Savunma Fıkhı mı Teslimiyet Fıkhı mı?
Dünya Müslüman Âlimler Birliği’nin Fetvasına Yönelik Mısır Fetva Kurumu Tenkitlerine Dair Açıklayıcı Notlar
Dr. Belkheir Tahiri el-İdrîsî
Dünya Müslüman Âlimler Birliği Üyesi
9 Şevval 1446 / 8 Nisan 2025
Mukaddime: Beyan Mesuliyeti ile Ümmetin Acı Gerçeği Arasında
Hamd, ilmi yücelten ve âlimleri peygamberlerin varisi kılan Allah’adır. Salât ve selâm, rahmet olarak gönderilen Efendimiz Muhammed’e, ailesine ve ashabına olsun.
Dünya Müslüman Âlimler Birliği’nin yayımladığı fetva, ümmetin tarihî bir dönemeçten geçtiği, özellikle de Filistin diyarında zulmün, sürgünün ve tahakkümün en çetin hâlini aldığı bir zamanda neşredilmiştir. Bu fetva, ümmete düşen ilahi ve tarihî vazifeyi hatırlatmayı hedeflemişken; Mısır Fetva Kurumu’nun cevabı, birçok şer‘î ve hakiki suali beraberinde getirmiştir. Bu durum, farklı referanslara dayanan anlayışların varlığına ve görüşlerin çokluğuna işaret etmekte, açıklamayı ve berraklaştırmayı zaruri kılmaktadır.
Birinci Bahis: Resmî Otorite İddiası ve Fetvanın Meşruiyeti
1. Fetvanın Bağımsızlığı ve Sultanın İzni Meselesi:
Fetva Kurumu, cihad gibi meselelerde yalnızca “meşru devlet”in ve onun siyasi erkânının söz hakkı olduğunu, gayriresmî kurumların bu alanda fetva veremeyeceğini iddia etmiştir.
Cevaben deriz ki: Bu görüş, İslam fıkhının kökleşmiş birikimiyle bağdaşmamaktadır. Zira fakihler, ümmeti ilgilendiren büyük meselelerde -bilhassa cihad gibi zaruret arz eden konularda- sultanın iznini bir şart olarak ileri sürmemişlerdir. Tarih boyunca, Moğol ve Haçlı istilalarında olduğu gibi, âlimler zalime karşı direnişi farz görmüş; hiçbir resmi izne ya da siyasi meşruiyete ihtiyaç duymaksızın fetvalar vermiştir.
2. Birliğin Temsili Yetkisi ve Şer‘î Meşruiyeti:
Kurum, Dünya Müslüman Âlimler Birliği’nin “şer‘an ve fiilen Müslümanları temsil etmediğini” öne sürmüştür.
Cevaben deriz ki: Bahse konu birlik, İslam coğrafyasının dört bir yanından, farklı mezheplerden binlerce âlimi çatısı altında toplayan muteber bir kuruluştur. Önceki fetvaları, ümmetin geniş çevrelerince kabul görmüş; şer‘î meşruiyeti ilim, ehliyet ve ümmetin itimadıyla sabit olmuştur. Temsiliyetin sorgulanması gerekirse, bu sorgu daha ziyade halkın güvenini yitirmiş ve siyasi otoritelerin gölgesine sığınmış resmî kurumlara yöneltilmelidir.
İkinci Bahis: Cihadın Gayesi ile İçinde Bulunulan Vahim Gerçeklik Arasında
1. Silahlı Cihadın Şartları ve Çağrı Mesuliyeti:
Fetva Kurumu, cihadın ince ve hassas bir kavram olduğunu, belirli şartlara ve imkânlara bağlı bulunduğunu; bu şartlar gözetilmeksizin yapılan çağrıların mesuliyet doğuracağını ifade etmiştir.
Cevaben deriz ki: Söz konusu fetva, ne maceraperestlikten yana olmuş ne de hesapsız bir savaşa çağrıda bulunmuştur. Bilakis, davet kademeli ve hikmetli bir temele dayandırılmıştır:
• Evvela Gazze halkına; zira onlar için bu farz-ı ayndır.
• Ardından çevre ülkelerin halklarına: Mısır, Ürdün, Lübnan.
• Akabinde tüm İslam beldelerine.
Bu tertip, “cihâd-ı def‘” olarak bilinen müdafaa cihadının esasıdır ki, işgal altındaki bir beldeyi savunmak için sultanın iznine gerek yoktur. Hele ki Gazze gibi, on yedi yıl boyunca kuşatma altında kalan bir toprak söz konusu ise…
2. Filistin’in Menfaati mi, Yoksa Rejimlerin Bekası mı?:
Fetva Kurumu, bu tür çağrıların Filistinlilerin sıkıntılarını artıracağını iddia ederek endişesini dile getirmiştir.
Cevaben deriz ki: Hangi maslahat, mazlumların sürgününe ve yurtlarının yağmalanmasına sessiz kalmayı meşru kılar? İşgalci, artık soğukkanlı bir hoyratlıkla şartlarını dikte etmekte, maslahat ise yalnızca rejimlerin kırılgan istikrarını korumakla sınırlı görülmektedir.
Üçüncü Bahis: Velâyet-i Emr Bahsi ve Siyasi Rejimlerin Meşruiyeti
1. Meşru Devletin Sancağı Altında Cihad Şartı:
Fetva Kurumu, cihadın yalnızca “meşru devletin” önderliğinde yürütülebileceğini savunmuştur.
Cevaben deriz ki: Hangi rejimden söz ediyoruz? Halkını kimyasal silahlarla bombalayan, zalime arka çıkan, işgalciyle işbirliği yapan rejimler midir meşru olan? Bugün birçok Arap rejimi ne halkın rızasını taşımakta ne de ümmetin dertlerini gütmektedir. Böyle rejimlerin sancağı altında yürütülecek bir mücadele, izzet değil, istihza doğurur.
2. Hakikati İlan mı, Yoksa Fitneye Teşvik mi?:
Fetva Kurumu, Âlimler Birliği’nin çağrısını “fitneye teşvik” olarak nitelendirmiştir.
Cevaben deriz ki: Oysa birlik, ümmeti, yöneticilere karşı barışçıl yollarla, meşru çerçevede baskı oluşturmaya davet etmiştir. Bu ise İslam’ın da, çağdaş hukuk sistemlerinin de tanıdığı bir haktır. Hakkı söyleyenleri “ifsâtla” suçlamak, baskıyı meşrulaştırma çabasından başka bir anlam taşımaz.
Dördüncü Bahis: Fetva Kurumu’nun Beyan ve Uygulamadaki Tutarsızlıkları
1. Cihada Davet Edenin Ön Safa Geçmesi Gerektiği Beyanı:
Fetva Kurumu, “cihada davet edenin evvela kendisinin öne geçmesi gerektiğini” dile getirmiştir.
Cevaben deriz ki: Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v), bütün gazvelerde bizzat bulunmamış; bazılarını Halid b. Velid gibi kumandanlara emanet etmiştir. Âlimin görevi, bizzat cepheye koşmak değil; ümmete doğruyu göstermek ve kalpleri harekete geçirmektir. Zira Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Müminleri savaşa teşvik et.” (Enfal, 65)
2. “Gerilimi Durdurmak” Beyanı ile İşgali Görmezden Gelmek:
Fetva Kurumu, çözüm olarak sadece tehcirin önlenmesini zikretmiş; işgalin sona erdirilmesi gerektiğine dair bir ifade kullanmamıştır.
Cevaben deriz ki: Bu yaklaşım, meselenin köküne inmeyen, yalnızca zahiri tezahürleri hafifletmeye çalışan bir tutumdur. Oysa ümmet, ne sükûnetle oyalanmak ne de geçici ateşkesle avutulmak istemektedir. İzzet, izhar ve hâkimiyet istemektedir.
Netice: Gerçekliği Kavrayan Fıkıh mı, Teslimiyeti Meşrulaştıran Fıkıh mı?
Bugün bazı resmî kurumların fetvaları, “sultana sığınma fıkhı”na dönüşmüş; mazlumlara destek olma fıkhı ise geri plana itilmiştir. Buna karşılık Dünya Müslüman Âlimler Birliği’nin yayımladığı fetva, ümmeti siyasi dengelerden korkmaksızın, şer‘î ve tarihî sorumluluğuna yeniden çağırmaktadır.
Son Vasiyet:
“Bu ümmetin sonunu, ancak başını ıslah eden şey ıslah eder.”
Nasıl ki Selâhaddin-i Eyyûbî ve cihad ehli imamlar işgale karşı ayağa kalkmışsa, ümmet de artık “teslimiyet fıkhını” bırakıp “hürriyet ve izzet fıkhına” dönmelidir.
Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
14.04.2025 Üsküdar
الاستدراكات التوضيحية حول تعقبات دار الإفتاء المصرية على فتوى الاتحاد العالمي لعلماء المسلمين
المقدمة: بين واجب البيان وواقع الأمة
الحمد لله الذي جعل العلماء ورثة الأنبياء، والصلاة والسلام على المبعوث رحمة للعالمين. لقد جاءت فتوى الاتحاد العالمي لعلماء المسلمين في سياقٍ تاريخيٍ حرجٍ، حيث تشهد الأمة الإسلامية -وخاصة فلسطين- أبشع صور الظلم والتهجير. وفي المقابل، جاء رد دار الإفتاء المصرية ليُثير جملةً من التساؤلات الشرعية والواقعية التي تحتاج إلى توضيح، خاصةً في ظلِّ اختلاف المرجعيات وتعدد وجهات النظر.
أولاً: دعوى المرجعية الرسمية وشرعية الفتوى
1. استقلالية الفتوى وشرط إذن السلطان:
- ادعت دار الإفتاء أن الفتوى في أمور الجهاد يجب أن تصدر عن “الدولة الشرعية والقيادة السياسية”، لا عن كيانات غير رسمية مثل الاتحاد العالمي لعلماء المسلمين .
- الرد: هذا الطرح يتناقض مع تاريخ الفقه الإسلامي، حيث لم يشترط الفقهاء إذنَ الحاكم للاجتهاد في النوازل العامة كالجهاد. بل إن العلماء عبر العصور قد أفتوا في مقاومة المحتل دون انتظار موافقة الأنظمة، كما في حالات الغزو المغولي والصليبي.
2. اتهام الاتحاد بعدم التمثيل الشرعي:
- زعمت الدار أن الاتحاد “لا يمثل المسلمين شرعًا ولا واقعًا” .
- الرد: الاتحاد يضم آلاف العلماء من مختلف المذاهب والبلدان، وهو هيئةٌ معتبرةٌ شرعًا، وقد أصدرت فتاوى سابقة نالت قبولًا واسعًا. أما ادعاء عدم التمثيل، فهو ينطبق أكثر على بعض المؤسسات الرسمية التي فقدت ثقة الجماهير بسبب تبعيتها للأنظمة.
ثانيًا: الجهاد بين المقاصد الشرعية والواقع المرير
1. شرعية الجهاد المسلح:
- أكدت دار الإفتاء أن الجهاد “مفهومٌ شرعيٌّ دقيق” له شروطٌ، وأن الدعوة إليه دون مراعاة القدرات العسكرية والاقتصادية “غير مسؤولة” .
- الرد: الفتوى لم تدعُ إلى مغامرات عشوائية، بل نادت بـ”النفير العام” وفق مراتب:
- البدء بالفلسطينيين (فرض عين عليهم).
- ثم دول الجوار (مصر، الأردن، لبنان).
- فسائر الأمة الإسلامية .
- وهذا يتوافق مع قاعدة “جهاد الدفع” الذي لا يشترط فيه إذن الحاكم، كما في حالة غزة المحاصرة منذ 17 عامًا.
2. مصلحة الفلسطينيين أم مصلحة الأنظمة؟:
- حذرت الدار من “مغامرات غير محسوبة” تزيد معاناة الفلسطينيين .
- الرد: أين المصلحة في الصمت على تهجيرهم وسلب أراضيهم؟! لقد أصبح الاحتلال يفرض شروطه بدم بارد، بينما تُختزل “المصلحة” في الحفاظ على استقرار الأنظمة الهش.
ثالثًا: إشكالية “ولاية الأمر” وشرعية الأنظمة
1. القتال تحت راية الدولة الشرعية:
- أصرت الدار على أن الجهاد لا يكون إلا عبر “الدولة الشرعية” .
- الرد: كثير من الأنظمة العربية لا تمثل إرادة الشعوب، بل هي عميلة أو متغولة، كالنظام السوري الذي قصف شعبه بالكيماوي، أو السلطة الفلسطينية التي تتعاون مع الاحتلال. فكيف يُطلب القتال تحت رايتهم؟
2. تحريض أم بيان للحق:
- وصفت الدار دعوة الاتحاد بـ”التحريض على الفوضى” .
- الرد: الاتحاد دعا إلى ضغط شعبي سلمي على الحكام (كالمظاهرات)، وهو حقٌ أقره الإسلام والدول الديمقراطية. أما وصمُه بالإفساد، فهو تبرير لقمع الحريات.
رابعًا: تناقضات دار الإفتاء بين التنظير والممارسة
1. المطالبة بتقدم الداعين للجهاد الصفوف:
- قالت الدار: “من يدعو إلى الجهاد يجب عليه أولًا أن يتقدم الصفوف.”
- الرد: النبي ﷺ لم يشارك في كل الغزوات، بل أوكل بعضها لقادة مثل خالد بن الوليد. والعلماء دورهم التوجيه والتحريض، كما قال تعالى: {وَحَرِّضِ الْمُؤْمِنِينَ عَلَى الْقِتَالِ} [الأنفال: 65].
2. التركيز على “إيقاف التصعيد” بدل التحرير:
الرد: هذا انسحاب من مواجهة الجذور، فالأمة لا تريد “هدنة” بل تريد عزةً وتمكينًا.
اختزلت الدار الحل في “منع التهجير” دون ذكر لإنهاء الاحتلال .
الخاتمة: بين فقه الواقع وفقه الاستسلام
لقد أصبحت فتاوى بعض المؤسسات الرسمية تُختزل في “فقه الاستنجاد بالسلطان” لا “فقه النصرة للمستضعفين“. أما فتوى الاتحاد، فجاءت لتذكر الأمة بواجبها الشرعي والتاريخي، بعيدًا عن محاذير السياسة.
وصية أخيرة:
“لا يُصلح آخر هذه الأمة إلا ما أصلح أولها”. فكما وقف صلاح الدين والأئمة المجاهدون في وجه المحتل، يجب أن تعود الأمة إلى فقه التحرير لا فقه التبرير.
كتبه: د. بلخبر طاهري الإدريسي
عضو الاتحاد العالمي لعلماء المسلمين
9 شوال 1446 / 8 أبريل 2025