Kardeşliğin Mayası Kavmiyet Değil, İslamdır.
Bu yazı, Em. Albay Hüseyin Akkaya Beyin bana gönderdiği ve Saygı Öztürk Beyin köşesinde paylaştığı, Atilla Pak imzalı yazıyı okuyup görüş beyan etmem isteği üzere kaleme alınmıştır. (A.Z.)
İslâm Ümmet Anlayışı Ekseninde Bir Tahlil ve Cevap
Mukaddime
Kök, hatıra, aidiyet… Bunlar insanın tabiî arayışlarıdır. Fakat bu duygular, ilâhî ölçülere tâbi kılınmadığında, bir fazilet değil, bir fitne kaynağı hâline gelebilir. Bu sebeple, Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de insanları farklı kavimlerden yaratmış olduğunu bildirirken, bu farklılığın bir üstünlük sebebi değil, tanışma ve hikmetli tefekkür vesilesi olduğunu beyan buyurmuştur:
“Ey insanlar! Şüphesiz biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve sizi kavimler ve kabileler hâline getirdik ki tanışasınız. Şüphesiz Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı en çok takvâ sahibi olanınızdır.” (el-Hucurât, 49/13)
Bu âyetin şehadetiyle, değer ölçüsü takvâ; birleştirici vasıf ise İslâm’dır. Bu bağlamda, bazı makalelerde “ayrıştırmak için değil, birleştirmek için konuşuyorum” denilerek kavmiyet vurgusuyla kimlik söylemleri öne çıkarılmakta; bununla birlikte “Türkiyeli değil Türk’üm” gibi ifadelerle esasen bir etnisiteye üstünlük atfedilmektedir. Bu da, dolaylı ve çarpıtılmış bir kavmiyetçiliği örtülü şekilde yaygınlaştırma tehlikesi taşımaktadır.
Kavmiyetçilik İle Ümmet Kardeşliği Arasında Tezat
Müslümanları birbirine bağlayan asıl bağ, İslam bağıdır. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Mü’min, mü’minin kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez.” (Buhârî, Mezâlim, 3)
Bu kardeşlik, bir kavmin, bir dilin veya bir bölgenin değil, Allah’a ve Resûlü’ne bağlılığın neticesidir. Nitekim Medine’de Resûlullah (s.a.v.) Müslüman muhacir ve ensarı birbirine kardeş kılmış; Arap olanla olmayanı, Kureyşli ile Habeşliyi, azatlı köle ile ensarın önde gelenlerini aynı safta birleştirmiştir. Ümmet, ancak bu temel üzerinde yükselmiştir.
Hâlbuki modern kavmiyetçi söylemler, “isimlerimizi silmeyin”, “geçmişimizi küçümsemeyin” gibi duygusal cümlelerle kamufle edilse de, aslen ümmet birliğini örseleyen, mü’minleri etnisite ekseninde konumlandırmaya çalışan ve İslâm’ın evrensel kardeşlik çağrısını gölgede bırakan bir zihniyetin tezahürüdür.
Üst Kimlik Tartışmaları: Kavmiyet Mi, İslâm Mı?
“Türk” kavramının “üst kimlik” olarak takdim edilmesi ve bu söylemin “birleştirici” olduğu iddiası, dikkatle tahlil edilmelidir. Zira üst kimlikten maksat, fertlerin hepsini adaletle kuşatan, birini diğerine üstün kılmayan ve tarihî tecrübeyle sabit olmuş bir bağ ise, bu bağ ancak İslâm olabilir. Nitekim Osmanlı tecrübesi bunu ispatlamıştır: Farklı etnik unsurlar, din kardeşliği ve şer‘î adalet çatısı altında yüzlerce yıl bir arada yaşayabilmiş, “millet sistemi” ile hukukî temsilleri muhafaza edilebilmiştir. Modern ulus-devletlerin ‘etno-merkezli üst kimlik’ anlayışları, birleştirici bir vasıf taşımaktan ziyade, tefrikayı besleyen bir rol oynamaktadır.
Bir kavme mensup olmak ayıp değildir; ama onu merkeze alıp öne çıkarmak, ümmeti zayıflatmak demektir. Bu bağlamda İmam Şâtıbî’nin şu tespiti dikkat çekicidir:
“İslâm’ın koyduğu siyâsî birlik ve ümmet anlayışı, kabîlecilik ve asabiyet üzerine kurulmamıştır. Aksi hâlde her kavim kendi merkezini arar, bu da tefrikaya sebep olur.” (el-Muvâfakât, I/357)
“Türkiyeli” Tabirine Duyulan Tepki: Aslında Ne Anlama Geliyor?
“Türkiyeli” ifadesine tepki gösterilerek “Ben Türk’üm” demek, ilk bakışta bir hak arayışı gibi görünse de, esasen diğer etnik kimlikleri gölgede bırakma saikiyle ifade edildiğinde, fiilî olarak asimilasyoncu bir anlayışa dönüşebilir. Çünkü “Türkiyeli” kavramı, içinde Arap’ı, Kürt’ü, Çerkes’i, Laz’ı ve diğerlerini barındıran bir coğrafyanın müşterek adıdır. Buna karşı “Türk” kelimesinin hem etnik hem üst kimlik anlamında kullanılmasında ısrar, diğer unsurları potada eritme riskini taşır.
İmam İbn Haldun şöyle der:
“Kavmiyetçilik (asabiyet) üzere birleşenler, diğer grupları küçümser; bu da siyasî ve içtimaî çözülmenin başlangıcı olur.” (el-Mukaddime, s. 203)
İslâm: Tüm Kimlikleri Kuşatan Yegâne Üst Kimlik
Resûlullah (s.a.v.) Veda Hutbesi’nde, bütün kavmiyetçi ve ırk merkezli üstünlük iddialarını kökünden reddetmiştir:
“Arabın Acem üzerine, Acemin Arap üzerine; beyazın siyah üzerine, siyahın beyaz üzerine hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük yalnızca takvâ iledir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/411)
Bu beyan, bir anayasa metni gibi anlaşılmalı; bugün yeniden ümmeti inşa edeceklerin temel harcı olmalıdır. Kavmî adlar, soy bağlarını ifade eder; fakat siyasî birlik ve kardeşlik ancak inanç temelinde mümkündür. Tarihte bunu sağlayan İslâm’dır; başka bir kimlik değil.
Netice Yerine
Mardinli olmak bir şeref olabilir, ama mü’min olmak daha büyük bir şereftir. Batman’da doğmak, Dara’dan gelmek bir hatıra olabilir, ama Kâbe’ye yönelmek, Resûlullah’ın izinden yürümek bir hakikattir. Kimliklerimizi yüceltmekle değil, kulluğumuzu izhar etmekle övünmeliyiz.
Bugün “Türküm” diyerek kavmiyetçi bir üst kimlik dayatanlar kadar, “Kürtüm” yahut başka bir kimliği yücelten söylemler de ümmeti bölmektedir. Her iki söylem de İslâm’ın kardeşlik temelini zedelemekte ve ümmet şuuru yerine kavmî tefrikayı beslemektedir.
O hâlde asıl şeref, Allah’a kul, ümmete kardeş olmaktadır. Gerçek birlik, “Ben Türk’üm” ya da “Ben Kürdüm” demekte değil; “Biz mü’miniz” diyebilmektedir.
Rabbimiz Kur’ân’da şöyle buyurur:
“Şüphesiz ki bu ümmetiniz, bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim; öyleyse bana kulluk edin.” (el-Enbiyâ, 21/92)
Hazırlayan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
25.07.2025 – OF
مَعْجُونُ الأُخُوَّةِ فِي الإِسْلَامِ لَيْسَ القَوْمِيَّةَ، بَلِ الإِسْلَامُ نَفْسُهُ
تحليلٌ ورَدٌّ في ضوء مبدأ الأمة في الإسلام
الحمد لله الذي جعل رابطةَ الإيمان أقوى من كلّ رابطة، وأوثقَ من كلّ صلة، وأشهد أن لا إله إلا الله، وحده لا شريك له، جعل التقوى ميزانَ التفاضل بين الناس، فقال: ﴿إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ﴾ [الحجرات: 13]، وأشهد أن محمدًا عبدُه ورسولُه، بلّغ الرسالة، وأدّى الأمانة، ونصح الأمّة، وتركها على المحجّة البيضاء، لا يزيغ عنها إلا هالك، صلّى الله عليه وعلى آله وصحبه، ومن سار على نهجه إلى يوم الدين.
مقدمة
كثيرًا ما تُرفَع أصواتٌ تزعم أنّها تدعو إلى الوحدة والتآخي، بينما تُخفي في طيّاتها تعصّبًا قوميًّا مموَّهًا، وتُروّج لمفاهيم تُفرّق ولا تُجمّع، وتُثير الفتن بدعوى الحقّ في التعبير، والانتماء إلى الجذور، والاعتزاز بالهويّة. والحقُّ أنّ مثل هذه الخطابات –وإن بدت ظاهرًا بريئةً– تنطوي على مغالطاتٍ جوهرية، ومقاصدَ خطيرة، تمسُّ كيان الأمة الإسلامية، وتنال من وحدة صفّها وتماسك بنيانها.
إنّ من أعظم ما أفسد مسيرةَ الأمم السابقة هو تعصّبها لأجناسها، وافتخارها بأنسابها، واعتقادها أنّ الشرفَ إنما يكون في الدم لا في العمل، وفي العِرق لا في العقيدة. وقد جاء الإسلام ليقوّض هذه الوثنيّة العصريّة، ويقيمَ مكانها صرحَ الإيمان والتقوى، ويجعل معيارَ التفاضل في طاعة الرحمن، لا في أحساب الجاهليّة.
الأخوّة في الإسلام: أصلٌ فوق كلّ أصل
يقول الله تعالى: ﴿إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ﴾ [الحجرات: 10]، ويقول النبي صلى الله عليه وسلم: «المسلم أخو المسلم، لا يظلمه، ولا يُسلمه، ولا يَخذُله» (متفق عليه). فالرابطةُ التي تجمع المسلمين ليست رابطةَ أرضٍ، ولا لغةٍ، ولا نسبٍ، وإنّما هي رابطة الإسلام التي لا يُعلوها علوّ، ولا يساويها قدرٌ. وهذا هو الذي جعَل سلمان الفارسيّ من آل بيت النبي عليه الصلاة والسلام، وبلال الحبشيّ سيّدًا في قومٍ كان يُنظر إليه بالأمس نظرةَ ازدراء.
فأيّ أخوّةٍ هذه التي تُبنى على القوميات والعصبيات؟! وأيُّ دعوةٍ إلى الوحدة تلك التي تُقصي الإسلام عن أن يكون هو الجامع الأعلى؟! إنّ المسلمَ حين يَعتزُّ بدينه، ويَلتفُّ حول هويّته الإيمانية، فإنّه لا يُقصي أحدًا، ولا يحتقر قومًا، بل يُنادي كما نادى القرآن: ﴿يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُم شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا﴾ [الحجرات: 13].
الإسلام فوق القومية: الدولةُ لا تُبنى على الدم، بل على القيم
لم يقم الإسلام دولةً عِرقيّة، ولا رسَّخ هويةً قائمةً على اللغة أو الجغرافيا، بل أقام دولةً تُحكم بشرع الله، وتَتَّسع لكلِّ من آمن به، عربيًّا كان أو أعجميًّا، قرشيًّا أو حبشيًّا. بل لقد بيَّن النبيُّ صلى الله عليه وسلم منذ أول يومٍ في المدينة أنّ رابطة الإيمان والإسلام أقوى من كلّ روابطِ الدم، فقال: «دَعُوها فإنها مُنْتِنَة» عندما سمع أحدهم يقول: يا للأنصار، وآخر يقول: يا للمهاجرين، في فتنةٍ كادت أن تعصف بالصفّ.
إنّ الدعوةَ إلى القومية –وإن تزيَّنت بألفاظ الوحدة والوفاء للوطن– تنقض أصلًا عظيمًا من أصول الإسلام، وهو مبدأُ الأمة. بل إنّ النبيّ صلى الله عليه وسلم قد خالف في دعوته كلَّ تقاليد القبائل، ودعاهم إلى رابطةٍ جديدةٍ هي رابطةُ الإسلام، مما جعل قريشًا تتهمه بتمزيق وحدة القبيلة، لا لأنه دعاهم إلى الفُرقة، بل لأنه دعاهم إلى ما فوق العصبية.
الإسلام هو الجامع، واللغة أداةٌ لا هوية
ليس من الإسلام أن تُجعل اللغة أو القومية معيارًا للهوية أو سببًا للتمايز بين الناس. اللغةُ أداةٌ للتواصل، لا معيارٌ للانتماء. ولئن كان العربيّ يعتزّ بعربيّته، فليكن ذلك من باب الشكر على النعمة، لا من باب التفاخر، فإنّ النبيّ صلى الله عليه وسلم قال: «ليس منّا من دعا إلى عصبيّة»، وقال: «من قاتل تحت راية عُمِّيّة، يغضب لعصبة، ويدعو إلى عصبة، فقُتل، فقتلته جاهليّة».
خاتمة
لقد ابتُلِي المسلمون اليوم بألوانٍ من الدعاوى، تُلبَس لباسَ الوطنية، وتُروَّج باسم الحقوق، وهي في حقيقتها مشاريع تفريق، ومساعٍ لإبدال الهويّة الإسلامية بهويّاتٍ مائعة لا تُقيم للشرع وزنًا، ولا تُبقي للأمّة كيانًا. وإنّ من أعظم الخيانةِ للأمة أن يُستبدل رابطةُ الإسلام برابطةِ الدم، أو يُقدَّم الاسمُ القومي على الانتماء إلى العقيدة.
فلنَعتزَّ بإسلامنا، ولنُعلِ راية الإيمان، ولنجعل كلمتنا واحدةً: نحن أمةٌ مسلمة، نؤمن بالله، ونوالي مَن والاه، ونتبرّأ ممن خالفه، ﴿وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللَّهِ جَمِيعًا وَلا تَفَرَّقُوا﴾ [آل عمران: 103].
أعده: أحمد ضياء إبراهيم أوغلو
٢٥/٧/٢٠٢٥ مدينة أُوف – تركيا