلت سريعاً إلى حركة تحرّر إسلامية في وجه الاحتلال البريطاني[2].

لكنّ البريطانيين سحقوا المقاومة في معركة أم درمان سنة 1898، وأقاموا ما سُمّي بـ “الإدارة المشتركة المصرية–البريطانية”، التي كانت في حقيقتها نظاماً استعمارياً مباشراً. فقسّموا البلاد إلى شمال عربي مسلم وجنوب إفريقي مسيحي، وأضعفوا التعليم الإسلامي، وأجّجوا النزاعات القبلية. وهكذا زُرعت بذور الانقسام التي ستحصدها الأجيال اللاحقة[3].

نال السودان استقلاله عام 1956، غير أنّ خطوط التصدّع العرقية والدينية التي خلّفها الاستعمار ظلت متجذّرة في كيان الدولة. زال العدل العثماني، وحلّ محله بناء هشّ على النمط الغربي، فكانت تلك الهشاشة أرضية لكل الانقلابات والانقسامات التالية.

٢. عَهْدُ نُمَيْرِي: مِنِ التَّجْرِبَةِ الاِشْتِرَاكِيَّةِ إِلَى التَّوَجُّهِ الإِسْلَامِيِّ (1969–1985)

في 25 مايو 1969 استولى جعفر محمد نميري على الحكم بانقلاب عسكري عُرف بحركة الضباط الأحرار. استلهم نميري في بدايته تجربة جمال عبد الناصر، فتبنّى الاشتراكية العربية والوحدة القومية. غير أنّ تلك السياسات قادت إلى انهيار اقتصادي وابتعاد عن القيم الإسلامية المتجذّرة في المجتمع.

وبعد فشل محاولة انقلاب الشيوعيين سنة 1971، بدأ نميري يقترب من التيارات الإسلامية، ودخل عام 1977 في مصالحة مع الجبهة الإسلامية القومية بزعامة الدكتور حسن الترابي. وفي سنة 1983 أعلن تطبيق الشريعة الإسلامية وعدّل القوانين الجنائية على أساسها، فكان لذلك صدى واسع في الداخل والخارج، واتُّهم السودان حينها بـ”التشدّد الديني”.

ورغم الجدل حول صدق توجه نميري، فإنّ تلك الخطوة أحيت في الشعب روحاً إيمانية جديدة. إلا أنّ الأزمات الاقتصادية والتمرد في الجنوب والضغوط الخارجية أطاحت بنظامه في 6 نيسان 1985 إثر انقلاب قاده الفريق عبد الرحمن سوار الذهب[4].

٣. صُعُودُ التُّرَابِي وَالتَّجْرِبَةُ الإِسْلَامِيَّةُ فِي عَهْدِ البَشِير (1989–2019)

عقب سقوط نميري عادت الفوضى السياسية. وفي ظلّها تحالفت الجبهة الإسلامية القومية بزعامة حسن الترابي مع ضباط شبّان بقيادة عمر البشير، فأطاحوا بالحكومة في انقلاب غير دموي سنة 1989.

أطلق الترابي مشروعاً لبناء مجتمع إسلامي من خلال إصلاحات شاملة في التعليم والقضاء والإعلام. أُعيد العمل بقانون العقوبات الإسلامي عام 1991، وأُنشئ نظام مصرفي إسلامي، فغدت السودان نموذجاً لافتاً في العالمين العربي والإفريقي.

لكنّ الغرب رأى في ذلك تهديداً لمصالحه. فأدرجت الولايات المتحدة السودان عام 1993 في قائمة الدول الراعية للإرهاب، وفرضت عليه عقوبات اقتصادية عام 1997[5]. أما “إسرائيل” فدعمت الحركات الانفصالية في الجنوب لإضعاف البلاد.

وفي مطلع الألفية الجديدة تفاقمت الخلافات بين البشير والترابي، فأُقصي الأخير سنة 2001 وسُجن، مما أضعف المشروع الإسلامي تدريجياً حتى وفاته عام 2016.

٤. انْقِسَامُ السُّودَانِ وَبِدَايَةُ مَرْحَلَةٍ جَدِيدَةٍ

أدّت الحروب الأهلية والتدخلات الخارجية إلى تقسيم السودان سنة 2011، فاستقلّ الجنوب ومعه معظم عائدات النفط. ورأى المراقبون في هذا الانقسام ثمرةَ مخططٍ أمريكي–إسرائيلي قديم[6].

تدهور الاقتصاد، وتزايد نفوذ مصر والإمارات في السياسة السودانية، حيث لعبت أبوظبي دوراً في دعم الأجنحة العسكرية على حساب الحكومات المدنية.

٥. سُقُوطُ البَشِيرِ وَصِرَاعُ بُرْهَان وَحِمِيدْتِي

في عام 2019 أُطيح بعمر البشير تحت ضغط الاحتجاجات والجيش، وتشكّل مجلس سيادي برئاسة الفريق عبد الفتاح البرهان ونائبه محمد حمدان دقلو (حميدتي). غير أنّ الشراكة بينهما تحوّلت إلى صراع دموي على السلطة.

اندلعت الحرب عام 2023 بين الجيش وقوات الدعم السريع، وهي في حقيقتها حرب نفوذ بين جناحين عسكريين، تدعم الإمارات حميدتي، بينما تميل مصر وتركيا إلى البرهان، وتسعى الولايات المتحدة و”إسرائيل” إلى توجيه الأحداث بما يخدم مصالحها[7].

خلفت الحرب آلاف القتلى وملايين النازحين، وانهارت البنية التحتية، فيما تراجعت القوى الإسلامية إلى الصفوف الخلفية.

٦. دَعْمُ تُرْكِيَا لِلسُّودَانِ وَمَوْقِفُهَا مِنَ الحُكُومَةِ الشَّرْعِيَّةِ

منذ مطلع الألفية، رسّخت تركيا علاقاتها الأخوية مع الحكومات الشرعية في السودان. نفّذت وكالة التعاون التركي (تيكا) عشرات المشاريع في مجالات التعليم والصحة والزراعة والبنية التحتية. وكانت زيارة الرئيس رجب طيب أردوغان إلى الخرطوم عام 2017 محطةً مفصليةً في هذه العلاقات.

استند الموقف التركي إلى رابطةٍ تاريخيةٍ مستمدّةٍ من الإرث العثماني، ووجد صدىً واسعاً لدى الشعب السوداني. وبعد اندلاع الفوضى عام 2019، اكتفت أنقرة بالمساعدات الإنسانية والدبلوماسية، متمسّكةً بسياسةٍ عادلةٍ متوازنةٍ[8].

٧. الخَاتِمَةُ وَالتَّقْوِيمُ

إنّ تاريخ السودان في القرنين الأخيرين هو قصةُ صراعٍ بين هويته الإسلامية وإرثه الاستعماري. فمنذ انحسار الدولة العثمانية لم يزل هذا الصراع يتجدّد بأشكالٍ مختلفة.

وتُظهر مسيرة البلاد من نميري إلى الترابي، ومن البشير إلى البرهان، كيف تتلاقى التدخلات الخارجية مع مواطن الضعف الداخلية لتقويض الأوطان. لكنها تكشف في الوقت ذاته عن روحٍ إيمانيةٍ عميقةٍ لا تزال تنبض في وجدان الشعب السوداني.

واليوم يقف السودان على أعتاب بحثٍ جديدٍ عن الاستقرار وعدالة الإسلام، ولن يتحقق ذلك إلا بنضج الوعي الجمعي للأمة. فمستقبل السودان مرآةٌ لمستقبل الأمة الإسلامية بأسرها.

إعداد: أحمد ضياء إبراهيم أوغلو

٠٥ / ١١ / ٢٠٢٥ م – في مدينة أوف

قد يكون من المفيد للأصدقاء الذين قرؤوا المقالة أعلاه أن يطّلعوا أيضًا على هذا المقال: 👇

ما يجري في السودان وكواليس الأحداث ..
https://www.aynamayansiyanlar.com/makalelerim/sudanda-olan-bitenler-ve-perde-arkasi/

الحواشي والمراجع:

[1] خليل إينالجك، السياسة العثمانية في إفريقيا، منشورات وقف الديانة التركي، أنقرة، 1998

[2] ب. م. هولت، دولة المهدية في السودان (1881–1898)، مطبعة جامعة أكسفورد، 1970.

[3] عبد الله أبو شوك، “الإدارة المصرية–البريطانية في السودان”، مجلة دراسات السودان، 2012.

[4] منصور خالد، نميري وثورة اليأس، لندن: دار KPI، 1985.

[5] وزارة الخارجية الأمريكية، “العقوبات الأمريكية وقائمة الإرهاب الخاصة بالسودان”، 1997–2000.

[6] أليكس دي وال، السياسة الحقيقية في القرن الإفريقي، مطبعة بولِتي، 2015.

[7] مجموعة الأزمات الدولية، “الجنرالات المتحاربون في السودان”، تقرير رقم 189، 2023.

[8] وزارة الخارجية التركية، “العلاقات التركية–السودانية”، منشور رسمي، 2020.

الكاتب في صحيفة يني شفق، السيد إبراهيم قاراكول: 👇https://www.yenisafak.com/yazarlar/ibrahim-karagul/gazzedeki-soykirim-neden-sudana-tasindi-israil-bae-sudana-yerlesirse-turkiye-ve-ortaklarini-vuracak-bu-omurgayi-kirarlarsa-turkiyenin-orada-isi-biter-israille-her-yerde-savas-halindeyiz-4765187

🔹 

تقييمٌ لمقال الكاتب التركي إبراهيم قاراكول: “تركيا في حالة حربٍ شاملة مع إسرائيل… وفي السودان أيضاً”

يقدّم الكاتب إبراهيم قاراكول في مقاله هذا رؤيةً جيوسياسية متكاملة تعبّر عن منهجه الفكري المعروف بـ «الرؤية المحورية لتركيا»، التي ترى أنّ تركيا تخوض صراعاً وجودياً غير معلن ضدّ القوى الغربية، وفي مقدّمتها إسرائيل. ويمكن تلخيص وتحليل أفكاره على النحو الآتي:

1. الأطروحة الأساسية: حربٌ عالمية غير معلنة ضدّ تركيا

يرى قاراكول أنّ تركيا اليوم في حالة «حربٍ غير معلنة» مع إسرائيل ومنظومتها الدولية.

وهذه الحرب لا تقتصر على الميدان العسكري فحسب، بل تشمل أيضاً المجالات السياسية والاقتصادية والفكرية والإعلامية.

فمن غزّة إلى ليبيا، ومن سوريا ولبنان إلى الصومال والسودان، تتجلّى هذه المواجهة في صورة معارك متعدّدة الجبهات.

وفق رؤيته، ليست هذه صراعاتٍ منفصلة، بل سلسلة واحدة من معركة الوجود التي تخوضها تركيا ضدّ مشروع الهيمنة الغربي.

2. السودان: الجبهة الجديدة في الحرب الخفيّة

اللافت في هذا المقال هو إدراج السودان ضمن خريطة الصراع الإقليمي.

فقاراكول يعتقد أنّ ما يجري في السودان ليس مجرّد صراعٍ داخلي على السلطة، بل هو امتدادٌ لصراعٍ أوسع بين المحور التركي من جهة، والتحالف الإماراتي-الإسرائيلي من جهة أخرى.

فهو يرى أنّ:

  • الفريق عبد الفتّاح البرهان يمثّل الخطّ الأقرب إلى تركيا،
  • بينما يقف حميدتي وميليشياته ضمن محور أبوظبي-تل أبيب.

ومن ثمّ يدعو الكاتب إلى أن تدعم تركيا الحكومة الشرعية السودانية دعماً عسكرياً وسياسياً أقوى، لمنع تقسيم السودان مرّة أخرى، وإفشال مشروع الاحتلال الإسرائيلي-الإماراتي في دارفور.

3. «الأسلوب الإسرائيلي»: استعمار جديد بغطاءٍ إنساني

يصف قاراكول المجازر التي تقع في السودان بأنّها تطبيقٌ جديد لما يسمّيه «الأسلوب الإسرائيلي في الإبادة»، أي استخدام الشعارات الإنسانية لتبرير التدمير والقتل الجماعي.

ويرى أنّ ما يجري هناك نسخةٌ مطابقة لما يحدث في غزّة:

عنفٌ بوجهٍ إنسانيّ زائف، واستعمارٌ يختبئ خلف الخطاب الحقوقي الغربي.

4. نيجيريا وفنزويلا: توسيع نموذج النهب

ينتقل الكاتب بعد ذلك إلى تحليل السياسة الأمريكية في نيجيريا وفنزويلا، معتبرًا أنّها تسير وفق النمط نفسه من الفوضى الموجَّهة.

فواشنطن –بحسبه– تسعى إلى تفكيك الدول الغنية بالطاقة تحت ذرائع دينية وإنسانية.

فيشير إلى أنّ:

  • نيجيريا تُهدَّد بالاحتلال بذريعة «حماية المسيحيين»، والهدف الحقيقي هو النفط.
  • فنزويلا تُحاصر وتُستهدف بـ«الجوائز والنخب العميلة» تمهيداً للسيطرة على ثرواتها البترولية.

ويؤكد أنّ هذا النمط من «الاستعمار المقنّع» أصبح سلوكاً عالمياً مؤسساً على النفاق السياسي والأخلاقي.

5. الختام: نحو محور تركيا كقوّة أملٍ عالمي

يختم قاراكول مقاله بدعوةٍ فكرية واضحة إلى بناء ما يسمّيه «محور تركيا»، أي قيام دولة مركزية تمتلك القوة الكافية لحماية الأمة والإنسانية من طغيان الإمبريالية الحديثة.

ويرى أنّ:

  • بناء القوّة التركية أمرٌ وجوديّ لا خيار فيه،
  • وأنّ على المجتمع التركي أن يتجاوز صراعاته الداخلية،
  • لأنّ مستقبل المنطقة والعالم الإسلامي مرهونٌ بصمود تركيا ونهوضها.

فهي -في رأيه- الأمل الأخير في وجه العاصفة الكونية القادمة.

🔸 التقييم الموضوعي

  • من الناحية الفكرية، يقدّم المقال رؤية استراتيجية تعبويّة تهدف إلى رفع الوعي الجيوسياسي لدى الرأي العام التركي.
  • غير أنّ بعض تعبيراته -كاعتبار تركيا في «حالة حربٍ فعلية مع إسرائيل»- تعبّر عن موقفٍ رمزي أكثر منه قانونيّاً أو عسكرياً.
  • كما أنّ الدعوة إلى التدخل العسكري المباشر في السودان تحتاج إلى تقديرٍ دبلوماسيّ دقيق لتجنّب الانزلاق إلى صراعاتٍ إقليمية أوسع.

ومع ذلك، تبقى القيمة الجوهرية للمقال في أنّه ينبّه إلى معركة الوعي والهوية، ويذكّر بأنّ تركيا لم تعد مجرّد دولة إقليمية، بل مشروعٌ حضاريّ يريد إعادة التوازن إلى العالم.

🕊️ الخلاصة

إنّ مقال إبراهيم قاراكول ليس مجرّد قراءة سياسية، بل بيانٌ استراتيجيّ وفكريّ يدعو إلى إدراك طبيعة الصراع الوجودي الدائر حول تركيا والعالم الإسلامي.

فمن خلال السودان إلى غزّة، ومن إفريقيا إلى أمريكا اللاتينية، يرسم الكاتب خريطةً واضحةً لصدامٍ حضاريٍّ كبير،

ويؤكّد أنّ الوعي، والقوّة، والوحدة هي مفاتيح النصر في هذا الزمن المليء بالعواصف.

ترجمة وتحليل: أحمد ضياء إبراهيم أوغلو