Mısırda İngiliz ve ABD Güdümündeki Müslümanların Tenkit Modeli ..

Riyakâr Eleştirilerin Yıkıcı Linçe Dönüşmesi – Mursî Örneği

Merhum Cumhurbaşkanı Muhammed Mursî, 31 milyon Mısırlının oyuyla seçildiğinde ben bizzat Mısır’da idim. Hadiseleri yerinde takip ettim. Daha ilk günden itibaren, Mursî’ye yönelik azgın bir eleştiri dalgası başladı. Sözümona “hataları”, “Bismillahirrahmanirrahim” demesinden başlayarak, Sina Yarımadası’nda orduyu harekete geçirmesine kadar uzatıldı.

Medyanın gece gündüz dillendirdiği bu “hataların” bazı örnekleri şunlardı:

  • Bir kadın sunucu İslam’a hakaret etti; bu dahi Mursî’nin hanesine yazıldı. “Mursî döneminde bir sunucu İslam’a hakaret etti” denildi.
  • Bir Ezher şeyhi bu sunucuya cevap verip hakaretle karşılık verdi; bu da Mursî’nin hatasına eklendi.
  • Sunucu şeyhe dava açtı; “Mursî döneminde bir sunucu bir şeyhe dava açtı” diye yeni bir “kusur” üretildi.

Mursî sabah namazını camide eda ettiğinde, “Cumhurbaşkanı nasıl olur da tek başına camiye gider, can güvenliğini tehlikeye atar” diyerek feveran ettiler. Ancak aynı kişi protokolde koruma eşliğinde görünse, “Devlet imkânlarını kendi güvenliği için harcıyor” demekten geri durmadılar.

Mursî’nin her adımı, her davranışı, her cümlesi, saldırıların bahanesi yapıldı. Üstelik bu saldırılar yalnızca Mübarek rejiminin tortularından, Maspero grubu mensuplarından ya da Lâmis el-Hadidî, İbrâhim Îsâ, Amr Adîb ve Tevfik Ukâşe gibi laik kesimlerden gelmedi. Aynı zamanda geniş muhafazakâr çevrelerden de yükseldi.

Bu kesimler Mursî’nin her nefesini, her duruşunu, her fısıltısını dikkatle izliyor, sonra da “Ben hataya sessiz kalmam, isterse dindar bir başkan olsun” diyerek eleştiriyordu. “Gerçeği söylemek boynuma mal olsa da susmam” bahanesiyle sosyal bir riyakârlığa sürüklendiler.

Kimi, hayatında ilk kez “zâlim sultana karşı hakkı söylemek” hadis-i şerifini işitmişti. Ama bunu, zulümle en ufak bir ilgisi olmayan, bilakis adil bir başkana uygulamaya kalktı.

Mursî’yi, kabinesini, hükümetini eleştirmek neredeyse bir ibadete dönüştü. O ise bir yıl boyunca ülkesine hizmet etmeye devam etti. En çok da, kendi mahallesinden hançerlendi.

O kısa zaman diliminde;

  • Mısır Lirası değer kazandı,
  • Ekmek kalitesi (tarihte ilk kez) düzeldi,
  • Ekonomik bir toparlanma başladı,
  • Süveyş Kanalı yeniden işler hâle geldi,
  • Temel ihtiyaç ürünleri piyasada bulunur oldu,
  • İnsanlar özgürlüğün havasını solumaya başladı.

Ama kimse bunları görmek istemedi. Mursî, halka eleştiri ve ifade hürriyeti tanıdı; halk ise bu hürriyeti Mursî’ye karşı hoyratça kullandı. “Bir Müslüman, bir devrimci, bir münevver olarak görevim, hatayı görünce susmamaktır” diyen muhafazakârlar, laiklerin korosuna katıldı. Öyle ki, sokaktaki bir çöpçünün hatası bile Mursî’ye fatura edildi.

Laikler, Mursî’yi “HAMAS’la işbirliği” yapmakla itham ediyor; muhafazakârlar ise “İsrail’le gizli temas yürütmekle” suçluyordu. Anlaşılan, bu iki zıt itham da aynı merkezden besleniyor, Siyonist İsrail’in sözcüleri tarafından seslendiriliyordu.

Ve nihayet, bu karalama kampanyalarının neticesinde Mursî şeytanlaştırıldı. Halk, darbeyi, tutuklanmasını ve yargılanmasını sindirdi.

Nitekim darbe gerçekleşti; Mursî hapsedildi.

Ve sonra…

Onlarca ithama rağmen, darbeci Sisi’nin mahkemeleri, Mursî’yi sadece “HAMAS’la irtibat” iddiasıyla yargılayabildi. Yani, İsrail’in kaleme aldığı suçtan.

Diğer tüm ithamlar unutuldu. Çünkü ya yalandı ya da değersizdi.

Mursî’nin İsrail’le gizli ittifak yaptığı yalanını yayanlar, sonra çıkıp “Nerede bu dosya?” bile diyemedi.

Aylarca yazıp çizdikleri “hataların” yarısının yalan, diğer yarısının ise ehemmiyetsiz olduğu anlaşıldı. Ama halkın zihninde hâlâ “Mursî’nin büyük yanlışları” olarak kaldı.

Mursî zindana atıldı.

Fakirlerin bakanı hapsedildi.

Mısır’a hizmet eden her kim varsa cezalandırıldı.

Rabia Meydanı’nda gençler canlı yayında katledildi, cesetlerin üzerinden dozerler geçti. Camiler naaşlarla doldu.

Hayatta kalanlar ise darağaçlarına çekildi, korkunç işkencelerden geçirildi. Bugün hâlâ binlerce mazlum, Mısır zindanlarında çürüyor.

Ve nihayet, Mursî şehit oldu. (Allah rahmet eylesin.) Onu seçen 31 milyon insandan biri bile, defnine katılamadı.

Ama hikâye burada bitmedi.

Çünkü asıl “kahraman”(!) ortalıkta…

Ey o kişi!

Hataları vardı” diye söze başlıyordun.

Zâlim sultana hakkı söylemek farzdır” diyordun.

İfade sorumluluktur” diyordun.

Susarsak ne faydamız kalır” diyordun.

Bir entelektüel, bir devrimci, bir Müslüman olarak söz söylemek görevimdir” diyordun…

Şimdi neredesin?

Sisi’nin darbesinden sonra tavşana döndün.

Bir lağım deliğine saklanmış fare gibisin.

Bugün Mısır, Mübarek döneminden daha beter. En karanlık devirlerini yaşıyor. Ama senin kahramanca dilin tutuldu.

Ey benekli bukalemun!

Zâlim sultana hakkı söylemek”ten bahsederken, şimdi lağım çukurunda “ulü’l-emre itaat” nutukları atıyorsun.

Ekonomik, toplumsal ve siyasî felaketler ülkeyi sarmış. Ama senden bir çıt yok.

Mesele Mursî’nin hata yapıp yapmaması değildi.

Mesele bu hataların çapı da değildi.

Esas felaket, senin, sönmeye yüz tutmuş yangına odun taşımandı.

Ve o ateş bir kez tutuştuktan sonra, ilk seni yaktı.

Mısır, tarihinin en kasvetli dönemine sürüklendi.

Ağızlar sustu. Hapishaneler doldu taştı.

Gazeteler, televizyonlar orduya devredildi.

Asker kek pişirip ayakkabı satmaya başladı.

İfade özgürlüğü ise “idamdan önceki son sözünüz nedir” sorusuna dönüştü.

Ve bugün,

İsrail’le işbirliği yapıyor” diye ortalığı ayağa kaldıranlardan biri bile, “Gazze halkına yemek verin” demeye cesaret edemiyor. “Sınır kapılarını açın” diyemiyor.

Gazze’ye komşu oldukları hâlde, sınıra dahi gidemiyorlar.

Bir dilim ekmek göndermek isteyenin yolu Tora, Ebû Za‘bel veya Akrep Hapishanesi’ne düşüyor, ardından da darağacına.

Bugün, Suriye’deki Müslümanlar da aynı yanlış rotaya girmiş durumda.

Önümüzde iki yol var:

Ya “Tadamun Çukuru”nu söndüreceğiz ya da birer birer o çukura atılacağız. Hâlbuki Amced Yusuf ve zalim arkadaşları hâlâ serbest, silahları ellerinde. O çukurda ise hâlâ evlatlarımızın kemikleri yatıyor.

Seydnaya zindanlarının cellatları şimdi Süveyda’da, sahil şeridinde… Yarın yeniden Seydnaya’ya dönüp sana zulmedecekleri günü bekliyorlar.

Bugün mesele, “hakkı söylemek” meselesi değildir.

Bugün mesele, “yapıcı eleştiri” meselesi de değildir.

Olaylara dikkat kesilen herkes biliyor ki, ortada bir “acımasız hata avcılığı” var. Eğer bu tuzağa düşer ve “Bu şeffaflıktır, hakkı söylemektir, söz bir emanettir” gibi parıltılı ifadelerle, Müslüman kardeşinin küçük kusurlarını diline dolayıp yayarsan, bu süreç durmayacak.

Ta ki o güzel maskenin ardındaki gerçek yüz açığa çıkana ve gözlerimiz bağlı bir şekilde Tadamun Çukuru’na sürüklenip cesetlerin üzerine yığıldığımızı, kurşunların bedenlerimizi delip geçtiğini, canlı canlı yakıldığımızı fark edene dek…

Sözün sorumluluğu, “hakkı söylüyorum” bahanesiyle İsrail’in ve İran’ın yalanlarını dillendirmek değildir.

Sözün sorumluluğu, hakikate götüren ve sonucu da hak olan sözdür.

Zira bazı sözler sahibini cehenneme yetmiş yıl yuvarlar.

Bazı sözler ise cehennemin tamamını bir ülkeye taşır; her şeyi yakar, kül eder.

✏️ Haşim eş-Şeyh Ebû Câbir

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
29.07.2025 OF

Yukarıdaki Yazıyı Teyit Eden Bir Türk, 👇

M. Refik Korkusuz Yazdı:

Değerli arkadaşlar;

Mursi döneminde, gerek Anadolu Ajansı yönetiminde olmam gerekse Uluslararası Hukukçular Birliği Genel Sekreteri olmam nedeniyle birkaç defa Mısır’a gittim. Değişik kesimlerle, arkadaşlarla beraber görüştük. Bu nedenle Mursi (İhvan) hareketini de, gelişmeleri de yakından takip ettim. Öncelikle Mursi, İhvan’ın çoğunluğunun birinci adayı değildi. Şatır’ın adaylığının kabul edilmemesi neticesinde Mursi, İhvan hareketinin Cumhurbaşkanı adayı oldu. Daha iktidarının altıncı ayında iken Tahrir Meydanı’nda binlerce kişinin kamp kurarak Mursi’nin iktidardan indirilmesini istediklerine şahit oldum. Ayrıca göstericilere 10 Şubat 2013 tarihinde gece saat 02.00’de, Mısır ölçeğinde lüks sayılabilecek tabldot servisini, arkadaşlarla birlikte müşahede ettik.

Aslında Mursi’nin siyasi rakiplerinin çok dışında olmak üzere, Mursi’ye iktidarda kalmasına imkân vermeyen ve onu diktatör ilan ederek iktidardan indirilmesini sağlayan iki İslami kanat vardı:

1- Selefilerin Nur Partisi (her birinin ortalama sakalı 25-30 santim),

2- İhvan-ı Müslimin’den ayrılıp yeni parti kuran Ebulfutuh ve arkadaşları.

Bu iki kesim, Mursi iktidarına karşı askeriyeyi desteklediler. Mursi’nin düşürülmesini ve “uluslararası İslam düşmanı platformların temsilcisi” olduğu iddiasını ortaya attılar. Batı yanlısı güçler ile onların temsilcisi durumundaki askeriye’ye hem çanak tuttular hem de bunu imanî bir sorun hâline getirdiler. Sonuçta zaten %50,25 ile iktidara gelmiş (birinci turda %25 almıştı) Mursi’yi devirdiler ve binlerce Müslümanın hapse girmesine, binlercesinin de ölmesine neden oldular. Sonra da destek verdikleri ve koalisyon yaptıkları güçler, onları da hapse attı.

Mursi’yi Batı’nın oyuncağı ve Mısır’ı şeriattan uzaklaştırmak için getirilmiş bir proje olarak gören kesimlerin, sonradan pişman olduklarını da müşahede ettim. Kendilerine, Abdulhamid Han’ın düşürülmesinde, M. Akif başta olmak üzere çok sayıda zamanın saygın kalem ve yöneticilerinin muhalefet ettiklerini ve sonradan da canlarını kurtarmak için Türkiye’den kaçtıklarını söylediğimde, Ebulfutuh çok sert mukabelede bulundu. Aynı Ebulfutuh’un, en az 15 kişinin bulunduğu bir ortamda “Bu hale gelmesini hiç ister miydik?” diyerek pişmanlığını dile getirdiğini hatırlıyorum. Uluslararası Hukukçular Birliği olarak ziyaretine gittiğimiz diğer arkadaşlar da hatırlıyor.

Peki, ne oldu da Mursi düşürüldü? Batı dünyası, seçimle iş başına gelmiş ancak Batı ile iş birliği yapmayan iktidarları, “halk iradesi” adını verdikleri (kadife, turuncu, gül vb.) hareketlerle yıkma geleneğini sürdürdü. Biz bunu 28 Şubat sürecinde yaşamıştık. Bu dönemin çok acı çeken ve sorgusuz sualsiz üniversiteden atılan, tüm Türkiye’deki 5 kişiden biri olduğum için elimden geldiğince Mısırlılara anlatmaya çalıştık. Ancak zaten kararını vermiş Müslüman kardeşlerimiz, kendilerine sunulan Batı patentli hareketlere “Allah rızası için” katıldılar.

2013 yılının Mayıs-Haziran aylarında;

  • Mursi ekibini, Mısır’da halk oyu ile iktidara gelenleri Tahrir Meydanı’nda,
  • Tunus’ta halk oyu ile iktidara gelmiş hükümeti, Tunus Meydanı’nda,
  • Türkiye’de halk oyu ile iktidara gelmiş hükümeti, Taksim Meydanı’nda,

2013 yılının Kasım ayında ise Ukrayna’da halk oyu ile iktidara gelmiş Yanukoviç’in iktidarını, Maidan Nezalezhnosti (Bağımsızlık Meydanı)’nda başlayan gösterilerle alaşağı ettiler.

Gösteriler, önceleri masum ve barışçıl görünürken sonraları çok sertleşti ve işgallere dönüştü. Bu tip hareketlerin, her zaman olduğu gibi kısa bir süre sonunda Batı dünyasının desteğiyle yapıldığı ortaya çıktı. Ukrayna’da toplamda yüzü bulmayan insan ölürken, Mısır’da yüzlerce ve binlerce Müslümanın öldürülmesi süreci başlatıldı.

O tarihte Tunus’ta iktidarda bulunan Nahda Hareketi, hemen seçime giderek ve iktidarı barışçıl bir şekilde devrederek kurtuldu. Türkiye’de ise sert tedbirlerle Taksim ve Gezi Parkı dağıtıldı. Batı dünyası, Türkiye yöneticilerini zalimlik ve diktatörlükle suçladı. Ancak çok daha yumuşak olan Mursi ve ekibi hem tecrübesiz hem de güçsüzdü. Türkiye’nin olanca yardımına ve uyarılarına rağmen (sırf 500 adet çöp kamyonu ve çok maddi destek verilmişti), Mursi yönetimi halkının arkasında olduğunu iddia ederek karşı tedbire başvurmadı ve sonuçta iktidardan düşürüldü.

Mursi, hiçbir Müslümana eziyet etmedi. Tam aksine, daha hukuki iktidarını fiilî iktidarına tahvil etme imkânı bile sunulmadan iktidardan edildi.

Mursi bugün yaşasaydı, muhtemelen yine söz konusu Müslüman kardeşlerimiz onun iktidarının düşürülmesini itikadi bir sorun olarak görür ve alaşağı edilmesi için “Allah rızası için direnme” iddiasıyla ellerinden geleni yaparlardı.

Şu anda ise üzüntülerini dile getiriyorlar, geçmişte iş birliği yaptıkları zalimlere lanet okuyorlar. Bizim de şu anda yaptığımız farklı değil.

M. Refik Korkusuz

فهمُ النَّقدِ عندَ المُسلمِ العميلِ لبريطانيا وأمريكا

من النقد الزائف إلى حملة التشويه المدمّرة – نموذج مرسي

عندما انتُخب الرئيس الشهيد محمد مرسي، رحمه الله، بأصوات 31 مليون مصري، كنت في مصر آنذاك، أتابع المشهد عن كثب. ومنذ اليوم الأول، بدأت موجة شرسة من الانتقادات، وبدأ البعض يتحدث عن “أخطائه”؛ من قوله: بسم الله الرحمن الرحيم، إلى تحريك الجيش في سيناء!

كان الإعلام يردّد على مدار الساعة هذه “الأخطاء”، ومن أمثلتها:

  • مذيعة أساءت إلى الإسلام، فحُمّل مرسي المسؤولية: “في عهد مرسي، أساءت مذيعة إلى الإسلام!”
  • شيخ أزهري ردّ على المذيعة بلهجة قاسية؛ فقيل: “مرسي مسؤول عن هذا الرد!”
  • رفعت المذيعة قضية على الشيخ؛ فصرخوا: “في عهد مرسي، تُرفع قضية على شيخ أزهري!”

صلّى مرسي الفجر في المسجد، فقيل: “كيف لرئيس الجمهورية أن يعرّض نفسه للخطر ويخرج دون حماية؟”

ولو خرج بحراسة مشددة، لقيل: “يُهدر أموال الدولة من أجل أمنه الشخصي!”

كل خطوة، كل موقف، كل كلمة من مرسي، أصبحت مادة للهجوم.

ولم تقتصر هذه الهجمات على فلول النظام السابق أو الإعلاميين العلمانيين أمثال لمياء الحديدي، وإبراهيم عيسى، وعمرو أديب، وتوفيق عكاشة… بل انضم إليهم بعض المحافظين الذين كانوا يتابعون أنفاس مرسي، ويقولون:

“أنا لا أسكت عن الخطأ، ولو كان من رئيس متدين!”

“قول الحقيقة فرض، ولو على حساب العلاقات!”

“الساكت عن الحق شيطان أخرس!”

وهكذا، غرقوا في نفاق اجتماعي مدمّر.

بعضهم أول مرة يسمع حديث “أفضل الجهاد كلمة حق عند سلطان جائر”، فسارع يطبّقه على رئيس عادل، لا علاقة له بالظلم!

أصبح نقد مرسي وحكومته من أعظم القُرَب والفضائل!

ولكن، رغم كل شيء، ظل مرسي يخدم وطنه عاماً كاملاً… وكان الطعن في ظهره من أقرب الناس.

في تلك الفترة القصيرة:

  • ارتفعت قيمة الجنيه المصري
  • تحسّن خبز العيش لأول مرة في التاريخ
  • بدأت مؤشرات الانتعاش الاقتصادي
  • أعيد تفعيل قناة السويس
  • توفرت السلع الأساسية في السوق
  • وشمّ الناس هواء الحرية لأول مرة

لكن أحداً لم يُرِد أن يرى هذه الإنجازات.

أعطى مرسي الشعب حرية التعبير والنقد؛

فجعلوها سيفاً عليه.

كان المحافظون يقولون:

“أنا مسلم، مثقف، ثائر… واجبي أن أقول الحق!”

وكانوا يشاركون العلمانيين في حفلة الشيطنة.

حتى خطأ عامل النظافة يُنسَب إلى مرسي!

العلمانيون اتّهموه بالتعاون مع حماس،

والمحافظون اتهموه بالتواصل مع إسرائيل!

ومن المضحك أن التهمتين معاً خرجتا من نفس المركز:

من أصوات ناطقة باسم إسرائيل!

وفي النهاية، تمكّنوا من شيطنته، حتى قبِل الناس اعتقاله ومحاكمته.

نعم، حصل الانقلاب،

وسُجن مرسي…

ثم ماذا؟

رغم سيل التُهم، لم تستطع محاكم السيسي أن تُدين مرسي إلا بتهمة واحدة:

“التواصل مع حماس!”

أي، التهمة التي كتبها قلم تل أبيب.

أما بقية التهم، فذهبت أدراج الرياح؛ لأنها إما كذب، أو تافهة لا تستحق الذكر.

الذين اتهموه بالتنسيق مع إسرائيل، لم يجرؤوا حتى أن يقولوا: “أين ملفاتكم؟”

واتّضح أن نصف ما قيل كان كذباً، والنصف الآخر لا قيمة له.

ولكن، بقي في أذهان الناس أن “مرسي أخطأ أخطاءً كبيرة!”

سُجن مرسي…

وسُجن وزير الفقراء…

وعوقب كل من خدم مصر بصدق.

في رابعة، ذُبح الشباب على الهواء مباشرة،

وجرّفت الجرافات جثثهم.

وامتلأت المساجد بالأشلاء.

ومن بقي حياً، قُدّم إلى المشانق، وتعرّض لأبشع أنواع التعذيب.

واليوم، آلاف الأبرياء في سجون مصر،

وفي النهاية…

استشهد محمد مرسي، رحمه الله.

ولم يُسمح لواحد من أصل 31 مليوناً انتخبوه أن يحضر جنازته!

لكن القصة لم تنتهِ هنا.

فالبطل المزيف… لا يزال حياً!

أين أنت يا من كنت تقول:

“له أخطاء…”

“قول الحق فريضة!”

“الكلمة مسؤولية!”

“إن لم نتكلم، فما نفعنا!”

“أنا مسلم، ثائر، مثقف… من واجبي أن أتكلم!”

أين أنت اليوم؟

بعد انقلاب السيسي، تحولت إلى أرنب مذعور،

بل إلى فأر هارب في جحر المجاري!

اليوم، تعيش مصر أسوأ من عهد مبارك،

ولكن لسانك البطل قد شُلّ!

يا حرباء مرقطة!

كنت تتحدث عن “كلمة الحق عند السلطان الجائر”،

واليوم تلقي خُطب “طاعة ولاة الأمر” من قاع المجاري!

الكارثة الاقتصادية والاجتماعية والسياسية تحيط بمصر،

وأنت صامت كالقبور!

المشكلة لم تكن أن مرسي أخطأ أو لم يخطئ،

ولا حتى حجم الخطأ.

المصيبة أنك نفخت في رمادٍ خامد،

فاشتعل الحريق، وأول من احترق… كان أنت!

دخلت مصر في نفق مظلم،

صمتت الألسنة،

وامتلأت السجون،

وصودرت الصحف،

وأصبح الجيش يبيع الكعك والأحذية،

وتحوّلت حرية التعبير إلى: “ما كلمتك الأخيرة قبل الإعدام؟”

واليوم،

الذين كانوا يتهمونه بالتطبيع مع إسرائيل،

لا يجرؤون حتى على قول:

“افتحوا المعابر!”

“أطعموا أهل غزة!”

إنهم جيران غزة،

ولا يستطيعون حتى الوصول إلى الحدود.

ومن أراد أن يرسل رغيف خبز، فطريقه معروف:

سجن طرة أو العقرب أو أبو زعبل… ثم المقصلة!

اليوم، يسير المسلمون في سوريا على الطريق نفسه…

أمامنا طريقان:

إما أن نُطفئ حفرة التضامن (Tadamun)،

أو نسقط فيها واحداً تلو الآخر.

ولا تزال عظام أولادنا في تلك الحفرة،

وآل يوسف الجزار ومجرموهم يسرحون ويمرحون،

وهم من سيعود غداً ليفتك بك.

المسألة اليوم ليست “قول الحق”،

ولا “نقد بنّاء”.

كل من يتابع المشهد يعلم أن ما يجري ليس إلا “اصطياد قاسٍ للأخطاء”.

فإن وقعتَ في هذا الفخ،

وظننت أن “الشفافية”، و”قول الحق”، و”الأمانة الفكرية” تبرر فضح أخيك المسلم،

فستكون بداية النهاية!

ستُكشَف الأقنعة،

ونُسحب جميعاً إلى حفرة التضامن،

فنُلقى فوق الجثث،

ونُقتل بالرصاص،

ونُحرق أحياءً!

الكلمة ليست أن تردّد أكاذيب إسرائيل وإيران بحجة “قول الحق”.

الكلمة مسؤولية:

أن تقول ما هو حق،

وأن تؤدي إلى ما هو حق.

فكلمة واحدة قد تسقط صاحبها في جهنم سبعين خريفاً،

وكلمة أخرى قد تفتح أبواب الجحيم على وطن كامل،

فتحرقه من جذوره.

✏️ هاشم الشيخ (أبو جابر)

مقالة تركية تؤكد ما ورد أعلاه: 👇

م. رفيق قورقوسوز:

الأصدقاء الأعزاء،

في فترة حكم مرسي، وبسبب كوني في إدارة وكالة الأناضول وكذلك كوني الأمين العام لاتحاد المحامين الدوليين، ذهبتُ إلى مصر عدة مرات. التقينا مع مختلف الفئات والأصدقاء هناك. لذلك تابعتُ عن قرب حركة مرسي (الإخوان) والتطورات. في البداية، لم يكن مرسي المرشح الأول للأغلبية في جماعة الإخوان، ولكن بعد رفض ترشيح الشاطر، أصبح مرسي مرشح الجماعة لرئاسة الجمهورية. وفي الشهر السادس من حكمه، شهدتُ بنفسي آلاف الأشخاص يقيمون في ميدان التحرير ويطالبون بإسقاط مرسي. كما لاحظنا مع الأصدقاء في 10 فبراير/شباط 2013، في الساعة الثانية بعد منتصف الليل، تقديم وجبات فاخرة بمستوى عالٍ مقارنةً بمصر، للمعتصمين.

في الحقيقة، كان هناك جناحان إسلاميان -بعيدًا عن الخصوم السياسيين لمرسي- هما من لم يسمحا له بالبقاء في الحكم، واعتبراه ديكتاتورًا وساهما في إسقاطه:

1- حزب النور السلفي (متوسط طول لحية كل واحد منهم 25-30 سم)،

2- أبو الفتوح ورفاقه الذين انشقوا عن الإخوان وأسّسوا حزبًا جديدًا.

هاتان الفئتان دعمتا الجيش ضد حكم مرسي، وادعتا أنه يمثل “منصات العداء للإسلام على المستوى الدولي”. فتحالفوا مع القوى الموالية للغرب والممثلة في الجيش، وجعلوا ذلك قضية إيمانية. وفي النهاية، أسقطوا مرسي الذي جاء للحكم بنسبة 50.25% (وكان قد حصل في الجولة الأولى على 25%)، وتسببوا في سجن آلاف المسلمين ومقتل الآلاف منهم. ثم اعتقلهم أولئك الذين تحالفوا معهم.

وقد لاحظتُ أن بعض من رأوا مرسي لعبة في يد الغرب ومشروعًا لإبعاد مصر عن الشريعة، قد ندموا لاحقًا. وعندما ذكّرتهم بأن خلع السلطان عبد الحميد خان واجه معارضة من شخصيات محترمة في ذلك الوقت، وعلى رأسهم محمد عاكف، وأن كثيرين منهم اضطروا للهروب من تركيا، قابلني أبو الفتوح برد شديد. وأذكر أنه في حضور ما لا يقل عن 15 شخصًا قال: “هل كنا نتمنى أن نصل إلى هذا الحال؟” معبّرًا عن ندمه. ويتذكر الأصدقاء الآخرون الذين زرناه معهم ذلك أيضًا.

فما الذي حدث حتى أُسقط مرسي؟ الغرب دأب على إسقاط الحكومات المنتخبة ديمقراطيًا والتي لا تتعاون معه، عبر ما يُسمى “حركات الإرادة الشعبية” (الملونة، البرتقالية، ثورة الزهور، إلخ). نحن عشنا هذا في فترة 28 فبراير. وكوني واحدًا من خمسة أشخاص فقط في تركيا طُردوا من الجامعة ظلمًا ودون محاكمة، فقد حاولتُ بقدر استطاعتي أن أوضح للمصريين ما سيحدث، لكن الإخوة المسلمين الذين كانوا قد حسموا أمرهم، انخرطوا في الحركات ذات الطابع الغربي “لوجه الله”.

في أيار/مايو وحزيران/يونيو 2013:

  • أطاحوا بفريق مرسي المنتخب شعبيًا في مصر عبر ميدان التحرير،
  • أطاحوا بالحكومة المنتخبة شعبيًا في تونس عبر ميدان تونس،
  • حاولوا إسقاط الحكومة المنتخبة شعبيًا في تركيا عبر ميدان تقسيم،

وفي تشرين الثاني/نوفمبر 2013، أطاحوا بحكم يانوكوفيتش المنتخب شعبيًا في أوكرانيا، عبر المظاهرات التي بدأت في Maidan Nezalezhnosti (ميدان الاستقلال).

كانت المظاهرات تبدو سلمية وبريئة في بدايتها، لكنها تحولت لاحقًا إلى أعمال عنف واحتلال. وكما هو الحال دائمًا، ظهر لاحقًا أن هذه الحركات كانت مدعومة من الغرب. ففي أوكرانيا، قُتل أقل من مئة شخص، بينما في مصر بدأ مسلسل مقتل المئات والآلاف من المسلمين.

في ذلك الوقت، أنقذت حركة النهضة في تونس نفسها بالذهاب فورًا إلى الانتخابات وتسليم السلطة سلمياً. أما في تركيا، فقد فُرّق اعتصام تقسيم وحديقة غيزي بالقوة، فاتهم الغربُ القيادة التركية بالظلم والدكتاتورية. لكن مرسي وفريقه، الأكثر لينًا والأقل خبرة وقوة، لم يتخذوا أي إجراءات مضادة، رغم كل المساعدات والتحذيرات التركية (ومنها إرسال 500 شاحنة نفايات ودعم مالي كبير)، وأصروا على أن الشعب يقف وراءهم، فسقطوا من الحكم.

مرسي لم يؤذِ أي مسلم، بل على العكس، أُطيح به قبل أن يتمكن حتى من تحويل سلطته القانونية إلى سلطة فعلية. ولو كان حيًا اليوم، ربما كان بعض الإخوة المسلمين أنفسهم سيرون بقاءه في الحكم مسألة عقدية، وسيبذلون جهدهم لإسقاطه “لوجه الله”.

أما الآن، فهم يبدون أسفهم، ويلعنون الظالمين الذين تعاونوا معهم في الماضي. ونحن اليوم نفعل الشيء نفسه.

م. رفيق قورقوسوز