Sessizliğin Çığlığı, Suriyeli Müfettiş Anlatıyor ..

Bir Eğitim Müfettişinin İtirafı: Sükûtun Çığlığı

Lazkiye şehrinde görev yapmış bir eğitim müfettişi şöyle anlatıyor:

1980 yılında, Lazkiye Millî Eğitim Müdürlüğü’ne eğitim müfettişi olarak tayin edildim. Zira hem partiye kayıtlı bir üye, hem de partiye ve devlete bağlılığında samimi biriydim. Görevimi icra ederken öğretmenlerle kurduğum temaslar esnasında, bir öğretmenden gizlice önemli bir haber aldım. Bazı Nusayrî (Alevî) öğretmenlerin, küçük yaştaki Nusayrî öğrencilere mezhep temelli kin ve nefret telkin ettiklerini, onlara Suriye’de Nusayrîlerin ve devletin bir numaralı düşmanının Ehl-i Sünnet vel-Cemaat mensubu Müslümanlar olduğunu öğrettiklerini söyledi.”

“Bu gibi konuların resmî düzlemde dile getirilmesi, hemen istihbarat birimlerinden birine havale edilmek anlamına gelirdi. Bu da, mezhep fitnesi yaymak, millî birlik ve beraberliği zedelemek, halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek gibi ithamlarla yüzleşmek ve telafisi mümkün olmayan sonuçlarla karşılaşmak demekti. Bu sebeple sessiz kalmayı ve meseleyi unutmuş gibi yapmayı tercih ettim. Ancak mesele beni unutmadı… Aradan zaman geçse de zihnimi meşgul etmeye devam etti.”

“Nihayet bizzat gerçeği yerinde görmek istedim. Ancak bunu doğrudan yaparsam başıma gelecekleri kestirmek zor değildi. Bu yüzden dolaylı bir yöntem aradım. Mart 1981’de, Lazkiye kırsalındaki bazı okulları teftiş programım dâhilinde ziyaret edecektim. Bu fırsatı değerlendirmeye karar verdim.”

“Tamamı Nusayrîlerin yaşadığı bir köyde bulunan bir okuldaydım. Öğrencilerin tamamı da bu mezheptendi. Ziyaretim sırasında, özellikle birinci sınıf öğrencilerinin bulunduğu bir sınıfa girdim. Yanımda okul müdürü, yazı işleri sorumlusu ve bazı öğretmenler de vardı. Çocuklarla tatlı tatlı konuştum, onları öğrenmeye ve öğretmenlerine saygı duymaya teşvik ettim. Sonra ‘başöğretmenimiz’ Hafız Esed’in eğitime katkılarından, herkes için okul kapılarını açmasından, ücretsiz eğitimi mümkün kılmasından ve ‘Baas Öncüleri’ örgütünden söz ettim. Bu tür sözler partiden ve millî eğitimden gelen emirlerle okullarda mutlaka vurgulanması istenen şeylerdi.”

“Ancak ben konuşmamı biraz daha ilerlettim. Hafız Esed’in Ekim Savaşı’nda İsrail’e karşı zafer kazandığını, Kuneytra’yı kurtardığını, yakında Filistin’i de özgürlüğüne kavuşturacağını, çünkü İsrail’in ve Yahudilerin Arapların bir numaralı düşmanı olduğunu söyledim. Ardından teşvik edici bir üslupla çocuklara sordum:
– Peki çocuklar, bizim bir numaralı düşmanımız kimdir, bakalım kimler akıllı?
Cevap tek bir ağızdan geldi:
– Sünnîler efendim!

“Bu cevabın tesadüf olmadığını görmek için bir daha sordum, çocukların sözümü kesmelerine fırsat vermeden:
– Kimmiş bizim bir numaralı düşmanımız çocuklar?
Tekrarladılar:

– Sünnîler efendim!

“Bu cevaplar üzerine okul müdürü ve öğretmenlerin yüzleri buz kesildi. Zira benim bir Sünnî olduğumu biliyorlardı. Müdür hemen araya girip meseleyi yumuşatmaya çalıştı:
– Bunlar çocuk hocam, ne dediklerini bilmiyorlar…
Bölgede yaygın olan sahil şivesiyle konuşuyordu. Ardından kolumdan tutup beni sınıftan dışarı çekti. Herkes bizimle birlikte idare odasına geçti. Müdür içeridekileri dışarı çıkardı, kapıyı kapattı ve beni tedirgin edici bir üslupla sorguladı:
– Bu soruyu neden sordun hocam? Ne demek istedin?
Ben de sakinlikle:
– Hiçbir şey demek istemedim, sadece sohbetti.
diyerek geçiştirdim.
Müdür ise sesini alçaltıp tehditkâr bir tavırla devam etti:
– Bak hocam, bizim kendimize ait bir toplum yapımız var. Çocuklarımızı nasıl istersek öyle eğitiriz. Bugün olanlar, bu odanın dışına çıkmamalı. Yoksa başına neler geleceğini sen de bilirsin!”

“Bu sözlerden tehdidin doğrudan bana yöneltildiğini anladım. Onu yatıştırmak için:
– Çocukça bir şeydi, bu kadar büyütülecek bir mesele değil.
dedim ve okuldan ayrılıp il merkezine döndüm. Artık kulağıma fısıldanan o bilginin doğruluğundan emindim. Fakat yine de kimseyle bu konuda konuşmadım. Zira mesele, güvenlik birimlerinin gözünde mezhep fitnesi yaymak, İhvan’a (Müslüman Kardeşler’e) yakın olmak ya da ‘ümmetin moralini zayıflatmak’ gibi suçlamalara dönüşebilirdi. Hele ki o yıllarda ülkede İhvan ile rejim arasında ciddi bir güvenlik krizi yaşanıyordu.”

“Bu olaydan yaklaşık bir hafta sonra, Millî Eğitim Müdürü beni çağırdı ve tayinimin Rakka’ya çıktığını bildiren kararı elime verdi. Yüzümdeki sıkıntıyı görünce şöyle dedi:
– Hocam, bir şey söyleme, durumunu anlıyorum. Ama dua et de işin bundan öteye gitmedi…”

“Ben Lazkiyeliydim. Ne çölün tozlu ve sıcak havasına, ne Rakka’nın boğucu trafiğine, ne de insanların yaşayışına alışkındım. Üstelik düşük maaş, aşiret şeyhlerinin tahakkümü ve istihbarat birimlerinin baskısı da cabasıydı. Bütün bunlar beni öğretmenlik mesleğinden istifa etmeye ve yurtdışına, Körfez ülkelerinden birine göç etmeye mecbur etti. Böylece vatanımdan uzak bir hayata başladım.
Ne var ki içim hep buruktu. Çünkü bir zamanlar kadim bir medeniyete ev sahipliği yapmış olan vatanım, bugün mezhep temelli kin, düşmanlık ve zulümle kuşatılmıştı. Bir azınlık, memleketi kendi iktidar alanına dönüştürmüş, orayı bir açık hava hapishanesine ve insan kıyımhanesine çevirmişti…”

“Burası Esed’in Suriye’siydi!”

Not: Bu metin, Muhammed Sâkır adlı bir şahsın sayfasından nakledilmiştir.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
06.08.2025 OF

يقول أحد الموجهين التربويين في مدينة اللاذقية:

في عام ١٩٨٠ تم تعييني موجهاً تربوياً في مديرية تربية اللاذقية باعتبار أني كنت عضو عامل في الحزب ومخلص للحزب والدولة، ومن خلال متابعتي لمهامي، واحتكاكي مع المعلمين والمعلمات، تسرب لي خبر من أحد المعلمين بأن بعض المعلمين من العلويين، يقومون بزرع بذور الحقد الطائفي في نفوس التلاميذ العلويين الصغار، من خلال تعليمهم أن العدو الرئيسي الأول للعلويين وللدولة السورية هم أهل السنة والجماعة في سوريا، وبما أن الحديث بهذا الموضوع على المستوى الرسمي يعني تحويل الأمر إلى أحد أفرع المخابرات، وما يعقب ذلك من احتمال توجيه اتهامات لي باثارة النعرات الطائفية، ووهن الشعور القومي، وما قد يلحق ذلك من تبعات، فقد قررت الصمت، وتناسي الموضوع، لكنه لم ينساني، وظل يخطر على بالي بين الفينة والأخرى ..
فقررت أن أتأكد بنفسي من حقيقة هذا الامر، وصرت أبحث عن طريقة غير مباشرة لا تكون نتيجتها إحالتي إلى المسائلة الأمنية ..
وفي يوم من شهر آذار من عام ١٩٨١، كان لي جولة مخططة على بعض المدارس في ريف اللاذقية، فقررت ان أستغل هذه الجولة لكشف الحقيقة التي تؤرقني ..
وفي إحدى المدارس في إحدى القرى العلوية الصرفة، حيث التلاميذ جميعهم من الطائفة العلوية، وأثناء جولتي عليها، تعمدت الدخول إلى إحدى شعب الصف الأول الابتدائي، وكان يرافقني المدير وأمين السر وبعض المعلمين والمعلمات، وتحدثت مع التلاميذ بلطف وشجعتهم على التعلم واحترام المعلمين والمعلمات، ثم بدأت حديثي عن الرئيس حافظ الأسد، المعلم الأول، وفضله على التعليم، وفتحه المدارس للجميع، ومجانية التعليم، ومنظمة طلائع البعث .. الى آخر هذه الأسطوانة المشروخة، وعادة كانت هذه الأحاديث تتم بتوجيه من المؤسسة الحزبية، ومديرية التربية للتركيز عليها أثناء زيارتنا للمدارس، لكنني استزدت في حديثي أن الرئيس حافظ الأسد حارب الإسرائيليين في حرب تشرين التحريرية، وانتصر عليهم، وحرر مدينة القنيطرة، وسيحرر فلسطين، لأنه يعتبر إسرائيل واليهود هم العدو الأول لسوريا والعرب، وهنا وبطريقة تشجيعية سألت التلاميذ: من هو العدو الأول لنا يا شاطرين؟
فأجاب التلاميذ بصوت واحد: السنّة ياأستاذ!!
فكررت السؤال دون أن أمنح أحداً الفرصة لمقاطعتي: من هو العدو الأول لنا يا أبطال؟
أعاد التلاميذ الجواب بصوت واحد: السنّة ياأستاذ ..
وهنا بدأ الارتباك يظهر على وجه المدير والمعلمين والمعلمات، لأنهم يعلمون انني مسلم ومن الطائفة السنية، وتدخل المدير محاولاً لفلفة الموضوع قائلاً: هدول أطفال يا أستاذ ( ما عارفين شو ميحكو ) بلهجة أهل الساحل ..
وجذبني بقوة من ذراعي إلى خارج الصف، وتبعني الجميع إلى الإدارة، وأشار إلى الجميع بتركنا وحدنا، وأغلق الباب ووجه كلامه لي بشكل مستفز: شو قصدك من السؤال أستاذ؟
أجبت: لا أقصد شيء
قال: ليك أستاذ، انت بتعرف انو نحنا النا مجتمعنا الخاص فينا، ومن حقنا نعلم أولادنا مثل ما بدنا، واللي صار اليوم، مالازم يطلع برات هالغرفة، والا انت بتعرف شو ممكن يصير فيك !.
فهمت الرسالة بأنها تهديد مباشر، فأجبته بأن ما حصل أمر بسيط، ولا يحتاج كل هذا التشنج، وهم مجرد أطفال صف اول، ولا يؤخذ كلامهم على محمل الجد ..
غادرت المدرسة عائداً إلى مديرية التربية، وقد تأكدت من صحة الخبر الذي همسه في أذني أحد المعلمين منذ أشهر، لكنني قررت ان لا أتكلم بالامر مع أحد، خوفاً من أن يتحول الأمر على عادة أجهزة الأمن إلى تهمة بإثارة النعرات الطائفية، أو الاتهام بالانتماء إلى الإخوان المسلمين، أو وهن نفسية الأمة، وخاصة ان البلد كانت تعيش في ظل كابوس أمني تحت وطأة الأحداث الأمنية التي كانت مشتعلة بين جماعة الإخوان المسلمين، والأجهزة الأمنية السورية ..
وبعد حوالي أسبوع من هذه الحادثة، استدعاني مدير التربية، وناولني قرار نقلي إلى مدينة الرقة، وعندما لاحظ انزعاجي من القرار قال لي: استاذ لا تحكي ولا كلمة، انا مقدر وضعك .. لكن تحمّد الله اللي فضت على هيك ..
ذهبت إلى الرقة، وأنا ابن اللاذقية، ولست معتاداً على جو البادية الحار المغبر، وأزمات السير الخانقة، وطريقة المعيشة، وطباع الناس، وقلة الراتب، وتسلط الأجهزة الأمنية وشيوخ العشائر ..
كل هذه الأمور جعلتني أقدم استقالتي من سلك التعليم، ثم غادرت سوريا إلى إحدى دول الخليج، لأكمل حياتي بعيداً عن وطني المختطف المليء بالحقد الطائفي والكراهية، رغم التاريخ الحضاري المشرف له .. لكن تسلط أقلية طائفية عليه، جعلت منه سجناً حقيقياً ومسلخاً بشرياً ..
إنها سوريا الأسد!!!
منقول
( من صفحة محمد صقر )