Zalime Verilen Mühletin Hikmeti: İlâhî Adaletin Tecelli Seyri ve Hakedişin Tamamlanması

Giriş

İnsanoğlu, fıtratı gereği acelecidir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu hakikat “İnsan aceleden yaratılmıştır”[^1] ifadesiyle beyan edilmiştir. Acelecilik, beşerin hem günlük işlerinde hem de ilâhî adaletin tecellisini beklerken tezâhür eden bir zaafıdır. Oysa Allah Teâlâ, Kâdir, Hakîm ve Habîr olan sıfatlarıyla, hükmünde acele etmez; hikmetinin gereği olarak zulmedenlere mühlet verir, fakat asla ihmal etmez[^2]. İlâhî adaletin görünürde gecikmesi, aslında zalimin hakedişini tamamlama sürecidir. Nitekim Kur’ân’da şöyle buyrulmuştur:

“Sakın Allah’ın zalimlere mühlet vermesini onların lehine sanma! Onlara ancak günahlarını artıracak şekilde mühlet verir.”[^3]

Bu yazıda, zalimlere mühlet verilmesinin hikmetini Kur’ânî, nebevî ve tarihî delillerle ele alacak; geçmişten günümüze, bilhassa Gazze örneği üzerinden değerlendirecek; ayrıca bu süreçte mazlumun tavrının da ilâhî planın bir parçası olduğunu ortaya koyacağız.

1. Beşerin Aceleciliği ve İlâhî Takdirin Sükûneti

Beşer, sınırlı bilgiye, güçsüz kudrete ve dar bir zamansal idrake sahiptir. Bu nedenle, kötülüğün ve zulmün hemen ortadan kalkmasını ister. Oysa Allah Teâlâ, mutlak kudret sahibi olarak her şeyi yerli yerinde ve en uygun zamanda icra eder.

Kur’ân’da “Onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et”[^4] emri, hem Resûlullah’a hem de tüm müminlere, ilâhî takdirin sükûnetini kavrama dersi verir. Zira acelecilik beşerîdir; hikmetle hareket etmek ise ilâhîdir.

2. Mühlet Vermenin Kur’ânî ve Hadisî Temelleri

Kur’ân-ı Kerîm’de, zalimlere mühlet verilmesi sıkça zikredilir. “Eğer Allah insanları zulümlerinden dolayı hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları, belirlenmiş bir süreye kadar erteler”[^5] ayeti, bu gerçeğin temel naslarındandır.

Resûlullah (s.a.s.) da bir hadisinde şöyle buyurur:

“Allah zalime mühlet verir. Fakat onu yakaladığı zaman artık ondan kurtuluş yoktur.”[^6]

Bu naslar, mühletin ilâhî bir imtihan ve adalet süreci olduğunu gösterir.

3. İlâhî Adaletin Hesapta Yanılmayan Terazisi

Allah Teâlâ, “Allah zerre kadar haksızlık etmez”[^7] buyurarak, adaletinin mutlak olduğunu ilan etmiştir. Zalimlerin cezası, işledikleri zulmün tam karşılığı olarak verilir. Eğer zulüm küçükse ceza da ona göre olur; ancak zulüm büyüdükçe, hakediş tamamlandıkça ceza da ağırlaşır. Bu yüzden mühlet, adaletin tamamlanması için bir zarurettir.

4. Tarih Boyunca Mühlet Örnekleri

Tarihî kıssalar, mühletin hikmetini somutlaştırır. Nûh kavmi 950 yıl boyunca hakka davet edildi[^8]; Âd ve Semûd kavimleri uzun bir uyarı süreci yaşadı; Firavun, Musa (a.s.)’ın mucizelerine rağmen direndi ve sonunda denizde boğuldu. Bu örnekler, zulmün kemale ermesiyle azabın da kemale erdiğini gösterir.

5. Gazze Örneği: Günümüzde Mühletin Hikmeti

Gazze’de işlenen zulümler karşısında “Allah neden bu zalimlere fırsat veriyor?” sorusu sıkça sorulur. İlâhî adalet açısından bu mühlet, zalimlerin suç dosyalarının dolması, hüccetin tamamlanması ve tarihin şahitliği için gereklidir. Aynı zamanda mazlumların derecelerinin yükselmesi, sabır ve direnişlerinin kıyamet gününde şeref vesilesi olması için de bu süreç ilâhî hikmetin bir parçasıdır.

6. Mühlet Sürecinde Mazlumun İmtihanı

Zalime verilen mühlet, sadece zalimin değil, mazlumun da imtihanıdır. Bu süreçte mazlum; sabır, sebat, ihlâs, birlik, tevekkül ve aktif mücadele ile sınanır. Kur’ân’da “Ey iman edenler! Sabredin, sabırda yarışın, nöbetleşe sebat edin ve Allah’tan sakının ki kurtuluşa eresiniz”[^9] emri, bu imtihanın şifrelerini verir.

Bu nedenle, mazlumun isyan etmemesi, umudu yitirmemesi, zulüm karşısında ahlâkını koruması ve sebeplere sarılarak mücadeleyi sürdürmesi, ilâhî yardımın liyakat şartlarındandır.

7. Sonuç: Mühlet, İhmal Değildir

İlâhî adalet, erken gelmeyişi sebebiyle yok sayılamaz. Mühlet, ihmal değil; adaletin tam vaktiyle tecellisi için bir hazırlıktır. Beşer, aceleciliğini terk edip ilâhî hikmete teslim olmalı; mazlum, mühletin kendi imtihanının bir parçası olduğunu bilmeli; zalim ise mühletin sonunun asla kaçınılmaz olduğunu idrak etmelidir.

Hazırlayan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
15.08.2025 OF

📚 Kaynaklar:

[^1]: Enbiyâ Sûresi, 21/37.

[^2]: Nahl Sûresi, 16/61.

[^3]: Âl-i İmrân Sûresi, 3/178.

[^4]: Tâhâ Sûresi, 20/130.

[^5]: Nahl Sûresi, 16/61.

[^6]: Buhârî, Tevhîd, 13; Müslim, Birr, 61.

[^7]: Nisâ Sûresi, 4/40.

[^8]: Ankebût Sûresi, 29/14.

[^9]: Âl-i İmrân Sûresi, 3/200.

ترجمة من التركية إلى العربية: 👇

حكمة إمهال الظالم: مسار تجلّي العدالة الإلهية وإتمام الاستحقاق

المقدمة

الإنسان بفطرته عجول، وقد بيّن القرآن الكريم هذه الحقيقة بقوله تعالى: ﴿خُلِقَ الإِنسَانُ مِنْ عَجَلٍ﴾[^1]. وهذه العَجَلة ضعفٌ بشريٌّ يظهر في شؤون الحياة اليومية كما يظهر عند انتظار تَجَلِّي العدالة الإلهية. أما الله تعالى، فهو القادر والحكيم والخبير، لا يعجل في حكمه، بل يُمْهِلُ الظالمين لحكمة، ولكنه لا يُهْمِلُهم أبدًا[^2]. إنّ ما يبدو للإنسان تأخّرًا في إنزال العقوبة، ليس إلا مرحلةً لاستيفاء الظالم كامل استحقاقه. وقد قال الله تعالى:

﴿وَلَا تَحْسَبَنَّ اللَّهَ غَافِلًا عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ ۚ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الْأَبْصَارُ[^3].

وفي هذه المقالة، سنتناول حكمة الإمهال للظالمين من خلال النصوص القرآنية والنبويّة والأمثلة التاريخية، ونطبّقها على واقعنا المعاصر، خاصةً على مثال غزّة، مع بيان أنّ موقف المظلوم في فترة الإمهال جزءٌ من الخطة الإلهية.

١. عَجَلة البشر وسكينة القضاء الإلهي

البشر محدودو العلم، ضعيفو القدرة، ضيّقو الأفق في إدراك الزمن، ولهذا يريدون زوال الشرّ والظلم على الفور. أما الله تعالى، فبقدرته المطلقة يُجري الأمور في أوانها المناسب وبحكمته البالغة. وقد أمر الله نبيّه صلى الله عليه وسلم بقوله: ﴿فَاصْبِرْ عَلَىٰ مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا﴾[^4]، وفي ذلك تعليم للمؤمنين أن يتأملوا سكينة التدبير الإلهي في مقابل العجلة البشرية.

٢. الأساس القرآني والنبوي للإمهال

ورد في القرآن الكريم كثيرًا ذكرُ إمهال الظالمين، ومن ذلك قوله تعالى: ﴿وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلَكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُسَمًّى[^5].

وفي الحديث الشريف قال رسول الله صلى الله عليه وسلم:

«إنّ الله لَيُمْلِي للظالم، فإذا أخذه لم يُفْلِتْه»[^6].

تدل هذه النصوص على أنّ الإمهال جزء من الامتحان الإلهي ومظهر من مظاهر عدالته.

٣. ميزان العدالة الإلهية الذي لا يخطئ الحساب

يقول الله تعالى: ﴿إِنَّ اللَّهَ لَا يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ﴾[^7]، معلنًا كمال عدالته. فعقوبة الظالم تُقاس بقدر ظلمه، فإن كان صغيرًا كانت العقوبة على قدره، وإن عَظُم واستوفى الظالم استحقاقه، اشتدّت العقوبة. ومن هنا، يكون الإمهال ضرورةً لاستكمال العدل.

٤. أمثلة تاريخية على الإمهال

قصص القرآن خير شاهد على هذه السنّة. فقوم نوح عليه السلام دُعوا إلى الحق تسعمائة وخمسين عامًا[^8]، وعاشت عاد وثمود سنين طويلة مع الإنذارات المتكررة، وفرعون رأى المعجزات الباهرات ومع ذلك استمر في طغيانه حتى أغرقه الله في البحر. هذه الأمثلة تؤكد أن اكتمال الظلم يستدعي اكتمال العذاب.

٥. مثال غزّة: حكمة الإمهال في واقعنا المعاصر

أمام جرائم الاحتلال في غزّة، كثيرًا ما يُطرح السؤال: لماذا يمنح الله هؤلاء الظالمين فرصةً للاستمرار؟ والجواب أن هذا الإمهال إنما هو لاستكمال ملفات جرائمهم، وإقامة الحجة التامة عليهم، وتسجيل شهادة التاريخ عليهم، وفي الوقت ذاته لرفع درجات المظلومين، حتى تكون صبرهم ومقاومتهم وسام شرف لهم يوم القيامة.

٦. امتحان المظلوم في فترة الإمهال

الإمهال ليس اختبارًا للظالمين وحدهم، بل هو أيضًا امتحان للمظلومين. ففي هذه الفترة يُختبر المظلوم بالصبر والثبات والإخلاص والوحدة والتوكل مع الأخذ بالأسباب. وقد قال الله تعالى: ﴿يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ﴾[^9].

فمن واجب المظلوم ألا ييأس ولا يتذمّر، وألا يفقد الأمل، وأن يحافظ على أخلاقه في وجه الظلم، وأن يواصل المقاومة حتى يستحق نصر الله الموعود.

٧. الخاتمة: الإمهال ليس إهمالًا

إنّ العدالة الإلهية لا تُنكر لمجرّد تأخرها في نظر البشر. فالإمهال ليس إهمالًا، بل هو إعدادٌ لتجلي العدالة في وقتها المعيّن. على البشر أن يتخلّوا عن عجلتهم ويسلّموا لحكمة الله، وعلى المظلوم أن يعلم أنّ الإمهال جزء من امتحانه، وعلى الظالم أن يدرك أنّ الإمهال لا يعني الإفلات، بل هو إنذارٌ بأن ساعة الأخذ قادمة لا محالة.

أعده: أحمد ضياء إبراهيم أوغلو.
١٥ / ٠٨ / ٢٠٢٥ م في مدينة أوف

📚 المراجع:

[^1]: سورة الأنبياء، الآية 37.

[^2]: سورة النحل، الآية 61.

[^3]: سورة آل عمران، الآية 178.

[^4]: سورة طه، الآية 130.

[^5]: سورة النحل، الآية 61.

[^6]: البخاري، كتاب التوحيد، باب قوله تعالى ﴿وَنُفِخَ فِي الصُّورِ﴾، رقم 7418؛ مسلم، كتاب البر والصلة، رقم 2583.

[^7]: سورة النساء، الآية 40.

[^8]: سورة العنكبوت، الآية 14.

[^9]: سورة آل عمران، الآية 200.