Paşa Cumhuriyeti ..
Karar gazetesi yazarı Salih Cenap Baydar’ın yazısı…
Mustafa Kamal, tarihimizde önemli bir rol oynamış bir asker, sonra ülkemizin geçmişine damgasını vurmuş önemli bir siyasetçidir.
Ama son tahlilde siyasetçidir.
Bir parti başkanıdır.
İktidarı elde ettikten sonra İttihat ve Terakki Fırkasının reform programını uygulamış,
III. Selim ve
II. Mahmud’la başlayan batılılaşma, modernleşme çabalarını yoğunlaştırmış, Tek adam olmanın verdiği imkanlarla reform programını radikal şekilde uygulama şansı elde etmiştir.
Bu reformlar arasında eleştirilebilecek olanlar da söz konusudur.
Ama daha çok tartışma yaratan, onun ülkeyi yönetme tarzıdır.
Her siyasetçi gibi politikalarını benimseyenler ve doğru bulmayanlar da vardır.
Fakat kendisi özellikle mutlak gücü elde ettikten sonra muhaliflerine, politikalarını benimsemeyenlere itiraz etme şansı vermemiştir.
Muhalefet partilerine hayat hakkı tanımamıştır.
Kendisininkilere karşıt ya da alternatif fikir üretme potansiyeli taşıyan dernekleri bile kapattırmıştır.
Bundan feministinden liberaline, İslamcısından, masonuna, komünistine kadar herkes payını almıştır.
Basın hürriyetini tamamen ortadan kaldırmış, 1925‘te her türlü basın yayın organını tek başına vereceği bir kararla kapatma yetkisini kendisine veren takrir-i sükun kanunu çıkartmış, ülkede kendi görüşlerine aykırı herhangi bir fikrin yayınlanmasına müsaade etmemiştir.
Demokrasiyi Osmanlı’da olduğundan bile geri götürmüş, iktidara geldikten sonra özgür bir seçim yapılmasına müsaade etmemiş.
Daha sonra Kaddafi, Saddam, Esad gibi liderlerde göreceğimiz üzere tek adam/tek parti olarak girip güya yüzde yüz oyla seçildiği göstermelik seçimler yaptırmıştır.
(Bilmeyenler için: Osmanlı’da ilk Demokratik seçimler Mustafa Kemal’in doğmasından dört sene önce 1877’de yapılmıştı. Cumhuriyetin kurulmasından önce 1908, 1912, 1914, 1919 ve 1920’de de seçim sandıkları kurulmuştu.)
Bütün gücü avucunda tuttuğu halde, hayatı boyunca başka partilerin de girebileceği,
her partinin özgürce fikirlerinin propagandasını yapabileceği, tüm partiler arasında eşit şartlarda gerçekleşecek bir seçim yapmayı göze alamamıştır.
Milletvekili olacak kişileri kendisi masa başında kendi seçmiş, parti içinde bile bir Demokratik sürece müsaade etmemiştir.
Ülkeyi iktidarı boyunca devamlı demir yumrukla yönetmiş,
yargı bağımsızlığını, kuvvetler ayrılığı prensibini,
denetim mekanizmalarını ortadan kaldırmış, hiçbir muhalif sese tahammül edememiş,
rakiplerini ortadan kaldırtmış, sürgüne göndermiş, hapse attırmıştır. Bunların arasında yola beraber çıktığı, Milli mücadeleyi beraber yürüttüğü Ali Şükrü Bey, Hüseyin Avni Bey, Mehmet Akif Ersoy, Kazım Karabekir, Halide Edip Adıvar, Ziya Hurşit Bey, İsmail Canbulat gibi isimler vardır.
Devlet ihalelerini açık, şeffaf şekilde yapmamış, kendi çevresindeki müteahhitlere vermiştir.
Kendisi de ülkenin en zengin sanayicisi,
banka ve çiftlik sahibi olarak hayata gözlerini yummuştur.
Hayatı müddetince bütün bunları eleştirebilecek bir basın bulunmadığı, öldükten sonra da
(dünyada eşi benzeri olmayan, hukukun temel prensiplerine aykırı olarak)
çıkarılan bir uyduruk koruma kanunla eleştirilerin önüne geçildiği için adeta dokunulmazlık kazanmıştır.
Bu eleştiriler dile getirilebilir hale geldiğinde, onu yaptıklarını tam da bilmeden sevenlerin ileri sürdüğü argüman
“o zamanın şartları öyle olmasını gerektiriyordu” olmaktadır. Fakat bu argüman her siyasetçinin taraftarlarının bir takım yanlışları meşrulaştırmak, rasyonalize etmek için başvurdukları oldukça çürük bir argümandır. Buna göre bugün kızdığımız her lider de “içinde bulunduğumuz zamanın ve verdiğimiz mücadelenin olağanüstü şartları bunları yapmamızı meşru kılıyor”
gibi saçmasapan bir argümanın arkasına sığınabilir.
Şimdi insanlar hasretle…
diye paylaşımlar yapıyorlar.
Ben çok merak ediyorum neye hasret duyuyorlar.
Özgürlüklerinin kısıtlanmasına mı,
denetimsiz bir iktidara mı,
susturulmuş bir basına mı,
hapse atılan muhaliflere mi,
tamamen tek bir adamın emrinde bir yargıya mı?…
İnsanoğlu pek garip bir varlık…
Yazıyı Paylaşanın Notu: 👇
Bu Cumhuriyet farklı, buna “Paşa Cumhuriyeti” derler.
Bu Dönemi Özleyenler:
- Rakı İçme Özgürlüğünü,
- Entrika Özgürlüğünü,
- Hırsızlık ve Talan Özgürlüğünü,
- Osmanlıya Sövme Özgürlüğünü,
- Kadınları Sömürme Özgürlüğünü,
- Fuhuş Özgürlüğünü,
- Batı esaretini,
- Kısacası İslamdan Tamamen Kurtulmayı, Batı Esaretini Garanti Etmeyi Özlüyorlar. Bu Özgürlükleri kaybetme endişesinden tamamen kurtulmak istiyorlar. Senin özgürlüklerin onların umrunda bile değil. Biz bunu hala anlayamadık mı? 13.11.2024 OF
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
ترجمة من التركية إلى العربية: 👇
جمهورية الباشا ..
مقالة الكاتب في جريدة “قرار” صالح جناب بايدار…
م. قامال، جندي لعب دورًا مهمًا في تاريخنا، ثم سياسي بارز ترك بصمته على ماضي بلادنا.
لكنه في التحليل الأخير سياسي.
رئيس حزب.
بعد حصوله على السلطة، نفذ برنامج الإصلاحات لحزب الاتحاد والترقي،
وكثّف جهود التحديث والتغريب التي بدأها السلطان سليم الثالث
ومحمود الثاني، وحصل بفضل فرصة أن يكون الرجل الواحد على فرصة تطبيق برنامج الإصلاحات بشكل جذري.
من بين هذه الإصلاحات هناك ما يمكن انتقاده.
لكن ما أثار جدلاً أكبر هو أسلوبه في حكم البلاد.
ككل سياسي، هناك من يتبنى سياساته ومن لا يراها صحيحة.
لكنه، خاصة بعد حصوله على السلطة المطلقة، لم يمنح معارضيه، أولئك الذين لا يتبنون سياساته، فرصة الاعتراض.
لم يعترف بحق الحياة لأحزاب المعارضة.
حتى الجمعيات التي تحمل إمكانية إنتاج أفكار معارضة أو بديلة لأفكاره أغلقها.
من هذا، حصل الجميع نصيبهم من النسويات إلى الليبراليين، من الإسلاميين، إلى الماسونيين، إلى الشيوعيين.
ألغى حرية الصحافة تمامًا، وفي عام 1925 أصدر قانون تقرير السكون الذي يمنحه سلطة إغلاق أي وسيلة إعلامية بقرار منفرد منه، ولم يسمح بنشر أي فكرة تتعارض مع آرائه في البلاد.
أعاد الديمقراطية إلى الوراء حتى عن مستواها في العصر العثماني، ولم يسمح بإجراء انتخابات حرة بعد توليه السلطة.
كما سنرى لاحقًا في قادة مثل القذافي وصدام وأسد، أجرى انتخابات صورية يدخلها كرجل واحد/حزب واحد ويُظهر فوزه بنسبة مائة بالمائة.
(لمن لا يعلم: أول انتخابات ديمقراطية في الدولة العثمانية أُجريت عام 1877، أي قبل ولادة مصطفى كمال بأربع سنوات. وقبل إعلان الجمهورية أُجريت انتخابات في أعوام 1908، 1912، 1914، 1919 و1920).
رغم احتكاره لكل السلطة، لم يجرؤ طوال حياته على إجراء انتخابات يشارك فيها أحزاب أخرى،
تتمكن فيها كل الأحزاب من الدعاية لأفكارها بحرية، وتُجرى بين جميع الأحزاب في ظروف متساوية.
اختار نواب البرلمان بنفسه على الطاولة، ولم يسمح حتى داخل حزبه بعملية ديمقراطية.
حكم البلاد طوال فترة سلطته بقبضة حديدية،
وألغى استقلال القضاء، ومبدأ فصل السلطات،
وآليات الرقابة، ولم يتحمل أي صوت معارض،
وأزال منافسيه، نفاهم، سجنهم. ومن بين هؤلاء أسماء مثل علي شكري بك، حسين عوني بك، محمد عاكف أرسوي، كاظم قرابكير، خالدة أديب أديوار، ضياء حرشيد بك، إسماعيل جان بولاط، الذين بدأوا الطريق معه وساروا معه في الكفاح الوطني.
لم يُجرِ مناقصات الدولة بشكل علني وشفاف، بل منحها للمقاولين في دائرته.
وأغلق عينيه على الحياة كأغنى صناعي في البلاد،
ومالك بنك ومزارع.
طوال حياته لم توجد صحافة يمكنها انتقاد كل هذا، وبعد وفاته أيضًا
(بقانون حماية مزيف لا مثيل له في العالم، ويخالف المبادئ الأساسية للقانون)
تم منع الانتقادات، فاكتسب كأنه حصانة.
عندما أصبح من الممكن التعبير عن هذه الانتقادات، يصبح الادعاء الذي يقدمه محبوه الذين يحبونه دون معرفة كاملة بما فعله
«كانت ظروف ذلك الزمن تتطلب ذلك». لكن هذا الادعاء حجة فاسدة جدًا يلجأ إليها أنصار كل سياسي لتبرير وتسويغ بعض الأخطاء. وفقًا لهذا، يمكن لكل قائد نغضب منه اليوم أن يختبئ خلف حجة سخيفة مثل «الظروف الاستثنائية للزمن الذي نعيشه والكفاح الذي نخوضه تجعل هذه الأفعال مشروعة».
الآن يشارك الناس بحنين…
أتساءل كثيرًا ماذا يحنون إليه.
إلى تقييد حرياتهم؟
إلى سلطة غير خاضعة للرقابة؟
إلى صحافة مُكمّمة؟
إلى معارضين مسجونين؟
إلى قضاء خاضع تمامًا لأمر رجل واحد؟…
الإنسان كائن غريب جدًا…
ملاحظة ناشر النص: 👇
هذه الجمهورية مختلفة، يُسمونها «جمهورية الباشا».
الذين يشتاقون لهذه الفترة:
“يشتاقون إلى حرية شرب “راقي،
حرية المؤامرات،
حرية السرقة والنهب،
حرية سبّ العثمانيين،
حرية استغلال النساء،
حرية الدعارة،
العبودية للغرب،
وباختصار، التحرر التام من الإسلام، وضمان العبودية للغرب. يريدون الخلاص التام من قلق فقدان هذه الحريات. حرياتك لا تهمهم أبدًا. ألم نفهم هذا بعد؟ 13.11.2024 أوف
أحمد ضياء إبراهيم أوغلو