İslam Dünyasında İlim Ehlinin Hâli: Adalet, İnsaf ve Hakikat Temelleri Üzerine Bir Değerlendirme

İslam dünyasında ilim ehlinin bugünkü konumu ile ilmin toplum üzerindeki tesir kaybı, son yıllarda sıkça gündeme gelen mühim bahislerdendir. Bu sahada yapılan tartışmaların bir kısmı, tarih boyunca ümmetin yolunu aydınlatan ulemanın çağın meseleleri karşısında tesirsiz kaldığını iddia ederken; bir kısmı da ilmî mirasın “taklide saplandığını” öne sürmektedir. Ancak bu nevi değerlendirmelerin önemli bir bölümü, mevzuyu adalet ve insaf ilkelerinden uzak, tek yönlü bir bakışa sıkıştırmaktadır.

Hâlbuki Kur’ân, “Bir topluluğa olan muhalefetiniz sizi adaletsizliğe sevk etmesin; adaletli olun, bu takvaya daha yakındır” (Mâide, 8) buyurarak adaleti, yalnız düşmana değil, dost ve muhataba karşı da bağlayıcı bir ilmî kaide olarak bildirmektedir. Bu sebeple ilim ehline yöneltilen tenkitlerin de sahih bir zemine, tarihî hakikate ve toplum dokusuna dayandırılması zarurîdir.

1. İlim Mirasına Yöneltilen Toptan Suçlamaların Mahiyeti

Son dönemde sıkça ortaya atılan “nakilci alim” ya da “taklit ehli ulema” ithamı, aslında İslâm ilim mirasının derinliğini, içtihadın tarih boyunca nasıl işlediğini ve ulemanın meseleleri nasıl ele aldığını görmezden gelen toptancı bir genellemedir.

1.1 İçtihadın özü yanlış kavranmaktadır

Günümüzde içtihad çoğu kez “geçmişe aykırı görüş ortaya koymak” veya “her konuda yeni bir hüküm üretmek” şeklinde anlaşılmaktadır. Oysa klasik tarifte içtihad, “delillerin bütünü içinde en isabetli hükme ulaşma gayreti”dir.

Bu yönüyle içtihad, naklin zıddı değil; naklin disiplinli, tertipli ve maksada uygun biçimde işlenmesidir.

Misaller:

  • İmam Şâfiî’nin “kadîm” ve “cedîd” görüşleri, hükmün zaman ve çevreyle irtibatını gösterir.
  • İmam Nevevî’nin mezhep içi tashihleri, naklin donuk değil canlı ve devingen bir yapıya sahip olduğunu ispat eder.
  • İbn Teymiyye’nin içtihad anlayışı, nassın gayesine nüfuz eden bir derinlik taşır.

Dolayısıyla “selef ulemâsı yalnız tekrar eden bir zümredir” iddiası, tarihî hakikati karşılamamaktadır.

1.2 Toplum düzenini koruma sorumluluğu göz ardı edilmektedir

Ulemanın birçok meselede ihtiyatlı davranması, çoğu zaman “yeni bir söz söyleyememek” şeklinde yorumlanmaktadır. Hâlbuki bu tavır çoğu kere, dinî istikrarı ve toplum birliğini muhafaza etme sorumluluğundan doğar.

Yeni bir hükmün bedeli yalnız ilmî değildir; aynı zamanda toplum nizamını ilgilendiren bir tarafı vardır. Bu sebeple selef âlimlerinin ihtiyatı, korkudan değil, basiretten kaynaklanır.

2. Modern Dünyada Âlimin Değer Kaybı: Derin Bir Mesele

Bugün İslam dünyasında ilim ehlinin tesir kaybını ele alırken, çağın siyasî ve kültür iklimini hesaba katmamak hem ilmî hem de insafî değildir.

2.1 Şöhretin ilmi gölgelemesi

Günümüz toplumlarında şöhret, otoriteyi belirleyen başlıca ölçülerden biri hâline gelmiştir. Sporcular servet kazanırken, ilim ehli çoğu zaman geçim sıkıntısıyla mücadele etmektedir.

Bu dengesizlik bir tesadüf değil; bugünün para ve eğlence düzeninin doğal sonucudur. Dolayısıyla “âlim neden tesirli değil?” sorusunun cevabı, içtimaî değer ölçülerinin değişiminde aranmalıdır.

2.2 Devletin denetleyici yapısı

Tarih boyunca ulema ile siyaset arasındaki münasebet hassas bir alandır. Ancak modern devletin bürokratik yapısı bu alanı daha da baskı altına almıştır.

Bugün birçok İslam ülkesinde din sahası doğrudan devlet kontrolündedir. Bu durum:

  • Âlimin bağımsız düşünmesini,
  • Siyasî otoriteyi sorgulamasını,
  • Farklı bir toplum modeli önermesini

ciddî biçimde sınırlandırır.

Dolayısıyla “neden yeni bir Seyyid Kutub çıkmıyor?” sorusu, çevresini dikkate almayan bir sorudur; zira Kutub’un bedeli darağacı olmuştur.

2.3 Üniversite ile medrese arasındaki kopukluk

Modern yüksek tahsil ile geleneksel ilim müesseseleri arasındaki ayrışma, İslam dünyasında fikrî üretimi bölmüştür.

  • Üniversite fen ve teknik alanlarda ilerlerken,
  • Medrese klasik ilimlerde derinleşmiş,

fakat bu iki alan arasında bir köprü kurulamadığı için ortak bir içtihat zemini oluşmamıştır.

3. Yeni Bir İlmi Dirilişin Ana Hatları

Bugünkü mesele, “içtihat kapısı açılsın” şeklindeki romantik söylemlerle çözülemez; çünkü kapı kapalı değildir. Asıl ihtiyaç, çok yönlü bir ilmî düzenin yeniden inşasıdır.

3.1 Âlimin hem maddî hem mânevî itibarının iadesi

Tarih boyunca ilim merkezleri, vakıflar ve bağımsız müesseselerle ayakta kalmıştır. Bugün bazı ülkelerde kurulan bağımsız araştırma merkezleri umut vericidir; ancak çok daha sistemli bir destek gereklidir.

3.2 Âlimin siyasetten bağımsızlaşması

Devlet memurluğu statüsünden uzak, kendi kendini yaşatabilen ilim kurumları olmadan, özgür içtihat da mümkün değildir.

3.3 Heyet içtihadının ihyası

Klasik dönemde yaygın olan “heyet hâlinde içtihat” modeli, çağın karmaşık meseleleri için en uygun usuldür.

Bugün fıkıh, iktisat, toplum ilimleri, ruh ilimleri, mühendislik ve siyaset sahasını bir araya getiren kurullar olmadan yeni bir ilmî atılım yapılamaz.

3.4 Toplumun âlimden beklentisinin gerçekçi hâle gelmesi

Âlim her şeyi bilmek zorunda değildir; ilim sahası uzmanlık ister. Toplumun “her meselede tek bir âlimden hüküm bekleme” alışkanlığı hem hatalı hem de ilmî üretimi ağırlaştıran bir yüktür.

Sonuç: Âlim ile Toplum Arasında Adil Bir Münasebet Kurma Mecburiyeti

Bugün İslam dünyasında ilmin zayıflaması yalnız âlimlerin hatası değildir; modern devlet baskısı, para düzeninin yönlendirmesi ve toplumun değer ölçülerindeki bozulma gibi birçok sebep iç içedir.

Bu sebeple mesele, suçlama yoluyla değil;

  • İlme kıymet vermekle,
  • Âlimi maddeten ve mânen desteklemekle,
  • Bağımsız ilim merkezleri kurmakla,
  • Sahalar arası iş birliğini güçlendirmekle
    ve en önemlisi adalet ile insafı ayakta tutmakla çözülebilir.

Âlim kusursuz değildir; fakat kusursuz âlim beklemek, ilme karşı hatalı bir taleptir.
İnsaf, bu bahsin hem başlangıcını hem de nihayetini belirleyen temel ölçüdür.

Hazırlayan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
11.12.2025 – Üsküdar

ترجمة من التركية إلى العربية: 👇

حالُ أَهْلِ العِلْمِ في العالَمِ الإسلاميّ: تَقْوِيمٌ قائِمٌ على العَدْلِ والإنْصافِ وأُسُسِ الحَقِيقَة

أحمد ضيَاء إِبْرَاهِيم أُوغْلُو

إنّ مَوْقِفَ أهلِ العلمِ في العالَمِ الإسلاميّ اليوم، وما أصاب العِلْمَ مِن ضَعْفِ التَّأثير في المجتمع، من أهمّ القضايا التي طُرِحَت في السنين الأخيرة. فبعضُ النِّقاشات تَصُبُّ في أنّ العُلَماء الذين أضاءوا طَرِيقَ الأُمّة عبر القرون قد باتوا عاجزين أمام قضايا العصر، بينما ترى طائفةٌ أخرى أنّ هذا الإرثَ العِلْمِيّ قد انحرفَ إلى دائرةِ التَّقليد الجامِد. غير أنّ جملةً من هذه الأحكامِ قد حُبِسَت في نَظْرٍ أحاديّ يَفْتَقِر إلى العدل والإنصاف.

وقد جاء في القرآن الكريم: ﴿وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَىٰ أَلَّا تَعْدِلُوا ۚ اعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَىٰ﴾ ‏(المائدة: 8)، فالعَدْلُ مَبْدَأٌ عِلْمِيٌّ مُلْزِم، مع الصديق والخصم على السواء. ومن ثَمّ فلا بُدّ أن تُبْنَى النَّقْداتُ الموجَّهة إلى أهل العلم على أساسٍ صحيح، وقراءةٍ تاريخيّة، وفهمٍ لِبِنْيَة المجتمع.

  1. مَحُيطُ الاتّهاماتِ العَامّة المُوَجَّهَة إلى الإرث العِلْمِيّ

لقد شاع في الآونة الأخيرة وَصْفُ “العالِم النَّقْلِيّ” أو “المُقَلِّد”، وهو توصيفٌ يُجافي حقيقةَ التراث العلميّ الإسلاميّ، ويتجاهل كيفيّةَ سَيْرِ الاجتهاد عبر العصور، وكيف تعامل العلماء مع النوازل والقضايا.

1.1 حَقيقةُ الاجتهاد وسوءُ فَهْمِه

إنّ الاجتهاد في عصرنا يُفْهَم غالبًا على أنّه مُخالفةٌ للموروث، أو ابتكارُ قولٍ جديدٍ في كلّ مسألة، بينما الاجتهاد عند الأصوليين هو: “بَذْلُ الوُسْعِ في استنباط الحكم من دلائله على أتمّ وجه”.

فهو ليس نقيضَ النَّقْل، بل هو تَصْفِيَةُ النَّقْل وضَبْطُه وتَهْذِيبُه.

ومِن أمثلته:

  • اختلافُ الإمام الشافعيّ بين “القَديم” و”الجديد”، وهو دليلٌ على ارتباط الحكم بزمانه وبيئته.
  • تَصْحيحُ الإمام النَّوويّ داخل المذهب يَدُلّ على أنّ النَّقْل غير جامد، بل حيٌّ نامٍ.
  • ونَظَرُ ابن تيميّة في مقاصد النصوص يُظهر عمقَ الاجتهاد في مدارس السَّلَف.

ولهذا فقولُ بعضهم إنّ “السَّلَفَ لا يأتون بجديد” مجانبةٌ صريحة للواقع التاريخيّ.

1.2 إغفالُ مسؤوليّة حِفْظِ نِظام المجتمع

وكثيرًا ما تُعَدُّ حِذْرِيَّةُ العُلَماءِ جُبْنًا أو عَجْزًا عن ابتكار قولٍ جديد، بينما هي في الغالب نابعةٌ من مسؤوليّة حفظ الدِّين ووحدة الأمّة.

فإصدارُ قولٍ جديدٍ قد يجرّ آثارًا لا تُحْمَد، ليس في العلم وحده بل في بِنْيَة المجتمع. ولذلك كان احتياطُ العلماء نابعًا من بصيرة، لا خوف.

  1. مَسْأَلَةُ تَراجُعِ مَكانَةِ العالِم في العصر الحاضر

إنّ دراسةَ ضَعْفِ تأثير العالِم اليوم دون النَّظَرِ إلى أحوال العصر وثِقَلِ السياسة والثقافة الحديثة ناقصةٌ من جهة العلم والإنصاف.

2.1 سُطْوَةُ الشُّهْرَة على القِيَم العِلْمِيّة

لقد غلبت الشُّهرة في هذا العصر على ضوابطِ المكانة والاعتبار. فاللاعبون يَحْصُدون الأموال الطائلة، بينما يعاني العلماء شَظَفَ العيش.

وهذا ليس طارئًا، بل هو نتيجةٌ طبيعيّة لاقتصادٍ عالميّ يقوم على الترفيه والرِّبح. وبالتالي فالسؤال: “لِمَ لا يكون العالم مؤثّرًا؟” لا يُفْهَم إلا بضوء تحوّل سلّم القِيَم في المجتمع.

2.2 سَيْطَرَةُ الدولة على الفضاء الديني

إنّ العلاقة بين العلماء والسّياسة عبر التاريخ علاقةٌ دقيقة، غير أنّ الدولة الحديثة زادت هذه الدائرة ضيقًا.

كثيرٌ من البلدان الإسلاميّة اليوم تُخْضِع الشأنَ الدينيّ لإشراف الدولة، وهذا يحدّ من:

  • حرية العالم في التفكير،
  • قدرته على نقد السلطة،
  • وإمكانه في طرح نموذجٍ اجتماعيّ بديل.

ولهذا فالسؤال: “لِمَ لا يظهر عالمٌ كسيّد قطب؟” سؤالٌ مبتورٌ من سياقه؛ لأنّ قطبًا دفع ثمن رأيه حبلَ المِشْنَقَة.

2.3 الفَجْوَة بين الجامعة والمدرسة التقليديّة

لقد أوجد العصر الحديث فجوةً واسعة بين الجامعة التي تُعْنَى بالعلوم التطبيقية، والمدرسة التي تتبحّر في العلوم الشرعيّة.

ولمّا لم تُبْنَ جسورٌ بينهما، ضَعُفَ الاجتهادُ الجماعيّ الذي يجمع علومَ الشريعة والإنسان والطبيعة، وهذا من أهمّ أسباب العجز عن معالجة قضايا العصر.

  1. مَعالِمُ نَهْضَةٍ عِلْمِيّةٍ جديدة

إنّ حلّ الإشكال لا يكون بشعار “فَتْح باب الاجتهاد”؛ لأنّ الباب لم يُغْلَق أصلاً، بل يكون بإعادة بناء البيئة العلميّة على أسسٍ متينة.

3.1 إعادة الاعتبار المادّيّ والمعنويّ للعالِم

لقد قامت النهضات العلميّة عبر التاريخ على الأوقاف والمؤسّسات المستقلّة. وما يُشاد اليوم من مراكز بحثٍ مستقلّة خطوةٌ طيّبة، لكنها غير كافية.

3.2 استقلال العالِم عن السّلطة السياسيّة

لا يمكن للاجتهاد الحرّ أن يظهر ما دام العالم أسيرًا للوظيفة الرسميّة، ولذلك فضرورةُ إنشاء مؤسّسات قادرة على تمويل ذاتها أمرٌ لا غنى عنه.

3.3 إحياء الاجتهاد الجماعي

وقد كان الاجتهاد الجماعيّ هيئةً معروفة في تراثنا، وهو الأنسب لعصرٍ تتشابك فيه العلوم. فجمعُ الفقهاء والاقتصاديّين وعلماء الاجتماع والنفس والهندسة والسياسة تحت مجلسٍ واحد يفتح بابًا واسعًا للإبداع العلميّ.

3.4 تصحيحُ توقّعات المجتمع من العالم

فالعالِم لا يُطَالَب بأن يكون خبيرًا في كلّ شيء، لأنّ العلم تخصص. وانتظار المجتمع جوابًا من شخصٍ واحد عن كلّ مسألة ليس واقعيًّا ويُثقِل مسيرة العلم.

النتيجة: ضرورةُ إقامة علاقةٍ عادلة بين العالِم والمجتمع

إنّ تراجُع العلم في العالَم الإسلاميّ ليس خطأ العلماء وحدهم؛ بل هو نتيجةُ تراكماتٍ عديدة: ضغوط الدولة الحديثة، سَيْلُ المال، واضطرابُ موازين القِيَم.

ولذلك لا تُحَلّ هذه المسألة بالتجريح، بل بـ:

  • إعادة الاعتبار للعلم،
  • دعم العلماء ماديًّا ومعنويًّا،
  • إنشاء مراكز علميّة مستقلّة،
  • تقوية التعاون بين التخصّصات،
  • وإحياء ميزان العدل والإنصاف.

فالعالِم غير معصوم؛ لكنّ طلبَ عالمٍ بلا خطأ خطأٌ في ذاته.
والإنصاف هو المِفْتاح في بداية الطريق ونهايته.

إعْداد: أحمد ضيَاء إِبْرَاهِيم أُوغْلُو
١١ / ١٢ / ٢٠٢٥ – أُسْكُودَار