Zihnî Esaretten Devlet Aklına: Türkiye’de “Baskı” Söylem ve İddiasının Tahlili
Mukaddime
Bazen bir kelime, bir milleti rehin alır. “Baskı” da böylesi güçlü bir kelimedir. İlk duyulduğunda adalet, özgürlük ve hakkaniyet çağrıştırsa da; zamanla devletler bu kelime üzerinden suçlanır, milletler yargılanır, liderler hedef tahtasına konur. Günümüzde Türkiye’de “baskı” söylemi, sadece bir eleştiri değil, çoğu vakit sistematik bir yıkım aracıdır. Adalet arayışı kisvesiyle, Ak Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi tarafından yürütülen terörle mücadele ve iç barış programları “otoriterlik” ve “tek adamlık” ithamlarıyla gölgelenmeye çalışılmaktadır. Bu tavrın, salt siyasi muhalefetten ziyade, fikrî işgal ve kültürel sömürgeciliğin bir tezahürü olduğu açıktır.
Türkiye gibi binlerce küresel etki ajanının resmî ya da sivil kanallarla faaliyet gösterdiği, medyası dış kaynaklarla beslenen ve akademisi ithal kavramların egemenliğinde olan bir ülkede, hâlâ “baskı”, “istibdat” ve “geleceğin karartılması”ndan bahsedilmesi, yalnızca bir çelişki değil, aynı zamanda devletin bekasına yöneltilmiş zihin operasyonudur. Bu makalede, bu operasyonun entelektüel kökleri, tarihî evreleri ve güncel aktörleri mercek altına alınacak; yalnızca belirli figürler değil, onları şekillendiren zihniyet iklimi ve epistemolojik dayanakları tartışılacaktır. Zira mesele yalnızca bir gazeteci yahut YouTuber meselesi değil; bir milletin aklı ile küresel algı arasındaki varoluş mücadelesidir.
Zihnî İşgal ve Fikrî Hegemonya
Bir milleti topraklarından koparmak isteyenler, öncelikle onun zihnini esir alır. Bu kopuş, silahlarla değil, terimlerle gerçekleştirilir. Türkiye’de “baskı”, “otoriterlik” ve “tek adam rejimi” gibi söylemler çoğu zaman gerçeklikten ziyade bir zihnî işgalin tezahürüdür. Batı merkezli kavramlar, kendi tarihî bağlamlarından koparılarak Türkiye’de itham aracı hâline getirilmiştir.
Üniversitelerden medyaya, siyasetten sanata dek geniş kesim, ülkesini anlamak yerine Batı’nın dayattığı kavramlarla yargılamak üzere programlanmıştır. Bu durum, bağımsız düşünceyi değil, epistemolojik vesayeti güçlendirmektedir. Millî olan her duruş “geri kalmışlık”, “gericilik” ya da “tek adamcılık” ile karalanırken; Batılı normlara uygun olanlar “özgürlükçü” olarak kutsanmaktadır.
Ancak kavramların kendi tarihî zemini içinde ele alınması zaruridir. Batı’da şahsî otoritenin ürünü olan “istibdat” ve “otoriterlik”, bizim tarihî tecrübemizle birebir örtüşmez. Türkiye’de ise bu kavramlar devletin millî güvenlik reflekslerini “otoriterlik” olarak yaftalamak için yaygınlaştırılmıştır. Antonio Gramsci’nin “fikrî hegemonya” kavramı, bu durumu anlamada rehberdir. Uzun yıllar Batıcı zihniyet toplumun özgüvenini kırmış, Batı’yı medeniyetin mutlak merkezi olarak takdim etmiştir. Bu yüzden devletine sahip çıkan her aydın, öncelikle bu zihnî kuşatmayı tanımalı ve kavramları yerli yerine koyarak mücadeleye başlamalıdır.
Etki Ajanlığı ve Medya Yoluyla Psikolojik Harp
Modern savaş alanları cephelerden zihinlere kaymıştır. “Etki ajanlığı” yalnızca dış istihbarat mensuplarını değil, küresel aklın ajandasına hizmet eden yerli aktörleri de ihtiva eder. Türkiye’de bu faaliyetlerin yoğunlaştığı alan medyadır.
Levent Gültekin gibi şahsiyetler, doğrudan ajan olmasalar da küresel ideolojilerin diliyle konuşarak sistematik biçimde devleti hedef almakta; “adalet” ve “özgürlük” gibi kavramları devlet otoritesini yıpratmak için kullanmaktadır. Binlerce etki ajanı medya, sivil toplum, akademi ve sosyal medyada Türkiye’nin millî istikametini hedef almakta; alınan her millî tedbiri “baskı”, “istibdat” ya da “demokrasi dışı müdahale” olarak sunmaktadır.
Algı yönetimi yoluyla gerçeklik yer değiştirmekte; sokakta özgürce konuşan bir gazeteci “konuşamıyoruz” temalı söylemlerle kamuoyunu yönlendirmektedir. Bu, bilinçli bir psikolojik harp yöntemidir. Amaç halkı devletten soğutmak, güvenlik reflekslerini aşındırmak ve devlet aklını itibarsızlaştırmaktır. Bu nedenle etki ajanlığı sadece dış tehdit değil, içeriden işleyen yıkım aygıtıdır.
Devlet Aklı ve Bahçeli Örneği
Milletlerin kaderini belirleyen güç sadece siyasi kuvvet değil, devlet aklıdır. Türkiye’de bu aklın en belirgin temsilcilerinden biri Devlet Bahçeli’dir. Sessizliği ve sarsıcı tespitleriyle devletin bekası, milletin huzuru adına stratejik duruş sergilemiştir.
Ancak Bahçeli, kimi çevrelerce küçümsenmekte, vatan sevgisi sorgulanmakta ve itibarsızlaştırılmaya çalışılmaktadır. Bu, sıradan bir eleştiri değil, sistematik bir itibarsızlaştırmadır. Bahçeli gibi figürler, millet hafızasının ve devlet ciddiyetinin yaşayan temsilcileridir. Onlara yapılan saldırılar, devlet aklına yönelmiş saldırılardır.
Modern propaganda “önce itibarsızlaştır, sonra etkisizleştir” stratejisine dayanır. Bahçeli’ye “yaşlandı”, “gölge figür” gibi söylemler aslında devletin köklü reflekslerine karşıdır. Türkiye’nin buhranlı dönemlerinde Bahçeli’nin kararlılığı, sükûneti ve feraseti her zamankinden daha değerlidir. Onları değil, onları hedef alan sığ eleştirileri sorgulamak gerekir.
Sultan II. Abdülhamid Modelinin Tekerrürü mü?
Tarih yalnızca geçmişin kaydı değil, aynı zamanda günümüze ışık tutan bir aynadır. Türkiye’de “baskı”, “istibdat” ve “tek adamlık” yaftalarının Sultan II. Abdülhamid devri ile benzerliği dikkat çekicidir.
Abdülhamid, devleti yıkıcı iç ve dış tehditlere karşı korumak için ferasetle hareket etmiş; Batı’nın siyasi projelerine direnmiş, içte menfaat çevrelerini kontrol altına almaya çalışmıştır. Bu çabalar dönemin “aydın”ları tarafından “istibdat” olarak damgalanmıştır. Gerçek istibdat ise devleti küresel çıkarlar uğruna ipotek altına almaktır.
Bugün de benzer bir tablo söz konusudur. Millî güvenlik hassasiyeti ve bağımsız dış politika “baskıcılık” olarak lanse edilmektedir. Abdülhamid’e yapılan “istibdatçı” ithamları günümüzde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifakı’na yöneltilmektedir. Tarihî tekerrür, zihniyetlerin kronikleştiğini gösterir. Abdülhamid’in devrilmesiyle gelen Balkan hezimetleri, bu tarz ithamların sonuçlarını göstermiştir. Benzer zihnî yönlendirmeye teslim olmak, yarının istiklâlini ipotek altına almaktır.
Netice: Eleştiri Görünümlü Yıkım ve Geleceğin Tahribi
Türkiye’de “baskı”, “istibdat” ve “geleceğin karartılması” söylemleri, meşru eleştiriler gibi görünse de, derinlemesine incelendiğinde bir milletin zihnini çökertmeye yönelik sistematik bir çabanın parçasıdır. Binlerce etki ajanı eliyle üretilen bu söylemler devletin bekasına, millî birliğe ve toplumsal dayanışmaya zarar vermektedir.
Devlet aklını temsil eden liderler ve kurumlar, özellikle Bahçeli gibi simgeler hedef alınmaktadır. Amaç sadece yıpratmak değil, milletin güvenini sarsmak ve millî hafızayı aşındırmaktır. Tarih, böyle zihnî ve kültürel saldırılara karşı en sağlam kalkanın tarih şuuru, dengeli analiz ve millî bilinç olduğunu göstermektedir.
Bu makalede sunulan tahliller, Türkiye’nin duruşunu anlamak ve geleceğe sağlıklı adımlarla yürümek için rehberdir. Çünkü milletin istiklâli önce zihninde kazanılır.
Hazırlayan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
23.07.2025 OF
Kaynaklar:
- Antonio Gramsci, Prison Notebooks, Columbia University Press, 1992.
- Malcolm X, Selected Speeches, Grove Press, 1965.
- Yusuf Kaplan, Zihin İnşası, Kaynak Yayınları, 2012.
- Yalçın Akdoğan, Algı Yönetimi, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı, 2010.
- Nevzat Tarhan, Psikolojik Savaş, İstanbul: Nesil Yayınları, 2016.
- Sadık Albayrak, Türkiye’de Aydınların İhaneti, İstanbul: Klasik Yayınları, 2018.
- Ahmet Taşgetiren, Siyaset, Vesayet ve Din, İstanbul: Dergah Yayınları, 2007.
- Şerif Mardin, Merkez-Çevre Teorisi, İstanbul: İletişim Yayınları, 1989.
- Necip Fazıl Kısakürek, Ulu Hakan II. Abdülhamid Han, İstanbul: Büyük Doğu Yayınları, 1972.
- Mustafa Armağan, Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı, İstanbul: Kırmızı Kedi, 2014.
- TBMM Tutanağı ve Devlet Bahçeli’nin resmi açıklamaları, 2000-2025.
ترجمة من التركية إلى العربية: 👇
من الأسر الذهني إلى عقل الدولة: تحليل خطاب “القمع” وادّعاءاته في تركيا
المقدّمة
أحيانًا تُرهِن أُمّةٌ بكلمة واحدة. و”القمع” من تلك الكلمات القويّة. فعلى الرغم من أنها توحي -لأول وهلة- بالعدالة والحرية والإنصاف، فإن الدول ما تلبث أن تُتَّهَم بها، والشعوب تُدان بسببها، والقادة يُوضَعون في مرمى الاتهامات. واليوم في تركيا، لم يعُد خطاب “القمع” مجرّد نقد، بل أصبح -في كثير من الأحيان- أداةً منهجيةً للهدم. ففي عباءة البحث عن العدالة، تُشوَّه جهود حزب العدالة والتنمية وحزب الحركة القومية في مكافحة الإرهاب وترسيخ السلم الأهلي، وتُتَّهم هذه الجهود بـ”الاستبداد” و”تفرد الزعامة”. وهذا الموقف ليس مجرد معارضة سياسية، بل هو مظهرٌ من مظاهر الاحتلال الفكري والاستعمار الثقافي.
ففي بلدٍ كتركيا، حيث ينشط الآلاف من عملاء التأثير عبر القنوات الرسمية والمدنية، وتُغذّى وسائط إعلامه من مصادر أجنبية، وتُسيطر المفاهيم المستوردة على ساحته الأكاديمية، فإن الاستمرار في الحديث عن “القمع” و”الاستبداد” و”تعتيم المستقبل” لا يُعدّ فقط تناقضًا، بل هو عملية ذهنية ممنهجة تستهدف بقاء الدولة. وفي هذا المقال، سيتم تسليط الضوء على الجذور الفكرية لهذه العملية، ومراحلها التاريخية، والجهات الفاعلة فيها في الوقت الحاضر، مع التركيز ليس فقط على بعض الشخصيات، بل أيضًا على المناخ الذهني والمبررات المعرفية التي تُنتجهم. فالمسألة ليست مسألة صحفيّ أو ناشط على “يوتيوب”، بل هي صراع وجودي بين وعي الأمة وبين الصورة التي يُراد لها أن تراها عن ذاتها.
الاحتلال الذهني والهيمنة الفكرية
من أراد أن يسلخ أُمّةً من أرضها، فعليه أولًا أن يستعبد عقلها. وهذا الانفصال لا يُنفَّذ بالسلاح، بل بالمصطلحات. فخطابات مثل “القمع”، و”الاستبداد”، و”نظام الرجل الواحد” في تركيا، غالبًا ما تكون تعبيرًا عن الاحتلال الذهني، أكثر منها توصيفًا للواقع. فالمفاهيم الغربية، وقد جُرّدت من سياقاتها التاريخية، أصبحت أداة اتهام تُستخدم ضد تركيا.
ومن الجامعات إلى الإعلام، ومن السياسة إلى الفن، هناك قطاعات واسعة مبرمجة على محاكمة بلادها وفق المفاهيم الغربية المفروضة، بدلاً من أن تسعى لفهمها من داخلها. وهذا يُعزز من الوصاية المعرفية لا من التفكير الحر. فكل موقف وطني يُوصَف بـ”التخلف” أو “الرجعية” أو “التسلّط”، بينما يُمجَّد كل ما يوافق المعايير الغربية بأنه “تحرّري”.
غير أن النظر في المفاهيم ينبغي أن يكون ضمن أرضيتها التاريخية الخاصة. فمفاهيم مثل “الاستبداد” و”السلطوية”، التي نشأت نتيجة سلطة فردية في الغرب، لا تتطابق مع التجربة التاريخية لدينا. أما في تركيا، فقد تم الترويج لهذه المفاهيم من أجل وَسم ردود فعل الدولة في حماية الأمن القومي بأنها “استبدادية”. ويُعدّ مفهوم “الهيمنة الفكرية” عند أنطونيو غرامشي مرشدًا لفهم هذه الحالة. فقد عمل الفكر التغريبي طويلًا على كسر ثقة المجتمع بنفسه، وقدّم الغرب كمركز مطلق للحضارة. ولهذا فإن كل مثقّف وطني يجب أن يُدرك هذا الحصار الذهني أولًا، وأن يُعيد المفاهيم إلى مواضعها الأصلية ليبدأ معركته الفكرية.
وكلاء التأثير والحرب النفسية عبر الإعلام
لم تعُد ميادين الحروب الحديثة على الجبهات، بل في العقول. و”وكلاء التأثير” لا يشملون عملاء الاستخبارات الأجنبية فحسب، بل يضمّون أيضًا الفاعلين المحليين الذين يخدمون أجندة العقل العالمي. وفي تركيا، يُعتَبر الإعلام المجال الأوسع لهذه الأنشطة.
فأمثال لَڤنت غلْتَكِن، وإن لم يكونوا عملاء مباشرين، إلا أنهم يتحدثون بلسان الإيديولوجيات العالمية، ويوجهون سهامهم بشكل منهجي نحو الدولة، ويستخدمون مفاهيم مثل “العدالة” و”الحرية” من أجل تقويض السلطة السياسية. وفي مجالات الإعلام والمجتمع المدني والأكاديمية ووسائل التواصل، يستهدف آلافٌ من وكلاء التأثير المسار الوطني لتركيا، ويُقدّمون كل إجراء وطني بأنه “قمع” أو “استبداد” أو “تدخل لا ديمقراطي”.
وعبر إدارة الإدراك، تُحرّف الحقيقة؛ فالصحفي الذي يتحدث بحرية في الشارع، يُشيع في الوقت نفسه خطاب “لا نستطيع الكلام” ليُوجّه الرأي العام. وهذه طريقة واعية في الحرب النفسية. فالغرض هو تنفير الشعب من الدولة، وإضعاف استجاباتها الأمنية، والنيل من عقلها المؤسسي. ولذلك، فإن “وكلاء التأثير” لا يُعدّون تهديدًا خارجيًا فقط، بل أدوات تدمير تعمل من الداخل.
عقل الدولة ونموذج بهجلي
القوة التي تُحدِّد مصير الأمم ليست فقط السلطة السياسية، بل أيضًا عقل الدولة. وفي تركيا، يُعدّ دولت بهجلي من أبرز ممثلي هذا العقل. فقد أظهر موقفًا استراتيجيًا باسم بقاء الدولة وسلام الأمة، وذلك بصمته الموزون وتشخيصاته العميقة.
لكن بهجلي، يُستهان به من قِبَل بعض الأوساط، ويُشَكّك في وطنيّته، ويُستهدَف بمحاولات متكررة للنيل من سمعته. وليس ذلك نقدًا عاديًا، بل هو تشويهٌ ممنهج. فأمثال بهجلي يُمثّلون ذاكرة الأمة وجديّة الدولة. والاعتداء عليهم هو اعتداء على عقل الدولة نفسه.
إن الاستراتيجية الدعائية الحديثة تقوم على “التشويه أولًا، ثم التحييد”. والتعليقات من قبيل “تقدّم في العمر” أو “شخصية هامشية” ما هي إلا محاولات للنيل من الردود الأصيلة للدولة. وفي هذه الفترات العصيبة، فإن بصيرة بهجلي وثباته واتزانه تكتسب قيمة استثنائية. وينبغي ألّا يُسائل هو، بل أن تُسائل تلك الانتقادات السطحية التي تستهدفه.
هل نحن أمام تكرار لنموذج السلطان عبد الحميد الثاني؟
التاريخ ليس مجرّد سجلٍ للماضي، بل مرآة تضيء الحاضر. وإن تشابه خطاب “القمع” و”الاستبداد” و”تفرد الزعامة” في تركيا مع المرحلة التي عاشها السلطان عبد الحميد الثاني يُلفت النظر.
فعبد الحميد تحرّك ببصيرة لحماية الدولة من التهديدات الداخلية والخارجية، وواجه مشاريع الغرب السياسية، وسعى لضبط دوائر المصالح في الداخل. وقد نُعِتت هذه الجهود من قِبل “المثقفين” في زمانه بأنها “استبداد”. في حين أن الاستبداد الحقيقي هو في رهن الدولة لصالح المصالح العالمية.
واليوم، يتكرر المشهد. فالحسّ الأمني الوطني والسياسة الخارجية المستقلة يُقدّمان على أنهما “تسلط وقمع”. والتهم التي وُجّهت لعبد الحميد بالأمس تُوجَّه اليوم للرئيس أردوغان ولتحالف الجمهور. وتكرار التاريخ يدل على ترسّخ الذهنيات. أما الكوارث التي تلت إسقاط عبد الحميد، من هزائم البلقان وغيرها، فتُظهر عواقب مثل هذه الاتهامات. فالاستسلام لمثل هذا التوجيه الذهني هو رهنٌ لاستقلال الغد.
النتيجة: هدم مُقنّع بالنقد وتشويهٌ للمستقبل
إن الخطابات التي تتحدث عن “القمع” و”الاستبداد” و”تعتيم المستقبل” في تركيا، وإن بدت في ظاهرها نقدًا مشروعًا، إلا أنها عند التمحيص تُشكّل جزءًا من عملية ممنهجة تستهدف تدمير وعي الأمة. ومن خلال آلاف من وكلاء التأثير، تُنتج هذه الخطابات التي تضرّ ببقاء الدولة، ووحدة الشعب، وتماسكه الاجتماعي.
ويُستهدَف القادة والمؤسسات التي تُجسّد عقل الدولة، وعلى رأسهم أمثال بهجلي. والغرض ليس فقط تقويضهم، بل زعزعة ثقة الأمة فيهم، وتآكل الذاكرة الوطنية. ويُظهر التاريخ أن أقوى درع في مواجهة هذه الهجمات الفكرية والثقافية هو الوعي التاريخي، والتحليل المتزن، والإدراك الوطني.
فالتحليلات التي قُدّمت في هذا المقال تُعدّ دليلًا لفهم موقف تركيا، والسير نحو المستقبل بخطًى واثقة. فاستقلال الأمة يُنتزع أولًا في عقول أبنائها.
إعداد: أحمد ضياء إبراهيم أوغلو
23.07.2025 – أوف
المصادر
1. أنطونيو غرامشي، دفاتر السجن (Prison Notebooks)، مطبعة جامعة كولومبيا، 1992.
2. مالكوم إكس، خطب مختارة (Selected Speeches)، دار غروف للنشر، 1965.
3. يوسف كبلان، بناء الذهن، منشورات كايناك، 2012.
4. يالتشين آقدوغان، إدارة الإدراك (Algı Yönetimi)، وقف بحوث السياسات الاقتصادية لتركيا (TEPAV)، 2010.
5. نوزات طرهان، الحرب النفسية (Psikolojik Savaş)، إسطنبول: دار نسل للنشر، 2016.
6. صادق ألبيراق، خيانة المثقفين في تركيا، إسطنبول: منشورات كلاسيك، 2018.
7. أحمد تاشغيتيرن، السياسة والوصاية والدين، إسطنبول: منشورات درغاه، 2007.
8. شريف مردين، نظرية المركز والهامش، إسطنبول: منشورات إلتشيم، 1989.
9. نجيب فاضل قيساقورك، الخاقان العظيم السلطان عبد الحميد الثاني، إسطنبول: منشورات بيوك دوعو، 1972.
10. مصطفى أرماغان، رقصة عبد الحميد مع الذئاب، إسطنبول: دار قِرْمِزي قِدي للنشر، 2014.
11. محاضر الجمعية الوطنية الكبرى لتركيا (TBMM) والتصريحات الرسمية لدولت باهتشلي، بين عامي 2000 – 2025.