Mısır’da Mürsi’yi Deviren Güçler Koalisyonu muydu?

Mursi’ye Yapılan Darbe: Meşru Sorular ve Analitik Cevaplar

1. Araştırmacının Sorusu

Bu yazıyı (1) bana gönderen Mısırlı bir mali müşavir olup, yazıdaki Etiyopya barajı konusu üzerinden Sisi’nin Mursi iktidarına karşı yaptığı darbenin haklı olduğuna işaret etmek istiyor.

Sizin ulaşabildiğiniz kaynaklara göre, Mursi’yi devirenler arasında İsrail, ABD ve İngiltere ittifakı mı var, yoksa bu konuda ABD ile İngilizler arasında düşünce ve eylem farklılığı var mı?
Mursi’yi devirenler, Sisi’nin yaptığı darbeyi destekleyip kolaylaştırmadı mı?
Ne dersiniz?

2. Analitik Cevabımız

Sorunuz çok yerinde; çünkü Orta Doğu’daki büyük olaylar çoğu zaman uluslararası irade ya da jeopolitik örtü olmadan gerçekleşmez. Gerçekten de, seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi deviren darbenin sadece bir iç gelişme olmadığını, bölgesel ve uluslararası düzlemde hazırlanmış ve teşvik edilmiş bir ortamda gerçekleştiğini gösteren güçlü işaretler vardır.

Amerika Birleşik Devletleri:
Resmî olarak darbeye destek verdiğini açıklamasa da, yaşananları ‘darbe’ olarak tanımlamaktan kaçınmış ve bu da askerî yardımın sürdürülmesine dolaylı bir onay olarak yorumlanmıştır. Obama yönetimi, özellikle Mursi’nin İsrail ve Gazze konularındaki politikalarından rahatsızdı.

Birleşik Krallık:
Siyasi anlamda sessiz kalmakla birlikte, gerçekte darbenin en büyük destekçilerinden olan Körfez ülkelerine (Suudi Arabistan ve BAE) daha yakın bir durumda yer aldı. İngiltere’nin Müslüman Kardeşler’e karşı 2013’ten itibaren temkinli bir tutum aldığı görülmektedir.

İsrail:
Mursi’nin Gazze’ye desteği, Refah sınır kapısını açması ve Mısır’ın kararlarında bağımsızlık göstermesi İsrail tarafından doğrudan tehdit olarak algılandı. Bu yüzden, Mursi’nin devrilmesi, İsrail için büyük bir rahatlamaydı.

Sonuç:
Sisi’yi iktidara getiren darbe, ABD, İngiltere ve İsrail’in zımnî stratejik mutabakatı olmadan gerçekleşemezdi. Körfez ülkelerinin de finansal ve medya desteği ile bu mutabakat daha da güçlendi. Sisi, bu güçlerin açık ya da örtülü desteği olmadan böylesi köklü bir dönüşümü gerçekleştiremezdi.

3. Tam Makale

Mısır’da Mursi’nin Devrilmesi: Darbe ve Uluslararası Arka Plan

2013 yılında Mısır’da yaşananları anlamaya çalıştığımızda, olaylara yüzeysel bir bakış yetmez. Yaşananlar sadece halkın ya da ordunun içsel bir hareketi değil, Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi projesinin bir parçasıydı ve bu projede bölgesel ve küresel güçler birlikte çalışıyordu.

Donald Trump’ın, ABD’nin Etiyopya’daki Nahda Barajı’nı finanse ettiğine dair yaptığı açıklama, sıradan bir cümle değildir. Bu söz, Amerikan müdahalesinin Mısır’ın güvenliğiyle doğrudan ilgili dosyalara kadar uzandığını gösteren önemli bir delildir. Eğer bu baraj bir baskı aracı olarak düşünülüyorsa, Obama döneminde finanse edilmesi, Beyaz Saray’ın bölgedeki rejim değişikliğini hedefleyen daha büyük bir planın parçası olduğunu gösterir.

Obama döneminde onaylanan PSD-11 belgesi, ABD’nin Ortadoğu’daki mevcut rejimlerin yerine “ılımlı İslamcı” yönetimleri desteklemeyi amaçladığını ortaya koyuyordu. Mısır’da Müslüman Kardeşler (İhvan) bu stratejinin birinci halkasıydı. Ancak İhvan, bağımsız politikalar izlemeye başlayınca, özellikle Gazze ile ilişkilerini güçlendiren ve dış politikada farklılaşan Mursi yönetimi, tehdit olarak görülmeye başlandı.

İsrail, Mursi’nin Gazze’ye açılımını, Sina’daki güvenlik dengesini tehdit eden bir gelişme olarak değerlendirdi. Körfez ülkeleri ise kendi rejimlerini tehdit edecek bir model olarak gördükleri için Mursi iktidarına karşı maddi ve siyasi cepheden saldırıya geçti. Washington ve Londra bu süreci kimi zaman sessizlikle, kimi zaman dolaylı yönlendirmelerle dengeledi.

Obama yönetiminin başta Mursi yönetimini savunur gibi yapması, ardından ise onun devrilmesine sessiz kalması, çelişkili bir tutum gibi görünse de, aslında bu ikircikli tavır, stratejik hesapların doğal sonucuydu. Çünkü böyle bir darbenin önünü açmak, desteklemek kadar etkili bir müdahaledir.

Aradan geçen on yılda bu dönemin boyutları daha da netleşti. Mısır, siyasi ve ekonomik olarak kuşatılmak üzereyken bir kırılma yaşandı ve kaderi değişti. Nahda Barajı artık sadece bir kalkınma projesi değil, irade ve çıkar çatışmasının simgesidir.

Trump’ın açıklamaları, ABD’nin rolünü ortaya koymakla kalmıyor; aynı zamanda 30 Haziran 2013 darbesini, İsrail, ABD ve İngiltere üçgeninin bir uzantısı olarak okumamıza imkân veriyor. Ortadoğu, hâlâ bu satranç tahtasında zayıfların oyun dışı bırakıldığı bir denklemde yönetiliyor.

Hazırlayan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
22.06.2025 OF

(1) Bana gönderilen Yazının Tercümesi: 👇

Trump’ın Etiyopya’daki Nahda (Rönesans) Barajı hakkında yaptığı paylaşım, gelişigüzel söylenmiş sıradan bir sözden ibaret değildir; bu açıklama, onun başkanlığı döneminde dile getirdiği en tehlikeli ifadelerden biri olarak değerlendirilebilir.

Neden mi?

Çünkü Amerika Birleşik Devletleri Başkanı kalkıp “Nahda Barajı’nı biz finanse ettik” dediğinde, bu bir görüş ya da analiz değildir; bizzat en üst ve en güvenilir kaynaktan gelen bir bilgidir.

Bu bilgi, bizleri barajın temellerinin atıldığı ve inşaatın başladığı ana -Nisan 2011’e- götürür. O dönemde Mısır kendi iç krizlerine gömülmüş vaziyetteydi. Malûm olduğu üzere, finansman doğrudan uygulama aşamasına bağlıdır; dolayısıyla Trump’ın sözünü ettiği desteğin tam da o tarihlerde verilmiş olması muhtemeldir. Fakat bu finansmanın nasıl yapıldığı hâlâ açıklığa kavuşmuş değildir.

Bu da şu anlama gelir: Finansman, Obama döneminde sağlandı. Ki aynı dönemde, Orta Doğu’daki mevcut rejimlerin – başta Mısır olmak üzere – İslamî gruplarla, özellikle de Müslüman Kardeşler eliyle değiştirilmesini hedefleyen PSD-11 adlı belge yayımlandı.

Ve gayet tabiidir ki getirilen bu yeni rejim, kendisini iktidara taşıyan güçlerin çıkarlarına hizmet edecek bir “fonksiyonel rejim” olmak zorundaydı. Trump’ın ima ettiğine göre, Obama yönetimi bu rejime bir “musluk” kurmak istemişti; rejim haddini aşacak olursa bu musluk hemen kapatılabilsin diye!

Bu durum, Mısır’a karşı kapsamlı ve stratejik bir kuşatma planının uygulandığını gösterir. Hedef, Mısır’ı çevresinden izole etmek, etkisiz hale getirmek ve bölgenin yeniden dizaynı için gerekli her türlü zemini hazırlamaktı. Bu da Obama yönetiminin, Mısırlı halkın ayağa kalkıp devirdiği Müslüman Kardeşler rejimini sonuna kadar savunmasında açıkça görülmüştü.

Bir kez daha ifade etmek gerekir ki bu okuma, hâlihazırda yaşayan en üst düzey Amerikan yetkilisinin beyanına dayanmaktadır. Lütfen bu sözlerin ciddiyetini hakkıyla kavrayınız.

Tüm bu sahneleri yan yana koyduğunuzda, ülkeyi felakete sürükleyecek bu planlardan Mısır’ı kurtaran tek çıkış yolunun – Allah’ın lütuf ve inayetiyle – 30 Haziran olduğu açıkça görülmektedir. Çünkü bu halk hareketi, bütün bu planları altüst etti. Hayatı durduracak bir “musluk” hâline gelmesi planlanan baraj, artık güç ve sağlığını yeniden kazanmış bir devletin karşısında bir meydan okumaya dönüşmüştür. Ve bu devlet, “kimse bu musluğu kafasına göre kapatamaz” diyerek gerekli tüm kırmızı çizgileri çizmiştir. Artık bu musluğu kapatmayı düşünen biri, bunu yapmadan önce bin kere düşünmek zorundadır.

Allah’a, lütfu ve keremi için sonsuz hamdolsun.
Lui el-Hatîb

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
22.06.2025 OF

الانقلاب على مرسي: تساؤلات مشروعة وإجابات تحليلية

أولًا: سؤال الباحث

الشخص الذي أرسل إليّ هذا النص (1) هو مستشار مالي مصري، ويبدو أنه يريد من خلال موضوع سد النهضة في هذا المقال أن يُشير إلى أن انقلاب السيسي على حكم مرسي كان محقًّا ومبرَّرًا.

فبحسب ما توصّلتم إليه من مصادر موثوقة، هل كان هناك تحالف بين إسرائيل والولايات المتحدة وبريطانيا لإسقاط مرسي؟ أم أن هناك اختلافًا في الرؤية والموقف بين الأمريكيين والبريطانيين في هذا الشأن؟
ألم يكن دعمهم للانقلاب الذي نفّذه السيسي عاملاً أساسيًا في نجاحه؟
ما رأيكم؟

ثانيًا: إجابتنا التحليلية

سؤالك وجيه جدًا، لأن الأحداث الكبرى في الشرق الأوسط غالبًا ما لا تحدث بمعزل عن الإرادة الدولية أو الغطاء الجيوسياسي. بالفعل، هناك مؤشرات قوية على أن الانقلاب الذي أطاح بالرئيس المنتخب محمد مرسي لم يكن مجرد تطور داخلي، بل تم في مناخ إقليمي ودولي مهيّأ ومشجّع على التغيير.

الولايات المتحدة:
رغم أنها لم تعلن رسميًا دعمها للانقلاب، إلا أنها امتنعت عن وصف ما حدث بأنه “انقلاب“، وهو ما فُسّر بأنه ضوء أخضر لاستمرار الدعم العسكري لمصر. كما أن إدارة أوباما كانت منزعجة من سياسات مرسي، خاصة فيما يتعلق بإسرائيل وغزة.

بريطانيا:
التزمت الصمت السياسي، لكنها في العمق كانت أكثر قربًا من المحور الخليجي (السعودية والإمارات) الذي دعم الانقلاب ماديًا وإعلاميًا. وقد ظهرت مؤشرات على تحفّظها تجاه جماعة الإخوان المسلمين منذ تلك الفترة.

إسرائيل:
كانت أكثر الجهات ارتياحًا لما حصل؛ فمرسي كان داعمًا لغزة، وفتح معبر رفح، وأظهر استقلالية في القرار المصري. لذلك، فإن التخلص منه أعاد الأمور إلى ما قبل 2011 من حيث التنسيق الأمني والسيطرة على غزة.

الخلاصة:
الانقلاب الذي جاء بالسيسي إلى السلطة لا يمكن فصله عن “تفاهم استراتيجي ضمني” بين ثلاث قوى: الولايات المتحدة، وبريطانيا، وإسرائيل، بالإضافة إلى دور محوري للخليج. ولم يكن السيسي ليجرؤ على تنفيذ مثل هذا التحول الجذري لولا معرفته بأن تلك القوى لن تمانع — بل ستدعمه سراً أو علناً.

ثالثًا: المقال التحليلي الكامل


الإطاحة بمرسي في مصر: الانقلاب وخلفياته الدولية

عندما نحاول فهم ما حدث في مصر عام 2013، فإن القراءة السطحية للأحداث لا تكفي. فالذي جرى لم يكن مجرد حركة داخلية ذات طابع شعبي أو عسكري، بل هو فصل من فصول إعادة رسم خارطة الشرق الأوسط وفق توازنات جديدة تشارك فيها قوى دولية وإقليمية.

إن إشارة دونالد ترامب إلى أن بلاده موّلت سد النهضة الإثيوبي ليست جملة عابرة، بل تصريح بالغ الدلالة يحمل في طياته اعترافًا بمستوى التدخل الأمريكي في ملفات حساسة تمسّ الأمن القومي المصري. إذا كان السد أحد أدوات الضغط الاستراتيجية، فإن تمويله في زمن أوباما يدل على أن إدارة البيت الأبيض آنذاك كانت تتحرك ضمن خطة أوسع تهدف إلى تغيير بنية الأنظمة في المنطقة.

وثيقة PSD-11 التي أُقرّت في عهد أوباما تكشف نية الولايات المتحدة بدعم أنظمة “إسلامية معتدلة” كبديل عن الأنظمة القائمة. وقد كانت جماعة الإخوان المسلمين في مصر في مقدمة هذه الخيارات، لكن حينما أظهرت الجماعة نزعة استقلالية، وبدأ مرسي بإشارات تقارب مع غزة وإعادة تعريف علاقات مصر الخارجية، انقلب الموقف.

إسرائيل، التي رأت في حكم مرسي تهديدًا مباشرًا لاستراتيجيتها في سيناء وغزة، وجدت في السيسي رجلها المفضل. أما الخليج، فقد اعتبر تجربة الإخوان تهديدًا مباشرًا لبنية أنظمته السياسية، ففتح خزائنه دعمًا للانقلاب. وفي الخلفية، كانت واشنطن ولندن تديران التوازنات، مرة بالصمت، ومرة بالإشارات.

الدفاع المستميت من إدارة أوباما عن حكم الإخوان في بداياته، ثم الصمت المُريب أثناء إسقاطه، يكشف عن اضطراب في التوجهات، لكنه لا ينفي التورط. لأن السماح بالانقلاب، في مناخ إقليمي مهيّأ ومدعوم، هو بحد ذاته مشاركة.

اليوم، وبعد مرور أكثر من عقد على تلك الأحداث، تتكشف أبعاد تلك المرحلة. مصر، التي كانت على وشك أن تُحاصر مائيًا وسياسيًا، استعادت جزءًا من قرارها. لكن السد لم يعد مجرد مشروع تنموي إثيوبي، بل رمزًا لصراع الإرادات والمصالح.

ما قاله ترامب ليس فقط دليلًا على دور بلاده، بل مفتاح لقراءة انقلاب يونيو 2013 كجزء من مشهد دولي أوسع، تتقاطع فيه مصالح واشنطن وتل أبيب ولندن، ويُدار فيه الشرق الأوسط كرقعة شطرنج لا مكان فيها للضعفاء.

إعداد: أحمد ضياء إبراهيم أوغلو

٢٢ / ٠٦ / ٢٠٢٥ م أوف

النص الذي أرسله إليّ صديقي المصري: 👇

المنشور الذي كتبه ترامب حول سد النهضة ليس مجرد كلام عابر، بل هو تصريح يُعد من أخطر تصريحاته منذ أن تولّى الحكم في ولايتيه.

لماذا؟
لأنه عندما يقول رئيس الولايات المتحدة إن بلاده قد موّلت سد النهضة، فذلك ليس وجهة نظر، ولا تحليلاً، ولا مجرد رأي؛ بل هو معلومة من مصدرها الأساسي والرئيسي.

إنها معلومة تُعيدك إلى لحظة وضع حجر الأساس لبناء السد وبدء العمل فيه، وذلك في أبريل من عام 2011، في ذروة انشغال مصر بأزماتها الداخلية. ومن البديهي أن التمويل يرتبط بالتنفيذ، لذا فإن هذا التوقيت هو الأرجح لوصول التمويل الذي أشار إليه ترامب، والذي لم تتضح بعد آليته.

لكن ذلك يعني أن التمويل قد حصل في عهد أوباما، الذي صدرت في فترته أيضاً الوثيقة المعروفة باسم PSD-11، التي دعت إلى استبدال أنظمة الحكم في الشرق الأوسط، وعلى رأسها مصر، بأنظمة تقودها جماعات إسلامية، وعلى رأسها جماعة الإخوان المسلمين.

ومن البديهي أن النظام الذي أُتي به آنذاك كان نظاماً وظيفياً ينفّذ مصالح الجهات التي دعمته، عذراً على التعبير. وبحسب ما قاله ترامب، فإن إدارة أوباما قد دفعت أموالاً لتنشئ بها “صنبوراً” (رمزياً) لهذا النظام الوظيفي، حتى إذا انحرف أو تجاوز حدوده، أُغلق عنه فوراً.

ولا يمكن فهم هذا الأمر إلا باعتباره تطويقاً استراتيجياً كاملاً كان يُراد فرضه على مصر، لعزلها عن محيطها، وتحييدها عن كل ما يحدث من حولها، وتهيئتها لتنفيذ ما يُراد من مخططات لإعادة تشكيل الشرق الأوسط بالكامل. وقد كان هذا جلياً في دفاع إدارة أوباما المستميت عن نظام الإخوان، حينما رفضه المصريون وأسقطوه.

مرة أخرى، هذه القراءة تستند إلى معلومة صادرة عن أعلى مسؤول أمريكي في الوقت الراهن، فرجاءً استشعر خطورة ما قيل.

عندما تضع هذه الصور جنباً إلى جنب، فلن تجد مخرجاً أنقذ البلاد مما كانت تتجه نحوه إلا في الثلاثين من يونيو، بفضل الله، فقد دمّرت تلك الخطط، وأصبح السد – الذي كان من المفترض أن يكون أداة لخنق الحياة – تحدياً تواجهه دولة استعادت عافيتها وقوتها، ورسمت خطوطاً حمراء واضحة لكل من يعنيه الأمر، فكل من يفكر في إغلاق هذا الصنبور، عليه أن يفكر ألف مرة قبل أن يقدم على ذلك.

الحمد لله على فضله وكرمه.
لؤي الخطيب