Yusuf (as)’ın Kavli Dua İle Fiili Duayı Birleştirme Anlayışı ..

Hz. Yusuf’a (aleyhisselâm), zindandayken kralın yedi semiz ineği yiyen yedi zayıf inek ile yedi yeşil başak ve diğerleri kuru başaklar gördüğü rüyası arz edildiğinde, bu rüyayı Kur’ân-ı Kerîm’de bildirildiği şekilde tevil etti:

“(Yusuf) dedi ki: Yedi yıl boyunca adet üzere ekin ekeceksiniz; fakat biçtiklerinizi başağında bırakın, sadece az bir kısmını yiyeceğiniz kadar ayırın. Sonra onun ardından yedi çetin yıl gelir ki, bu yıllar için önceden biriktirdiğinizin çoğunu yer, ancak az bir kısmını saklayabilirsiniz. Sonra onun ardından bir yıl gelir ki, insanlar o yılda yağmura kavuşur ve (meyve, üzüm gibi) sıkarak elde ettiklerinden faydalanırlar.” [Yûsuf, 47–49]

Hz. Yusuf’un (aleyhisselâm) kralın rüyasını tevil edişinde dikkat çeken husus, yalnızca rüyayı açıklamakla yetinmeyip, yaklaşmakta olan kıtlığa karşı pratik bir çözüm de sunmuş olmasıdır. Öyle ki, biçilen ürünlerin başağında bırakılmasını tavsiye etmiştir; zira böylece ürünler bozulmaz, kurtlanmaz ve uzun süre muhafaza edilebilir. Onlardan da ancak zaruret miktarınca, ihtiyaç nispetinde alınmasını teklif etmiştir.

Bu Kur’ânî sahne, gerek ferdi gerek içtimai krizlerle başa çıkma noktasında bir metod sunmaktadır: Meselenin sadece teşhisiyle, tafsilatlı biçimde tahliliyle yetinmemek; bilakis, bu teşhisin ve tahlilin ötesine geçerek, krizden çıkış yollarını gösteren pratik bir çözüm de ortaya koymaktır.

Zorluklarla mücadelede pratik bir çözüm sunmaksızın meseleyi dile getirmekle yetinmek gibi eksik bir yaklaşımın bir uzantısı da, bazı kimselerin ferdi ya da içtimai musibetlerde yalnızca duaya bel bağlamaları ve onu yeterli görmeleridir.

Oysa bizleri duaya yönelten ve ona sıkı sıkıya bağlanmamızı emreden dinimiz, aynı zamanda maddî sebeplere sarılmayı da bizden istemektedir. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), ümmetin zayıflarıyla, onların duası ve yalvarışlarıyla zafere ulaştırılacağını haber vermesine rağmen, bizzat savaş meydanlarına çıkmış, sadece dua ile yetinmemiştir. Bedir Savaşı’nda savaşın arefesinde Rabbine dua etmekte öyle ısrarcıydı ki, Hz. Ebû Bekir onun için endişelendi. Fakat o, o hâlde iken bile savaş elbiselerini kuşanmış, silahını kuşanmıştı. Yani maddî zafer sebeplerine de tam anlamıyla başvurmuştu.

Bu anlayış, sahabe neslinde, tabiînde, onların ardından gelen nesillerde ve din imamlarında kökleşmiş bir yaklaşımdır. Öyle ki, tâbiînin büyük fakihlerinden ve Hz. Ömer’in (radıyallahu anh) halifeliği döneminde doğmuş olan İmam Şa‘bî, uyuz hastalığı hızla yayılan develere rastladığında şöyle demiştir: “Ey gençler! Şu develerinizin hâlini görmüyor musunuz?” Gençler, “Bizim yaşlı bir kadınımız var, onun duasına güveniyoruz,” dediklerinde, İmam Şa‘bî şu cevabı vermiştir: “Onun duasına bir de katranı eklemenizi isterim.”

Bazıları bu kıssayı bizzat Hz. Ömer’e nispet etmektedir; ancak ben bu rivayeti görmedim. Buradaki asıl vurgu, İmam Şa‘bî’nin duaya güvenmenin yanı sıra, Allah’ın kullarına lütfettiği maddî sebeplerden biri olan katranla deve bedenini yağlamayı da tavsiye etmesidir. Zira bu, uyuz hastalığına karşı etkili bir çaredir.

Bu anlatılanlar, duanın kıymetini azaltmak için değildir. Zira dua, müminin her hâlükârda sahip olduğu en güçlü silahıdır. Ancak burada kınanan, yalnızca duaya dayanıp hiçbir maddî sebebe başvurmamaktır. Bazı insanlar, Gazze’de yaşanan o yakıcı krize karşı hiçbir somut adım atmamakta, yalnızca dua etmekle vicdanlarını rahatlatmaktadırlar. Hâlbuki ellerinden fiilî olarak da pek çok şey gelmektedir: Yardım faaliyetlerine katılmak, sosyal medya aracılığıyla Gazze halkının yaşadığı zulmü dünyaya duyurmak, bu uğurda düzenlenen etkinliklere iştirak etmek, ya da en azından kendi etki alanındaki kimselerle bu mesele hakkında konuşmak, böylece bu davanın kalplerde sönmemesini sağlamak mümkündür.

Yalnızca dua ile yetinmek, kişinin elinden hiçbir şey gelmediği, tüm yolların kapandığı hâllerde makbul ve mâzur görülebilir. Ancak dua ile yetinip onu tek başına yeterli görmek, krizlere karşı bir tavır olarak benimsemek, sadece tevekkül perdesi altında bir atalete sürüklenmektir. Bu, Allah’tan rızık istemeye gücü yettiği hâlde tembellik eden ve çalışmaktan geri duran kimselerin tutumuna benzer. Oysa Allah işini muhakkak hükme bağlayandır; fakat insanların çoğu bunu bilmezler.

İhsan el-Fakîh

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
16.04.2025 Üsküdar

عندما عُرض على يوسف عليه السلام في سجنه رؤيا الملك لسبع بقرات سمان يأكلهن سبع عجاف، وسبع سنبلات خضر وأخر يابسات، قام بتأويلها كما جاء في القرآن الكريم: {قَالَ تَزْرَعُونَ سَبْعَ سِنِينَ دَأَبًا فَمَا حَصَدْتُمْ فَذَرُوهُ فِي سُنْبُلِهِ إِلَّا قَلِيلًا مِمَّا تَأْكُلُونَ (47) ثُمَّ يَأْتِي مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ سَبْعٌ شِدَادٌ يَأْكُلْنَ مَا قَدَّمْتُمْ لَهُنَّ إِلَّا قَلِيلًا مِمَّا تُحْصِنُونَ (48) ثُمَّ يَأْتِي مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ عَامٌ فِيهِ يُغَاثُ النَّاسُ وَفِيهِ
يَعْصِرُونَ} [يوسف: 47 – 49].

المُلاحَظ في تأويل يوسف عليه السلام لرؤيا الملك، أنه لم يكتف بتفسيرها، بل قدم إليهم حلا عمليا لمواجهة هذه المجاعة، وهو ترك ما يحصدونه في سنابله لئلا يفسد أو يأكله السوس، وهذا أدعى لبقائه فترة طويلة، فلا يأخذون منه إلا القليل بمقدار الحاجة.

هذا المشهد القرآني يمثل منهجية في التعامل مع الأزمات الفردية أو الجماعية، وهي عدم الاقتصار على عرض المشكلة أو تفسيرها أو إفاضة البيان في أبعادها، وإنما الزيادة على ذلك بطرح الحل العملي للخروج من الأزمة أو حل المشكلة.

فرعٌ عن القصور في التعامل مع المشكلات بدون تقديم حل عملي، اعتقاد البعض أن الدعاء وحده كافٍ في رفع الأزمات سواء الخاصة أو العامة.

الدين الذي حثّنا على التمسك بالدعاء والتزامه، هو نفسه الدين الذي أمرنا أن نأخذ بالأسباب المادية، فالنبي صلى الله عليه وسلم الذي أخبر أن هذه الأمة تنتصر بضعفائها وتضرعهم، كان يخوض المعارك بنفسه ولم يكتف بالدعاء. وفي معركة بدر كان على مشارف القتال يُلح على ربه في الدعاء حتى أشفق عليه الصديق أبو بكر، كان ذلك وهو يرتدي ثياب الحرب وعُدّتها، ولم يقتصر على الدعاء بل أخذ بأسباب النصر المادية.

وهذا هو ما استقر في وجدان سلف هذه الأمة من الصحابة والتابعين وتابعيهم وأئمة الدين، فهذا هو الإمام الشعبي من فقهاء التابعين الذين ولدوا في خلافة الفاروق عمر رضي الله عنه، يمر بإبل قد أسرع فيها الجرب، فَقَالَ: يا فتيان: ألا ترون إبلكم هذه؟ قالوا: إن لنا عجوزاً نتكل على دعائها؛ قال: أحب أن تضيفوا إلى دعائها شيئاً من القطران.

والبعض ينسب هذه القصة لعمر بن الخطاب نفسه، لكنني لم أقف عليها، والشاهد أن الشعبي دعاهم مع الاعتماد على الدعاء إلى الأخذ بما يسره الله من أسباب مادية هي بالأساس من نعم الله التي علمها عباده، وهو دهن بدن الإبل بالقطران للقضاء على الجرب.

وقطعًا ليس هذا تقليلا من شأن الدعاء وأهميته، فهو سلاح المؤمن في كل الأوقات، لكن المذموم هنا هو الاقتصار على الدعاء وحده دون الأخذ بالأسباب المادية، فالبعض لا يقدم شيئا عمليا تجاه الأزمة الضارية التي يعاني منها أهل غزة، ويكتفي بالتضرع والدعاء من أجلهم ليريح ضميره، مع أن بإمكانه أن يقوم بخطوات عملية على طريق نصرة أهل غزة، سواء بالعمل الإغاثي، أو بالتفاعل مع القضية عن طريق مواقع التواصل ونقل صورة المعاناة إلى العالم، أو بالمشاركة في أية فاعليات عامة تقوم من أجل معاناة القطاع، أو حتى بالحديث مع من يقعون في دائرة نفوذه أو تأثيره حول هذه القضية لئلا تخفت جمرتها في النفوس.

إن الاكتفاء بالدعاء وحده يصلح فيما إذا كان المرء لا يستطيع أن يقدم شيئا عمليا، وانقطعت به الأسباب، فحينها لا يُلام على هذا المسلك، أما الاكتفاء بالدعاء واعتباره هو كل شيء لمواجهة الأزمات، فهذا من شأن المتواكلين الذين يشبهون أهل البطالة في بطالتهم رغم القدرة على العمل وطلب الرزق من الله، والله غالب على أمره ولكن أكثر الناس لا يعلمون.

إحسان الفقيه

https://shrq.me/opbfclj