Irkçılığın Hakikati ve Türk Toplumunun Özel Durumu
Irkçılık, insanlık tarihinin en eski ve kökleşmiş marazlarından biridir. İnsanoğlunun yaratılışıyla birlikte ortaya çıkmış ve hatta ilk ilâhî emre isyanın asıl sebebi olmuştur. Zira şeytan, Allah’ın emrine karşı gelerek Âdem’e secde etmeyi reddetmiş, kendi yaratıldığı unsuru insanın yaratıldığı unsura üstün görmüştü. Nitekim âyette şöyle buyrulur:
“Sana emrettiğim hâlde seni secde etmekten alıkoyan nedir?” İblis, “Ben ondan üstünüm; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın” dedi. (A’râf, 12)
Bu ayetten açıkça anlaşılmaktadır ki, ırkçılık hastalığı; kişinin, soyunu ve unsurunu yüceltmesi, onunla övünmesidir. Nitekim “ırkçılık” kelimesi de buradan türemiştir. Şeytan ise “benlik” hastalığının başını çeken, şerrin kapısını ilk açan ve bu yolda yürüyen herkesin öncüsüdür.
Irkçılığın hortlaması, dinin zayıflaması ve imanın incelmesiyle doğru orantılıdır. Cahiliye ruhu ne kadar yayılırsa, ırkçılık o denli belirginleşir. Nitekim Tirmizî’nin Abdullah ibn Ömer (r.a.) yoluyla rivayet ettiği hadiste Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar! Allah, cahiliye gururunu ve atalarla övünmeyi sizden uzaklaştırdı. İnsanlar iki sınıftır: Takvalı, erdemli ve Allah katında değerli olan; diğeri günahkâr, bedbaht ve Allah katında kıymetsiz olan. Sizler Âdemoğlusunuz ve Allah, Âdem’i topraktan yarattı.”
Yine Rasulullah (s.a.v.), risaletin ilk günlerinde Mekke’de yaptığı ilk ilânlardan birinde, ırkçılığın tehlikesini ve bâtıllığını şu şekilde ifade etmiştir. Müslim’in rivayet ettiği hadis-i şerifte, “Ve en yakın akrabanı uyar.” (Şuarâ, 214) ayeti nazil olduğunda, Safâ Tepesi’ne çıkarak şöyle seslendi:
“Ey Muhammed’in kızı Fâtıma! Ey Abdulmuttalib’in kızı Safiyye! Ey Abdulmuttalib oğulları! Allah’tan size bir şey sağlayamam. Malımdan ne isterseniz isteyin!”
Yine Müslim’de geçen bir rivayette Rasulullah şöyle buyurmuştur:
“İnsanlar kıyamet gününde amelleriyle bana gelirken, siz soyunuzla bana gelmeyin. Biliniz ki hiç kimse amelinin karşılığı ile cennete giremez.”
Ashâb-ı kirâm: “Sen de mi ey Allah’ın Rasulü?” diye sorunca,
“Evet, ben de. Ancak Allah beni rahmeti ve fazlı ile kuşatırsa…” buyurmuştur.
Ve Veda Hutbesi’nde söze başladığı yerden yine sözü bağlayarak şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Arab’ın Acem’e, Acem’in Arab’a; beyazın siyaha, siyahın beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız, en çok takvâ sahibi olanınızdır.”
(İmam Beyhakî, Câbir ibn Abdullah’tan rivayetle)
Köleliğe Karşı Kapsamlı Bir Proje
İslam, köleliğe ve her türden ırkçılığa karşı bütüncül bir ıslah ve arınma projesi sunmuştur. Köleliği besleyen tüm kaynakları kurutmak için sistemli adımlar atmış, azad yollarını genişletmiş, sınıfçılığın ve ırk üstünlüğünün zincirlerini kırmak için bizzat Peygamberimiz (s.a.v.) örnek teşkil eden davranışlarda bulunmuştur.
Kölesi Zeyd bin Hârise’yi, kendi halasının kızı Zeyneb bint Cahş ile evlendirmiştir. Bilâl-i Habeşî’yi, Allah Rasûlü’nün akrabaları olan bir aileden gelen Zühre bint Avf ile evlendirmiştir. Yine, sahâbeden fakir olan Cüleybîb için Ensâr’dan bir hanımı istemiştir.
Ancak ırkçılık, tıpkı müzmin bir hastalık gibi tamamen yok edilmesi kolay olmayan bir marazdır. Bazen kişi onu bastırır, bazen onun tuzağına düşer. Nitekim büyük sahabi Ebû Zerr el-Gıfârî’nin yaşadığı bir olay bunu açıkça gösterir. Buhari’nin rivayetine göre:
“Ebû Zerr’i Rebeze’de gördüm, üzerinde bir elbise vardı, kölesi üzerinde de aynı elbiseden vardı. Sebebini sordum. Dedi ki: Bir adamla tartışmıştım, onu annesi üzerinden aşağılamıştım. Bunun üzerine Rasulullah bana: ‘Ey Ebû Zerr! Onu annesiyle mi ayıpladın? Demek ki sende hâlâ cahiliye kalıntıları var. Hizmetkârlarınız kardeşlerinizdir; Allah onları sizin ellerinizin altına verdi. Kimin kardeşi ellerinin altındaysa, yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara güç yetiremeyecekleri iş yüklemeyin. Yüklerseniz de yardım edin.’”
Demek ki, insanda bazen cahiliye izleri kalabilir, zaman zaman yüzeye çıkabilir. Bu sebeple bireyin uyanık olması ve toplumun denetleyici olması zaruridir.
Hastalığa Karşı Panzehir
Hiçbir toplumun, ırkçılıktan tümüyle arınmış olduğunu zannetmem. Zira kimi zaman bu hastalık, aşırı kimlik vurgusu ya da benliğe duyulan saplantılı bağlılıkla yan etki olarak ortaya çıkar. Nitekim diğer ahlaki faziletlerde olduğu gibi, dengeyi kaybetmek aşırılığa kapı aralar. Cömertliğin aşırısı israftır, cesaretin aşırısı ise gözü karalıktır.
Ancak bu, bütün toplumların ırkçılıkta eşit olduğu anlamına gelmez. Bazı kültürler, ırkçılığı açıkça beslemekte; eğitim sistemleri, örf ve âdetleriyle bunu pekiştirmektedir.
Nitekim ırkçılığın bazen aynı şehirdeki insanlar arasında bile görüldüğüne şahit oluruz. Coğrafyaya göre: “kuzeyli-güneyli”, “köylü-şehirli”; aile kökenine göre: “önce gelen-sonradan gelen” ayrımları… Hatta bazen aynı ailenin fertleri arasında bile; “ana kolu-soylu kol” ya da “alt tabaka-üst tabaka” ayrımı yapılır. Şairin Kureyş kabilesinden Teym oğulları hakkında dediği gibi:
“Teym yokken karar verilir,
Ama onlar oradayken bile kimseye danışılmaz!”
Bu yüzden Rasulullah (s.a.v.), ırkçılığa karşı her dönemde panzehiri sunmuş ve uygulamaya koymuştur. Mekke’nin fethinde, Bilâl-i Habeşî’yi Kâbe’nin damına çıkarıp ezan okumasını emretmiştir. O Bilâl ki, birkaç yıl önce aynı topraklarda çıplak bir şekilde yere serilmiş, taşlarla ezilmiş, sabır ve imanla sadece “Ehad, Ehad” demişti. Şimdi ise aynı şehirde, aynı insanların önünde göklere seslenerek: “Allahu Ekber, Allahu Ekber” diyordu.
Gerçekten Allah’a ve âhiret gününe iman edenler için ilâhî kural şudur:
“Andolsun, biz Âdemoğullarını şerefli kıldık; karada ve denizde taşıdık; onlara güzel rızıklar verdik; onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” (İsrâ, 70)
Ahirette ise, insanların övündükleri soy ve sopun hiçbir kıymeti olmayacaktır:
“Sura üflendiği gün, artık aralarında soy bağları kalmaz ve birbirlerine de sormazlar.” (Mü’minûn, 101)
İman etmeyenler ise, eğer insanın maymun soyundan geldiğine inanıyorlarsa, hangi unsurla övünecekler, hangi asılla böbürleneceklerdir?
Sözde “medeniyet” savunucuları şunu iyi bilmelidir ki, hiçbir gerçek medeniyet ırkçılık temeli üzerine bina edilmemiştir. Kişinin değeri, isminden önce gelen unvanda gizlidir; isminden sonra gelen soyadında değil. Zira önce gelen sıfatlar kişinin kendi emeği ve ahlâkıdır; sonradan gelenler ise ecdadının mirasıdır ve eğer yeniden inşa edilmezse, onların da cesetleri gibi çürümeye mahkûmdur:
“Dilediğin soyda doğ, ama edep ve ahlâk kazan;
Çünkü ahlâk seni nasabından daha çok zenginleştirir.”
“Soyun soylu olması seni kurtarmaz,
Eğer dilin yoksa, ahlâkın da yoksa…”
“Genç adam, ‘İşte buradayım’ diyendir;
‘Babam şuydu’ diyen değil!”
Türk Toplumunun Özel Durumu
Günümüz örneklerinden biri olarak Türkiye’ye baktığımızda, Türk toplumunda içe dönük bir ırkçılığın, yabancılara yönelik olandan daha kuvvetli olduğunu görmekteyiz. Toplum hâlâ “beyazlar ve siyahlar”, ya da “etnik kökenler” temelinde ayrılmakta, ardından ideolojik ve fikri ayrışmalar gelmektedir. Bu durum sadece Türkiye’ye has değildir.
Ancak son dönemde özellikle Araplara karşı yapılan bazı ırkçı davranışların medyada büyütülmesi, esasen siyasi bir hesaplaşmanın “ırkçılık maskesiyle” yürütülmesidir. Bu, Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim zaferine karşı geliştirilen yeni bir darbe girişiminin parçasıdır. Zira askerî darbe başarısız olmuştur, ardından ekonomik saldırı ve döviz savaşı da boşa çıkmıştır. Şimdi ise “toplumsal darbe” sahneye konulmakta; Türk halkı ile Arap misafirler arasında fitne tohumları ekilmektedir; ister turist, ister yerleşik göçmen olsunlar.
Bu sebeple her iki kesimin aklıselim sahibi insanlarına düşen görev; bu oyunu bozmak, bu fitneyi büyümeden söndürmektir.
Dr. Muhammed es-Sağîr
Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
02.07.2025 OF
حقيقة العنصرية.. وخصوصية الحالة التركية
العنصرية من الأمراض القديمة المتوطنة، فقد واكبت بداية الخليقة وظهور الإنسان الأول، بل تعد سبب أول عصيان لأوامر الله، حيث امتنع إبليس عن السجود لآدم، مفضلًا عنصره على العنصر الذي خلق منه البشر {مَا مَنَعَكَ أَلَّا تَسْجُدَ إِذْ أَمَرْتُكَ ۖ قَالَ أَنَا خَيْرٌ مِّنْهُ خَلَقْتَنِي مِن نَّارٍ وَخَلَقْتَهُ مِن طِينٍ} [الأعراف:12].
ومن ذلك يتضح أن داء العنصرية معناه الافتخار بالأصل والعنصر، ومنه جاءت التسمية، وإبليس هو زعيم عصابة الأنا، وأول من فتح باب الشر، وقدوة كل من يلجون منه.
يطل قرن العنصرية كلما رق الدين وضعف الإيمان، وكلما اتسعت رقعة الجاهلية زادت مظاهر العنصرية، روى الترمذي من طريق ابن عمر أن رسول الله ﷺ قال:
“يا أَيُّها الناسُ إنَّ اللهَ قد أَذْهَبَ عنكم عُبِّيَّةَ الجاهليةِ، وتعاظُمَها بآبائِها، فالناسُ رجلانِ: رجلٌ بَرٌّ تَقِيٌّ كريمٌ على اللهِ وفاجرٌ شَقِيٌّ هَيِّنٌ على اللهِ، والناسُ بَنُو آدمَ، وخلق اللهُ آدمَ من ترابٍ”، كما حذر رسول الله ﷺ من خطورتها وعواقبها في البيان الأول الذي ألقاه في مكة المكرمة: “لَمَّا نَزَلَتْ {وَأَنْذِرْ عَشِيرَتَكَ الأَقْرَبِينَ} [الشعراء: 214] قامَ رَسولُ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عليه وسلَّمَ علَى الصَّفا، فقالَ: يا فاطِمَةُ بنْتَ مُحَمَّدٍ، يا صَفِيَّةُ بنْتَ عبدِ المُطَّلِبِ، يا بَنِي عبدِ المُطَّلِبِ، لا أمْلِكُ لَكُمْ مِنَ اللهِ شيئًا، سَلُونِي مِن مالِي ما شِئْتُمْ”. رواه مسلم، وعنده أيضًا: “لا يأتيني الناس يوم القيامة بأعمالهم وتأتوني بأنسابكم، واعلموا أنه لن يدخل أحدكم الجنة بعمله»، قالوا: ولا أنت يا رسول الله؟ قال: «ولا أنا إلا أن يتغمدني الله برحمة منه وفضل»، وختم رسول الله ﷺ في حجة الوداع بمثل ما بدأ به فقال: “أيُّها الناسُ إنَّ ربَّكمْ واحِدٌ، ألا لا فضلَ لِعربِيٍّ على عجَمِيٍّ، ولا لِعجَمِيٍّ على عربيٍّ، ولا لأحمرَ على أسْودَ، ولا لأسودَ على أحمرَ، إلَّا بالتَّقوَى إنَّ أكرَمكمْ عند اللهِ أتْقاكُمْ.” أخرجه البيهقي من طريق جابر بن عبد الله.
لمجابهة الرق
جاء الإسلام بمشروع كامل لمجابهة الرق والعبودية، والقضاء على كل مظاهر العنصرية، فوضع خطة محكمة لتجفيف منابع الرق، وفتح الباب واسعًا أمام وسائل العتق كلها، وأعطى رسول الله ﷺ نموذجًا عمليًا في كسر حاجز الطبقية وقيود العنصرية، فزوّج مولاه زيد بن حارثة من بنت عمته زينب بنت جحش، وتزوج بلال من زهرة بنت عوف أخت عبد الرحمن، وأهلها أخوال رسول الله ﷺ، وخطب من الأنصار لصاحبه الفقير جُليبيب، وكأي مرض عضال فإن العنصرية لا تذهب بالكلية، وإنما تبقى لها آثار، وإن استطاع المرء أن يكبتها حينًا، فقد تغلبه في أحيان، كما وقع للصحابي الجليل أبي ذر الغفاري فيما رواه البخاري: “لَقِيتُ أبَا ذَرٍّ بالرَّبَذَةِ، وعليه حُلَّةٌ، وعلَى غُلَامِهِ حُلَّةٌ، فَسَأَلْتُهُ عن ذلكَ، فَقالَ: إنِّي سَابَبْتُ رَجُلًا فَعَيَّرْتُهُ بأُمِّهِ، فَقالَ لي النبيُّ صَلَّى اللهُ عليه وسلَّمَ: يا أبَا ذَرٍّ أعَيَّرْتَهُ بأُمِّهِ؟ إنَّكَ امْرُؤٌ فِيكَ جَاهِلِيَّةٌ، إخْوَانُكُمْ خَوَلُكُمْ، جَعَلَهُمُ اللَّهُ تَحْتَ أيْدِيكُمْ، فمَن كانَ أخُوهُ تَحْتَ يَدِهِ، فَلْيُطْعِمْهُ ممَّا يَأْكُلُ، ولْيُلْبِسْهُ ممَّا يَلْبَسُ، ولَا تُكَلِّفُوهُمْ ما يَغْلِبُهُمْ، فإنْ كَلَّفْتُمُوهُمْ فأعِينُوهُمْ”.
قد تبقى في الإنسان بعض رواسب الجاهلية، أو تطفو بعض مظاهرها على السطح، وهذا يتطلب يقظة الفرد، ومراقبة المجتمع.
الترياق المضاد للمرض
لا أظن أن مجتمعًا من المجتمعات يخلو من عنصرية، وأحيانًا ما تكون عرضًا جانبيًا لشدة التمسك بالهوية، أو تطرفًا في الاعتزاز بالنفس، والشأن في سائر الفضائل إذا خرجت عن حدها ووسطيتها، تنتقل إلى التطرف، فإن الإسراف زيادة عن الكرم، والتهور تطرف في الشجاعة، وليس معنى ذلك أن الكل في العنصرية سواء، فلا شك أن بعض الثقافات تغذي خلاياها، وهناك من يرسخها من خلال وسائل تعليمية وعادات مجتمعية، ودليل ما ذهبت إليه أن العنصرية تكون بين أبناء البلد الواحد، باعتبار الجغرافيا والمناطقية، “قبلي وبحري”، “بدو وحضر”، أو تاريخ القدوم أيهما قدم أولًا، ثم تنتقل العنصرية داخل العائلة الواحدة، أو أبناء الرجل الواحد، فهذا من الفرع الكبير، أو الطبقة العليا، وذاك من الفرع الفقير أو الطبقة الأقل، كما قال الشاعر عن بني تيم، وهم من بطون قريش وأبناء الرجل نفسه:
ويُقضى الأمر حين تغيب تيم…
ولا يُستأمرون وهم شهود!
لذا كان رسول الله ﷺ يقدم الترياق المضاد للمرض العضال في كل مرحلة، فأمر بلال بن رباح الحبشي أن يؤذن فوق الكعبة يوم فتح مكة، وهو الذي كان قبل سنوات ملقى على أرضها، ويعذب تحت بصر أهلها، ويردد في صبر وجلد: أحد أحد، وبعض من رأوه على تلك الحال، وسمعوا منه التوحيد المكرر، يرونه فوق الكعبة معلنًا: الله أكبر.. الله أكبر.
فمن كان يؤمن بالله واليوم الآخر، فإن قوانين الله جعلت التكريم لكل ذرية آدم {وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَىٰ كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلًا} [الإسراء:70].
وعند القدوم عليه في الآخرة لا عبرة بما يعتدون به {فَإِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ فَلَا أَنسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ وَلَا يَتَسَاءَلُونَ} [المؤمنون:101].
وأما غير المؤمنين فإن كانوا ممن يرون الإنسان كان في الأصل قردًا، فبأي أصل يفخرون، وبأي عنصر يتيهون؟
ومن كان من دعاة الحضارة والمدنية، فإن الحضارات لا تقوم على العنصرية، وإن قيمة الإنسان فيما يوضع قبل اسمه، لا فيما يأتي بعده، فإن ما يوضع من أوصاف قبل الاسم هو كسبه الشخصي، وبه يكون أثره وفخره، وما فعله الأجداد إن لم يجدد درس وبلي، كما تبلى أجسادهم:
كُن اِبنَ مَن شِئتَ واِكتَسِب أَدَبًا…
يُغنيكَ مَحمُودُهُ عَنِ النَسَبِ
فَلَيسَ يُغني الحَسيبُ نِسبَتَه…
بِلا لِسانٍ لَهُ وَلا أَدَبِ
إِنَّ الفَتى مَن يُقولُ ها أَنا ذا…
لَيسَ الفَتى مَن يُقولُ كانَ أبي.
الحالة التركية
ولو أخذنا الحالة التركية نموذجًا معاصرًا، فإن المجتمع التركي فيه عنصرية داخلية، أشد من عنصريته على الأجانب، وما زال هناك من يقسم المجتمع إلى السود والبيض، أو باعتبار العرق والأصل القومي، ثم يأتي بعد ذلك التقسيم حسب الأفكار والاتجاهات، وهذا ليس في تركيا وحدها، لكن تضخيم ما يحدث فيها من أفعال عنصرية تجاه العرب تحديدًا، هو مناكفة سياسية في ثياب عنصرية، نظرًا لانتصار حزب العدالة والتنمية والرئيس رجب طيب أردوغان، وهذه جولة أخيرة من الانقلابات بعد فشل الانقلاب العسكري، ثم الاقتصادي والحرب على الليرة، وجاء الدور الآن على الانقلاب الاجتماعي، وغرس الفتنة بين الأتراك وضيوفهم من العرب، سواء السائحين أو المقيمين، وهذا يحتم على العقلاء من الطرفين السعي لإفشال المخطط ونزع فتيل الفتنة.
الدكتور محمد الصغير