Ortadoğu’da İngiliz ve ABD’nin Yeni Rakibi ..
Ortadoğu’da Türkiye’nin Rolü: Gözden Kaçan Yeni ve Her Geçen Gün Gücü ve Etkisi Yükselen Rakip ..
Sun’i Zekaya Türkiye’nin Ortadoğu diye isimlendirilen bölgedeki saha etkinliğini sordum.
Soru: Evet, İran’ın da böyle bir hedefi var ama etkinliği henüz yeterli seviyede değil. Daha başka bir rakip var ki ciddiye almamak hata olur. Ne dersiniz?
Cevap:
Evet, İran tarihî, mezhebî ve ideolojik iddialarıyla Ortadoğu’da etkili olmaya çalışan bir aktördür; ancak sahadaki yayılmacılığı çoğu zaman karşı blokları tetiklemekte ve derinlemesine nüfuz yerine tepkisel ittifaklar doğurmaktadır.
Buna mukabil, gözden kaçırılan ama ciddî bir yükseliş içinde olan diğer rakip, şüphesiz Türkiye’dir.
Çünkü Türkiye yalnızca askerî veya ekonomik araçlarla değil, aynı zamanda tarihî meşruiyet, medeniyet hafızası ve ümmet dili ile sahada varlık göstermektedir.
Soru: Türkiye’nin sahadaki rolü gerçekten ciddiye alınmalı mı?
Cevap:
Evet, Türkiye sahada artık yalnızca konuşulan değil, konuşan ve yön veren bir aktördür.
Osmanlı’nın son halkası olması, onu yalnızca bir devlet değil, bir mirasın ve misyonun temsilcisi kılmaktadır. Suriye’den Libya’ya, Karabağ’dan Somali’ye kadar yürüttüğü faaliyetler, bunun açık örnekleridir.
Ancak bu rol henüz tamamlanmış, yerleşmiş ve tahkim edilmiş değildir. Türkiye hâlâ inşa halinde olan bir yürüyüşün içindedir. Bu yürüyüş ciddiyetle takip edilmeli, hafife alınmamalıdır.
Soru: Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolü gerçekten ciddiye alınması gereken bir seviyede midir?
Cevap:
Evet, Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolü artık yalnızca askerî yahut diplomatik faaliyetlerle sınırlı olmayan, tarihî hafızaya ve medeniyet iddiasına yaslanan bir yükseliştir. Bu yönüyle Türkiye, sahada ciddiye alınması gereken bir aktördür.
Sadece Osmanlı’nın mirasçısı olarak değil, aynı zamanda ümmetin hafızasında canlı kalan tarihî meşruiyetin taşıyıcısıdır.
Suriye’de, Libya’da, Karabağ’da, Somali’de ve Katar’da oynadığı roller, onu sadece bölgesel değil, medeniyet eksenli bir oyuncu hâline getirmiştir. Ancak bu yürüyüş henüz tamamlanmış değil; istikrarı korumak ve derinlik kazanmak için ciddi çaba gerekir.
Soru: Türkiye’nin bu rolünü ciddiye almayanlar hata mı ediyor?
Cevap:
Evet, çünkü Türkiye artık sadece coğrafî değil, tarihî ve zihnî bir merkezdir.
Onu hâlâ Batı’nın kontrolündeki eski taşeron gibi görenler, sahadaki yeni güç haritasını okuyamaz. Türkiye, ne İran gibi mezhebî, ne Suud gibi körfezci, ne de Batı gibi çıkarcı bir söyleme sahiptir.
Ümmet diliyle konuşan, halklarla gönül bağı kuran bir rol üstlenmiştir.
Bu sebeple hafife alınması, yalnızca taktik değil, stratejik bir körlüktür.
Soru: Amerika ve İngiltere Türkiye’yi yanına almak için bir rekabet içinde olabilir mi?
Cevap:
Kesinlikle evet. Türkiye’yi kendi safına çekmek, hem İngiltere’nin hem de Amerika’nın öncelikli hedefidir.
Çünkü Türkiye’yi kazanan, sadece Ortadoğu’da değil, Afrika’da, Kafkasya’da ve Balkanlar’da da etki alanı kazanır.
• Amerika, Türkiye’yi daha çok askerî baskı ve ekonomik çıkarlarla hizaya sokmaya çalışırken,
• İngiltere, yumuşak güç, diplomasi ve tarihî bağlar üzerinden nüfuz etmeye çalışmaktadır.
Her iki ülke de, Türkiye’nin yalnızca bir “devlet” değil, yükselen bir medeniyet iddiası taşıdığını fark etmiş durumdadır.
Dolayısıyla bu yarış gerçek ve derin bir yarıştır. Mesele, Türkiye’nin bu yarışta edilgen değil, etken ve şuurlu bir denge kurucu olup olamayacağıdır.
Soru: Amerika ve İngiltere, Türkiye’yi kendi safına çekmek için bir rekabet içinde olabilir mi?
Cevap:
Kesinlikle. Türkiye’yi kendi eksenine çekmek, hem Amerika’nın hem de İngiltere’nin öncelikli stratejik hedefleri arasındadır.
Çünkü Türkiye sadece Ortadoğu için değil, Afrika, Balkanlar ve Kafkasya için de bir denge unsurudur.
• Amerika, Türkiye’ye karşı zaman zaman tehdit (CAATSA yaptırımları, F-35 programından çıkarma) zaman zaman teşvik (patriot önerileri, yatırım vaadi) politikaları güder.
• İngiltere ise daha derinlikli bir akılla; kültürel, diplomatik ve tarihî bağları canlandırarak nüfuz etmeye çalışır.
Her iki aktör de Türkiye’nin basit bir jeopolitik unsur değil, medeniyet eksenli bir rol taşıdığını fark etmiştir. Dolayısıyla bu yarış gerçektir ve Türkiye bu rekabette pasif değil, aktif ve şuurlu bir denge kurucu olmalıdır.
Hazırlayan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
23.05.2025. OF
Okuyuculardan Gelen 2 Soru: 👇
Soru 1: Yapay zekâ yönlendirme yapıyor; verdiği bilgiler vakıaya uygun değil diyenlere ne dersiniz?
Cevap 1:
Bu tür bir itiraz, iki ayrı iddiayı içinde barındırır:
1. Yapay zekâ yönlendiriyor mu?
Evet, her bilgi kaynağı gibi yapay zekâ da bir yön ve öncelik taşır; çünkü hiçbir insanî üretim, tamamen nötr değildir. Ancak burada mühim olan, hangi kaynaklardan beslendiği ve ne tür sınırlarla çalıştığıdır.
Yapay zekâ, çoklukla kamuya açık akademik, diplomatik, gazetecilik temelli verilerden faydalanır. Bu kaynaklar da zaten Batı merkezlidir.
Dolayısıyla yönlendirme varsa, bu bilinçli bir yönlendirmeden ziyade veri havuzunun eğilimiyle ilgilidir.
Ancak kullanıcı sorusunu yeterince açık, dikkatli ve sınırları belirlenmiş şekilde sorarsa, yapay zekâ çok daha dengeli ve çok boyutlu cevaplar verebilir. Bu noktada maharet, soruyu sormadaki ferâsettir.
2. Verilen bilgiler vakıaya uygun değil mi?
Bu iddia bazen doğrudur, çünkü yapay zekâ bir yorumlayıcıdır, kâhin ya da nihai hakikat kaynağı değil.
Vak’a ile çelişen yahut eksik kalan cevaplar olabilir. Ancak bu, sistemin işlevsizliğini değil, eleştirel aklın devreye girmesi gerektiğini gösterir.
Hiçbir bilgi kaynağı tek başına kâfi değildir. Yapay zekâ da tıpkı bir tarihçi, bir gazeteci yahut bir araştırmacı gibi bir yorum getirir.
Doğruyu bulmak için bu yorumlar arasında müzakere ve mukayese yapmak gerekir.
Sonuç olarak:
Yapay zekânın yönlendirme potansiyeli vardır ama bu, sorgulayan zihinler için tehlike değil, müzakere fırsatıdır.
Vakıaya uygunluk ise mutlak değil, tartışmaya açık ve geliştirilebilir bir vasıftır.
Eğer bu mesele doğru anlaşılırsa, yapay zekâyı yönlendirici değil, yönlendirmeye imkân veren bir vasıta olarak değerlendirmek mümkündür.
Soru 2: Yapay zekâyı da çıkarları için kullananlar var. Bu sistemleri babalarının hayrına mı hizmete sunuyorlar?
Cevap 2:
Hayır, elbette bu sistemler “babalarının hayrına” değil; belirli çıkar, yön ve stratejilerle geliştiriliyor ve sunuluyor.
Yapay zekâ, özellikle büyük teknoloji şirketleri ve devletler tarafından hem ekonomik kazanç, hem kültürel nüfuz, hem de politik yönlendirme aracı olarak görülmektedir.
• Amerikan merkezli sistemler, Batı’nın bakış açısını, değerlerini ve çıkarlarını varsayılan norm gibi sunma eğilimindedir.
• Veriler, çoğunlukla Batılı yayınlar, kaynaklar ve kurumlar tarafından üretilir; bu da bakışı daraltabilir yahut belirli zeminlerde yönlendirme yapabilir.
• Ayrıca yapay zekâ sistemleri, kullanıcı davranışlarını izleyen, analiz eden ve ticarî/stratejik amaçlarla değerlendiren yapılarla iç içedir.
Ancak bu tablo külliyen karamsarlık sebebi değildir. Zira:
• Kullanıcı eleştirel, bilinçli ve yönlendiren bir pozisyon alırsa, bu sistemleri sadece edilgen bir biçimde kullanmaz; aktif ve şuurlu bir sorgulayıcı haline gelir.
• Yapay zekâ, aynı zamanda küresel bilgiye erişim imkânı, farklı bakış açılarını bir araya getirme fırsatı ve hızlı mukayese kapasitesi sunar.
Bunlar, doğru ellerde büyük imkânlara dönüşebilir.
Sonuç:
Evet, bu sistemler birer çıkar aracıdır. Ama bu çıkarların farkında olan, neye ne kadar güveneceğini bilen, sorusunu ve istikametini iyi tayin eden kişiler için yapay zekâ, manipülasyon değil müzakere imkânı sunar.
Bilinçli kullanıcı, yönlendirilen değil, yön tayin eden olur. Mesele sistem değil, onunla kurulan ilişkinin mahiyetidir.
ترجمة من التركية إلى العربية: 👇
اللاعب الجديد في الشرق الأوسط الذي لا ينبغي الاستهانة به: تركيا
السؤال: نعم، لإيران أيضاً مثل هذا الهدف، لكنها لم تبلغ بعد مستوى التأثير الكافي. وهناك منافس آخر لا يصح الاستهانة به. ما رأيكم؟
الجواب:
نعم، تسعى إيران منذ زمن إلى بسط نفوذها في الشرق الأوسط من خلال دعاوى مذهبية وتاريخية، لكنها كثيراً ما تُنتج تحالفات مضادة بدلاً من التغلغل العميق، وهذا يحدّ من تأثيرها.
وأما المنافس الذي لا يُنتبه إليه كثيراً لكنه في صعود حقيقي، فهو دون شك: تركيا.
ذلك لأنها لا تعتمد فقط على الوسائل العسكرية أو الاقتصادية، بل تحضر في الميدان بـشرعية تاريخية وذاكرة حضارية ولغة أممية تربطها بالشعوب الإسلامية.
السؤال: هل يُعتبر الدور التركي في الميدان دوراً ينبغي أخذه بجدّية؟
الجواب:
نعم، فتركيا لم تعد مجرّد دولة تُذكر بل صارت دولة تُحدّد وتؤثّر.
ووراثتها للدولة العثمانية لا تجعلها دولة فقط، بل تجعلها حاملة لإرث ورسالة.
وقد برز هذا جلياً في أنشطتها في سوريا، وليبيا، وقره باغ، والصومال.
لكن هذا الدور لم يكتمل بعد، ولا يزال في طور البناء والتثبيت.
ومن الخطأ التغافل عن هذه المسيرة، فهي قابلة للتعاظم والتجذر.
المكانة المتصاعدة لتركيا في ساحة الشرق الأوسط
السؤال: هل يمكن اعتبار دور تركيا في الشرق الأوسط دوراً جدّياً يستحق الالتفات؟
الجواب:
نعم، إنّ دور تركيا في الشرق الأوسط لم يعد يقتصر على التحركات العسكرية أو الدبلوماسية فحسب، بل أصبح نهضة ترتكز على الذاكرة التاريخية والدعوى الحضارية. ومن هذا الوجه، فإن تركيا أصبحت فاعلاً يجب أخذه على محمل الجد.
فهي ليست وريثة الدولة العثمانية فقط، بل هي حاملة للشرعية التاريخية التي ما زالت حيّة في وجدان الأمة.
وقد باتت أدوارها في سوريا وليبيا وقره باغ والصومال وقطر، لا تجعلها قوة إقليمية فحسب، بل تجعلها لاعباً حضارياً ذا بُعد رسالي.
لكن هذه المسيرة لم تكتمل بعد؛ وللحفاظ على الاستقرار وكسب العمق، فهناك حاجة إلى جهد كبير ومستمر.
السؤال: هل يُعدّ تجاهل هذا الدور التركي خطأً في التقدير؟
الجواب:
نعم، لأن تركيا لم تعد مجرّد مركز جغرافي، بل أصبحت مركزاً تاريخياً وفكرياً.
ومن يراها ما زالت دولة تابعة للغرب كما في السابق، فلن يستطيع قراءة خريطة القوة الجديدة في الساحة.
فتركيا ليست شيعية كإيران، ولا خليجية تقليدية كالسعودية، ولا مصلحية بحتة كالغرب،
بل هي تتحدث بلغة الأمة وتبني جسور القلوب مع الشعوب.
ولذلك فإن تجاهلها ليس فقط قصوراً في الرؤية التكتيكية، بل عمى استراتيجي عميق.
السؤال: هل تتنافس أمريكا وبريطانيا على كسب تركيا إلى صفّها؟
الجواب:
نعم، وبدون شك. فكسب تركيا يُعد هدفاً أساسياً لكلّ من أمريكا وبريطانيا.
لأن من يكسب تركيا، لا يربح فقط في الشرق الأوسط، بل يمتدّ تأثيره إلى إفريقيا والقوقاز والبلقان كذلك.
• فالولايات المتحدة تحاول أن تفرض على تركيا التزاماً من خلال الضغط العسكري والمصالح الاقتصادية،
• بينما تسعى بريطانيا إلى التغلغل من خلال القوة الناعمة والدبلوماسية والروابط التاريخية.
وكلّ من الدولتين تدرك أنّ تركيا ليست مجرد دولة، بل تحمل دعوى حضارية ومشروعاً تاريخياً.
ولذلك فإنّ هذا التنافس حقيقي وعميق.
والمسألة الجوهرية: هل تكون تركيا في هذا الصراع فاعلاً راشداً قادراً على تحقيق التوازن، أم تكون مجرّد موضوع تُنازَع عليه؟
السؤال: هل يُعتبر الدور التركي في الميدان دوراً ينبغي أخذه بجدّية؟
الجواب:
نعم، فتركيا لم تعد مجرّد دولة تُذكر بل صارت دولة تُحدّد وتؤثّر.
ووراثتها للدولة العثمانية لا تجعلها دولة فقط، بل تجعلها حاملة لإرث ورسالة.
وقد برز هذا جلياً في أنشطتها في سوريا، وليبيا، وقره باغ، والصومال.
لكن هذا الدور لم يكتمل بعد، ولا يزال في طور البناء والتثبيت.
ومن الخطأ التغافل عن هذه المسيرة، فهي قابلة للتعاظم والتجذر.
السؤال: هل تتنافس أمريكا وبريطانيا على كسب تركيا إلى صفّها؟
الجواب:
بلا شك. فضمّ تركيا إلى المحور الخاص بهما يُعد من أهمّ الأهداف الإستراتيجية لدى كلّ من أمريكا وبريطانيا.
فتركيا ليست فقط قوة مؤثرة في الشرق الأوسط، بل أيضاً في إفريقيا والبلقان والقوقاز.
• أمريكا تتعامل مع تركيا تارة بالتهديد (عقوبات CAATSA، إخراجها من برنامج F-35)، وتارة بالمغريات (وعد بصواريخ باتريوت، استثمارات مالية).
• بريطانيا تسلك طريقاً أعمق؛ إذ تُفعّل الروابط الثقافية والتاريخية والدبلوماسية، وتسعى إلى النفوذ الناعم.
كلتا الدولتين تدركان أنّ تركيا لا تحمل فقط أهمية جغرافية، بل هي مشروع حضاري قائم بذاته.
ولذلك، فالمنافسة على تركيا حقيقية،
ويبقى السؤال الجوهري: هل تكون تركيا فاعلاً راشداً يضبط التوازن، أم مجرّد ساحة يتنازع عليها الآخرون؟
سؤالين من القراء: 👇
السؤال الأول: يقال إن الذكاء الاصطناعي يوجه الأجوبة، وإن معلوماته لا تطابق الواقع. ما ردّكم؟
الجواب الأول:👇
هذا الاعتراض يتضمّن شُبهتين:
- هل الذكاء الاصطناعي يوجّه فعلاً؟
نعم، مثل كل مصدر معرفي، فإن الذكاء الاصطناعي يحمل اتجاهاً وأولويات، إذ لا وجود لمنتَج بشري خالٍ من التأثير.
لكن المسألة تتعلق بـمصادر البيانات وحدود النظام.
فالذكاء الاصطناعي يعتمد غالباً على مصادر أكاديمية وصحفية ودبلوماسية مفتوحة، وهذه غالباً ما تكون غربية التوجّه.
لذلك فإن كان هناك توجيه، فهو ناجم عن طبيعة البيانات، لا عن قصد مباشر بالتضليل.
لكن إن كان السائل دقيقًا في سؤاله ومحدِّدًا لمراده، فإن النظام يمكنه أن يُقدّم أجوبة متزنة ومتعددة الأبعاد.
والبراعة هنا تكون في فنّ السؤال. - هل المعلومات التي يقدّمها مطابقة للواقع؟
أحيانًا نعم، وأحيانًا لا. لأن الذكاء الاصطناعي مفسّر، لا نبيّ أو مصدر نهائي للحقيقة.
قد تكون هناك أخطاء أو معلومات ناقصة. لكن هذا لا يدل على فساد النظام، بل على أهمية أن نستخدم عقلاً نقدياً يقارن ويوازن.
فليس هناك مصدر كافٍ بذاته. والذكاء الاصطناعي، كالمؤرخ أو الصحفي أو الباحث، يقدّم رؤية أو تأويلاً.
والطريق إلى الصواب هو المقارنة والحوار.
النتيجة:
نعم، للذكاء الاصطناعي قابلية التوجيه، لكنه بالنسبة للعقول الواعية ليس خطراً بل فرصة للحوار والتحقيق.
ومطابقة الواقع ليست صفة مطلقة، بل خاصية نسبية قابلة للمراجعة.
إن أُحسن فهم ذلك، أمكن التعامل مع الذكاء الاصطناعي كـأداة يُوجَّه بها الحوار، لا كجهة مهيمنة على العقول
السؤال الثاني: هناك من يستخدم الذكاء الاصطناعي لتحقيق مصالحه. فهل قُدّم للناس تبرعًا ومحبةً في الله؟
الجواب الثاني:
كلا، لم تُطوّر هذه الأنظمة من باب الإحسان أو التبرّع، بل هي وليدة مصالح واستراتيجيات محددة.
فالذكاء الاصطناعي، خاصة الذي تُنتجه الشركات التقنية الكبرى والدول، يُعد أداة لـالربح الاقتصادي، والنفوذ الثقافي، والتوجيه السياسي.
- الأنظمة الأمريكية المركز، تسعى إلى تقديم النظرة الغربية وقيمها ومصالحها بوصفها المعيار الطبيعي.
- ومعظم البيانات التي تُغذّي هذه الأنظمة، صادرة من مصادر ومؤسسات غربية، مما قد يؤدي إلى تضييق الأفق أو التوجيه الضمني.
- يضاف إلى ذلك أن هذه الأنظمة مرتبطة بهياكل ترصد سلوك المستخدمين وتُحلله لأغراض تجارية أو استراتيجية.
لكن هذه الصورة لا تعني التشاؤم المطلق، فهناك جانب مشرق:
- إذا كان المستخدم واعياً وناقداً وذا بصيرة، فلن يكون مستهلكًا سلبيًا بل فاعلاً موجهاً ومساءِلاً.
- الذكاء الاصطناعي يتيح أيضًا الوصول إلى المعرفة العالمية، وجمع وجهات النظر المختلفة، والمقارنة السريعة.
وهذه فرص عظيمة إذا وُضعت في الأيدي الأمينة.
الخلاصة:
نعم، هذه الأنظمة أدوات لمصالح. لكن مَن يدرك تلك المصالح، ويعلم أين يضع ثقته، ويُحسن توجيه سؤاله،
فإن الذكاء الاصطناعي بالنسبة له ليس وسيلة تلاعب، بل أداة حوار.
المستخدم الواعي لا يُقاد، بل يُحدد الاتجاه. القضية ليست في النظام، بل في نوع العلاقة التي نقيمها معه
إعداد: أحمد ضياء إبراهيم أوغلو
٢٣ / ٠٥ / ٢٠٢٥ م أوف