Çağımız Yeni Bir Tufana Gebe mi?

TUFAN

Yazan: Ömer Behâeddin el-Emîrî

Cezayir’e doğru yol alıyordum; Cezayir’in mücahid imamı, rahmetli Şeyh Beşîr el-İbrâhîmî’ye taziyede bulunmak niyetindeydim. Yolculuğum esnasında bir gece için Cenevre’de, havayolu şirketinin misafiri olarak konakladım.

Bir kulüp salonunda tek başıma oturmuş, insanları seyrediyordum. Yanıma bir hostes hanım gelip sordu:
— Burada portakal suyu mu içiyorsunuz?
— Evet, dedim.

Bir an durakladı, ardından hafif bir tebessümle:
— Yoksa hekim size içkiyi yasakladı mı? dedi.
— Âlemlerin emsalsiz hekimi Allah onu haram kılmıştır; ben de O’na itaat eden bir Müslümanım, dedim.

Kadın, bu cevabım üzerine elindeki kadehi bana uzattı:
— Öyleyse bir yudum almaz mısınız? dedi.
— Hâşâ ve kella! Kendime zarar vermediğim gibi başkasına da veremem, dedim.

Kadın hafif bir alayla:
— Sana ne benim ne yaptığımdan! dedi.
Ben sakince:
— Biz bir ailenin evlâtlarıyız, dedim.

Şaşkınlıkla sordu:
— Nasıl yani, hangi aile?
— İnsanlık ailesi… bütün insanlık, Müslümanın ailesidir, dedim.

Kadın buruk bir gülüşle:
— Kim sana hâlâ insan olduğumu söyledi? Ben bunu çoktan unuttum, dedi.
Ben:
— Hayır, sen insansın; Müslüman hakikati unutmaz, diye karşılık verdim.

Kadın başını öne eğerek:
— Bırak bu insanlık sözünü! Ben burada yalnızca hayvanî duygularımı tatmin etmek için bulunuyorum, dedi.
Ben ona dönerek:
— Burası senin yerin değil, dedim.
— Peki neresi? diye sordu.
— Bir çocuğun beşiğinin yanı, bir eşin himayesinin gölgesi, dedim.

Bu sözler üzerine derin bir hicranla titredi; gözlerinden yaşlar süzüldü, hıçkırıklar arasında şöyle mırıldandı:
— Ne kadar merhametlisin… ve ne kadar da zalimsin! Bana insanlığımı hatırlattın, gönlümü yeniden dirilttin, ağlattın! Fakat bunun ne faydası var ki?! İnsanım… ama insanlığımı bir an bile yaşayamaz hâldeyim. Şimdi kalkıp başkasına karşı bu ruhsuzluğu sürdürmek zorundayım. Seninle muvaffak olamadım; çünkü bu bana meslek diye dayatılan bir kader… ve kulüp sahibinin merhametsiz bakışları beni buna zorluyor.

TUFAN

Zavallı, ümitsiz kadınlar — ruhsuz birer makine,
Etrafa hoş kokular saçarlar; fakat içlerinden çürümüşlük akar.

Gülerler; oysa yürekleri kanayan yaralarla doludur,
O yaraların harareti, iç çekişler ve soluk soluğa inlemelerle kendini gösterir.

Denebilir ki:
“Böyle bir hayata alıştılar,
Düşkünlükten, zihni kemiren karışıklıktan ve berraklığın yükünden kurtuldular,
Gecelerin ve sabahların içkili eğlenceleriyle günlerini mesut geçirirler.”

Biz deriz ki:
— Hayır… onlar uyuşturulmuşlardır; yarın bu uyuşukluk azgınlığa dönüşecektir.
Belki bir kalp çıkar da onların felaketini görür,
Ve bedbahtlık nihayet kendi çirkin akıbetini itiraf eder.

Batı hayatı…
Karanlık yaralarla dolu bir dünya…
Kölelik bir sanat sayılır, sapkınlık da yüceltilir.
Böylece “Câhiliye” çağımızın elbiselerine bürünerek yoluna devam eder.

Ey insanlığın akılsız inkisârı, Rabbin saf ve kutlu yolundan nasıl da döndün!
Yamaçlardan kanat çırpa çırpa zirvelere ulaşmak isteyen yorgun kuş,
Gücünü yitirip uçurumların sessiz dehlizlerine düşer.
Yıldızlarda saraylar kursa da,
Eğer yeryüzünde zulüm ve fesat kol geziyorsa,
Göklere yükselmenin ne değeri var?!

Ey iman ümmeti!
Artık vakit geldi…
Hayatın üzerinde halifelik emanetini taşıyan bizler,
Ne zamana dek duracağız, ne zamana dek yol alacağız?
Babalık şefkati nerede, hidayet nerede, azimli öncülük ve rehberlik nerede?

Batının gürültüsü ve baskısı, dünyanın yükünü daha da ağırlaştırıyor.
Zulüm ve karanlık yığını artık sökülüp atılmalıdır.
Kâinatın terazisi sallanıyor,
Hakikat ise daima direnir.
Zaman bir mizan; görünürde suskun kalsa da,
Hak ve adalet karşısında asla kayıtsız kalmaz.

Cansız makine, dizginsiz arzular ve taşkın tabiat,
Kendi kendini yiyip tüketir;
Tarihin kudretli boynuzu vakti gelince onları devirecektir.

Ey insanlığa Kur’ân’la gelen rahmet esintisi!
Ben korkuyorum…
Gecenin sabahından evvel,
Yeni bir Nuh tufanı kopmasından korkuyorum.

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
06.10.2025 – OF

الطوفان !
بقلم : عمر بهاء الدين الأميري

كنت في طريقي إلى الجزائر، أعزي بإمامها المجاهد الشيخ البشير الإبراهيمي، رحمه الله، وتوقفت ليلة في “جنيف” بضيافة شركة الطيران.
وفي نادٍ… كنت أجلس وحيداً، أتأمل الناس؛ جاءت إحدى المضيفات تجلس بجواري، وسألتني:
أتشرب هنا عصير البرتقال؟!
قلت: نعم.
قالت: وهل يمنعك الطبيب من شرب الكحول ؟!
قلت: طبيب الكون الأعظم ، الله ، قد حرّمها ، وأنا مسلم مطيع.
قالت: فقدم لي كأساً من الخمر.
قلت: معاذ الله ، كيف أقدم الأذى للناس ، وقد صنت عنه نفسي ؟!
قالت: وماذا يهمك من أمري؟!!
قلت: نحن من أسرة واحدة.
عجبت، وسألت: كيف؟!
قلت: أسرة الإنسانية ، إنها كلها أسرة المسلم.
قالت: ومن أنبأك أني إنسانة؟! لقد أُنسيت ذلك من زمن طويل !
قلت: بل إنسانة ! والمسلم لا ينسى الحق .
قالت: دعك من إنسانيتي ! أنا هنا لأمارس حيوانيتي…
قلت: وليس مكانك هنا !
قالت: وأين ؟!
قلت: إلى جوار سرير طفل… في كنف زوج.
فأخذتها حرقة، وتساقطت من عينيها دموع ، وتمتمت:
ما أرحمك… وما أظلمك !! ذكرتني بإنسانيتي ، فأحييتني حتى أبكيتني !! ولكن، ما الجدوى؟! إنسانة! ولا أستطيع أن أعيش إنسانيتي ربع ساعة، نتابع حديثنا ؟! فإن عليّ أن أقوم فوراً، لأمارس “حيوانيتي” مع سواك، وقد أخفقت معك، لأنها مهنتي ، ونظرات صاحب النادي تلاحقني لذلك، بضراوة لا رحمة فيها :

طوفان

البائساتُ المائساتُ، كآلة من غير روحْ
الناشراتُ شذى، ومن أعماقهن أذى
يفوحْ
الضاحكاتُ، وقد طوين قلوبهن على جروحْ
آلامُها الحرَّى، مع الزفرات، في لهث، تنوحْ
● ● ●
ولقد يُقال: أَلِفْنَ ما يحيين فيه من الجنوحْ
ونجينَ من رهق العقول من الغموض من الوضوحْ
وسعدنَ بالأيام تمضي بالغبوق وبالصبوحْ
فنقول: بل خدَّرنها وغداً يكون لها جموحْ
ولعل ذا قلبٍ يرى مأساتهن كما تلوحْ
وسلوا الشقاء، وإنه بئس المصير، فقد يبوحْ
● ● ●
ما للحياة، حياة دنيا الغرب ملأى بالقروحْ
الرقُّ فنٌّ ، والتسابق في الضلال هو الطموحْ
و «الجاهليةُ» هكذا تمضي وإن لبست مُسوحْ
يا ردةَ البشريةِ الرعناء عن هدي سَبوحْ
الطائرُ المكدودُ في الأوداءِ كَلَّ عن السفوحْ
سيغيب في وهداته فكأنه آلٌ سنوحْ
حتى ولو راد الفضاء وشاد في النجم الصروحْ
ما قيمةُ التحليق في الأجواء نلتمس الفتوحْ
والشرُّ في أرض الخلافة من مفاسدنا رَموحْ
يا أمةَ الإيمان نهداً قد كفى طي الكشوحْ
مستخلفون على الحياة أما نشدُّ أما نروحْ؟!
أين الأبوةُ والهدى؟ أين المبادرة الطموحْ؟!
الكَلْكَلُ الغربيُّ والدنيا رزوحٌ في رزوحْ
لا بد للظلمات والظلم المركب من نزوحْ
يهتزّ ميزانُ الدنى والحق أصمدُ للرجوحْ
والدهر قسطاس، وإن أغضى، فما هو بالصفوحْ
● ● ●

الآلةُ الصماءُ، والشهواتُ، والطبعُ الجموحْ
من ذاتها بأذاتها، سيهدها قرنٌ نطوحْ
● ● ●

يا نجدةَ الإنسانِ بالقرآن بالخير النفوحْ
إني لأخشى قبل مُنبلج السنا طوفانَ نوحْ