Kudüs’ün Kurtuluşu ve Raşid Hilafet Konusu ..

Raşid Halifelik: Her Zaman ve Her Yerde Mümkün ve Gerekli

Hilafet ve Saltanat Hadisi Üzerine Yeni Bir Okuma

Yazan: Prof. Dr. Ahmed er-Raysûnî

Bu makale, hilafet ve saltanat hakkında meşhur Hadis-i Şerifin hâkim olan yorumunu yeniden değerlendirmeyi ve farklı bir bakışla ele almayı amaçlamaktadır. Bu Hadis, İmam Ahmed’in Müsned’inde ve başka muhaddislerin çeşitli eserlerinde yer almıştır. Hadis, Müslümanların peygamberlerinden sonra yaşayacakları siyasal evreleri ve yöneticilerle olan ilişkilerini konu edinmektedir: Nübüvvet dönemi, ardından nübüvvet yöntemi üzere bir hilafet; sonra ısırıcı (verasetle geçen) bir saltanat, ardından cebri (zorlayıcı, baskıcı) bir saltanat ve nihayet tekrar nübüvvet yöntemi üzere bir hilafetin dönüşü…

Bu Hadisin muhtevasına, söz konusu safhalara ve bu safhaların nasıl yorumlandığına geçmeden önce, Hadisin Müsned’deki tam metnini aktarıyorum:

İmam Ahmed, rahmetullahi aleyh, senediyle Huzeyfe radıyallahu anh’dan şöyle rivayet etmiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: ‘Sizlerin arasında nübüvvet Allah dilediği müddetçe sürecek. Sonra Allah dilediğinde onu kaldıracak. Ardından nübüvvet yöntemi üzere bir hilafet olacak. O da Allah dilediği kadar sürecek. Sonra onu da kaldıracak. Sonra ısırıcı bir saltanat olacak. O da Allah dilediği kadar sürecek. Sonra onu da kaldıracak. Sonra cebri bir saltanat olacak. O da Allah dilediği kadar sürecek. Sonra onu da kaldıracak. Sonra nübüvvet yöntemi üzere bir hilafet olacak.’ Sonra sükût etti.

Hâbib [1] şöyle der: “Ömer bin Abdülaziz halife olunca, arkadaşları arasında bulunan Yezîd bin Nu‘man bin Beşîr’e bu Hadisi hatırlatmak üzere yazdım ve şöyle dedim: ‘Ben ümit ederim ki Emîrü’l-Mü’minîn -yani Ömer- o ısırıcı ve cebri saltanattan sonra gelen halife olsun.’ O da bu mektubumu Ömer bin Abdülaziz’e sundu, Ömer bunu duyunca sevindi ve hoşuna gitti.”

Ancak yaygın olan eski ve günümüzde de devam eden kanaat şudur: Bu hadis, nübüvvet ve Raşidî hilafet dönemi dışında kalan tüm İslam tarihini ısırıcı ve cebri saltanatın hâkimiyeti altında geçeceğini hükme bağlamıştır. Ta ki, sonunda yeniden Raşidî hilafet zuhur edene kadar…

Molla Ali el-Kârî şöyle demiştir: “Buradaki (yeniden gelen hilafetten) kasıt, İsa aleyhisselam ve Mehdi’nin zamanı olan dönemdir.” [2]
Abdülhak el-Buhârî ed-Dehlevî ise şöyle der: “‘Sonra nübüvvet yöntemi üzere bir hilafet olacaktır’ ifadesinden, zahiren, kastedilen İsa ve Mehdi’nin dönemidir.” [3]
Günümüz âlimlerinden Said Havvâ rahmetullahi aleyh de şöyle demektedir:[4] “Bu hadiste, son zamanda zuhur edecek Raşidî hilafete işaret vardır. Bu hilafet, cebri saltanattan sonra gelecektir. İmam Ahmed’in Huzeyfe radıyallahu anh’dan rivayet ettiği hadis bunu açıkça bildirir.”

Bu Yoruma Dair Bazı Gözlemler

Birinci gözlem: Bu anlayışın herhangi bir delile dayandığı söylenemez; sadece tahmin ve zanna dayalıdır. Bazıları bu hadisi başka rivayetlerle birleştirerek yorumlamaktadır. Bunlardan bazıları sahih, bazıları ise zayıftır. Sahih olanların bile bizim konumuzda kesin bir delalet ortaya koyduğu söylenemez. Bu Hadis -çeşitli rivayetlerinde de görüldüğü üzere- mana bakımından müstakil olup, farklı yönetim safhalarıyla birlikte muhtelif idare anlayışlarına da işaret etmektedir.
Hadisin sonunda şöyle denir: “Sonra nübüvvet yöntemi üzere bir hilafet olur, sonra sustu.” Yani, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu sözden sonra, “Sonra kıyamet kopar” ya da “İsa b. Meryem iner” veya “kıyamet alametleri belirir” gibi bir ifade kullanmamıştır.

İkinci gözlem: Bu yorum, Müslümanlarda derin bir yılgınlık ve kalıcı bir ümitsizlik meydana getirmiştir. Raşidî bir yönetimin ve raşid yöneticilerin sadece “son zamanlarda” ortaya çıkabileceği düşüncesi yerleşmiştir. Bu anlayış, ilim ve ıslah ehli olan kimselerin bile siyasal reformlara dair beklenti ve taleplerini azaltmış, şeriatın getirdiği ilkeleri ve Peygamber’in sünnetini ve Raşidî halifelerin uygulamalarını örnek almak yerine, onları geçmişte kalmış ve henüz yeniden gelmemiş bir “ideal dönem” olarak görmelerine sebep olmuştur. “Siz nasılsanız öyle yönetilirsiniz” sözü yaygın hale gelmiş, yöneticilerin bozulmasının sadece kendi kusurlarından değil, toplumun tamamındaki bozulmadan kaynaklandığı fikri yerleşmiştir. Nitekim İbn Teymiyye şöyle demektedir: “Bu bozulma, sadece yöneticilerin eksikliğinden değil, hem yöneticide hem toplumda bulunan eksikliklerden kaynaklanır.” [5]

Üçüncü gözlem: Hadisin metni, zamana dair bir açıklama da ihtiva etmektedir ki, bu açıklama doğruya daha yakındır ve dikkate alınmalıdır. Bazı tâbiîn âlimleri bu Hadisten Emevî dönemi içinde hem ısırıcı hem cebrî saltanatın yaşandığını, ardından nübüvvet yöntemi üzere bir hilafetin tekrar geldiğini anlamışlardır. Bu yoruma, Halife Ömer bin Abdülaziz de herhangi bir itirazda bulunmamış; bilakis bu yorumu duyunca memnun olmuş ve beğenmiştir.

Âlimlerin çoğu -yahut neredeyse tümü- Ömer bin Abdülaziz’in Raşid halife olduğunu, hatta beşinci Raşid halife olduğunu kabul etmektedir. İbn Receb şöyle der: “Birçok imam, Ömer bin Abdülaziz’in de Raşid bir halife olduğunu açıkça beyan etmiştir… Muhammed b. Sîrîn’e bazen bir içki hakkında soru sorulunca şöyle derdi: ‘Ona İmamü’l-Hüdâ Ömer bin Abdülaziz yasak getirmiştir, Allah ondan razı olsun ve ona rahmet etsin.’” [6]

Bu alimlerin Ömer bin Abdülaziz’i Raşid halife olarak nitelemeleri, dolaylı olarak Huzeyfe’nin hadisinde geçen siyasi safhaların Ömer’in H. 99 yılında hilafete geçmesiyle tamamlandığına, bunun için ne kıyametin sonunu beklemenin ne de Mehdî’nin zuhurunu beklemenin gerekmediğine bir şehadettir. Hatta bu safhaların tamamlanması, ikinci hicrî yüzyılın girişini bile beklememiştir!

Raşid Halifeler: Şahıslar mı, Dönemler mi, Vasıflar mı?

İrbâz b. Sâriye radıyallahu anh şöyle anlatır:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize sabah namazı kıldırdı, ardından bize öyle bir vaaz verdi ki, gözler yaşla doldu, kalpler ürperdi. Biz (veya onlar) dedik ki:
“Ey Allah’ın Resûlü! Bu, veda eden bir kimsenin öğüdüne benziyor. Bize bir vasiyette bulun.”
O da şöyle buyurdu:
“Size Allah’tan korkmanızı ve (başınıza geçen kimseye) işitip itaat etmenizi vasiyet ederim; başınıza Habeşli bir köle bile geçse… Sizden kim benden sonra hayatta kalırsa çokça ihtilaf görecektir. O hâlde benim sünnetime ve raşid, hidayete ermiş halifelerin sünnetine sarılın; onu azı dişlerinizle sımsıkı kavrayın. Ve sonradan ortaya çıkarılan şeylerden sakının; çünkü her sonradan çıkarılan şey bidattir, her bidat sapıklıktır.”

Hiç şüphe yok ki halifeler, şahısları veya dönemleriyle değil, sahip oldukları vasıf ve fiilleriyle raşid kabul edilirler. “Raşidîn” (doğru yolda olanlar) vasfı, bu özelliklerin başında gelir. Ardından gelen en temel vasıf ise “el-mehdiyyîn” (hidayete erdirilmiş olanlar) vasfıdır.

İbn Receb rahmetullahi aleyh şöyle der:
“Onlar raşid olarak nitelenmişlerdir; çünkü hakkı bilmiş ve onunla hükmetmişlerdir. Zira ‘raşid’, ‘ğâvî’nin (yoldan çıkan) zıddıdır. Ğâvî, hakkı bilip ona muhalefet eden kişidir.
Bir rivayette (yine bu hadiste), ‘el-mehdiyyîn’ ifadesi yer alır. Bu, Allah’ın onları hakka hidayet ettiğini ve onları sapıklığa düşürmediğini gösterir.
Yani yöneticiler üç sınıftır:
1. Raşid: Hakkı bilir ve ona uyar.
2. Ğâvî (sapan): Hakkı bilir ama ona uymaz.
3. Dâll (sapmış): Hakkı hiç bilmeyen kimsedir.
Dolayısıyla her raşid aynı zamanda hidayet üzere olandır. Ve kim tam bir hidayet üzereyse, o raşid demektir. Çünkü hidayet ancak hakkı bilmekle ve ona uymakla tamam olur.” [7]

Raşidlik, hidayet ve isabet vasıfları aynı seviyede değildir; bunlar sabit ve genel sıfatlar olsa da, bu vasıfları taşıyanların dereceleri farklıdır. Dört büyük Raşid halife arasında dahi rüşd (doğruluk) ve hidayet sıfatlarında derece farkı vardır. Aynı şekilde bütün sahabiler, sahabelik şerefini taşısalar da bu meziyet açısından katmanlara, derecelere ayrılırlar. Nitekim İmam Mâlik ve İmam Ahmed’den nakledilen görüşe göre: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i bir sene, bir ay, bir gün gören, ya da onu mü’min olarak bir defa dahi görmüş olan kişi sahabidir; bu kimse sahabelik vasfını o kadarlık bir payla taşır.”

Buna göre, sahabiler arasında onu bir defa görenler, birkaç gün onunla birlikte olanlar, zaman zaman görüşenler ve senelerce beraber olanlar bulunur. Hepsi sahabidir, fakat dereceleri farklıdır.

Peygamberler arasında bile bu derece farkı mevcuttur. Zira Yüce Allah şöyle buyurur:
“İşte o peygamberlerden kimini kimine üstün kıldık…” (Bakara, 253)
Ve şöyle buyurur:
“Andolsun ki peygamberlerden kimini kimine üstün kıldık.” (İsrâ, 55)

Eğer dört Raşid halife, peygamber olmayanlar arasında en üstün örneklerse, hiç şüphe yok ki Ömer b. Abdülaziz onların makamının altındadır. Ancak buna rağmen, o da Raşid halifeler arasında sayılmaya hak kazanmıştır.

Bu durumda, Müslümanlar arasında -unvanları ne olursa olsun- eğer bir yönetici nübüvvet yöntemi üzere hareket ediyor, Raşid halifelerin yolunu takip ediyor, genel haliyle rüşd, hidayet ve istikamet üzere bulunuyorsa, biz o kimseyi Raşid halife olarak saymaktan geri durmamalıyız. Hatta bu kişi, dört halifenin derecesine erişmemiş, Ömer b. Abdülaziz’in seviyesine de ulaşamamış olsa bile… Çünkü genel kural şudur: Bir şeyin benzeri, hükmünde onun gibidir.

Eğer bu anlayışı esas alır, tarihimize bu gözle bakarsak, göreceğiz ki Raşid halifeler sadece dört ya da beş kişiyle sınırlı değildir. Bilakis sayıları kırka, hatta elliye yaklaşmaktadır. Ve tarihimizin tamamı da ne ısırıcı saltanat, ne cebri saltanattır; aksine, hadiste belirtildiği gibi bu dönemler arasında bir değişim söz konusudur: Bazen rüşd, bazen ısırıcı (mirasî), bazen cebri saltanat görülmüştür.

Sonuç olarak demek istediğim şudur ki:
Raşid yönetim ve Raşid yöneticiler devri, Müslümanların yüzüne kapanmış değildir. Onların tek yapması gereken şey, ahir zamanı beklemek değildir. Bilakis, Müslümanların her zaman ve her yerde, Raşid olanları iş başına getirmeye, fasıkları uzaklaştırmaya, zalim istibdatçılardan kurtulmaya çalışmaları gerekir.

Ve bütün bunlar -sebep ve kanunları çerçevesinde- her zaman ve her yerde mümkündür.

Ve başarı Allah’tandır. O, salih kullarının sahibidir.

Dipnotlar:

[1] Hâbib b. Sâlim (rahmetullahi aleyh), tâbiîn neslinden bir âlimdir. Enes bin Mâlik’in oğlu Numân bin Beşîr’in kölesi ve kâtibidir. Hadis rivayetinde güvenilir (sika) olarak kabul edilmiştir.

[2] Molla Ali el-Kârî’nin “Mirkātü’l-Mefâtîh Şerhu Mişkâtü’l-Masâbîh” adlı eserinin 8. cildinin 3376. sayfasından alıntıdır. Bu eserde yazar, “Sonra yeniden Raşidî hilafet gelecek” ifadesinin Hz. İsa ve Mehdi zamanına işaret ettiğini söyler.

[3] Bu ifade, “Lem‘âtü’t-Tenkîh fî Şerhi Mişkâtü’l-Masâbîh” adlı eserin 8. cildinin 578. sayfasındandır. Eserin yazarı Hindistanlı hadis âlimi Abdü’l-Hak ed-Dihlevî’dir. O da, bu hadisle kastedilenin Hz. İsa ve Mehdi dönemi olduğunu belirtir.

[4] Merhum Said Havvâ’nın “el-Esâs fî’s-Sünneti ve Fıkhuhâ” adlı eserinden, 2. cilt 960. sayfa. O da bu hadisi, ahir zamanda Mehdi ile yeniden dirilecek Raşidî hilafete delil olarak yorumlar.

[5] İbn Teymiyye’nin “Mecmû‘u’l-Fetâvâ” adlı eserinden, 35. cilt, 20. sayfa. Burada İbn Teymiyye, “Yöneticilerin bozulması sadece kendi kusurlarından değil, yönettikleri halkın da kusurlarındandır” diyerek ümmetin tümünü sorumluluk çerçevesine dâhil eder.

[6] İbn Receb el-Hanbelî’nin “Câmi‘u’l-Ulûm ve’l-Hikem” adlı eserinin 264. sayfasından bir alıntı. Burada İbn Receb, İmam Ömer b. Abdülaziz’in de Raşid halifelerden sayıldığını ve sahabe sonrası nesiller tarafından bu şekilde kabul edildiğini nakleder.

[7] Aynı şekilde, İbn Receb’in “Câmi‘u’l-Ulûm ve’l-Hikem” adlı eserinden, 23. sayfa. Bu bölümde raşidlik, hidayet ve dalâletin tanımı yapılır; raşidin hakkı bilen ve ona tabi olan kişi olduğu açıklanır.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
22.04.2025 Üsküdar

Daha önce Raşid Hilafet Konusunda Tercüme Ettiğim Hadis-i Şerif ve Yorumları İçin: 👇

Başlık Konusu Yazının Arapça Aslı: 👇

الخلافة الراشدة: مطلوبة وممكنة في كل زمان ومكان
قراءة جديدة في حديث الخلافة والملك
بقلم: أ. د. أحمد الريسوني

هذه المقالة تتضمن مراجعة ونظرا جديدا في التفسير السائد للحديث النبوي الشريف حول الخلافة والملك. وهو الحديث الذي خرَّجه الإمام أحمد في مسنده، كما خرجه محدِّثون آخرون في مصنفاتهم..
والحديث يخبر عن أطوار سياسية ستمر بالمسلمين مع حكامهم؛ من عهد النبوة، تعقبها خلافة راشدة على منهاج النبوة، إلى مُلك عاضٍّ، فملكٍ جبري، فعودة إلى خلافة على منهاج النبوة..
وقبل التطرق إلى مضامين هذا الحديث وما فيه من أطوار وتقلبات، وما نجم عن تفسيرها من تصورات وتوقعات.. أُورد أولا نصَّ الحديث، كما هو في المسند الأحمدي.
روى الإمام أحمد رحمه الله، بسنده إلى حذيفة رضي الله عنه قال:
“قال رسول الله صلى الله عليه وسلم:
تكون النبوة فيكم ما شاء الله أن تكون، ثم يرفعها إذا شاء أن يرفعها. ثم تكون خلافة على منهاج النبوة، فتكون ما شاء الله أن تكون ثم يرفعها إذا شاء الله أن يرفعها. ثم تكون مُلكا عاضا، فيكون ما شاء الله أن يكون، ثم يرفعها إذا شاء أن يرفعها. ثم تكون ملكا جبرية، فتكون ما شاء الله أن تكون، ثم يرفعها إذا شاء أن يرفعها. ثم تكون خلافة على منهاج النبوة، ثم سكت.
قال حبيب[1]: فلما قام عمر بن عبد العزيز [أي: لما أصبح خليفة]، وكان يزيد بنُ النعمان بنِ بشير في صحابته، فكتبت إليه بهذا الحديث أُذكِّره إياه، فقلت له: إني أرجو أن يكون أمير المؤمنين -يعني عمر- بعد الملك العاض والجبرية. فأَدخل كتابي على عمر بن عبد العزيز، فسُرَّ به وأعجبه”.
غير أن الاعتقاد السائد قديما، وإلى الآن، هو أن هذا الحديث النبوي قد حكم على التاريخ الإسلامي كلِّه -باستثناء فترة النبوة والخلافة الراشدة- بأنه سيكون تحت سيف الملك العاض والملك الجبري، إلى أن تعود الخلافة الراشدة على منهاج النبوة، في آخر الزمان..
قال الشيخ مُلَّا علي القاري: “والمراد بها: زمنُ عيسى عليه الصلاة والسلام، والمهدي رحمه الله”[2].
وقال عبد الحق البخاري الدِّهلوي: “قولُه: (ثم تكون خلافةٌ على منهاج النبوة): الظاهر أن المراد به زمنُ عيسى والمهدي”[3].
ومن المعاصرين يقول سعيد حوى رحمه الله: “وفي الحديث إشارة إلى الخلافة الراشدة في آخر الزمان، والتي تكون بعد الملك الجبري، كما نصت على ذلك نصوص منها: روى أحمد عن حذيفة رضي الله عنه…”[4].

ملاحظات على هذا الفهم للحديث
الملاحظة الأولى: أنه فهم لا دليل عليه، وإنما هو مجرد تخمين وتوهم.. ويستند بعضهم على ربط هذا الحديث ودمجه مع أحاديث وروايات أخرى، منها ما يصح ومنها ما لا يصح. وما يصح منها لا دلالة له في مسألتنا.. فالحديث – بمختلف رواياته – مسقل بموضوعه، وهو ذكر أطوار مختلفة للحكم وأصناف الحكام.. وقد جاء في آخِـر الحديث: “ثم تكون خلافةٌ على منهاج النبوة، ثم سكت”. أي: سكت النبي صلى الله عليه وسلم بعد ذكره عودة الخلافة على منهاج النبوة. ولم يقل بعدها: ثم تقوم الساعة، أو ثم ينزل عيسى بن مريم.. أو نحو ذلك من أشراط الساعة..
الملاحظة الثانية: أن هذا الفهم قد أحدث لدى المسلين إحباطا عميقا ويأسا مزمنا، من قيام حكم رشيد وحكام راشدين، إلا في “آخر الزمان”. وحتى العلماء ودعاة الإصلاح خفضوا سقف مطالبهم ومراميهم وتوقعاتهم الإصلاحية السياسية، ووقفوا بعيدا عما جاء به الشرع الحنيف، وجسدته السنة النبوية وسنة الخلفاء الراشدين، على أساس أن ذلك النموذج قد مضى وقته الأول، ولم يحِنْ بعدُ وقته الثاني. وسادت مقولة (كما تكونون يولَّى عليكم)، وأنَّ فساد الحكام والولاة “ليس لنقص فيهم فقط، بل لنقص في الراعي والرعية جميعا”[5]، كما يقول ابن تيمية.
الملاحظة الثالثة: أن نص الحديث قد جاء مشفوعا بتفسير زمني له، هو أقرب للصواب وأولى بالاعتماد.. وهو أن بعضا من علماء التابعين فهموا من الحديث أن العهد الأموي نفسَه قد تجسَّد فيه الملك العاض، والملك الجبري، ثم العودة إلى الخلافة على منهاج النبوة.. لتبدأ بعد ذلك دورة تاريخية أخرى.. وهو الفهم الذي لم يعترض عليه الخليفة عمر بن عبد العزيز، بل “سُرَّ به وأعجبه”.
والعلماء مجمعون -أو شبهُ مجمعين- على أن عمر بن عبد العزيز خليفة راشد، وأنه خامس الخلفاء الراشدين. قال ابن رجب: “ونص كثير من الأئمة على أن عمر بن عبد العزيز خليفة راشد أيضا… وكان محمد بن سيرين يُسأل أحيانا عن شيء من الأشربة فيقول: نهى عنه إمامُ هدى، عمرُ بن عبد العزيز رضي الله عنه ورحمه”[6].
وشهادة هؤلاء العلماء بأن عمر بنَ عبد العزيز كان خليفة راشدا على منهاج النبوة، هي شهادة ضمنية منهم بأن الأطوار المذكورة في حديث حذيفة قد أكملت حلقاتها بتوليه الخلافة سنة تسع وتسعين (99) للهجرة، ولم تنتظر لا آخر الزمان، ولا مَهديَّهُ المنتظر. بل لم تنتظر حتى دخول القرن الثاني للهجرة!
الخلفاء الراشدون: هل هم بأعيانهم، أو بأزمانهم، أو بأوصافهم؟
عن العرباض بن سارية رضي الله عنه قال: صلى لنا رسول الله صلى الله عليه وسلم الفجر، ثم أقبل علينا فوعظنا موعظة بليغة ذرفت لها الأعين ووجلت منها القلوب. قلنا – أو قالوا – يا رسول الله كأنَّ هذه موعظةُ مودِّع فأوصنا. قال: (أوصيكم بتقوى الله والسمع والطاعة وإن كان عبدا حبشيا؛ فإنه من يعش منكم يرى بعدي اختلافا كثيرا، فعليكم بسنتي وسنة الخلفاء الراشدين المهديين، وعضوا عليها بالنواجذ. وإياكم ومحدثات الأمور، فإن كل محدثة بدعة، وإن كل بدعة ضلالة).
لا شك أن الخلفاء، إنما يُـعَدُّون راشدين بصفاتهم وأفعالهم، وليس بأعيانهم ولا بأزمانهم. وصفة “الراشدين” هي أُولى تلك الصفات وأُمُّها، ثم صفة “المهديين”.
قال ابن رجب: “وإنَّما وصف الخلفاء بالراشدين؛ لأنَّهم عرفوا الحقَّ وقَضَوا به، فالراشدُ ضدُّ الغاوي، والغاوي مَنْ عَرَفَ الحقَّ وعمل بخلافه.
وفي رواية: (المهديين)، يعني: أنَّ الله يهديهم للحقِّ، ولا يُضِلُّهم عنه.
فالأقسام ثلاثة: راشدٌ، وغاوٍ، وضالٌّ.
فالراشد عرف الحقَّ واتَّبعه،
والغاوي: عرفه ولم يتَّبعه،
والضالُّ: لم يعرفه بالكليَّة.
فكلُّ راشدٍ فهو مهتد، وكل مهتدٍ هدايةً تامَّةً فهو راشد؛ لأنَّ الهدايةَ إنَّما تتمُّ بمعرفة الحقِّ والعمل به أيضاً”[7].
وصفات الرشاد والاهتداء والسداد، ليست درجة واحدة، يتساوى فيها الراشدون المهديون، بل هي صبغة عامة مستقرة، ثم يتفاوت أصحابها في تفاصيلها ومقاديرها. فالخلفاء الربعة متفاوتون في صفات الرشد والاهتداء. وكذلك الصحابة عموما؛ يشتركون في شرف الصُّحبة وفضلها، ولكنهم في ذلك طبقاتٌ ومراتبُ ودرجات. وقد نُقل عن الإمامين مالك وأحمد رضي الله عنهما أن: مَن صحبَ رسولَ الله صلى الله عليه وسلم سنة أو شهرا أو يوما، أو رآه مؤمنا به، فهو من أصحابه، له من الصحبة بقدر ذلك.
وعليه، فالصحابة منهم صحابة النظرة الواحدة، وصحابة يوم أو أيام، وصحابة مرات متعددة، ومنهم صحابة سنين طويلة أو قليلة. وكلهم صحابة..
وحتى الرسل المصطفَوْن، صلاة الله وسلامه عليهم ، قال عنهم المولى عز وجل: {تِلكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ مِنْهُمْ} [البقرة: 253]، وقال: {وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ النَّبِيِّينَ عَلَى بَعْضٍ} [الإسراء: 55].
وإذا كان الخلفاء الراشدون المهديون الأربعة هم المثل الأعلى من غير الأنبياء، فمما لا شك فيه أن مرتبة عمر بن عبد العزيز، هو دون مرتبة الأربعة، ومع ذلك فقد استحق أن يكون في عداد الخلفاء الراشدين.
وعلى هذا، فإذا وجدنا من حكام المسلمين -بغض النظر عن ألقابهم- من كان يتحرى منهاج النبوة في السياسة والحكم، ويقتفي نهج الخلفاء الراشدين، وكان في عموم صبغته وسيرته راشدا مهتديا مستقيما، فلا بد أن نَعُدَّه خليفة راشدا، ولو قَصُرت درجتُه عن تجسيد منهاج النبوة وبلوغِ مراتب الخلفاء الأربعة، ولا حتى مرتبة عمر بن عبد العزيز. والقاعدة أن: ما قارب الشيءَ يُعطَى حكمَه.
فإذا أخذنا بهذا النظر، ورجعنا نتصفح تاريخنا بطوله وعرضه، فسنجد أن خلفاءنا الراشدين ليسوا فقط أربعة أو خمسة، بل هم إلى الأربعين أو الخمسين أقرب.. وسنجد أن تاريخنا ليس كله مُلكا عضوضا وملكا جبرية، بل سنجده يتقلب – على نحو ما جاء في الحديث – بين رشد، وعضٍّ، وجبر..
ما أقصد الوصول إليه هو أن باب الحكم الرشيد والحكام الراشدين، ليس مغلقا في وجه المسلمين، بحيث ليس لهم سوى انتظار آخر الزمان، بل يمكنهم -ويجب عليهم- أن يسْعَوا دوما إلى تولية الراشدين، واستبعاد الفاسدين، وتنحية المستبدين.
وكل هذا ممكن ومتاح -بأسبابه وسننه- في كل زمان ومكان..
وبالله تعالى التوفيق وهو يتولى الصالحين.

[1] هو حبيب بن سالم (التابعي)، مولى النعمان بن بشير وكاتبُه
[2] مرقاة المفاتيح شرح مشكاة المصابيح8/ 3376
[3] لمعات التنقيح في شرح مشكاة المصابيح (8/ 578)
[4] الأساس في السنة وفقهها 2/ 960
[5] مجموع الفتاوى لابن تيمية، 35/ 20
[6] جامع العلوم والحكم ص: 264
[7] جامع العلوم والحكَم 23

https://iumsonline.org/ar/ContentDetails.aspx?ID=18405

Bu Konuda Okumaya Değer 5 Arapça Yazı Linkini Aşağıda Bulacaksınız:👇

ستجدون أدناه خمسة روابط لمقالات مكتوبة بالعربية، تستحق القراءة في هذا الموضوع👇

1)👇

https://islamqa.info/amp/ar/answers/146316

2)👇

https://shamela.ws/book/37026/302

3)👇

https://www.odabasham.net/مقالة/12409-هل-اقترب-حقا-موعد-قيام-الخلافة-الإسلامية

4)👇

https://ar.m.wikipedia.org/wiki/الخلافة_الراشدة

5)👇

https://mawdoo3.com/دولةالخلافةالراشدة

Yukarıdaki 5 Makaleden 1. cinin Tercümesi: 👇

Hamd Allah’a (cc) mahsustur.


Birinci Kısım: Hadisin Metni
Cabir b. Semure (r.a.) şöyle anlatıyor:
“Babamla birlikte Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yanına girdim. Onun şöyle buyurduğunu işittim:
‘Bu iş (hilafet), aralarında on iki halife geçmedikçe sona ermeyecektir.’
Sonra Peygamber (s.a.v.), bana kapalı gelen bir şey daha söyledi. Babama, ‘Ne dedi?’ diye sordum. O da, ‘Hepsi Kureyş’tendir,’ dedi.”
(Buhârî, 7222; Müslim, 1821 – lafız Müslim’e aittir.)

Müslim’deki diğer bir lafızda:
“İslam, on iki halife boyunca aziz olacaktır.”
Bir başka lafızda:
“Bu din, on iki halife gelinceye kadar aziz ve güçlü kalacaktır.”
Buhârî’nin lafzında ise:
“On iki emir olacak…” ifadesi yer alır ve yine “Hepsi Kureyş’tendir” şeklinde tamamlanır.


İkinci Kısım: Âlimlerin Bu Hadisi Yorumlama Yolları

1. Yol:
Burada kastedilenin, ümmette geçmişte yaşamış ve kıyamete kadar gelecek âdil halifeler olduğu görüşüdür.

  • İmam Nevevî, Kadı İyaz’dan naklen:
    “Bu, hakiki hilafete layık olan âdil halifelerdir. Bir kısmı gelip geçmiştir, kıyametten önce bu sayı tamamlanacaktır.”
    (Şerhu Müslim, 12/202)
  • İmam Kurtubî:
    “Bunlar, dört halife, Ömer b. Abdülaziz gibi adil halifelerdir. Hak ve adaleti tesis eden on iki kişi tamamlanacaktır. Bu, bana göre en isabetli yorumdur.”
    (el-Müfhim, 4/8)
  • İbn Kesîr:
    “Bu hadis, hakkı ayakta tutan on iki salih halifenin varlığına işarettir. Art arda gelmeleri şart değildir. Dört halife, Ömer b. Abdülaziz ve bazı Abbasîler bu kapsamdadır. Kıyamet kopmadan bu sayı mutlaka tamamlanacaktır. Bunlardan biri de Mehdi’dir.”
    (Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 3/65)

2. Yol:
Bu on iki halifenin aynı dönemde bir arada bulunacağı yorumudur.

  • İmam Nevevî, Kadı İyaz’dan naklen:
    “Bazılarına göre bu halifeler aynı zamanda yaşayacak, her biri bir grup tarafından takip edilecektir. Endülüs, Mısır ve Bağdat’ta aynı anda birden fazla halife ortaya çıkmıştır.”
    (Şerhu Müslim, 12/202)
  • İbn Hacer el-Askalânî:
    “Hz. Peygamber, gelecekteki fitneleri haber veriyor. İnsanlar aynı anda on iki farklı lider etrafında bölünebilir. Ancak diğer rivayetlerde vurgulanan ‘İslam’ın aziz olması’ şartı, bu yorumu zayıflatır.”
    (Fethu’l-Bârî, 13/211)

3. Yol:
İslam’ın güçlü olduğu ve Müslümanların birleştiği dönemlerdeki halifelerdir (adil olmasalar bile).

  • İmam Nevevî:
    “Bu, Müslümanların birleştiği ve İslam’ın güç kazandığı dönemlerdir. Emevîlerin son döneminde ve Abbasîlerin başlangıcında bu durum görülmüştür.”
    (Şerhu Müslim, 12/202-203)
  • Ebü’l-Abbas el-Kurtubî:
    “Bu, Emevî hükümdarlarının saltanatına işarettir. Adaletli olmasalar da İslam onlar döneminde güçlüydü. Yezid b. Muaviye’den başlayarak 12 Emevî halifesi sayılabilir.”
    (el-Müfhim, 4/8-9)
  • İbn Teymiyye:
    “Dört halife, Muaviye, Yezid, Abdülmelik ve oğulları döneminde devlet güçlüydü. Sonra çöküş başladı.”
    (Minhâcü’s-Sünne, 8/170)
  • İbn Hacer:
    “En doğru yorum budur. Halkın biat ettiği on iki lider şunlardır: Dört halife, Muaviye, Yezid, Abdülmelik, dört oğlu (Velid, Süleyman, Yezid, Hişam) ve Ömer b. Abdülaziz. 12.’si Velid b. Yezid’dir. Onun öldürülmesiyle fitneler yayıldı ve bir daha Müslümanlar tek halifede birleşemedi.”
    (Fethu’l-Bârî, 13/214)

4. Yol: Bu on iki halifenin, Mehdi’nin zuhurundan sonra kıyamet zamanında geleceklerini savunan görüştür.

İbnü’l-Cevzî (rahimehullah) şöyle demiştir:
“Ebü’l-Hüseyin İbnü’l-Münâdî’nin bu hadiste zikrettiği ikinci görüşe gelince; o, ‘Benden sonra on iki halife gelecektir’ sözünü şöyle açıklamıştır: Bu, ancak ahir zamanda çıkacak olan Mehdi’nin ölümünden sonra gerçekleşecektir. Danyal’ın kitabında şunu bulduk: ‘Mehdi öldüğünde, onun soyundan (Hasan bin Ali’nin büyük torunlarından) beş kişi hükmeder. Ardından onlardan sonra (Hüseyin bin Ali’nin küçük torunlarından) beş kişi daha hükmeder. Sonuncusu, hilafeti büyük torunlardan birine devreder, o da hükmeder. Onun ardından oğlu hükmeder. Böylece on iki adil hükümdar tamamlanır. Her biri hidayet üzere bir imamdır.’

İbnü’l-Münâdî şunu da eklemiştir: ‘Ebû Sâlih’in İbn Abbâs’tan rivayet ettiği bir metinde, Mehdi’den bahsedilirken şöyle denmiştir: Onun ardından, yüz elli yıl boyunca on iki kişi iş başına gelecektir: Altısı Hasan’ın soyundan, biri Akîl bin Ebî Tâlib’in soyundan, beşi de Hüseyin’in soyundan. Sonra o ölür ve zaman bozulur, kötülükler yaygınlaşır.’

Yine şöyle demiştir: ‘Ka‘b el-Ahbâr dedi ki: On iki Mehdi gelecek, ardından Ruhullah (İsa) inecek ve Deccâl’i öldürecektir.’
“Keşfü’l-Müşkil min Hadîsi’s-Sahîhayn” (1/292-293)

Hâfız İbn Hacer, İbnü’l-Münâdî’nin bu sözlerini aktarmış ve şöyle demiştir:
“Ebû Sâlih’ten naklettiği rivayet son derece zayıf, Ke‘b’den aktardığı da öyle.” “Fethu’l-Bârî” (13/214)


5. Yol: Bunu, yönetim yapısıyla (halife, vezirler, naipler, hâkimler vb.) açıklayan görüştür.

İbn Teymiyye (rahimehullah) şöyle demiştir:
“İbn Hubeyre, bu hadisi şöyle yorumlamıştır: ‘Maksat, devletin idari düzeninin on iki temel unsurudur: Vezir, kâdı gibi.’ Bu ise tutarsızdır. Hadis zahiri üzeredir, zorlama yoruma ihtiyaç yoktur.”
“Minhâcü’s-Sünne” (8/173)


6. Yol: Durumu Allah’a havale edip susmak ve hükmü O’na bırakmaktır.

Nevevî (rahimehullah), Kâdî Iyâz’dan şunu nakletmiştir:
“Allah, Peygamberi’nin (sallallahu aleyhi ve sellem) kastını en iyi bilendir.” “Şerhu Müslim” (12/203)

İbn Battal, Muhallib’den şunu aktarmıştır:
“Bu hadiste kesin bir hükme varan kimseye rastlamadım.”Fethu’l-Bârî” (13/211)

İbn Teymiyye şöyle demiştir:
“Bazıları ise, ‘Ben bunun anlamını kavrayamıyorum’ demiştir. Ebû Bekir İbnü’l-Arabî gibi.”
“Minhâcü’s-Sünne” (8/173)


Üçüncü Kısım:

Şiânın bu hadisi, “On iki masum imam” inancına delil getirmesi meselesine gelince; bu, bâtıl bir iddiadır. Zira:

1. Hadiste on iki halife denmiştir, on iki imam değil. Halifelik ile Şiânın iddia ettiği imamet (masumiyet, gaybı bilme, evreni yönetme gibi sıfatlar) arasında uçurum vardır.

2. Hadiste bu kişiler Kureyş’ten diye nitelenmiştir. Eğer sadece Ehl-i Beyt’ten olsalardı, Beni Hâşim’dendir denirdi.

3. Hadis, bu halifeler döneminde İslam’ın izzet bulacağını bildirir. Oysa Şiânın iddia ettiği imamların çoğu zulüm altında yaşamış, siyasi bir güce sahip olmamıştır.

İbn Teymiyye şöyle der:
“Şiânın iddia ettiği on iki imamın hiçbiri (Ali hariç) fiilen hükmetmemiştir. Özellikle ‘beklenen Mehdi‘ dedikleri son imam, dört yüz yıldır ortada yoktur! Hiçbir mazluma yardım etmemiş, hiçbir fetva vermemiş, hiçbir hüküm vermemiştir. Peki bu ‘imam’ın varlığıyla İslam nasıl izzet bulacak?
“Minhâcü’s-Sünne” (8/173-174)

İbn Kesîr de şöyle der:
“Bu hadis, adil on iki halifenin geleceğine delildir. Şiânın iddia ettiği imamlar değildir bunlar. Zira onların çoğunun elinde bir iktidar olmamıştır.”
“Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm” (6/78)

Şeyh Osman el-Humeyys ise şu önemli tespiti yapar:
“Şiânın ilk dönemleri ‘on iki imam‘ inancını bilmezdi. Sonradan uydurulmuştur. Ayrıca hadiste ‘Kureyş’ten‘ denmiştir. Eğer maksat Ali ve oğulları olsaydı, ‘Beni Hâşim‘ denirdi. Bu, dil mantığına da aykırıdır.”
“Keşfü’l-Cânî Muhammed et-Ticânî” (s.75)

“Şiî fırkalar, İmamet meselesinde çeşitli görüşlere ayrıldılar. Bazıları İmamet’i Muhammed’de durdurdu; bazıları ise Cafer’e kadar uzattı ve orada durdu; bir başka grup da, gaybete inandıkları ‘Mehdi’yi yani beklenen imamı’ imam kabul ederek on iki imama iman etti; bunlar da ‘İsnâaşeriyye’ yani On İki İmamcılar’dır. Bunların dışında da daha nice fırkalar ve pek çok ihtilaf vardır. Detaylı bilgi isteyenler, Nevbâhtî’nin “Fıraku’ş-Şîa” (Şia Fırkaları) adlı eserine başvurabilirler.”

“Görüldüğü üzere, sevgili okuyucum, On İki İmam inancı oldukça geç bir dönemde ortaya çıkmıştır. Yoksa önceki Şiîler arasında bu kadar fırka olmazdı. Demek ki bu rivayetler, Peygamber Efendimiz’in -sallallahu aleyhi ve sellem- vefatından, hatta Şia imamlarının çoğunun vefatından sonra uydurulmuştur.”

“Şimdi anlıyorsun ki, ey okuyucu, bu ‘on iki’ sayısını Peygamber’in hadisine eşitleyenler, Şiîlerdir.”

Son olarak şunu söyleyeyim: Sahih olan rivayet şöyledir: ‘Hepsi Kureyş’tendir’. Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- bir şeyi anlatırken geneli söyleyip özel olanı kastetmez; zira bu, belâgate aykırıdır. Oysa Peygamber, insanların en belîğidir, Allah’ın selamı ve salâtı onun üzerine olsun.”

Ben mesela şöyle desem: ‘Her Araba yüz dinar vereceğim’, ama bana bir Mısırlı geldiğinde ‘Ben sadece Suriyelileri kastettim’ desem, bu kişi bana ‘Senin sözünde bir mantık ve belagat yok’ demez mi? O halde baştan şöyle derdim: ‘Her Suriyeliye vereceğim.’”

“Peygamber Efendimiz eğer Ali’yi ve onun evladını kastetseydi, şöyle derdi: ‘Onlar Ali ve evladıdır.’ Hatta ‘Hepsi Haşimoğullarındandır’ dese bile bu yine belâgatli olmazdı. Çünkü Haşimoğulları çoktur, Kureyş ise daha da geniştir. Oysa rivayet açıkça Kureyş’i işaret eder. Teycanî ve onun gibileri bu hadisle sayı benzerliğinden dolayı delil getirmeye çalışsa da, ne diyecekler? Zira Müslim’in Sahih’inde (2779) geçen şu hadiste Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
‘Ümmetimde on iki münafık vardır; cennete giremeyecekler, cennetin kokusunu bile duyamayacaklar. Ta ki deve iğne deliğinden geçene kadar!’”

Kaynak: “Keşfu’l-Cânî Muhammed et-Tîcanî’ye Reddiye – ‘Sümmehtedeyt’ adlı kitaba karşı” s.75 ve devamı.

En doğru olanı Allah bilir.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
22.04.2025 Üsküdar

Yukarıdaki 5 Makaleden 2. cinin Tercümesi: 👇

[“Benden sonra hilâfet otuz yıl sürecektir” hadisiyle “On iki halife geçmedikçe bu iş sona ermeyecektir” hadisini cem etme]

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şu sözlerine gelince:
“Bu iş, on iki halife geçmedikçe sona ermeyecektir; onların hepsi Kureyş’tendir.”
Bir rivayette: “İnsanların işlerinin düzeni, on iki adam yönettiği sürece sürecektir; hepsi de Kureyş’tendir.”
Bir başka rivayette ise: “İslâm, on iki halife geçinceye kadar aziz kalacaktır; hepsi Kureyş’tendir.”

Kadı Iyâz şöyle der:
Burada iki soru ortaya çıkar:

Birincisi: Diğer hadiste şöyle gelmiştir: “Benden sonra hilâfet otuz yıl sürecek, sonra ısırıcı bir saltanat olacaktır.” Nitekim uzun hadiste şöyle buyurulmuştur:
“Sizde nübüvvet bulunduğu müddetçe kalacaktır. Sonra nübüvvet yolunda bir hilâfet gelecektir; o da sizde Allah’ın dilediği kadar kalacaktır. Sonra Allah onu kaldırmak isteyince kaldıracaktır.”

Nitekim, nübüvvet yolu üzere olan râşid hilâfet sona ermiştir. Bu hilâfet, otuz yıl ve birkaç ay sürmüştür. Bu dönem, dört halifenin hilâfetidir: Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali (Allah hepsinden razı olsun). Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) “otuz yıl” buyurmuştur; yani az ya da çok, yaklaşık bir süre kast edilmiştir.

Bu da onun nübüvvetinin delillerindendir.

Sonra şöyle buyurmuştur:
“Allah onu kaldırmak isteyince kaldırır, sonra ısırıcı bir saltanat gelir.” Bu, Emevîler’in, Abbasîler’in ve diğerlerinin saltanatıdır.

Devamla buyurmuştur:
“O da sizde Allah dilediği kadar kalacaktır. Sonra Allah onu kaldırmak isteyince kaldırır. Sonra cebrî bir saltanat gelir.”

İşte ümmetin bugün yaşadığı da budur. Cebrî saltanat, halklarının iradesiyle seçilmeyen, oyla yahut rızayla başa getirilmeyen; bilakis bir şekilde getirilen ve halkın göğsüne çöken sultanlar ve yöneticiler dönemidir. Onları getirenin, dilediğinde onları götürebilecek kudrette olduğunu kendileri de bilir. Bu yüzden ona bağlılıklarını bildirirler. Bu yöneticiler, ülkelerinde Batı’nın çıkarlarını gerçekleştirmek için vardırlar.

Eskiden şöyle derdik: “Batı ve Doğu’nun çıkarlarını gerçekleştirmek için”
Fakat inşâAllah yarın ne Batı kalacak ne Doğu. Allah’ın izniyle sadece izzetli ve muzaffer İslâm kalacaktır. Bu, ancak insanlar dinlerine döner, Allah’a itaat eder ve Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) tabi olurlarsa gerçekleşecektir.

Şayet şöyle denirse:
Hadiste şöyle geçmektedir: “Benden sonra hilâfet otuz yıldır.” Yani, nübüvvet yolu üzere olan hilâfet.

Sonra ısırıcı bir saltanat gelecektir.
Bu da on iki halife hadisine aykırı değil midir? Çünkü otuz yıl süren hilâfet, dört râşid halifenin hilâfeti idi. Yalnızca onlar vardı. Bazı rivayetlere göre, bu süreye Hasan bin Ali’nin biat edilen kısa süresi de dâhildir. O hâlde bu sayı sadece beşi bulur. On ikiyi bulmaz. Bu nasıl olur?

Cevap:

“Hilâfet otuz yıldır” hadisiyle kastedilen, nübüvvet hilâfetidir.

Bazı rivayetlerde bu açıkça belirtilmiştir:
“Benden sonra nübüvvet hilâfeti otuz yıl sürecek, sonra ısırıcı saltanat gelecektir.”
Bu rivayette, bu sürede on iki halifenin bulunması şart koşulmamıştır.

Yani burada kastedilen, “nübüvvet yolu üzere olan hilâfet”tir. Bu, Peygamber’in ardından gelen râşid halifeler dönemidir. Sonra da Mehdi’nin hilâfeti gelir. Zira şöyle buyurmuştur:
“Sonra cebrî bir saltanat olur. O da sizde Allah’ın dilediği kadar kalır. Sonra Allah onu kaldırmak isteyince kaldırır. Sonra yeniden nübüvvet yolu üzere bir hilâfet olur.”
Sonra da Peygamber sustu.

Bu da ümmet için müjdedir: Bugün ümmetin yaşadığı cebrî saltanat devrinden sonra, Allah’ın izniyle, nübüvvet yolu üzere bir hilâfet gelecektir.

Bu, mehdi gelinceye kadar beklemek gerektiği anlamına gelmez. Belki de mehdi çıkmadan önce nübüvvet yolunda bir hilâfet olur. Bu sebeple, her birimiz hilâfetin yeniden tesis edilmesi ve dinin yeryüzünde tekrar hâkim kılınması için çaba sarf etmeliyiz.

İkinci soru: Bugüne kadar on iki kişiden çok daha fazlası yönetime gelmiştir. Peki, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) nasıl “On iki emir geçmedikçe bu iş sona ermeyecektir” buyurmuştur? Hâlbuki İmam Nevevî’nin zamanına kadar bile yönetime gelenlerin sayısı on ikiden çok daha fazlaydı?

Cevap:

Bu itiraz geçersizdir. Zira Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) “Sadece on iki halife olacaktır” dememiştir.

O onları sınırlı olarak (sayarak) zikretmedi, bilâkis ‘yani şunlar gelir’ (anlamında) yeli dedi.

Bu sayı kadar kişi yönetime gelmiştir. Sonrasında başka yöneticilerin gelmiş olması, bu gerçeğe zarar vermez.

Bu, eğer hadisteki “her yönetici” ifadesinden maksat bu ise geçerlidir. Fakat burada başka bir anlam daha mümkündür: Kıyamet gününe kadar adaletli ve gerçek anlamda hilâfete layık olanların sayısı on ikiyi geçmeyecektir.

Ebû Bekir, hilâfete gerçekten lâyık mıydı?
Cevap: Evet.
Bu, muteber icmâ ile sabittir. Zira Şiîler ve Hâricîler bunu kabul etmezlerse de, ümmetin çoğunluğu bunu kabul etmiştir. Ömer, Osman ve Ali de hilâfete lâyıktılar.

Bunun ardından gelen yüzlerce, belki binlerce halife, bu hadisle kastedilen kişiler değildir. Bu on ikiden bazıları geçmiştir, geriye kalanların da kıyametten önce gelmesi gereklidir.

Bir başka yoruma göre ise bu hadis, bu on iki halifenin aynı dönemde bulunacağını ifade eder.

Yani kıyamet, on iki halife Müslümanların işini idare etmedikçe kopmayacaktır. Hepsi aynı çağda, aynı dönemde bulunacak; bir kısmı doğuda, bir kısmı batıda, bir kısmı güneyde ve bir kısmı kuzeyde olacak.

Yani Müslümanların idaresinde on iki halife bir araya gelecek; her birine Müslümanlardan bir topluluk tâbi olacaktır.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
22.04.2025 Üsküdar