Onaylanmamış Sevr’le Korkutanlar, Lozan’la Esareti Resmileştirmedi mi?
1. Türkiye’nin İstiklâl Harbi Hangi Harptir? Ne Zaman Başlamış, Ne Zaman Sona Ermiştir?
İstiklâl Harbi; Anadolu’nun emperyalist devletlerce paylaşılmak istenmesine karşı verilen millî bir direniş mücadelesidir. Resmî tarih söylemine göre bu harp, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mirliva Mustafa Kamal Paşa’nın teşebbüsüyle başlamış ve 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması’nın imzalanmasıyla sona ermiştir. Ancak askerî anlamda kesin zafer, 9 Eylül 1922’de İzmir’in kurtarılmasıyla elde edilmiştir.
2. İstiklâl Harbi Esnasında Düşman Devletleri Hangi Devletlerdir?
İstiklâl Harbi’nde Türk milletinin karşısında, başta İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan olmak üzere, Osmanlı topraklarını paylaşmak isteyen itilaf devletleri yer almıştır. İngiltere, Yunanistan’a doğrudan askerî destek verirken, Fransız ve İtalyanlar da çeşitli cephelerde işgal girişimlerinde bulunmuştur. Ermeni ve Rum çeteleri de bu işgallerin birer maşası olarak kullanılmıştır.
3. İstiklâl Harbi Dönemindeki Hükûmet Hangi Hükûmettir?
İstiklâl Harbi süresince resmen Osmanlı Devleti mevcuttur ve padişah Vahîdeddin hâlâ tahtta oturmaktadır. İstanbul Hükûmeti, mütareke şartları altında işgal baskısı altındaydı. Ancak Anadolu’da teşekkül eden Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin bir araya gelmesiyle 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi kurulmuş ve fiilî bir yönetim doğmuştur. Bu durum, aynı dönemde iki merkezli bir devlet yapısını ortaya çıkarmıştır: İstanbul’da padişah ve Bab-ı Âli; Ankara’da ise meclis ve heyet-i vekîlâ.
4. İstiklâl Harbi Esnasında Genelkurmay Başkanı Kimdir?
Mustafa Kamal Paşa, Anadolu’ya gönderildiği sırada Harbiye Nezareti’ne bağlı Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa (daha sonra Çakmak) idi. 1920’den sonra Ankara Hükûmeti’nin teşekkül etmesiyle Fevzi Paşa, Millî Müdafaa Vekili ve ardından 1921’de Ankara’daki Genelkurmay Reisliği’ne getirildi. Yani, İstiklâl Harbi sürecinde hem İstanbul hem Ankara’da Genelkurmay makamları mevcuttu ve zamanla ağırlık Ankara’ya kaymıştır.
5. İstiklâ Harbi’nde M. Kemal Paşa’nın Görevi Nedir?
Mustafa Kamal Paşa, 1919 yılında Osmanlı Devleti tarafından 9. Ordu Kıtaatı Müfettişi olarak görevlendirilmiş ve Karadeniz bölgesinde asayişi temin etmesi, silah ve cephane kaçakçılığını önlemesi istenmiştir. Yani bir asker olarak tayin edilmiştir. Anadolu’daki millî direnişi başlatması, bu resmî vazifesini aşarak halkla beraber yeni bir mücadele cephesi inşa etmesiyle mümkün olmuştur. Ancak unutulmamalıdır ki bu görev, mevcut Osmanlı Devleti’nin bir tayini neticesidir.
6. İstiklâl Harbi Ne İçin Yapılmıştır?
Hilâfetin İlgası, Harf İnkılâbı, Medreselerin Kapatılması ve Lâikliğin Getirilmesi İçin mi İstiklâl Harbi Verilmiştir?
İstiklâl Harbi, resmî söylemde “vatanın parçalanmasına karşı milletin istiklâlini ve dinini muhafaza etmek” maksadıyla yapılmış bir harptir. Hilâfet makamı, İslâm dünyasını manevî olarak birleştiren en üst otorite olarak kabul edilmekteydi ve işgaller karşısında Müslüman halkın direncini diri tutan bir semboldü.
Bu harbin, sonradan yürürlüğe konan inkılaplarla hiçbir doğrudan irtibatı bulunmamaktadır. Zira istiklâl kazanıldıktan sonra hilâfet ilga edilmiş (1924), medreseler kapatılmış, harf inkılâbı yapılmış ve lâiklik resmen benimsenmiştir. Oysa halk, bu harp esnasında hilâfet ve dinî değerleri muhafaza etmek için cihad çağrısına uymuştur. Bu durumda, harbin hedefleri ile neticesinde yapılan uygulamalar arasında ciddi bir uçurum olduğu görülmektedir.
7. ODönemde Devlet ve Hükûmet Yok Muydu? Genelkurmay Başkanı Neden Anılmaz?
Evet, 1919’da Osmanlı Devleti resmen mevcuttur. İstanbul’da Padişah, Sadrazam ve Harbiye Nezareti ile birlikte işleyen bir hükûmet ve Genelkurmay teşkilatı vardır. Mustafa Kamal Paşa, bu meşru yapı tarafından görevli kılınmıştır. Fakat harp sonrasında elde edilen başarıların, onu tayin eden iradeye değil de yalnızca onun şahsına atfedilmesi, tarihî açıdan objektif olmaktan uzaktır.
Bu yaklaşım, devletin üst kadrolarını yok saymakta ve zaferi bir şahsın tekelinde yorumlamaktadır ki bu, ne ilmî ne de siyasî bakımdan izah edilebilir.
8. Sevr Anlaşması Osmanlı Meclis-i Mebusanı Tarafından Onaylanmış mıdır?
Hayır. Sevr Anlaşması, 10 Ağustos 1920’de, işgal altındaki İstanbul’da, birkaç devlet adamı tarafından imzalanmış; ancak ne padişah ne de Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı tarafından onaylanmıştır. Yani bu anlaşma, bir proje ve baskı metninden ibarettir; yürürlüğe girmemiştir. Osmanlı tarafından resmen ve hukukî olarak kabul edilmemiştir.
9. Sevr Şartları Kabul Edilemez Olduğuna Göre, Lozan Anlaşması Nasıl Bir Zafer Sayılabilir?
Sevr şartları ağır ve kabul edilemez denilmiştir. Fakat Lozan Antlaşması’nda bu şartların büyük kısmı aynen yer almış; bazı konularda daha ağır yaptırımlar bile getirilmiştir. Misak-ı Millî hedeflerinin çoğu gerçekleşmemiş; Musul, Kerkük, Batum, Ege adaları, 12 Ada, Kıbrıs gibi yerler fiilen terk edilmiştir.
Sevr, yürürlüğe girmemiş bir taslaktır; Lozan ise resmen onaylanmış ve Türkiye’nin esareti belirli ölçüde tescillenmiştir. Bu durumda Lozan, Sevr’in fiilen hayata geçmiş şekli değil midir?
10. Askerî Zafer Kazanan Bir Tarafın, Barış Masasını Düşman Ülkesinde Kurması Normal midir?
Hayır. Tarih boyunca zafer kazanan devletler, barış masasını kendi topraklarında kurmuştur. Oysa İstiklâl Harbi’nde zafer kazanıldığı iddiasına rağmen, barış görüşmeleri Lozan’da yapılmış ve şartları dayatan taraf yine emperyalistler olmuştur. Bu durum, zaferin niteliğini sorgulatmakta ve müzakere masasında teslimiyetin nişaneleri olarak değerlendirilmektedir.
11. Bu Gelişmeler İngiliz Projesi Olarak Değerlendirilebilir mi?
Mustafa Kamal Paşa’yı Anadolu’ya gönderen ve yetkilendiren irade, Osmanlı Devleti’dir. Fakat aynı şahsın, başarıdan sonra kendisini gönderen bu iradeye karşı cephe alması, hilâfeti kaldırması, medreseleri kapatması ve İngilizlerin asırlardır arzuladığı laik düzeni inşa etmesi, bu sürecin İngiliz planlamasıyla uyumlu bir rotaya girdiğini göstermektedir.
Eğer bu süreç İngiliz projesi değilse, hangi proje İngiliz projesi olabilir?
Bu sual, sadece bir tarih muhasebesi değil, aynı zamanda bir idrak terazisidir. Zira hakikaten bir harp, galibin şartlarını dikte ettiği bir zaferle neticelenmişse, müzakere masası onun ülkesinde kurulmalı, o masada dayatılan değil, belirlenen hükümler olmalıydı. Ancak Lozan, İngiltere’nin inisiyatifinde İsviçre’de kurulmuş, Türkiye heyeti davet edilmiş ve orada Batı’nın çizdiği sınırlar, şekillendirdiği rejimler, dikte ettiği inkılaplar resmiyet kazanmıştır.
Sevr, işgalle tehdit edilerek kabul ettirilmek istenmiş; fakat Osmanlı Meclisi tarafından resmen onaylanmamıştır. Lozan ise, İstiklal Harbi sonunda galip devlet olarak görünen Türkiye tarafından bizzat imzalanmış, meclis tarafından onaylanmış ve yürürlüğe konmuştur. Bu bakımdan Lozan, sadece bir antlaşma değil, yeni bir rejimin manifestosu, eski devletin tabutuna son çividir. Üstelik bu, düşmanın eliyle değil, içeride kendi elleriyle gerçekleştirilmiştir.
Bütün bu tabloya rağmen, hâlâ Lozan bir “zafer”, onu imzalayanlar birer “kahraman”, süreci yöneten akıl ise “millî irade” olarak sunuluyorsa, ortada ya kasıtlı bir gaflet ya da organize bir tarih mühendisliği var demektir. Böyle bir süreç, başka bir milletin başına gelseydi ve işgalcilerin yapamayacağı dönüşümler, o milletin kendi evlatları eliyle uygulanmış olsaydı, buna elbette “dış proje” denirdi. Öyleyse aynı mantığı kendi tarihimize de uygulamak dürüstlüğün gereğidir. Lozan, İngiliz’in topuyla değil ama planıyla, aklıyla ve diplomasisiyle yürütülmüş bir tasfiye sürecidir. Eğer bu İngiliz projesi değilse, hangi plan “İngiliz projesi” olarak tanımlanabilir ki?
Hazırlayan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
08.08.2025 OF