Uygarlık Maskesi Altında Batı Vahşeti ..

Afrika ve Latin Amerika’da Sömürü ve Soykırımın Kanlı Mirası

Giriş ve Genel Bakış

Sıklıkla “medeniyetin taşıyıcısı”, “aydınlanmanın öncüsü” ve “insan haklarının savunucusu” olarak takdim edilen Batı, bu cilalı suretinin ardında, tarihin en büyük insanlık suçlarını işlemiş bir güçler birliğidir. Özellikle Afrika ve Latin Amerika kıtaları, Batılı devletlerin sömürgeci iştihası uğruna yaklaşık beş yüzyıl boyunca sistematik şekilde kanatılmış, insanı köleleştirilmiş, kültürü ezilmiş, kaynakları yağmalanmış ve gelecekleri karartılmıştır.

Sömürgecilik yalnızca askerî işgal ve köle ticaretiyle sınırlı kalmamış; dînî misyonerlik, kültürel asimilasyon, ekonomik bağımlılık, borçlandırma sistemleri ve uluslararası kurumlar aracılığıyla nesiller boyu devam eden bir tâlihsizliğe ve zillete dönüştürülmüştür. Bu makalede, söz konusu tahribatın başlıca yönleri, tarihi gerçeklikler ve kaynaklarla birlikte ortaya konulacak; bu yıkımın yalnızca birer tarihî vak‘a değil, bugünün krizlerinin temel sebepleri olduğu gösterilecektir.

Makalemiz şu bölümlerden oluşacaktır:

1. Sömürgecilik Öncesi Afrika’nın Medenî Durumu ve Zenginlikleri.
2. Köleleştirme: Transatlantik Köle Ticareti ve İnsan Talanı.
3. Kaynak Talanı ve Servet Aktarımı
4. Dînî ve Kültürel Soykırım.
5. Modern Yansımalar: Borç, IMF, Yapısal Sömürü.
6. Sonuç ve Hesaplaşma: Hakikatle Yüzleşmek ve Tazmin Talebi

1. Sömürgecilik Öncesi Afrika’nın Medenî Durumu ve Zenginlikleri

Afrika, sömürgecilik öncesi çağlarda kadim medeniyetlerin, güçlü siyasî yapıların ve zengin ticarî ağların beşiği olmuştur. Modern tarih yazımının çoğu zaman ihmâl ettiği bu hakikat, Batılı güçlerin daha sonraları gerçekleştirdiği işgal, köleleştirme ve talan siyasetinin arka planını anlamada mühimdir.

Afrika kıtası, sadece doğal kaynaklar bakımından değil; aynı zamanda ilmî, mimarî ve idarî bakımdan da yüksek seviyede teşekkül etmiş topluluklara ev sahipliği yapmaktaydı. Kuzey Afrika’da İslâm medeniyetinin mührünü taşıyan şehirler, Sahra-altı bölgelerinde güçlü krallıklar ve ticaret devletleri, Doğu Afrika’da ise Hint Okyanusu’na uzanan deniz aşırı bağlantılar mevcuttu. Bilhassa Timbuktu, hem bir eğitim merkezi hem de geniş bir kitap kültürüne sahip bir ilim havzasıydı. Bu şehirde 25 binden fazla öğrencinin ders aldığı medreseler, halk kütüphaneleri ve hattatlar bulunmaktaydı.[1]

Orta Batı Afrika’da kurulan Gana, Mali ve Songhay imparatorlukları, yalnızca askerî ve idarî güçleriyle değil; altın ve tuz ticaretiyle de öne çıkmaktaydı. Mali Sultanı Mansa Musa’nın 1324’te Mekke’ye yaptığı hac ziyareti esnasında Kahire’de dağıttığı altınlar, Memlük ekonomisini geçici olarak sarsacak kadar büyük bir serveti temsil ediyordu.[2]

Doğu Afrika kıyılarında ise Svahili şehir devletleri olarak bilinen ticaret merkezleri (örneğin Kilva, Mombasa, Sofala), Hindistan, Arap Yarımadası ve Çin ile irtibat hâlindeydi. Bu bölgelerde Arapça, Farsça ve yerli lehçelerin karışımı olan Svahili dili, hem diplomatik hem de ticaret dili olarak kullanılıyordu.[3]

Bütün bu veriler göstermektedir ki, Afrika ne “medeniyetten uzak ilkel bir kıta”ydı ne de kendi içinde bölünmüş, idaresiz halklardan oluşuyordu. Aksine, siyasî birlikler kurabilen, hukuk ve ticaret sistemi geliştirebilen, sanat ve ilimde ilerlemiş, bağımsız ve üretken bir medeniyetler havzasıydı. Bu sebeple, sömürgeciliğin yıkıcılığı sadece fiziki değil; aynı zamanda medenî bir çökertme mahiyeti taşımaktadır.

2. Köleleştirme: Transatlantik Köle Ticareti ve İnsan Talanı

Afrika’nın yerli nüfusu, 15. yüzyıldan itibaren Batı’nın gözünde yalnızca “iş gücü kaynağı” olarak görülmeye başlandı. Bu dönemde başlayan Transatlantik Köle Ticareti, insanlık tarihinin en büyük sistematik insan avı ve nakliyesi olarak kayda geçti. Afrika’dan Amerika kıtasına zorla taşınan milyonlarca insan, hem bedenî hem de manevî yönden tarumar edildi.

Bu ticaretin temel güzergâhı, üç ana ayağı olan “üçgen ticaret” idi:

  • Avrupa’dan Afrika’ya silah, tekstil ve alkol gönderiliyor,
  • Afrika’dan köleler alınarak Amerika kıtasındaki kolonilere taşınıyor,
  • Amerika’dan ise pamuk, şeker, tütün gibi hammaddeler Avrupa’ya gönderiliyordu.

Afrikalı insanlar zincire vurulup gemilerin ambarlarına tıkılarak, “orta geçiş” (Middle Passage) denilen Atlantik okyanusu geçişinde açlık, hastalık ve işkence içinde taşınıyordu. Tarihçiler, sadece bu deniz yolculuğu esnasında 2 milyondan fazla insanın öldüğünü ifade etmektedir.[4] Kıta genelinde ise 12 ila 15 milyon insanın köleleştirildiği tahmin edilmektedir.[5]

Köleleştirme sadece bir taşınma süreci değil, aynı zamanda ailelerin parçalanması, yerel nüfus dengesinin bozulması ve toplumların sosyolojik olarak çökertilmesi anlamına da geliyordu. Genç ve güçlü fertlerin kıtadan zorla uzaklaştırılması, kırsal ve üretici toplulukların çözülmesine yol açtı.

Köleleştirilen Afrikalılar, Amerika kıtasında şeker kamışı, pamuk, tütün tarlalarında ölesiye çalıştırıldılar. Herhangi bir insanlık hakkı tanınmadan, hem bedenen hem de ruhen ezildiler. Onların teriyle zenginleşen Avrupa şehirleri, sözde “medeniyetin beşiği” olarak yükselirken; bu insanlar zincirlenmiş sessizlik içinde yok sayıldılar.

Batı’nın bu sistematik insan kaçakçılığı, yalnızca ekonomik bir faaliyet değil; aynı zamanda ırkçı ve menfaatçi bir dünya görüşünün pratiğe dökülmüş halidir. Afrika’nın köleleştirilmesi, sömürgeciliğin en karanlık ve utanç verici sahifelerinden biridir.

3. Kaynak Talanı ve Servet Aktarımı

Afrika’nın sadece insan gücü değil, yeraltı ve yerüstü servetleri de Batılı sömürgecilerin gözünde ganimet hükmündeydi. Altın, elmas, gümüş, fildişi, palmiye yağı, kauçuk, bakır, uranyum ve daha nice zenginlik; yerli halkın hiçbir söz hakkı olmaksızın Batı’ya taşındı. Bu kaynak aktarımı, doğrudan emperyal merkezlerin zenginleşmesini ve Batı uygarlığının maddî temellerinin oluşmasını sağladı.

Örneğin, Kongo’da Belçika Kralı II. Léopold’un emriyle yürütülen sömürge rejiminde, kauçuk üretimi bahanesiyle milyonlarca insan işkenceyle, açlıkla ve infazlarla katledildi. Çocukların elleri kesilerek ceza veriliyor, köyler yakılıyor, halk hayvan gibi çalıştırılıyordu. 1908’e kadar 10 milyona yakın insanın öldüğü tahmin edilmektedir.[6]

Güney Afrika ise elmas ve altın madenleriyle dikkat çekti. Bu madenlerde çalışan Afrikalılar, yerin metrelerce altında köle şartlarında çalıştırıldı. Bu kaynaklar sayesinde Londra, Paris, Brüksel ve Amsterdam gibi şehirler zenginleşti, saraylar, üniversiteler, müzeler inşa edildi.[7]

Afrika’nın birçok ülkesinde sömürge idareleri, yerli halkın en verimli topraklarını ellerinden alarak, Avrupalı azınlıklara tahsis etti.[8] Tarım, ticaret ve sanayi faaliyetleri doğrudan Batılı şirketlerin ve sömürgeci devletlerin kontrolüne geçti. Yerli halk ise ya açlığa mahkûm edildi ya da en alt düzeyde angarya işlere sürüldü.

Sömürgeci devletler, yağmaladıkları bu servetleri sadece ekonomilerine değil, aynı zamanda eğitim, ulaşım, sanat ve kültür kurumlarına da aktardı.[9]
Bugün Batı’nın üniversiteleri ve müzeleri, çoğu zaman sömürgelerden gaspedilmiş kaynaklarla kurulmuştur.[10]

Bu süreçte Afrika’ya dönen hiçbir karşılık olmadı. Batı aldı, taşıdı ve biriktirdi. Yerli halklara ise yoksulluk, geri kalmışlık ve travmalar miras kaldı[11]

4. Dînî ve Kültürel Soykırım

Sömürgecilik sadece bedenleri ve toprakları hedef almadı; inançları, dilleri, değerleri, hafızaları ve kimlikleri de topyekûn imha girişimine maruz kaldı. Batılı güçler, işgal ettikleri Afrika topraklarında Hristiyanlaştırma misyonunu askerî ve idarî faaliyetlerle birlikte yürüttüler. Özellikle Katolik ve Protestan misyonerler, yerli halkın İslamî ve geleneksel inançlarını “şeytan işi” sayarak bastırmaya çalıştı.[12]

Birçok bölgede camiler kapatıldı, Kur’an öğretimi yasaklandı, İslamî eğitim kurumları dağıtıldı. Yerine misyoner okulları kurularak çocuklara Hristiyanlık telkin edildi.[13] Bu okullarda kendi dillerini konuşmaları bile yasaklanan Afrikalı çocuklar, isimlerini, kimliklerini ve tarihlerini unutmaya zorlandı.[14] Böylece sadece inanç değil, kültürel hafıza da silinmeye çalışıldı.

Misyonerlik faaliyetleri yalnızca dinî değil, kültürel dönüşümün de aracı oldu. Yerli giyim, müzik, sanat, toplumsal yapı ve değerler aşağılandı; Batı’nın yaşam tarzı “medeniyet” olarak dayatıldı.[15]
Bu durum, sömürgecilerin gözünde Afrikalıyı sadece çalıştırılacak bir beden değil, dönüştürülecek bir ruh ve zihniyet olarak görmelerinden kaynaklanıyordu.

Özellikle Fransız sömürgelerinde uygulanan “asimilasyon” politikası, yerli halkı Fransızlaştırmayı hedeflemiş;[16] ama hiçbir zaman tam vatandaşlık hakkı tanımayarak çifte standardı sürdürmüştür.

Bu süreçte binlerce el yazması yok edildi, yerli diller unutuldu, ataların mirası Batı dillerinin ve kavramlarının arkasında boğuldu. Böylece dinî ve kültürel soykırım, en az fizikî yıkım kadar kalıcı bir tahribata yol açtı.[17]

5. Modern Yansımalar: Borç, IMF, Yapısal Sömürü

Afrika’nın sömürgeleştirilmesi sadece geçmişte kalan bir işgal hadisesi değildir. Sömürü, biçim değiştirerek bugün de devam etmektedir. Siyasi bağımsızlıklarını kazanan Afrika ülkeleri, ekonomik olarak hâlâ Batı’ya bağımlı bir düzenin esiri hâlindedir. Bu yeni dönemin en etkili araçları ise uluslararası finans kurumları, özellikle de Dünya Bankası ve IMF olmuştur.[18]

Bağımsızlık sonrası altyapısı tahrip olmuş, kaynakları Batı’ya aktarılmış ülkeler, kalkınabilmek için borç almaya mecbur bırakılmıştır. Ancak bu borçlar tek taraflı ve sömürgeciliğin devamı niteliğindeki şartlarla verilmiştir.[19] IMF’nin “yapısal uyum programları”, Afrika ülkelerine tarım sübvansiyonlarını kaldırmalarını, kamu harcamalarını kısmalarını ve Batılı sermayeye daha çok alan açmalarını dayatmıştır. Bunun sonucu olarak:

  • Yerli üretici yok olmuş,
  • Kamu hizmetleri çökmüş,
  • Yoksulluk daha da derinleşmiştir.

Bu süreçte Batı merkezli şirketler, Afrika’daki enerji, maden, su, tarım ve ulaşım gibi stratejik sektörlerde neredeyse tek hâkim güç hâline gelmiş; böylece görünürde serbest ticaret altında, gerçekte mutlak bir ekonomik sömürü düzeni kurulmuştur.[20]

Bir başka araç da “kalkınma yardımları” adı altında yapılan, ama şartlı, yönlendirici ve bağımlılık üreten fon akışlarıdır. Eğitimden sağlığa kadar pek çok alanda Batı fonları, Afrika’da kendi dünya görüşünü ve yaşam tarzını yaygınlaştırmanın aracı olarak kullanılmıştır.

Tüm bu düzenlemeler, borçla gelen vesayet rejimlerinin temelini oluşturmuş; siyasi karar alma mekanizmalarını dahi dış müdahalelere açık hâle getirmiştir. Böylece Afrika, bu yeni dönemde de “siyasi bağımsız ama ekonomik tutsak” bir kıta olmanın ötesine geçememiştir.

6. Sonuç ve Hesaplaşma: Hakikatle Yüzleşmek ve Tazmin Talebi

Afrika ve Latin Amerika’da yaşanan sömürgecilik, köleleştirme ve soykırımlar; yalnızca geçmişte kalmış tarihî olaylar değildir. Bu büyük insanlık suçlarının sosyal, kültürel, ekonomik ve psikolojik izleri, bugün dahi yaşamaktadır. Sadece insanlar değil, kıtalar yaralanmış; sadece geçmiş değil, gelecek de gasp edilmiştir.

Bu sebeple, yaşanan bu büyük yıkımın hesabı yalnızca tarihî bilgiyle sınırlı kalmamalı, adaletin ve insanlık vicdanının gereği olarak siyasi ve hukuki bir yüzleşme sürecine dönüşmelidir. Çünkü:

  • Milyonlarca insanın ölümüne, köleleştirilmesine ve kültürel yok oluşuna yol açan güçler hâlâ bu kıtalarda sermaye, eğitim, medya ve diplomasi vasıtasıyla nüfuz sahibidir.
  • Bugünün gelir uçurumu, kalkınma eşitsizliği, eğitim açığı, sağlık sıkıntıları ve siyasi istikrarsızlıkları, doğrudan geçmişin gasp edilmiş kaynaklarının sonucudur.

Bu hakikatle yüzleşmek, öncelikle Batılı devletlerin kendi tarihî sorumluluklarını açıkça kabullenmelerini; ardından tazminat, geri ödeme, özür ve sistematik düzeltme politikalarını gündeme almalarını gerektirir. Aksi takdirde, her yıl Afrika’dan milyarlarca doları “yardım” adıyla gönderip, on katını maden, enerji, tarım, insan gücü ve borç faizi yoluyla geri almak; bu kanlı düzenin sürmesinden başka bir anlam taşımaz.

Gerçek bir medeniyet iddiası, ancak adaletle mümkündür. Bu yüzden bugünün medenî dünyası, Afrika ve Latin Amerika’ya yalnızca geçmişin değil, bugünün de borcunu ödemekle yükümlüdür. Aksi takdirde “medeniyet” değil, sadece “gelişmiş zulüm” hüküm sürmeye devam edecektir.

Hazırlayan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
28.07.2025 OF

Dipnotlar:

  1. Walter Rodney, How Europe Underdeveloped Africa, Bogle-L’Ouverture Publications, London, 1972.
  2. Joseph E. Inikori, Africans and the Industrial Revolution in England: A Study in International Trade and Economic Development, Cambridge University Press, 2002.
  3. Basil Davidson, The African Slave Trade: The History of the Atlantic Slave Trade 1440–1870, Little, Brown and Company, 1961.
  4. Eric Williams, Capitalism and Slavery, University of North Carolina Press, 1944.
  5. Sven Beckert, Empire of Cotton: A Global History, Vintage Books, 2015.
  6. Eduardo Galeano, Las venas abiertas de América Latina [Latin America’s Open Veins], Monthly Review Press, 1973.
  7. Bartolomé de las Casas, A Short Account of the Destruction of the Indies, Penguin Classics, 1992.
  8. David Eltis ve Stanley Engerman, “The Importance of Slavery and the Slave Trade to Industrializing Britain”, The Journal of Economic History, Vol. 60, No. 1 (Mar., 2000), s. 123-144.
  9. Michel-Rolph Trouillot, Silencing the Past: Power and the Production of History, Beacon Press, 1995.
  10. Ngũgĩ wa Thiong’o, Decolonising the Mind: The Politics of Language in African Literature, James Currey, 1986.
  11. Samir Amin, Eurocentrism, Monthly Review Press, 1989.
  12. Frantz Fanon, The Wretched of the Earth, Grove Press, 1963.
  13. UN Human Rights Council, Report of the Working Group of Experts on People of African Descent on its mission to Switzerland, 2018.
  14. Thomas Piketty, Capital and Ideology, Harvard University Press, 2020.
  15. Jean Ziegler, The Looting of Africa, Le Monde Diplomatique, 2008.
  16. William H. Worger, Nancy L. Clark & Edward A. Alpers, Africa and the West: A Documentary History, Oxford University Press, 2010.
  17. Kevin Shillington, History of Africa, Macmillan Education, 2005.
  18. Achille Mbembe, Critique of Black Reason, Duke University Press, 2017.
  19. Adam Hochschild, King Leopold’s Ghost: A Story of Greed, Terror, and Heroism in Colonial Africa, Mariner Books, 1998.
  20. John Henrik Clarke, Christopher Columbus and the Afrikan Holocaust, EWorld Inc., 1993.

ترجمة من التركية إلى العربية: 👇

الوحشية الغربية تحت قناع الحضارة:

الإرث الدموي للاستعمار والإبادة في أفريقيا وأمريكا اللاتينية

مقدمة ونظرة عامة

كثيرًا ما تُقدَّم الحضارة الغربية على أنّها “حاملة لواء التمدّن”، و”رائدة التنوير”، و”مدافعة عن حقوق الإنسان”، غير أنّ الواقع التاريخي يكشف عن تحالفٍ للقوى ارتكب أبشع الجرائم في حقّ الإنسانية، مخفيًّا خلف هذا الوجه المزيّن. لقد شهدت قارّتا أفريقيا وأمريكا اللاتينية ما يقرب من خمسة قرونٍ من الاستنزاف الممنهج من قِبل الدول الغربية الطامعة، حيث سُفكت الدماء، واستُعبد الإنسان، وسُحقت الثقافة، ونُهبت الثروات، وقُوّضت الآمال والمستقبلات.

لم يقتصر الاستعمار على الاحتلال العسكريّ أو تجارة الرقيق، بل تحوّل إلى شقاءٍ ممتدٍّ عبر الأجيال بفعل البعثات التبشيرية، والتمثّلات الثقافية، والتبعيّة الاقتصادية، ونُظم الديون، والمؤسّسات الدولية. وفي هذه المقالة نسلّط الضوء على أبرز أبعاد هذا الخراب مدعومةً بالحقائق التاريخية والمراجع المعتمدة، لنبين أنّ هذه الجرائم ليست حوادث تاريخية منقطعة، بل جذورٌ عميقة للأزمات المعاصرة.

تتكوّن مقالتُنا من المحاور الآتية:

  1. الحالة الحضارية لأفريقيا وثرواتها قبل الاستعمار
  2. الاستعباد: تجارة الرقيق عبر الأطلسي ونهب الإنسان
  3. نهب الموارد وتحويل الثروات
  4. الإبادة الدينية والثقافية
  5. الانعكاسات الحديثة: الديون وصندوق النقد الدولي والاستغلال البنيوي
  6. الخاتمة والمحاسبة: المواجهة مع الحقيقة والمطالبة بالتعويض

1. الحالة الحضارية لأفريقيا وثرواتها قبل الاستعمار

كانت أفريقيا في العصور السابقة للاستعمار مهدًا لحضاراتٍ عريقة، وأنظمةٍ سياسيةٍ قوية، وشبكاتٍ تجاريةٍ واسعة. وهذه الحقيقة التي أغفلتها الكتابات التاريخية الغربية، هي من الأهمية بمكان لفهم الخلفية التي قامت عليها سياسات الاحتلال والاستعباد والنهب التي انتهجتها القوى الغربية لاحقًا.

فقد كانت القارة الأفريقية موطنًا لجماعاتٍ متقدمة ليس فقط في الثروات الطبيعية، بل كذلك في العلوم، والعمارة، والإدارة. ففي شمال أفريقيا، كانت المدن تحمل طابع الحضارة الإسلامية، وفي جنوب الصحراء الكبرى وُجدت ممالك وإمبراطوريات قوية، أمّا شرق أفريقيا فكان يتمتّع باتصالاتٍ بحرية مع المحيط الهندي. وكانت مدينة تمبكتو، على وجه الخصوص، مركزًا علميًّا وثقافيًّا، حيث ضمّت مدارس يتجاوز عدد طلابها خمسة وعشرين ألفًا، إضافةً إلى المكتبات العامة والنسّاخين المتخصصين في العلوم والفنون.[¹]

وفي غرب أفريقيا، برزت إمبراطوريات غانا ومالي وصنغي، التي لم يكن تميّزها مقتصرًا على القوة العسكرية والإدارية فحسب، بل كذلك على تجارة الذهب والملح. ويُذكر أن سلطان مالي “مانسا موسى” خلال زيارته للحج سنة 1324م، وزّع كمياتٍ كبيرةً من الذهب في القاهرة ممّا أثّر مؤقتًا في اقتصاد الدولة المملوكية.[²]

وفي سواحل شرق أفريقيا، كانت هناك دويلات تجارية تُعرف بدويلات “السواحلي”، مثل كيلوة وممباسا وسوفالا، التي أقامت علاقاتٍ مع الهند وشبه الجزيرة العربية والصين. وكانت اللغة السواحلية -وهي مزيجٌ من العربية والفارسية واللهجات المحلية– تُستخدم لغةً دبلوماسيةً وتجاريةً على نطاق واسع.[³]

تُثبت هذه المعطيات أن أفريقيا لم تكن “قارةً بدائيةً متخلّفة عن الحضارة” ولا “شعوبًا متفرّقة تفتقد إلى النظام”، بل كانت مهدًا لحضاراتٍ مستقلّة، متقدّمةٍ في السياسة والعلوم والفنون، قادرةٍ على تشكيل وحداتٍ سياسية وتطوير نظم قانونية وتجارية. ومن هنا، فإن التدمير الاستعماري لم يكن مجرّد احتلالٍ مادي، بل كان انهيارًا حضاريًّا ممنهجًا.

2. الاستعباد: تجارة الرقيق عبر الأطلسي ونهب الإنسان

بدأت القوى الغربية، منذ القرن الخامس عشر، تنظر إلى سكان أفريقيا الأصليين بوصفهم “مصدرًا للعمالة”. وبهذا التصوّر انطلقت “تجارة الرقيق عبر الأطلسي” التي تُعدّ أكبر عملية صيدٍ ونقلٍ بشريٍّ منهجيٍّ في تاريخ البشرية. فقد نُقل الملايين من الأفارقة قسرًا إلى القارة الأمريكية، حيث تعرّضوا لدمارٍ جسديٍّ ونفسيٍّ بالغ.

كان لهذه التجارة مسارٌ ثلاثي يُعرف بـ”التجارة المثلثة”، وهي:

  • تُرسل الأسلحة والمنسوجات والمشروبات الكحولية من أوروبا إلى أفريقيا،
  • يُنقل الرقيق من أفريقيا إلى المستعمرات الأمريكية،
  • تُرسل المواد الخام مثل القطن والسكر والتبغ من أمريكا إلى أوروبا.

وكان يُقيّد الأفارقة بالسلاسل ويُحشرون في أقبية السفن ليُجتازوا “الممر الأوسط” عبر الأطلسي في ظروفٍ من الجوع، والأمراض، والتعذيب. ويُقدّر المؤرّخون عدد من لقوا حتفهم في هذا الطريق البحري وحده بأكثر من مليوني شخص.[⁴] أمّا العدد الإجمالي للمستعبدين فيُقدّر بين 12 إلى 15 مليون إنسان.[⁵]

ولم يكن الاستعباد مجرّد نقلٍ قسريٍّ، بل كارثة اجتماعية أفضت إلى تفكيك العائلات، واختلال التوازن السكاني، وانهيار البنى المجتمعية. فقد أدّى انتزاع الشباب الأقوياء من مجتمعاتهم إلى تفكّك المجتمعات الريفية والإنتاجية.

أُجبر المستعبَدون على العمل في مزارع قصب السكر، والقطن، والتبغ في ظروفٍ بالغة القسوة. وسُلبوا أدنى حقوقهم الإنسانية، وتعرّضوا للقهر الجسديّ والنفسيّ. وبينما نمت المدن الأوروبية وازدهرت بعرقهم ودمائهم، ظلّوا هم أسرى الصمت والإهمال.

إنّ هذه التجارة البشريّة لم تكن مجرّد نشاطٍ اقتصادي، بل كانت تجسيدًا عمليًّا لرؤيةٍ عنصريةٍ نفعية، وكانت إحدى أكثر صفحات الاستعمار ظلمةً وعارًا في التاريخ.

3. نهب الموارد وتحويل الثروات

لم يكن الغرب يطمع فقط في الأيدي العاملة الأفريقية، بل كذلك في ثرواتها الطبيعية فوق الأرض وتحتها. فقد نُقلت إلى الغرب كمياتٌ هائلة من الذهب، والألماس، والفضة، والعاج، وزيت النخيل، والمطاط، والنحاس، واليورانيوم وغيرها، دون أي اعتبارٍ لرأي السكان الأصليين أو مصالحهم. وأسهم هذا النهب في إثراء العواصم الاستعمارية وتأسيس البنية المادية للحضارة الغربية.

فعلى سبيل المثال، في الكونغو، وتحت حكم الملك البلجيكي ليوبولد الثاني، ارتُكبت مجازر مروعة بذريعة إنتاج المطاط، حيث قُتل الملايين جوعًا وتعذيبًا وإعدامًا. وكان يُعاقب الأطفال بقطع أيديهم، وتُحرق القرى، ويُعامَل الناس كالحيوانات. وتُقدَّر أعداد الضحايا حتى عام 1908 بحوالي عشرة ملايين شخص.[⁶]

أما في جنوب أفريقيا، فقد كانت المناجم الغنية بالألماس والذهب تُستغلّ بأيدي أفارقة يعملون في أعماق الأرض في ظروفٍ شبيهة بالعبودية. وقد ساهمت هذه الثروات في إثراء مدنٍ كبرى مثل لندن وباريس وبروكسل وأمستردام، وشُيّدت بها القصور والجامعات والمتاحف.[⁷]

وفي معظم الدول الأفريقية، استولى الاستعمار على أفضل الأراضي الزراعية ووهبها للأقلية الأوروبية، في حين حُرم السكان الأصليون من سبل العيش الكريم، وجرى استغلالهم في أدنى المهن وأقساها.[⁸]

ثم حُوّلت هذه الثروات المنهوبة إلى الجامعات والبنى التحتية والمؤسّسات الثقافية الغربية.[⁹] فكثيرٌ من الجامعات والمتاحف الغربية إنما أُسّست على ثرواتٍ مسروقة من المستعمرات.[¹⁰]

ولم تتلقَّ أفريقيا أيّ مقابلٍ حقيقي لهذه الخسائر، بل بقيت ترزح تحت الفقر، والتخلّف، والاضطرابات النفسية والاجتماعية.[¹¹]

٤. الإبادة الدينية والثقافية

لم تستهدف الاستعماريةُ الأجسادَ والأراضيَ وحدها، بل امتدت لتشمل العقائدَ واللغاتِ والقِيَمَ والذاكرةَ والهويةَ، في محاولةٍ شاملةٍ للإبادة والمحو. فقد سعت القوى الغربية إلى تنفيذ مهمة التنصير جنبًا إلى جنب مع أنشطتها العسكرية والإدارية في الأراضي الإفريقية المحتلة. وتولى المبشّرون الكاثوليك والبروتستانت خصوصًا قَمع المعتقدات الإسلامية والتقليدية للسكان الأصليين، واعتبروها من عمل الشيطان.[12]

فأُغلقت المساجد في كثيرٍ من المناطق، وحُظرت دروس القرآن، وتم تفكيك المؤسسات التعليمية الإسلامية، وحلّت محلها مدارسُ تبشيريةٌ سعت إلى غرس العقيدة المسيحية في نفوس الأطفال.[13] وفي هذه المدارس، حُظر على الأطفال الأفارقة حتى التحدث بلغاتهم الأصلية، وأُجبروا على نسيان أسمائهم وهوياتهم وتاريخهم.[14] وبهذا لم يكن الدين وحده هو المستهدف، بل الذاكرة الثقافية أيضًا.

لقد كانت أنشطة التبشير أداةً ليس فقط لتحويل العقيدة، بل لتحويل الثقافة كذلك. فقد استُهزئ بالملابس المحلية، والموسيقى، والفنون، والبُنى الاجتماعية، والقيم التقليدية، وفُرض نمط الحياة الغربية تحت اسم “التحضّر”.[15] وقد نتج عن ذلك أن الاستعمار نظر إلى الإنسان الإفريقي لا كجسدٍ يُستغل فحسب، بل كروحٍ وعقلٍ ينبغي تحويلهما.

وخاصة في المستعمرات الفرنسية، نُفّذت سياسة “الاستيعاب” التي هدفت إلى “فرنسة” الشعوب المستعمَرة؛[16] لكنها لم تمنحهم يومًا حقوق المواطنة الكاملة، بل أبقتهم تحت وطأة ازدواجية المعايير.

وقد أُتلفت في هذا السياق آلافُ المخطوطات، وضاعت اللغات المحلية، وغُمرت ترِكةُ الأجداد تحت وطأة اللغات والمفاهيم الغربية. وهكذا أدّت هذه الإبادة الدينية والثقافية إلى تدميرٍ لا يقلُّ أثرًا عن الدمار المادي.[17]

٥. الانعكاسات الحديثة: الدَّين، وصندوق النقد، والاستعمار البنيوي

إن استعمار إفريقيا لم يكن مجرّدَ حادثةٍ تاريخيةٍ مضتْ، بل هو استغلالٌ مستمرٌّ اتخذ أشكالًا جديدة. فمع أنّ دول إفريقيا نالت استقلالها السياسي، إلا أنها لا تزال أسيرةَ نظامٍ اقتصاديٍّ تابعٍ للغرب. وكان من أبرز أدوات هذا النظام الجديد: المؤسساتُ الماليةُ الدولية، وعلى رأسها البنكُ الدولي وصندوقُ النقد الدولي.[18]

لقد اضطرت الدول الإفريقية -التي نالت استقلالها السياسي بعد أن دُمّرت بناها التحتية ونُهبت ثرواتها- إلى الاقتراض من أجل النهوض من جديد. لكنّ هذه القروض مُنحت بشروطٍ مجحفةٍ تُعدّ امتدادًا للاستعمار.[19] وفرضت برامجُ “التكيّف الهيكلي” التابعة لصندوق النقد الدولي على الدول الإفريقية إلغاءَ دعم الزراعة، وتخفيضَ الإنفاق العام، وفتحَ أسواقها أمام رؤوس الأموال الغربية. وقد أدّى ذلك إلى:

  • انهيار الإنتاج المحلي،
  • تدهور الخدمات العامة،
  • ازدياد الفقر تعمقًا وانتشارًا.

وفي هذا السياق، أصبحت الشركات الغربية هي القوة المهيمنة في قطاعاتٍ استراتيجيةٍ مثل الطاقة، والمعادن، والمياه، والزراعة، والنقل. فأنشأوا نظامًا استغلاليًّا اقتصاديًّا مطلقًا تحت غطاء “التجارة الحرة”.[20]

ومن أدوات هذا الاستعمار الجديد أيضًا ما يُسمّى بـ “المساعدات التنموية”، وهي في حقيقتها تدفّقات مالية مشروطة، توجه السياسات، وتنتج التبعية. وقد استُخدمت هذه المساعدات في نشر الرؤية الغربية للحياة في مجالات كالتعليم والصحة.

وقد أرست هذه السياسات دعائمَ أنظمةِ وصايةٍ قائمةٍ على الديون، وأبقت آلياتِ اتخاذ القرار السياسي عرضةً للتدخلات الخارجية. وهكذا لم تستطع إفريقيا تجاوز كونها قارةً “مستقلة سياسيًّا، مستعبدة اقتصاديًّا”.

٦. الخاتمة والمحاسبة: مواجهة الحقيقة والمطالبة بالتعويض

إن ما شهدته إفريقيا وأمريكا اللاتينية من استعمارٍ واستعبادٍ وإباداتٍ جماعية، ليس مجرّد أحداثٍ تاريخيةٍ مضت، بل لا تزال آثارُها الاجتماعية والثقافية والاقتصادية والنفسية ماثلةً حتى اليوم. لم تُجرح الشعوب فحسب، بل جُرحت القارات، ولم يُغتصب الماضي فقط، بل اختُطف المستقبل كذلك.

لذلك، ينبغي أن لا تقتصر محاسبة هذه الكارثة الكبرى على مجرد المعرفة التاريخية، بل يجب أن تتحوّل إلى مسارٍ من المواجهة السياسية والقانونية، تحقيقًا للعدالة وإنصافًا لضمير الإنسانية. ذلك أن:

  • القوى التي تسببت في قتل الملايين، واستعبادهم، ومحو ثقافتهم، لا تزال تهيمن على هذه القارات عبر المال، والتعليم، والإعلام، والدبلوماسية.
  • الفجوة في الدخل، واللامساواة في التنمية، ونقص التعليم، وأزمات الصحة، واللااستقرار السياسي، هي نتائج مباشرة لنهب الماضي.

ومواجهة هذه الحقيقة تتطلّب من الدول الغربية أولًا أن تُقِرّ بمسؤولياتها التاريخية بوضوح، ثم تشرع في تنفيذ سياسات التعويض، وإرجاع الحقوق، وتقديم الاعتذار، والإصلاح البنيوي المنهجي. وإلا فإن استمرار تحويل مليارات الدولارات من إفريقيا سنويًّا تحت مسمّى “المساعدات”، مقابل استرجاع أضعافها عبر نهب المعادن والطاقة والزراعة والأيدي العاملة وأرباح الديون؛ لا يعني إلا استمرار هذا النظام الدموي.

وإن ادّعاء التمدّن لا يكون صادقًا إلا بالعدل. ولهذا فإن على عالم اليوم -إن كان متمدّنًا حقًّا- أن يُسدّد دَينه التاريخي والراهن لإفريقيا وأمريكا اللاتينية. وإلا فلن تسود “حضارة”، بل ستستمر “الوحشية المتقدّمة” في حكم العالم.

أعدّه: أحمد ضياء إبراهيم أوغلو

٢٨ /٠٧/ ٢٠٢٥م OF

المراجع:

  1. والتر رودني، كيف تخلّف أوروبا إفريقيا؟، منشورات بوغل-لوفرتور، لندن، 1972.
  2. جوزيف إي. إنيكوري، الأفارقة والثورة الصناعية في إنجلترا: دراسة في التجارة الدولية والتنمية الاقتصادية، مطبعة جامعة كامبريدج، 2002.
  3. باسيل دافيدسون، تجارة الرقيق الإفريقية: تاريخ تجارة الرقيق عبر الأطلسي من 1440 إلى 1870، دار ليتل براون وشركاه، 1961.
  4. إيريك ويليامز، الرأسمالية والعبودية، مطبعة جامعة نورث كارولينا، 1944.
  5. سفين بيكيرت، إمبراطورية القطن: تاريخ عالمي، كتب فينتاج، 2015.
  6. إدواردو غاليانو، الأوردة المفتوحة لأمريكا اللاتينية، مطبعة المراجعة الشهرية، 1973.
  7. بارتولومي دي لاس كاساس، نبذة عن دمار جزر الهند، منشورات بنغوين كلاسيكس، 1992.
  8. ديفيد إلتيس وستانلي إنجرمان، “أهمية العبودية وتجارة الرقيق في التصنيع البريطاني”، مجلة التاريخ الاقتصادي، المجلد 60، العدد 1 (مارس، 2000)، الصفحات 123–144.
  9. ميشيل-رولف ترويّو، إسكات الماضي: السلطة وإنتاج التاريخ، مطبعة بيكون، 1995.
  10. نغوجي واتيونغو، تحرير العقل: سياسة اللغة في الأدب الإفريقي، دار جيمس كوري، 1986.
  11. سمير أمين، المركزية الأوروبية، مطبعة المراجعة الشهرية، 1989.
  12. فرانز فانون، معذبو الأرض، مطبعة غروف، 1963.
  13. مجلس حقوق الإنسان التابع للأمم المتحدة، تقرير فريق الخبراء العامل المعني بالأشخاص المنحدرين من أصل أفريقي خلال زيارته إلى سويسرا، 2018.
  14. توماس بيكيتي، رأس المال والأيديولوجيا، مطبعة جامعة هارفارد، 2020.
  15. جان زيغلر، نهب إفريقيا، لو موند ديبلوماتيك، 2008.
  16. وليم هـ. وورجر، نانسي ل. كلارك، إدوارد أ. ألبيرز، إفريقيا والغرب: تاريخ وثائقي، مطبعة جامعة أكسفورد، 2010.
  17. كيفن شيلينغتون، تاريخ إفريقيا، مطبعة ماكميلان التعليمية، 2005.
  18. أشيلي مبمبي، نقد العقل الأسود، مطبعة جامعة ديوك، 2017.
  19. آدم هوشيلد، شبح الملك ليوبولد: قصة الجشع والرعب والبطولة في إفريقيا الاستعمارية، دار مارينر، 1998.
  20. جون هنريك كلارك، كريستوفر كولومبوس والهولوكوست الإفريقي، منشورات إي وورلد، 1993.