Gazze’de Terörist İsrail’in Hastahane Tahliye Şekli ..

“Tahliye” bir kelime, bir ilan ya da bir prosedür değildir.
Bu sahneyi tasavvur etmek bile, insanî acının sınırlarını aşan bir kâbus gibidir.
Gazze’de, işgal ve kuşatma altında, hastaneler – güvende olunması gereken yerler – günlük birer dehşet sahnesine dönüşmüş durumda.

Bir doktor ya da hemşire olduğunuzu hayal edin:
• Önünüzde iki seçenek var ve ikisi de acı verici:
Ya hastaları ve yaralıları kaderlerine terk edeceksiniz, ya da onlarla kalıp ölüm ya da tutuklanma riskini göze alacaksınız.
Bazı sağlık ekipleri bombardıman altında dahi kalmayı seçiyor, çünkü “tıbbi yemin” bölünmez bir sorumluluktur.
• Solunum cihazına bağlı bir hastayı ya da kuvözdeki bir bebeği, elektrik olmadan nasıl taşırsınız?
Yeterli ambulans yokken, yakıt yokken, güvenlik garantisi hiç yokken tahliyeyi nasıl yaparsınız?

Bir hastanedesiniz. Her şey yolunda gidiyor.
Ve aniden size hastaneyi yarım saat içinde boşaltmanız söyleniyor…

Hayal edin:
Hassas bir ameliyatın ortasındasınız, hasta ya da bir çocuk ameliyat masasında, ve birden bire “tahliye” emrini duyuyorsunuz.
Yeni uyanmış bir hasta, hâlâ canlandırma cihazına bağlı, etrafta onlarca hasta var, ve size deniyor ki: “tahliye edin.”
Diyaliz cihazına bağlı bir hasta; hayatı o makineye bağlı, ve hoparlörden yankılanıyor: “şimdi tahliye.”
Oksijen cihazıyla zor nefes alan bir hasta… ve sizden hastaneyi hemen boşaltmanız bekleniyor.
Sezaryen sırasında ya da doğal doğumun kritik bir anında, talimat geliyor: “Hastane derhal tahliye edilecek.”
Tüm ameliyathaneler dolu, doktorlar ve hemşireler can kurtarmakla meşgul…
Ve tam o an, “tahliye emri” geliyor.

Peki ya hasta sizseniz? Ya da hasta bir yakınızsa?
• Çocuğunuz ameliyat masasında, cerrahlar operasyonu yarıda kesmek ya da acilen yarayı kapatmak zorunda kalıyor, çünkü binaya bombalar yağıyor.
• Yatalak dedenizi karanlıkta sırtınıza almışsınız, tank sesleri yaklaşıyor, ama nereye gideceğinizi bilmiyorsunuz.
Çünkü bu yıkılmış şehirde sığınacak tek bir yer bile yok.

En acı gerçek:
Bu bir “varsayım” değil.
Bu senaryo Gazze’de defalarca yaşandı.
İşgalci, sağlık sistemini kasten hedef alıyor. İki amacı var:
1. Direnişin altyapısını yıkmak – sağlık ve eğitim dahil.
2. Sivilleri korku ve umutsuzlukla göçe zorlamak – bu ise Cenevre Sözleşmelerine göre savaş suçudur.

Artık soru şu değil:
“Böyle bir durumda ne yapardınız?”
Asıl soru şu:
İnsan, bu acıyı kaç kez yaşayıp da hâlâ ayakta kalabilir?

Ve buna rağmen, Gazze’nin kahramanları – doktorlar, hemşireler, yardım çalışanları –
ilaçsız, elektriksiz ve bazen umutsuzluğun içinde dahi bu barbarlığa karşı direnmeye devam ediyorlar.

Bu bir “insanî kriz” değil,
tüm dünyanın gözleri önünde işlenen sistematik bir suçtur.

Ve tarih soracak:
Tıp mesleği ölümün eşiğine sürüklenirken, insan vicdanı neredeydi?

Dr. Muhammed Ebu Muammer

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
14.04.2025 Üsküdar

الإخلاء ليس كلمة أو منشور أو رقة،
هذا الموقف الذي تصوره هو بالفعل كابوس إنساني يتجاوز كل حدود المعاناة الإنسانية. في غزة، تحت الاحتلال والحصار، تحوّلت المستشفيات – التي يفترض أن تكون ملاذاً للأمان – إلى ساحات رعب يومي.

تخيل أنك طبيب أو ممرض /ممرضة:

  • أمامك خياران، وكلاهما مر: إما أن تترك المرضى والجرحى لمصيرهم المجهول، أو تبقى معهم وتواجه خطر الموت أو الاعتقال. بعض الفرق الطبية تختار البقاء حتى تحت القصف، لأن “القسَم الطبي” لا يتجزأ.
  • كيف تُنقل مريضاً على جهاز تنفس صناعي أو طفلاً في حاضنة دون كهرباء؟ كيف تُجرِي إخلاءً دون سيارات إسعاف كافية، ودون وقود، ودون أي ضمانات أمنية؟

أنت في مستشفى، وكل شيء يسير بشكل طبيعي، وفجأة يأتيك أمر بإخلاء المستشفى خلال نصف ساعة فقط…

تخيل وأنت في عملية جراحية دقيقة لمريض أو طفل، وفجأة تسمع “إخلاء”.
تخيل مريض لسه مستفيق من البنج، على جهاز الانتعاش، والمكان مليء بالمرضى، ويأتيك أمر بالإخلاء.
تخيل مريض على جهاز غسيل الكلى، حياته على المحك، وتسمع: “الإخلاء الآن.”
تخيل مريض على جهاز الأكسجين، يتنفس بصعوبة، وفجأة عليك إخلاء المستشفى.
تخيل في لحظة ولادة قيصرية، أو في مرحلة حرجة من الولادة الطبيعية، وتقول لك التعليمات: “إخلاء المستشفى فوراً.”
تخيل كل غرف العمليات مشغولة، وكل الأطباء والممرضين في حالة تأهب لإنقاذ الأرواح، ويأتيك أمر الإخلاء في وقت حساس.

تخيل أنك مريض أو أحد أقارب المريض:

  • طفلك على سرير العمليات، والجراحون مضطرون لوقف العملية فجأة، أو حتى إغلاق الجرح بشكل عاجل بينما القذائف تقع على المبنى.
  • جدّك العاجز على سرير المرض يُحمل على كتفيك في الظلام، بينما أصوات الدبابات تقترب، ولا تعرف أين تذهب في مدينة مُدمّرة لا ملاجئ فيها.

الحقيقة الأقسى:
هذا ليس “سيناريو افتراضياً”، بل حدث مراراً في غزة. الاحتلال يستهدف المنظومة الطبية عمداً لتحقيق هدفين:

  1. تدمير البنية التحتية للصمود (بما فيها الصحة والتعليم).
  2. إجبار المدنيين على النزوح تحت وطأة الخوف واليأس، وهو ما يُعتبر جريمة حرب وفقاً لاتفاقيات جنيف.

السؤال ليس “ماذا ستفعل؟،” بل “كم مرة يمكن للإنسان أن يتحمل هذا العذاب قبل أن ينهار؟.” ومع ذلك، يبقى أبطال غزة – من أطباء وممرضين وعاملي الإغاثة – يقفون في وجه هذه الآلة الوحشية، رغم فقدان الأدوية والكهرباء والأمل أحياناً.

هذه ليست “أزمة إنسانية،” بل جريمة ممنهجة تُرتكب أمام العالم. والتاريخ سيسأل: أين كان الضمير الإنساني عندما وُضعت مهنة الطب نفسها على محك الموت؟
د. محمد ابو معمر