Türkiye-Libya Dostluğunun Tarihi Seyri

Dr. Ali Muhammed Sallâbî

İlâhî hikmet, fikirlerin çatışmasını, menfaatlerin çakışmasını, hayatın çeşitli sahalarında rekabeti, devletlerin el değiştirmesini ve insanlık hâllerinin art arda gelmesini gerekli kılmıştır. Bu ilâhî takdir, Libya topraklarında da diğer millet ve halklarla kurulan tarihî münasebetler çerçevesinde yaşanmıştır. Bu münasebetler arasında en uzun soluklu ve süreklilik arz edeni ise, eski ve yeni devirlerde Türklerle kurulan ilişkidir. Bu ilişki, bâtıla karşı durmak, hakkı muhafaza etmek ve ehlini himaye etmek esasına dayanmaktadır.

Libya toprakları, milâdî 643 yılında gerçekleşen İslâm fethinden sonra Raşid Halifeler Devleti’nin idaresine girmiş; ardından Emevî Devleti’ne, daha sonra da Abbâsî Devleti’ne bağlanmıştır. Genel olarak bakıldığında, Libya’da hüküm süren birçok İslâm devleti ardı ardına gelmiştir. Bunlardan bir kısmı Kuzey Afrika’da teşekkül etmiş, hilâfet merkezinden bağımsız hâle gelmiş; bu durum Libya sahasını yerel hânedanlar ile çeşitli kabile unsurları arasında nüfuz mücadelesine açık bir alan hâline getirmiştir. Batı bölgeleri sırasıyla Fâtımîler’e, Senhâce Devleti’ne, Muvahhidler’e ve Hafsîler’e bağlanırken; Berka bölgesi ise Osmanlıların gelişine kadar Mısır’a hâkim olan devletlerin idaresinde kalmıştır.

Milâdî 1510 yılında İspanyol donanması Trablus’a saldırmış ve halkın şiddetli direnişine rağmen şehri işgal etmiştir. Şehir düşmüş olmakla birlikte, halk direnişi kesintiye uğramamış; direnişçiler Trablus’u kuşatma altına almışlardır. Bunun neticesinde İspanyollar, 1530 yılında şehri Haçlı Saint Jean Şövalyeleri’ne (Malta Şövalyeleri) devretmek zorunda kalmıştır. Bu süreçte Libya halkı, ülkenin kurtarılması ve işgalden arındırılması için Osmanlı Devleti’nden yardım talep etmiştir. İşte bu andan itibaren Libya tarihinde yeni bir safha başlamış; Türkler ile Libyalılar arasındaki doğrudan münasebet tesis edilmiştir. Bu münasebet, Libya halkının Osmanlı Devleti’ne yönelttiği yardım çağrısından günümüze kadar uzanan tarihî merhaleler çerçevesinde ele alınmaktadır.

Dr. Ali Sallâbî, Türk ve Libyalı halklar arasındaki ilişkiyi ele alan bu çalışmasında, iki halk arasında bağ kuran hadiseleri ve tutumları inceleyerek şu neticelere ulaşmaktadır:
1. On altıncı yüzyılın ortalarında Libya’ya yönelen Osmanlı müdahalesi, sömürme yahut Libya’yı topraklarına katma arzusuyla değil; Haçlı istilasına karşı kurtarma ve cihad maksadıyla gerçekleşmiştir. Bu müdahale, Tacura’dan gelen temsilcilerin öncülüğünde Libya halkının açık talebi üzerine vuku bulmuş, meşru bir davet zemininde hayata geçirilmiştir.
2. Osmanlıların Libya’ya girişi, Afrika ve Libya sahillerini kuşatan Haçlı tehdidinin en yoğun olduğu, iç düzenin sarsıldığı ve istilacılara karşı koyacak birleşik ve merkezî bir idarenin bulunmadığı son derece kritik bir dönemde gerçekleşmiştir.
3. Osmanlı Türkleri, Libya dâhil olmak üzere Mağrip diyarının savunulmasında mühim bir rol üstlenmiş; bu bölgelerde İslâm hâkimiyetini muhafaza etmiş ve Avrupa güçlerinin Libya’yı işgalini üç asırdan fazla bir süre geciktirmiştir.
4. Osmanlı idaresi döneminde Libya, tarihinde ilk defa Mısır’dan doğuda, Tunus ve Cezayir’den batıda bağımsız bir siyasî yapı hâline gelmiş; kendi askerî ve iktisadî kudretine kavuşmuştur. Bu durum bilhassa Karamanlılar devrinde açıkça ortaya çıkmıştır.
5. Osmanlı Türkleri, özellikle ikinci Osmanlı devrinde, Libya’da çağdaş devlet yapısının temellerini atmış; “tanzimat” adıyla bilinen Osmanlı kanunlarını Trablus vilâyetinin idare ve hukuk düzenine dâhil etmişlerdir. Aynı dönemde eğitim sahasında yeni bir yapı kurulmuş, imar, ticaret ve benzeri alanlarda kayda değer bir gelişme yaşanmıştır.
6. Osmanlı Devleti’nin yıkılışından sonra Türkiye ile Libya arasındaki bağlarda bir durgunluk yaşanmış; ancak bu durum uzun sürmemiş, bilhassa yirminci yüzyılın ikinci yarısında elde edilen millî bağımsızlık sonrasında ilişkiler yeniden tabii seyrine kavuşarak gelişme göstermiştir.
7. Libya’da Şubat Devrimi’nin başlamasıyla birlikte Türkiye olumlu bir tutum sergilemiş; General Halife Hafter’in öncülüğündeki güçlerin isyanı ve Trablus’u ele geçirme teşebbüsleri karşısında ise, Birleşmiş Milletler tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükûmeti’ni açık biçimde desteklemiştir. Türkiye, yalnızca Trablus’taki Başkanlık Konseyi’ni meşru kabul ettiğini ilan etmiş; bu tavrını Libya’da güvenin, düzenin, barışın ve uzlaşının sağlanmasını hedefleyen uluslararası kararlarla uyumlu biçimde sürdürmüştür.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
27.12.2025 – Üsküdar

المسار التاريخي للصداقة التركية الليبية

د.علي محمد الصلابي

اقتضت الحكمة الإلهية أنْ يحدث تزاحم في الأفكار وتضارب في المصالح وتنافس في مجالات الحياة وتداول للدول وتعاقب للأحداث الإنسانية، وهذا التقدير الإلهي عاشته البلاد الليبية في علاقاتها التاريخية بالأمم والشعوب الأخرى، ولعل أطول علاقة شهدتها هي علاقتها المتواصلة بالترك -قديماً وحديثاً -على أساس من مدافعة الباطل وحفظ الحق وحماية أهله.

لقد دخلت البلاد الليبية بعد مرحلة الفتح الإسلامي في عام 643م في حكم دولة الخلافة الراشدة، ثم تبعت للدولة الأموية ثم التحقت بالدولة العباسية. وبشكل عام، فقد تعاقبت على حكم ليبيا عدة دول إسلامية بعضها تأسس في شمال إفريقيا واستقل عن حكم المشرق ومركز الخلافة، فأصبح المجال الليبي ميداناً للصراع بين الأسر المحلية ومختلف العناصر القبلية التي تسعى للنفوذ على الأرض، وتبعت في غربها للفاطميين ثم لدولة صنهاجة ثم لدولة الموحدين ثم الحفصيين، بينما بقيت برقة تحت سيادة الدول التي حكمت مصر حتى مجيء العثمانيين.

وفي عام 1510م، هاجم الأسطول الإسباني مدينة طرابلس واحتلها على الرغم من المقاومة الشديدة التي أبداها الأهالي، وبالرغم من سقوطها إلا أن حركة المقاومة الشعبية استمرت، وقد ضرب المقاومون حصاراً حول طرابلس، مما اضطر الإسبان فيما بعد لتسليمها إلى فرسان القديس يوحنا الصليبيين (فرسان مالطا) عام 1530م. وقد استنجد الأهالي المقاومون بالسلطنة العثمانية لإنقاذ بلادهم وتحريرها، ومن تلك اللحظة دخلت ليبيا طوراً جديداً في تاريخها، حين بدأت العلاقة المباشرة بين الأتراك والليبيين، والتي سنتحدث عنها عبر مراحل تاريخية من بداية استنجاد أهالي ليبيا بالدولة العثمانية وحتى وقتنا الحاضر.

ويخلص الدكتور علي الصلابي في هذه الدراسة التي تناولت محطات وتطورات العلاقة بين الشعبين التركي والليبي، واستقراء الأحداث والمواقف التي شكلت روابط جامعة في العلاقة بينهما، للنتائج التالية:

  1. التدخل التركي العثماني في ليبيا في منتصف القرن السادس عشر، كان تدخلاً بهدف الإنقاذ والتحرير وجهاد الغزاة الصليبيين، وليس بهدف الاستعمار أو طمع بضم ليبيا، فهو جاء تلبية لمطالب أهالي وسكان ليبيا والذين مثَّلهم وفد تاجوراء، كما أثبتنا ذلك تاريخياً، فالتدخل العثماني جاء على شكل نجدة بغطاء شرعي ممثل بدعوة الشعب الليبي له.
  2. الدخول التركي العثماني جاء في لحظة حرجة وخطيرة، تمثلت بالخطر الصليبي المحدق بالسواحل الإفريقية والليبية، مع انعدام للاستقرار الداخلي في البلاد، وعدم وجود كيان سياسي موحد ومركزي يواجه الغزاة الصليبين.
  3. لعب الأتراك العثمانيون دوراً مهماً في الدفاع عن بلاد المغرب العربي، ومنها ليبيا، وحافظوا على السيادة الإسلامية فيها، وقاموا بتأخير احتلال القوى الأوروبية لليبيا أكثر من ثلاثة قرون.
  4. شكلت ليبيا في عهد العثمانيين ولأول مرة في تاريخها، كياناً سياسياً مستقلاً عن مصر شرقاً، وعن تونس والجزائر غرباً، وأصبح لها قوتها العسكرية والاقتصادية الخاصة بها، وقد ظهر هذا جلياً خلال العهد القرمانللي.
  5. ساهم الأتراك العثمانيون وخصوصاً في العهد العثماني الثاني، بوضع الأسس للدولة الحديثة في ليبيا، من خلال إدخالهم لمجموعة من القوانين العثمانية الحديثة والمعروفة بالتنظيمات، إلى النظم الإدارية والقانونية في ولاية طرابلس، كما لعبوا دوراً هاماً في بناء قطاع تعليمي على الطراز الحديث، كما شهد عصرهم نهضة في مجالات العمران والتجارة وغيرها.
  6. شهدت العلاقة بين تركيا وليبيا فتوراً بعد انهيار الدولة العثمانية، إلا أنه سرعان ما عادت إلى مجراها الطبيعي، بل استمرت في تطور إيجابي متصاعد بعد مرحلة الاستقلال الوطني في النصف الثاني من القرن العشرين.
  7. مع بداية ثورة فبراير في ليبيا، اتخذت تركيا موقفاً إيجابياً، لكنها وبعد تمرد قوات الكرامة بقيادة الجنرال خليفة حفتر ومحاولته السيطرة على طرابلس، اتخذت موقفاً سياسياً واضحاً بتأييد ودعم حكومة الوفاق الوطني المعترف بها من الأمم المتحدة، وأنها لا تعترف إلا بالمجلس الرئاسي في طرابلس، وذلك انسجاماً مع القرارات الأممية الخاصة بليبيا لتوفير الأمن والاستقرار والسلام والمصالحة بين الليبيين.

Osmanlı Tarihi – Prof Dr. Ali Sallabi
https://foulabook.com/book/downloading/598848759