Şantajla Terbiye Edilen Küresel Elitler ve Türkiye’ye Düşen Gölge
Yücel Kaya’nın “Epstein Darbesi” başlıklı yazısı, yalnızca bir pedofili davasının değil, küresel ölçekte işleyen istihbarat odaklı bir şantaj ve tahakküm sisteminin ipuçlarını taşımaktadır. Lakin mesele, salt Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail arasındaki gizli ittifakın teşhiriyle sınırlı değildir. Bu ifşaatların, Türkiye dâhil olmak üzere tüm bölgeyi ilgilendiren daha derin boyutları bulunmaktadır.
Epstein Projesi: Bir Şahıstan Fazlası
Jeffrey Epstein meselesi, görünürde kişisel sapkınlıklar ve cinsel suçlar etrafında şekillense de, gerçekte ahlâken yozlaşmış bir seçkinler zümresinin nasıl kayıt altına alındığını, daha doğrusu nasıl “rehin” alındığını gözler önüne sermektedir. Epstein’in Karayipler’deki adası, fuhuş ve cinsel istismarın ötesinde, siyasi kariyerleri dizayn eden, iktidarları esir alan, karanlık bir istihbarat laboratuvarına dönüştürülmüştür. Bu anlamda Epstein, bir kişi değil; istihbarat eliyle yürütülen bir operasyonun adıdır.
İsrail’in eski istihbarat mensubu Ari Ben-Menashe tarafından ortaya atılan iddialar, bu yapının Mossad tarafından organize edildiğini ve Epstein ile Ghislaine Maxwell’in bu ağın göbeğinde yer aldığını göstermektedir. Babalarının Mossad bağlantısı, yapılan yatırım ve lojistik destekle birleştiğinde, ortada “bireysel sapkınlık”tan çok öte bir tablo ortaya çıkmaktadır: İsrail, Batı’daki karar alıcıları zafiyetlerinden yakalayarak onları kendi çıkarlarına göre yönlendirmiştir. Bu, klasik bir “şantaj diplomasisi”dir.
Boynuna Tasma Geçirilmiş Bürokratlar ve Türkiye’deki Ayakları
Bu noktada şu soru hayati önem kazanmaktadır:
“Epstein projesinin Türkiye’deki ayaklarından FETÖ ve Adnan Oktar kanalı ile tuzağa düşürülüp, askeri ve sivil bürokraside boynuna tasma takılan insanlar üzerinden yürütülen kirli işlerin ortaya çıkma ihtimali var mıdır?”
Evet, bu ihtimal vardır. Üstelik sadece ihtimal değil, belirli işaretlerle desteklenen kuvvetli bir ihtimaldir. FETÖ’nün özellikle yargı, istihbarat ve emniyet içerisinde, Adnan Oktar yapılanmasının ise medya, gençlik ve cemiyet alanında kullandığı araçlar dikkatle incelendiğinde; bu yapıların “ahlaki zaaflara yatırım yaptığı” açıkça görülecektir. Kadın ve erkek üzerinden kurulan tuzaklar, gizli kamera kayıtları, şantaj arşivleri ve sadakat testleri, Epstein modelinin bir varyantı olarak iç sahada tatbik edilmiştir.
FETÖ’nün “cemaat” görüntüsü ardında, Pentagon ve CIA bağlantılı bir istihbarat taşeronu gibi çalışması; Adnan Oktar yapılanmasının ise “cemaatleşmiş magazin” görüntüsü ardında gençleri ahlaki çöküntüye sürükleyip kayıt altına alması, aynı kaynaktan beslenen farklı taktiklerin izdüşümüdür. Bu bağlamda Mossad-FETÖ iş birliğine dair geçmişte ortaya atılan iddialar, sadece birer komplo teorisi olarak değerlendirilmemelidir.
Dolayısıyla Epstein modelinin, Türkiye’de de denendiğini, bu modelin yerli taşeronlarının da olduğunu ve hâlâ tam anlamıyla tasfiye edilmediğini söylemek abartılı değildir.
Cumhuriyetin Erken Döneminde Karanlıkta Kalan Cinayetler: Fikriye, Latife, Vedat
Yine şöyle bir hatırlatmanın da, bu dosyanın Türkiye’nin geçmişine dair ne kadar derin uzantılarının olabileceğini göstermektedir:
“Cumhuriyetin ilk yıllarında işlenmiş Fikriye cinayeti hâlâ aydınlanmadığı gibi, Latife Hanım’ın hatıralarının yayınlanmasına da hâlâ izin verilmedi. Vedat Uşaklıgil olayını ise hiç açmıyorum çünkü bu dosya 5816 varken açılamaz…”
Cumhuriyetin kuruluş dönemindeki bazı kritik hadiseler, bugün bile ciddi bir sansürle korunmaktadır. Fikriye Hanım’ın ölümü, hâlâ meçhul; Latife Hanım’ın hatıraları ise devlete emanet edilmiş, fakat yayınlanmamıştır. Bu durum sadece tarihî bir ihmali değil, aynı zamanda bir “hafıza mühendisliği”ni de işaret eder. Vedat Uşaklıgil’in intiharı da aynı merkezî karartmanın bir parçası olabilir.
Bu olaylar, ahlaki ve şahsî zaaflar üzerinden şekillenen siyasi kurguların erken dönem örnekleri olarak okunabilir mi? Evet. Zira sadece siyasi güç değil, kişisel zaaf da denetim altına alındığında kişi bir kuklaya dönüşebilir.
5816 sayılı kanun ise bu tür dosyaların açılmasının önünde, artık sadece hukuki değil, epistemolojik bir engel olarak durmaktadır.
Epstein Tasması ve Sessiz Arap Liderleri
Epstein dosyası üzerinden Batı’ya dair söylenen şu cümle, aslında sadece Amerika’ya değil, Ortadoğu’ya da bakmamız gerektiğini ihtar etmektedir:
“İsrail, uçkur düşkünü liderlerin boynuna Epstein tasmasını çoktan geçirmiş. İsrail’in Gazze’deki insanlık dışı soykırımına sessiz kalmalarının nedenlerinden biri de işte bu!”
Gerçekten de, bazı Arap ülkelerinin, Gazze’deki vahşet karşısındaki suskunluğu, yalnızca diplomatik dengeyle izah edilemez. Epstein dosyasının bir benzeri, belki daha “Arapça” versiyonu, bu ülkelerde de yürütülmüş olabilir. Bir lideri kendi zaaflarıyla kayıt altına almak, İsrail için en etkili caydırıcılık yöntemlerinden biridir.
Sonuç: Türkiye Bu Oyunun Neresinde?
Jeffrey Epstein davası, artık yalnızca bir adli dosya değildir. Bu dava, Batı’daki seçkinlerin nasıl birer “kukla”ya dönüştürüldüğünü, devletlerin nasıl şantajla yönlendirildiğini, istihbarat aygıtlarının nasıl ahlak üzerinden tasma taktığını ortaya koymaktadır.
Türkiye bu sürecin neresindedir? Bu soruya verilecek en samimi cevap şudur: Türkiye bu operasyonun hedeflerinden biri olmuştur. FETÖ, Adnan Oktar ve benzeri yapılar, bu operasyonun yerli uzantılarıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki karanlıkta kalmış hadiseler ise bu yöntemlerin yeni olmadığını, sadece örtüldüğünü gösterir.
Bu tasmaları kim taktıysa, onları koparacak irade ancak gerçeği göze alan, hakikati adına bedel ödemeye hazır bir milletin ve yöneticilerin elinde mümkündür.
Hazırlayan: Ebu Enes Trabzoni
01.08.2025
النُّخَبُ العَالَمِيَّةُ الَّتِي رُبِّيَت بِالِابْتِزَازِ وَالظِّلُّ السَّاقِطُ عَلَى تُرْكِيَا
بقلم: أبو أنس طرابزوني 01.08.2025
مقال الكاتب يوجَل قايا بعنوان “انقلاب إبستين” لا يُسْتَقْرَأ على أنه مجرّد قضية شذوذ أو ملف تحرُّشٍ جنسي، بل هو نافذة على منظومة من الهيمنة الاستخباراتية العالمية التي تُدار عبر الابتزاز والتوثيق الأخلاقي المُمنهج. وليس الأمر مقتصرًا على فضح التواطؤ السري بين أمريكا و«إسرائيل» فحسب، بل إن لهذه الكشوفات أبعادًا أعمق تمسّ منطقة الشرق الأوسط بأسرها، بما فيها تركيا.
مشروع إبستين: ليس مجرد شخص
قضية جيفري إبستين، وإن بدت في ظاهرها مجرّد سلسلة من الجرائم الجنسية والفضائح الأخلاقية، إلا أنها تكشف لنا كيف يُؤسَر بعض أفراد النخب الفاسدة عبر الإيقاع بهم وتصويرهم، ثم يُدارون كالدمى في مسرح السياسات الدولية. لقد تحوّلت جزيرة إبستين الخاصة في الكاريبي من وكر دعارة إلى مختبر استخباراتي يُصمّم فيه مستقبل القيادات ويُساق فيه أرباب الحكم كالعبيد.
وهكذا، فإن إبستين لم يكن مجرّد رجل، بل اسماً لعمليةٍ استخباراتية عميقة.
الرجل الاستخباراتي السابق في «إسرائيل»، آري بن مناشيه، أشار صراحةً إلى أن هذه المنظومة كانت تُدار من قِبَل الموساد، وأن كلاً من جيفري إبستين وغيسلين ماكسويل كانا في قلب هذا المشروع. وبالنظر إلى علاقة آبائهما بالموساد والدعم اللوجستي الممنوح لهما، فإن الصورة تتجاوز حدود «الانحراف الفردي» إلى مشهد أكثر رعبًا: «إسرائيل» أمسكت بخيوط ضعف صناع القرار في الغرب، وساقتهم بما يخدم مصالحها. وهذا هو «الابتزاز السياسي» في أعتى صوره.
المسؤولون المُقيَّدون بالسلاسل وأذرع المشروع في تركيا
هنا يبرز سؤال بالغ الخطورة:
هل من المحتمل أن يكون لهذا المشروع امتداد في تركيا عبر أدوات كجماعة فتح الله غولن (FETÖ) أو شبكة عدنان أوكتار، بحيث تم الإيقاع ببعض الشخصيات العسكرية والمدنية، فتم تقييدهم أخلاقيًّا وربطهم بمنظومةٍ وظيفيةٍ قذرة؟
الجواب: نعم. ليس فقط احتمالًا، بل احتمالًا مدعومًا بمؤشرات واقعية.
فعند التمعّن في وسائل جماعة غولن داخل القضاء والاستخبارات والأمن، وكذلك أدوات عدنان أوكتار في الإعلام والطبقات الشبابية والمجتمعية، نلاحظ أن الاستثمار في الانحراف الأخلاقي كان جزءًا أصيلاً من آلية العمل. الفخاخ المنصوبة عبر النساء والرجال، التسجيلات السرية، أرشيفات الابتزاز، واختبارات الولاء… كل ذلك يعكس نسخةً تركية من نموذج إبستين.
جماعة غولن التي تمظهرت في صورة «حركة دينية» لم تكن في حقيقتها سوى مقاولًا استخباراتيًا يعمل لحساب البنتاغون والـ CIA، وشبكة عدنان أوكتار التي ظهرت كـ«دين مزيف مشبّع بالشهرة»، كانت تسوّق الانحلال الأخلاقي بين الشباب وتؤرشفه. وكلاهما يعبّر عن تكتيكات مختلفة لمصدر واحد.
وعليه، فليس من المبالغة القول إن نموذج إبستين قد تم اختباره في تركيا، وإن له وكلاء محليين لم يُجتثّوا تمامًا إلى الآن.
جرائم بقيت في الظل: فِكْرِيَّة، لطيفة، وفدات
وهنا يحسن التذكير بأن في تاريخ الجمهورية التركية ملفات قديمة ما زالت مغلقة:
“جريمة قتل فكرية لم تُكشف بعد، ومذكرات السيدة لطيفة لم يُسمح بنشرها حتى اليوم، أما قضية فدات أوشاقليگيل، فلا أحد يجرؤ على فتحها في ظل وجود المادة 5816…
بعض الوقائع الكبرى التي شهدتها السنوات الأولى من تأسيس الجمهورية ما زالت إلى اليوم تخضع لحظرٍ صارم. فموت السيدة فكرية ما زال غامضًا، ومذكرات لطيفة هانم أودعت عند الدولة ولم تُنشر، وانتحار فدات أوشاقليگيل ليس إلا حلقة من حلقات التعتيم الرسمي. هذا لا يدل فقط على إهمال تاريخي، بل على مشروع منهجي في صناعة الذاكرة.
فهل يمكن اعتبار هذه الحوادث نماذج مبكرة لصياغة المسارات السياسية من خلال استغلال نقاط الضعف الأخلاقي والشخصي؟ نعم. لأن من يُؤخذ بشهوته يمكن أن يُقاد بإصبعه. والمادة 5816 لم تعد حاجزًا قانونيًا فحسب، بل أصبحت عائقًا معرفيًا يحول دون كشف الحقيقة.
طوق إبستين والصمت العربي
ما قيل عن الغرب في هذا السياق، ينبغي أن يُقرأ في مرآة العالم العربي كذلك:
“لقد وضعت إسرائيل طوق إبستين في رقاب القادة الشبقيين منذ زمن بعيد. ولعل هذا من أسباب سكوتهم عن المجازر الإسرائيلية في غزة!”
إن صمت بعض القادة العرب أمام الجرائم المرتكبة في غزة لا يمكن تفسيره فقط بالدبلوماسية أو توازن المصالح. بل إن احتمال وجود نموذج شبيه بإبستين، ولكن بصيغة «عربية»، هو احتمال قائم. ولا شيء أنفع للموساد من أن يُمسك زعيمًا بعورته الأخلاقية!
الخاتمة: تركيا، أين تقف من هذه الحرب الرمادية؟
إن قضية إبستين لم تعد مجرد ملف قضائي، بل هي فضيحة تكشف كيف تتحول النخبة الغربية إلى دمى في يد الاستخبارات، وكيف يُدار العالم من غرف سوداء تعجّ بالانحلال والشهوات المُؤرّشفة.
فأين تقف تركيا من كل هذا؟
الجواب الصريح: تركيا كانت أحد أهداف هذه المنظومة. جماعة كولن، وعدنان أوكتار، وأمثالهما، لم يكونوا سوى امتدادات محلية لهذا المشروع. أما الملفات المسكوت عنها منذ تأسيس الجمهورية، فهي دليل على أن هذه الأساليب ليست جديدة، بل قديمة، لكنها كانت مغطاة ومحرّمة.
فمن وضع هذه الأطواق على رقاب النخب، لا يُمكن كسرها إلا بيد شعب مستعد للتضحية، وقيادةٍ تنظر في عين الحقيقة بلا خوف.