Sami Uslu Ahmet Ziya 2021 Yazışmaları

YAZILAN HATIRAT ve GÜNLÜKLER İBRET AYNASI OLMALIDIR

Hatırat okumaya gösterdiğim ilgi ve ihtimamı bilen arkadaş ve dostlarım, okudukları, bildikleri ve duydukları yayınları bana haber verir; bazen gönderir bazen de okuyup özetleyenlerin özetini ulaştırırlar. Hatırat ve günlüklerden böyle haberim olur. Bazı hatıratları okumakla kalmaz, not alır; görüş, düşünce ve mülahazalarımı da yazmaya gayret ederim.

Okuyup not alarak görüş ve düşüncelerimi yazdığım hatıratlardan biri de muhterem Hayrettin Karaman Hocamızın yazıp yayınladığı hatıralarıdır. Tayyar Altıkulaç Hoca’nın hatıralarını da dikkatle okuyup incelemiştim. Mustafa Öz Hocamızın hatıratından bir nüshayı, hattat Yusuf İzzeddin Sav hocanın, içinde benimle ilgili önemli gördüğü bir hatıranın varlığı sebebiyle, satın alıp hediye etmesi ile öğrenmiştim. Merhum Ali Özek Hocamızın hatıratını, imzalayıp gönderme lütfunda bulunması sebebi ile okuma imkânı bulmuştum. “Kutuz Hoca” nın hatıralarını İsmail Kara Hoca’nın sayesinde okudum. Son olarak Ali Rıza Demircan Hoca’nın hatıralarını, lütfedip haber vermesi sayesinde, okuma fırsatı bulduğum hatıratlardan oldu.

Merhum Bekir Topaloğlu Hocamızın da hatırat ve günlük yazdığını biliyordum. Uzakta, Mekke’de olmam sebebi ile hayatta iken Osmanlıca yazdığı günlüklerini, Latin harfleri ile yazdırıp dizdirdiği ve Tayyar Bey ile müzakere edip bazı düzeltmeler yaptıktan sonra, basılması için yayınevine verdiğini, ortak dostlarımızdan duymuştum…

Merhum Hocamızla olan hukukumuzu bilen ortak bir dostumuz elektronik ortamda bu hatıratı okuyup ilgilenmem ve görüş bildirmem için bana da yollamıştı. O günlerde müsait olmamam, elektronik ortamda okumaya ilgi duymamam sebebiyle okuyamamış; basılmasını beklemeyi tercih etmiştim. Hocamızın Mart 2016 da vefat ettiğini duyunca, üzülmüş, sarsılmış, hatıratını okuyup görüş bildiremediğim için vicdanen rahatsız olmuştum.

İsmail Kara kardeşimize hatırat ve günlüklerini kontrol ettirmek ve görüşünden istifade etmek istediğini de duymuştum. Ona yazıp sorarak bilgi almak istedim; benim duyduklarım dışında, son durumdan kendisinin de haberdar olmadığını öğrendim…

Bendeki elektronik nüshayı kâğıda döküp basarak okudum. Okuyunca ilgi ve merakım arttı ve Hocamızın merhum dayısı Yahya Kutluoğlu Hoca ile irtibat kurup bilgi almak istedim; haberdar olmadığını gördüm. Kardeşi Ahmet Topaloğlu Hoca ve eniştesi Hamza Okur Bey ile irtibat kurup görüştüm. Onların da farklı bilgisi olmadığını öğrendim. Bendeki elektronik nüshanın kâğıda dökülmüş şeklini istediler; kendilerine verdim…

Hocamızın refikası ve kerimesi ile irtibat kurup bilgi sordum. Kerimesi bana: “Babamızın sağlığında dizilmiş şekli ile hatıratının basılmasının mahzurlu görüldüğünü, kendilerinin de ikna olması sebebi ile oluşturulan bir ekip tarafından elden geçirildikten sonra basılacağını” yazdı…

Bu arada, elektronik nüshanın kâğıda dökülmüş halinden okuduğum hatırat ve günlükler içerisinde, dikkatimi çeken bazı tespitleri, ilgili bölümün resmini çekip muhatabı olan tanıdıklarımla paylaştım. İki kişi hariç, yazılan günlüklerde kendileri ile ilgili olumsuz ifadelere rağmen, yadırgayan ve tepki gösteren olmadı.

Nedenini merak edip sorduklarım, merhum Hocamızın samimi, sade ve art niyet olmaksızın yazdıkları, kendi penceresinden gördüklerini yansıttığı için, eksiğine fazlasına bakmadan, anlayışla ve müsamaha ile yaklaştıklarını söylediler/yazdılar…

Merhum Hocamız politik duruştan uzak, ilmi duruşu ile tebarüz etmiş, samimi, ihlaslı, dürüst, sevilen ve sayılan bir şahsiyetti. Tenkiti ve muhalefeti, rahatsız edici ve yaralayıcı olmadığını test ederek gördüm.

1999 yılında Emir Turizm ile Umre yapmıştı; Emir Turizm sahibi Ali Rıza Demircan Hocamız ile ilgili yazdıklarını kendisine ilettiğimde, tespitlerine katılmasa da rahmet ve minnetle yâd etmemize vesile oldu. İhlas ve samimiyet böyle bir şey, yaşamayana anlatmak çok kolay olmuyor…

Sözü uzatmak niyetinde değilim. Hocamızın sağlığında dizgisini yaptırıp, arkadaşları ile istişare ve bazı düzeltmeler yaptıktan sonra, bastırmak istediği hatırat ve günlükleri, takriben 1200 sayfa olmasına rağmen, basılan kitap sadece 686 sayfa. Bu hatırat ve günlükleri kaleme alıp yayına hazırlayanın bir ilim adamı olması, yumuşak tabiatlı, politik hırsı veya tiryakiliği olmayan, her hangi bir hizip veya cemaate mensubiyeti bulunmayan, müstakil, samimi ihlaslı ve dürüst bir şahsiyet olduğunu da dikkate alarak, günlüklerdeki tekrarları dahi hazfedip çıkartmayı yadırgadım. Eşi ve kızlarının rıza göstermesine bir şey diyemem. Kendilerine kim veya kimlerin, neyi nasıl anlattığının ayrıntılarını bilmediğim için, endişe etmelerini de anormal bulmam. Ama mesai arkadaşlarının buna ihtiyaç duymalarına, üstelik bu seçme ve ayıklama işini, ilkeli ve ustaca yapamayışlarına üzüldüm. Evet, Hocamızın maddi varislerinin onayı alınmış fakat manevi varisleri olan talebelerinin duygu ve düşünceleri hiç dikkate alınmamış…

Siyasi vesayetten şikâyet eder dururuz. Bu da vesayetin bir başka versiyonu değil midir..?

Hocamız, yazdıklarının sorumluluğunu taşıyamayacak bir insan olmadığı gibi sivri dilli olan veya muhalefet tiryakiliği bulunan bir şahsiyet de değildi; müstakil, yerli milli, sıcak, samimi ve ihlaslı bir insandı. Makam ve şöhret hırsı da yoktu. Bu sebeple müşahedeleri, tenkitleri ve yazdıkları yaralayıcı değildi. Ben bunu tahmin olarak değil, test etmiş bir eğitimci olarak yazıyorum. “Yazdıkları, bazı kişiler için kırıcı, rencide edici olabilir; hukuki sonuçlar doğurabilirmiş.” tespitini kabul etmek mümkün değil; böyle bir iddiayı Hocamızı tanıyıp bilen, sevenlerin dillendirebileceğini zannetmiyorum…

Bazen ismini zikredip yazdığı bir cümlelik tespiti, Onun rahmet ve minnetle hatırlanmasına vesile olabileceği gibi, muhatabını da teşvik edici olmayacağını kim söyleyebilir..? Zemmettiği, hata ve eksiğini zikrettiği kişilerin hatasını fark edip tövbe etmesine vesile olması, farklı bir güzellik olmadığını kim iddia edebilir..?

1992 yılında, en yakın mesai arkadaşları ile Umre yaparken, Hıra dağında yaşadığı duygulu, güzel bir hatırası bile hazfedilmiş…

Kendisinin hazırlayıp dizdirdiği nüshada 18 sayfa olan 1992 yılına ait günlükler, basılan kitapta sadece 2 sayfa olarak yer almış. Bunu kim nasıl izah edebilir..?

Hocamızın her tespitinin doğru, hatasız, eksiksiz olduğunu söylüyor; iddia ediyor değilim. Elbette her beşer gibi Hocamızın da yanıldığı, yanıltıldığı hususlar, görüşler, tespitler olabilir; vardır da…

Benim de tespit ettiğim hatalı, eksik ve yanlış yorumları da var ama bunlardan bile istifade etmediğimi söyleyemem…

Recep Özkan kardeşimizin eşi ile ilgili, 20 Aralık 1992 tarihli günlüğünde, bir iki cümlesi Emine hanımı nasıl heyecanlandırdığı, memnun ve mutlu ettiğini görüp şahit oldum. Bu bölümün basılan kitapta hazfedilmesinin sebebini ben anlayamadım; anlayan varsa öğrenmek isterim…

Tenkit edip zikrettiği akademik unvan ve makam sahibi insanlardan, “görüşünü isabetli bulmasak da, Bekir Topaloğlu Hocamıza öyle görünmüş isek bizim eksikliğimizdendir.” deyip rahmet, minnet ve dua ile yâd edenler yanında, “evet yazdıkları doğrudur; bu vesile ile Rabbimden tekrar af ve mağfiret diliyorum” diyenleri de görüp dinledim…

Hatırat ve Günlükler ayna gibi olmalıdır; aynalar yansımaları gösterir. Kimse aynaya kızmaz; aksine, görüldüğü şekli beğenmeyenler, kendilerine çeki düzen verip görünmek istediği şekle bürünmesine, dönmesine vesile olur…

Ne dersiniz, siz aynalara kızıyor musunuz yoksa..?

Nice hatıratlar vardır; içinde hiç bir hata ve eksiklik gündeme getirilmemiş; savunma ve güzellemeler ile doldurulmuştur. İnandırıcı olmadıkları gibi ibret alınacak bir tabloya da rastlayamazsınız…

Merhum İmamı Gazali, kendi nefsine hitap ederek: “Ey nefsim, sakın olduğundan farklı görünmeye kalkma, kalkarsan, iki ihtimalden farklı bir durum söz konusu olamaz; muhatabın, akıllı ise olduğundan farklı görünmek istemene itibar etmez; onun gözünde daha da küçülürsün; eğer muhatabın ahmak ise, ahmağın gözünde büyümen ne işe yarar..?” der.

Evet, Bekir Topaloğlu hatırat ve günlüklerinin muhtasar hali bile olsa, Ensar Yayınları arasında yayınlanmasına sevindim. Seçme, kısaltma ve hazif yapanların başarısızlığını, ilkesizliğini görünce de üzüldüm. Bu duygular benim içimdeki duyguların satırlara yansımış halidir. Vesayetin hiç bir türlüsü hoş durmuyor. Hatırat yazmak nasip olursa, duygularımı daha gerçekçi yazmaya gayret edeceğimi söyleyebilirim. Kimseyi kırmak, itham etmek gibi bir kastım yoktur. Hocasına vefası olan, bir talebesinin bu duygularına tahammül edilmesini beklemeye hakkım var mı bilmem ama beni de böyle, yanlışa susmayı beceremeyen, patavatsız(!) biri olarak kabul ediniz lütfen… 05.05.2021 OF / Hamzalı

Ahmet Ziya İbrahimoğlu

A.ZİYA İBRAHİMOĞLU: S.A. Sami Bey, Muhterem Bekir Topaloğlu Hocamızın sizinle ilgili de müşahede ve tespitleri vardı fakat onları da muhtasar baskıda hazfetmişler.

Merhum Bekir Topaloğlu Hocamızın, Ensar Yayınları tarafından basılmış olan hatıratının değerlendirmesini yaptığım yukarıdaki yazımı ilgili arkadaş, dost ve hocalarıma göndermiştim. Bunlar arasında Sami Uslu Bey de vardı. Bu yazıyı okuduktan sonra Sami Uslu Bey bana yazdığı mesaj üzerine, aşağıdaki yazışmalar 05 Mayıs 2021 – 14 Haziran 2021 tarihleri arasında aramızda geçmiş yazışmalardır.

SAMİ USLU: Çok Değerli Kardeşim Ahmet Ziya İbrahimoğlu, Yayınlanmış hatıratlar konusunda nefis görüşlerinizi havi uzunca düşüncelerinizin kaleme dökülmüş metnini zevkle okudum. Her detaya yer vermişsiniz. Çok değerli ağabeyim diyebileceğim Bekir Topaloğlu’nun hatırları içinde yayınlanmamış bölümünde benden de bahsedildiğini küçük bir not şeklinde yazmışsınız. Fakat benden neyi istediğinizi yazmamışsınız. Eğer hatıralarımı yazıp yazmadığımı sormak istiyorsanız; bir kaç cümle içinde bu konuya temas etmek isterim. Lütfedip yazdığınız uzunca metninizde kastınız buysa kısaca şunları söylerim: Bana da bir hayli hatırat gönderen arkadaşlarım oldu. Birçoğunu şöyle bir baktım, okuyamadım. Kendime göre esbap-ı muciplerim var. Hatıra yazan kişi, hayatında bir güzel, hayırlı hizmeti başarmışsa bunu yazmalıdır. Yoksa şurada büyüdü, çocukluğunda hayvan otlattı, hatta eşekten bile düştü, beş- altı yaşlarında iken arkadaşlarıyla köyde oynarlarken komşuları Mustafa’nın onun üzerine çişini yapmasını dahi hatıralarda gördüğümde o kitabı hep bırakmışımdır. Bana ulaşan birçok hatıratta böyle şeyler gördüm. Âcizane ben de hatıralarımı bilgisayarıma yazdım. Fakat bastırmadım. Eğer yazdıklarım basılınca, birçok değerli kabul ettiğim arkadaşlarımla aram açılacak. Öbür hayata geçerken bu şekilde geçmiş olacağız. Bunları düşünüyorum. Bir de “Hafıza-yı beşer nisyan ile maluldür” fehvasınca bazı bildiğim konuları halen yaşayan arkadaşlarım arasında anlattığım oldu. Unutmuşlar. Hele bir örnek verirsem, çok şaşıracaksınız; merhum hocamız bu konuyu konuştuğum zaman hayatta idi. Başkanın da bulunduğu önemli bir ekip halinde TDV olarak bir şehrimizde bulunuyorduk. Orada bir olay vuku bulmuştu. Konu benimle ve onlarla ilgiliydi. Orada olan hadiseden bahsediyordum. Hem rahmetli Lütfü hocam ve hem de orada vuku bulan olayın kahramanı diyebileceğim arkadaşım da orada idi. Her ikisi de olup biteni unutmuşlardı. İnkâra yöneldiler. “Biz orada yoktuk” demişlerdi. Allah’tan bizzat o gün çektiğim fotoğraflar da yanımdaydı. Cebimden çıkarıp gösterdiğimde, mahcup oldular. Sadece unutmuşuz dediler. İşte bu sebeplerden dolayı yazdıklarımı yayınlamaktan çekiniyorum. Gönderilenleri de pek okuyamadım. Tayyar hocam hatıratını yazarken her bölümü göndermişti. Tartışmıştık. Öyle olabilir. Ama tayyar Altıkulaç. Ben çevreme göndersem kesin biliyorum onları yazmamamı isteyecekler. O zaman o hatıratın ne önemi kalmış olacak? Şu anda dahi yazmaktan imtina ediyorum. Bildiğim bazı konuların tek cümlemi dahi sizleri hayrete düşürecek hafızamda yaşanmış olaylar vardır. Bir de siz büyük tahliller yapmışsınız. Bu hatırattan onları didik didik etmenin ne yararı olur dediğim de oluyor. Hem sonra; acaba günah olmaz mı diyorum. O kişi -mesela- birlikte bir seyahatteyiz, bana çok önemli bir sırrını söylemiş. Fakat o sır o kişinin iç dünyasını aksettiriyor. Bunun bilinmesi çok önemli. Kabul ediyorum. O gün o konuyu bana bir sır şeklinde bahsetmiş.

Onu yazmam günah olmaz mı? İşin vahameti o sır yıllarca sonra ortalara dökülmüş. Benden başka da bilen yok. Şimdi onu açıklamam bir hayli velvelenin kopmasına vesile olmayacak mı?

Bütün bunlar öbür hayatımızda önümüze konulup OKU KİTABINI denilmeyecek mi? Ben de içimi açmış oldum. Fakat Bekir hocamızın benim hakkımda mesela ne dediğini öğrenemedim. İşte bir örnek, bu konu benim için bir vesveseye sebep olmayacak mı? O konunun doğrusunu da rahmetli hocamla görüşüp belki tashih etme imkânımda zail olduğundan muhtemeldir ki, yazdıkları durum benim için daha farklıdır. Bilmedikleri bir ciheti de belki bulunmaktadır vs. Bunlar uzayıp gidiyor. Ahmet Ziya kardeşim konular zincir olup gidiyor. Mekke-i Mükerreme’de o kadar yıllar görev yaptım. Sizlerden kimse odama uğramadı. Ümmül Kura’da o kadar öğrenci bulunuyordu. Beni nasıl görüyordunuz bilmiyorum. Halil İbrahim Kutlay Bursalı hemşerimdi. Bazen haremde karşılaşırdık. Selamını dahi benden esirgerdi. Şimdi geçen akşam televizyonda, hem de diyanetin televizyonunda konuşurken gördüğümde, içimden “Ben de diyanetin bir elemanıydım, Mekke’de yanıma hiç uğramamıştı” dedim eşime o an. Bunlar da hatıra olmaz mı? Düşündüğüm zaman, oradaki yalnızlığım içimde beni bir hoş yapmaktadır. Sadece bir kaç arkadaşınız benimle olmuşlardı. Bana yardımcı olmaktaydılar. Belki de onlar hakkında neler söyleniyordu. O da işin bir başka veçhesi. Neyse, uzun oldu. Bu kadarla iktifa edelim. En derin selam ve sevgilerimle. Hayırlı iftarlar. Yaklaşan gecelerin sultanlarını da can-ı gönülden tebrik ediyorum.

SAMİ USLU: Merhum Bekir Topaloğlu hocamın sanıyorum benimle ilgili yazdıkları başörtüsü konusunda bir ilgim olmuştu. Bir gece bir yerde bir araya gelmiştik. Kendilerinden aldığım bir notu bir generale ulaştırma konusuydu. Ben görevimi yapmıştım. O general hulf etmişti. Bu konu olabilir. Hem de o general namazında niyazında birisiydi. Selamlar

A.ZİYA İBRAHİMOĞLU: Sami Bey, Düşüncelerinizi yansıtan notunuz için teşekkür ederim. Merhum Hocamızın hatıratında sizinle ilgili, yanılmıyorsam Tayyar Beyin görevinden sonra Başkan olma heves ve isteğinizi, bu istikametteki çalışmalarınızı anlatıp değerlendiriyordu…

Notlarım arasında yok; olsaydı sizinle paylaşabilirdim. Yeniden arayıp bulmak için de tarihini bilmeden bulmak zor… Eğer bulup göndermemi isterseniz takribi tarih yazın; bakıp bulmaya çalışayım…

Mekke’de sizi ziyarete gelemeyişimizin sebebi zannettiğinizden çok farklı, daha önce bu konuda size bir değerlendirme notu yazmıştım. Unutmuş olabilirsiniz…

Mekke’ye ziyaret için geldiğinde M.S.Yazıcıoğlu Hoca da bunu görmüş, hatırlatmıştır.

Makam sahibi insanlara yaklaşmak, yanlış anlamaya açık bir konu, sizin davet edip tanışma imkânı tanımanız uygun ve doğal olandır. Sizin Mekke’ye gelmenizden önce DİB’nın Harem idaresine yazdığı yazılara muttali olmuş ve bir soğukluk oluşmuştu. Bu soğukluğu gidermek görevi size yakışırdı. Bizden böyle bir şey beklemeniz doğal ve uygun olan değildir…

Nitekim M.S.Yazıcıoğlu gelip bizi davet edince hepimiz koşarak Mekke’deki müşavirlik makamına geldiğimiz görülmüştür…

Halil İbrahim Kutlay kardeşimiz dâhil hiç bir arkadaşımız sizin davet ve ilginizi karşılıksız bırakmayacağından ben emindim.

Ben Mekke’ye maaşlı mezun olarak DİB tarafından gönderilen ilk ve tek talebeyim. Davet ve ilginizi karşılıksız bırakma ihtimali olabilir mi..?

Hatıratlar ve günlüklerde mahrem sayılacak özellerimizi zikretmek zorunda değiliz. Ama zikrettiğimiz konuları doğru ve vakıaya uygun aktarmak, ibret almaya açık şekilde zikretmek zorundayız…

Kamuya yansımamış, kamuyu ilgilendirmeyen, ibret vesilesi olmayacak konuların yazılması hatırat sahibinin takdirindedir.

Ancak kamuyu ilgilendiren konuları gizleme, saklama veya güzelleştirerek göz boyama şeklinde anlatmamız hem hata hem de amme hakkı ihlalidir.

Şahıslar arası özel meseleler, ammeye yansımamış, ammeyi de ilgilendirmiyorsa zikredilmesi gerekli ve zaruri olmadığı gibi bazen hata da olabilir; kul hakkı ihlali kabul edilebilir; günah sayılacak alana girebilir. Biz bunları kastetmiyoruz…

Mesela Rü’yeti Hilal konusu ammeyi ilgilendiren bir konu, bu konuda bildiklerimi, doğru ve dürüst bir şekilde yazıp ortaya koymamın birilerini rahatsız etmesi, kul hakkı ihlali olmadığı gibi günah da olmaz.

Uzatmadan kısa anlatımlarda eksik ve hatalı anlatmaya yol açılabiliyor…? Anlayışınıza güveniyorum… Selam ve hürmetler…

SAMİ USLU: Çok teşekkür ederim. Mekke’de davet konusunu istişare etmiştim. Beni yanıltmışlar o zaman. Bunu öğrenmiş oldum. (Gelmezler) denilmişti. Mustafa Sait Yazıcıoğlu günlerinde ben Mekke’de görevli değildim. Yazıcıoğlu 17.06.1987-02.01.1992 tarihlerinde görev yapmıştı. Ben Mekke’den 1986 yılında ayrılmıştım.

Bekir hocamız konusu; her halde sanıyorum, 1978 yılındadır. Tayyar beyin Başkanlığı ve kararnamesinin çıkması ve hatta başkan olmasında dahlimle ilgilidir. Onun başkan olması olayının tam merkezindeydim.

Günah konularında her zaman والتجسسو emr-i ilahisini düşünenlerdenim. Selam ve sevgilerimle,

Külfet ihtiyar etmeyiniz. Çok teşekkür ederim.

A.ZİYA İBRAHİMOĞLU: M.S.Yazıcıoğlu DİB döneminde mi, Bakanlığı döneminde tam net hatırlayamıyorum, ama Mekke’yi ziyaret etmişti; siz mi yoksa sizden sonraki ataşemiz mi bütün öğrencileri davet etmiş ve hep beraber davete icabet etmiş olduğumuzu net ve kesin hatırlıyorum. Sizin 1986 da ayrıldığınızı biliyorum. Nitekim ataşelikte, makamınızda, sizinle kısa bir fikri müzakeremiz olduğunu da sizlere daha önce yazmıştım.

1987 yılına bakayım; bulabilirsem göndereyim fakat hatalı bir tespit te olsa hocamıza rahmet duasına vesile kılmanızı arzu ediyorum…

SAMİ USLU: Ahmet Ziya bey kardeşim, M. Sait Yazıcıoğlu bakan olduğu zaman ben emekli olmuştum. Görevde değildim. Ümmül kura öğrencileri bizlere neden soğuktu? Bizler 1980 öncesi ve daha sonra MGK Konseyi günlerinde görevde idik. Burada anlatmak çok zordur. 52 hutbede bir yıl boyunca Atatürk ilke ve İnkılaplarının Cuma hutbelerinde cemaate anlatılması emredilmişti. Hutbede Atatürk’ün adına dua edilmesi isteniyordu.

Bugün çok rahat. Cumhurbaşkanımız alenen aşırlar okuyor. Bu gün hem konuşmak hem de görev yapmak çok kolay. Dile bizden ne dilerseniz devri.

Daha geriye gidersek, 14 Mayıs 1975 yılında bir Çarşamba akşamı Ankara’da Aşağı Ayrancı’da MSP Malatya MV Turhan Akyol’un evinde Necmettin Erbakan, Harun Aytaç, Ali Acar, Ömer Lütfi Zararsız, Mehmet Boz geyik ve ev sahibi Turhan Akyol olmak üzere;

BİZLER DE: Fahri Demir, Rıza Özsu, Rıza Selim Başoğlu, Sami Uslu, Hamdi Mert, M. Ali Alan, Ömer Kama, Mehmet Solmaz, İsmail Lütfi Çakan ve Kazım Serhatlı (Kerim isminde birisi daha vardı) isimlerden oluşan bir heyet halinde olmak üzere bir toplantı yapmıştık.

O gece saat 03.00 te toplantımız sona ermişti. Erbakan hoca bizleri diyanet olarak MSP’ne açıktan hizmete çağırmıştı. Uygun görmemiştik. Diyanet büyük zarar görür deyip görüşlerini tenkit etmiştik. Ayetler okuyarak, Allah Resulünün Mekke devrini hatırlatarak. İşte bundan sonra bizler her mekânda merdud olmuştuk. Mekke’deki bana karşı olan bürudette de bu vardır. Çağırsam da belki bir kaç kişi müstesna, Gelinmezdi. Kanaatim böyledir. Bana göre olayın esası siyasidir. Biz o zaman bin bir sıkıntılarla diyaneti korumaya çalışıyorduk. Hiç te onların istediği gibi ne hutbe okunmuştu ve ne de o çeşit dualar hutbeler de edilmişti. Biz anlaşılmamıştık. Allah her şeyi biliyor. Tarihten bir yaprak oldu. Teşekkürler. Selam ve sevgilerimle.

SAMİ USLU: Hemen hemen hepsi vefat etti. Rabbim cümlesinden razı olsun. Mekânları Cennet olsun. Bir kaç harf hatası yine var. Sizin maşallahınız var. Çok güzel ve düzgün yazıyorsunuz. Karine ile anlaşılıyor. Bir de siz de bilirsiniz, o tarihte Cidde B.Elçiliğinde Eğitim Müşaviri bulunmuyordu. Sizlerin problemleriyle ilgileneyim diye elçilikten MEB’na bir teklifim olmuştu. Bakanlık da beni diyanetçi olduğum için kabul etmemişti. Ret etmişti. Ne Musa’ya, ne İsa’ya yaranamıyorduk. Hey gidi günler hey!!!!

A.ZİYA İBRAHİMOĞLU: Sami Bey, Hamdolsun hayatımın hiç bir döneminde aşırı uçlarda olmadım; politik veya dini hiç bir hizbe intisabım olmadı. YİE boykot yıllarında, boykota bile karşı oldum fakat samimi gördüğüm herkesle irtibatımı da sürdürdüm. Müstakil kalıp Ön fikirli olmadım…

Sizin de içinde olduğunuz resmî ünvanlı ağabey ve kardeşlerimiz politik ve idari mülahazalarla benim durumumda olanlara karşı bile soğuk ve mesafeli durdu. Ön fikirli oldu. Bunu, asla sizleri itham etmek için yazmıyorum. Ben 70 yaşına yaklaşırken siz de 80 i aşmış durumdasınız. Doğal ve samimi olmamız şart ki helalleşmemiz mümkün olsun. Benim yaşadıklarımı yazsam çok ilginç ve çarpıcı olayların iç yüzünü, gerçeğini öğrenmenin şaşkınlığını yaşayabilirsiniz..?

Solcu, sağcı, dindar, dinsiz, Süleymancı, nurcu, tarikatçı, vehhabi herkesle irtibat kurabilen, başkasının sözü ile hüküm vermeyip muhatabına savunma fırsatı tanıyan bir yapıya sahip olduğumu, beni tanıyanlar inkâr edemez…

Üstelik DİB görevlendirmesi ile maaşlı mezun olarak Mekke’de bulunduğum halde irtibat kuramayışımızın faturasını sadece bize çıkartmanız kesinlikle isabetli değil. Hasan Elik gibi dünyevi eğilimi ağır basan arkadaşlar bizimle yaklaşmanızı asla arzu etmez olduğunu, buna politik gerekçeler uydurabileceğini, bunların yönlendirmesi ile ön fikriniz oluştuğunu dikkate almanızda fayda var…

Sizin ifade ettiğiniz durumda olan, politik görüşleri sebebi ile Diyanete karşı soğuk bakanlar olduğunu inkâr ettiğimi zannetmeyin. Bu durumda olan arkadaşların varlığı inkâr edilemez bir gerçek. Ama aklıselim ile hareket eden ve davete icabet etme sorumluluğu taşıyan arkadaşların çoğunlukta, hâkim durumda olduğunu da inkâr edemem.

Benim 5 yıl imamlık yaptığım, 1 yıl müftülük yaptığım yerlerde herkese samimi olarak kucak açtığımı bugün bile karşılaştığımız insanların hepsi bilir ve kabul eder.

Bekir Topaloğlu Hocamız bunu yakından görüp bilenlerdendi. Bu sebeple ben istifa ettiğim halde, maaşlı mezun olarak ayrılmamı o isteyip ısrar ederek Diyanete telkin etmişti…

Mekke’de İrtibat kuramayışımızı bu bilgiler ışığında yeniden değerlendirmenizi arzu ederim. Bu uzunca notu sadece bunun için yazdım…

Biz Mekke Üniversitesi’nin rektörü tavassutu ile Haremi Şerif’te Cuma günü vaaz etme iznine sahiptik. Diyanet adına yazılan bir yazı ile, Haremde Süleymancıların vaaz ettiği iddia edilmiş ve buna mani olunmak istenmiştir. Bunu bilir misiniz..?

Oysa vaaz edenler Süleymancılar değil bizlerdik. Bunları yaşayıp görenlerin Diyanete karşı soğuk durmalarını engellemek çok kolay olduğunu mu zannediyorsunuz..?

SAMİ USLU: Şu yazdıklarınızdan Allah şahittir çok memnun oldum. Sizleri daha çok sevme duygusu oluştu içimde. Allah razı olsun. Ben şahsınızı hiç kast etmedim. Zaten müşavirliğim günlerinde gelmiştiniz. Bir görüşmemiz de olmuştu. Müftülük te yaptınız. Aramızda fark yok ki. Ben o tarihlerdeki siyasi ahvali hatırlatmıştım. Sizlere yapılanları asla kabul etmem. Yakından görüşebilseydik her hal ü karda size faydam dokunurdu. Zaman zaman Mustafa Demirkan ve Fatih Saraç’ı evime sabah namazı sonrası kahvaltıya götürmüştüm. Hiç bir sıcaklık görememiştim. Giyinme şeklime dahi hor bakılıyordu. Ben diplomat konumundaydım. Hem de bahsettiğim devirde. Oradaki öğrenciler gibi nasıl giyinebilirdim? Yazılacak şeyler bir hayli. Bu gün güzel oldu. Eski günlere gittik. Sağ olunuz. Beni cidden memnun ettiniz. İnşallah Rabbim görüşmeyi tekrar nasip eder. Selam ve sevgilerimle. Hayırlı iftarlar.

A.ZİYA İBRAHİMOĞLU: Evet muhterem hocam, her ne olursa olsun irtibat kopukluğu onaylanamaz; her şeyi görüşüp konuşarak birbirimizi anlamak zorundayız. Anlaşamayacağımız konular çok az olabilir.

Son olarak, hemşeriniz Halil İbrahim Kutlay, hem İst. YİE den hem Mekke’den çok iyi tanıdığım bir arkadaşımızdır. Benim gibi olmasa da uyumlu ve orta yolu izleyen, Mekke’de kendini en iyi yetiştiren arkadaşlarımızdan biridir.

Zihni meşgul olan baktığını bile göremezmiş..? Sizi gördüğü halde selam vermemesi veya selam almaması asla söz konusu olacak bir yapıda değildir. Konuşup tanışsanız ve kabiliyetlerini bilseniz, irtibatta gecikmiş olmanıza kesinlikle üzülürsünüz…

İsmini zikrettiğiniz için söyleyeyim; Fatih kardeşimiz için aynı şeyleri söyleyemem…

Allah’a emanet olasınız…

SAMİ USLU: Orucunuzu Allah kabul etsin. Evet, söyledikleriniz aynen öyle. Katılıyorum. Hatırlıyorum, bir ara sizi Fuat’a sormuştum. Çok takdir ettiğini beğendiğini söylemişti. Gıyabınızda sitayişkâr sözler etmişti. Hepimiz beşeriz. Halil İbrahim’in biraderi Bursa’da vaizdir. Çok değerli bir gençtir. Mübarek gecelerimi her zaman tebrik eder. Beğenirim. Güzel de vaaz eder. Ama H. İbrahim’le sadece bir defa Ali Özek hocamla birlikte olmuştuk. Her halde Habennek isminde galiba (Ürdünlü veya Lübnanlı) bir hocanın eviydi. Başkaca olmamıştık. Belki kim daha ne değerler vardır. Tanışmadık. Hayat akıp gitti. Vesile oldunuz. Görüştük. Allah razı olsun. Selam ve dualarımla.

9