Çatı Kimlik Meselesi Üzerine: İslâm, İlim ve İnsanlık Zemininde Bir Birlik Telekkisi ..

Bu Yazıyı, Em. Albaylarımızdan Hüseyin Akkaya Beyin, Cihat Yaycı Paşanın Altta Linkini Verdiğim Bir Konuşmasını Bana Göndermesi Üzerine, Kaleme Aldım: 👇 https://youtube.com/watch?v=vepSfqfi9oo&si=Qn-uuudRPTBqV6gq

Giriş

Bir milletin varlığını sürdürmesi, yalnızca sınırlarını muhafaza etmesine değil; anlam dünyasını, ahlâkını ve müşterek istikametini diri tutmasına bağlıdır. Bu çerçevede “çatı kimlik” meselesi, siyasî bir tartışmanın ötesinde; insan, toplum ve hakikat anlayışıyla doğrudan irtibatlı bir bahis hâline gelmiştir. Bugün bu bahis ele alınırken, ne dar etnik bakışlara ne de şahıs merkezli donuk kalıplara teslim olunabilir.

İslâm ve ilim, insanı ve toplumu fıtrat, adalet ve emanet kavramları üzerinden ele alır. Bu ölçüler, hem tarihî tecrübeyi inkâr etmeyen hem de geleceği kilitlemeyen geniş bir ufuk sunar.

I. Fıtrat Olarak Kavim ve Aidiyet

İnsanların farklı kavimlere, dillere ve renklere mensup oluşu bir ayrışma sebebi değil; ilâhî iradenin bir tecellisidir. Kur’ân-ı Kerîm bu hakikati açıkça bildirir:
“Ey insanlar! Şüphe yok ki sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; birbirinizi tanımanız için sizi kavimlere ve boylara ayırdık.”¹

Bu ifade, kavmî aidiyetlerin fıtrî olduğunu, tercihe dayanmadığını ortaya koyar. Ancak aynı âyet, üstünlüğün kaynağını da belirler: “Allah katında en değerliniz, takvâ bakımından en ileri olanınızdır.”¹
Üstünlük, soyda, kanda ya da isimde değil; ahlâkta ve sorumluluk şuurundadır.

Bu sebeple kavmi inkâr etmek de onu mutlaklaştırmak da fıtrata aykırıdır. İslâm, kavmi tanır; fakat onu çatı hâline getirmez; getirmeye onay da vermez.

II. Çatı Kimlik: İlke mi, Aidiyet mi?

Çatı kimlik, tek bir kavmin adıyla değil; ortak değerler, hukuk ve sorumluluk anlayışıyla kurulur. İslâm tarihinde bu çatı, “ümmet” kavramı ile ifade edilmiştir. Ümmet, kavimleri silen değil; onları adalet dairesi içinde buluşturan bir üst kimlik ve bağdır.

Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Veda Hutbesi’nde kavmî üstünlüğü reddeden beyanı bu hakikati açıklar:
“Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü yoktur.”²

Burada reddedilen şey, aidiyet değil; aidiyetin tahakküme dönüşmesidir.

III. Şahıs Merkezli Ufuk Daralması

Yaklaşık bir asır önce yaşamış, kendi devrinin askerî ve siyasî şartları içinde düşünmüş bir Osmanlı paşasının görüşlerini, bugünün Türkiye’si için değişmez bir çerçeve hâline getirmek ilmî bakımdan isabetli değildir. Daha da ötesi, bu tutum millete karşı bir itimat zafiyeti ve saygı eksikliği anlamı taşır.

Milletler şahısların hatıralarıyla değil; ilkelerle yürür. Tarihî şahsiyetlere hürmet, onların sözlerini zaman üstü bir bağlayıcılığa taşımak değildir. Bilakis onları kendi bağlamı içinde değerlendirerek, tecrübelerinden istifade etmektir.

İslâm düşüncesi şahıs değil; hakikat merkezlidir. Hakikat ise zamanla daralmaz; derinleşir. Bir milletin ufkunu, tek bir devrin telakkileriyle sınırlamak; gelişmeye ve terakkiye set çekmektir.

IV. Etnik Daralma ve Hakikat Körlüğü

Tarihte defalarca görülmüştür ki, kavmî kimliği çatı hâline getiren anlayışlar, kısa vadede sertlik üretmiş; uzun vadede ise çözülmeye yol açmıştır. Bugün İran’da Türk soylu olup da Türkiyeye en sert muhalefeti yapan örneklerin varlığı, bu hakikatin acı bir delilidir.

Demek ki mesele soy değil; fikirdir. Kavmi merkeze alan bakış, hakikati değil; kendi sınırını korur. Bu ise ilme de, İslâm’a da aykırıdır.

V. İslâm ve İlim Zemininde Çatı Kimlik

İslâm’ın teklif ettiği çatı, ahlâk, adalet ve emanet anlayışı üzerine kuruludur. İbn Haldun, asabiyetin (milliyetçiliğin) ancak hak ve adaletle birleştiğinde mânâ kazanacağını söyler³. Aksi hâlde asabiyet (milliyetçilik), yıkım getirir.

Bu çerçevede çatı kimlik:
• Kavimleri yok saymaz,
• Hiçbir kavmi üstün ilan etmez,
• Hukuku ve ahlâkı merkeze alır,
• Sorumluluk şuurunu esas kabul eder.

Sonuç

Bugün ihtiyaç duyulan birlik anlayışı, ne dar kavmî kalıplar ne de şahıs merkezli donuk telakkilerdir. İhtiyaç duyulan şey, İslâm’ın ve ilmin birleştiği cihanşümul bir ufuktur.

Küçük olsun benim olsun anlayışı, milleti büyütmez; küçültür ve daraltır. Hakikate dayanan birlik ise büyütür, çoğaltır, derinleştirir ve istikbali mümkün kılar.

Hazırlayan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
28 Aralık 2025 – Üsküdar

Dipnotlar:
1. Hucurât, 49/13.
2. Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 411.
3. İbn Haldun, Mukaddime, I, 286.

ترجمة من التركية إلى العربية: 👇

مسألة الهوية الجامعة بين الإسلام والعلم والقيم الإنسانية

تمهيد

إن بقاء الأمم لا يتحقق بحفظ الحدود وحدها، بل بصيانة المعنى، وترسيخ الأخلاق، وتحديد الاتجاه المشترك. ومن هذا المنطلق، فإن مسألة «الهوية الجامعة» لا تُعد نقاشًا سياسيًا عابرًا، بل هي قضية تمس فهم الإنسان، وبناء المجتمع، واستيعاب الحقيقة. ولا يصح تناولها من خلال عصبية ضيقة، ولا عبر تقديس أشخاص أو تجميد الفكر عند حدود تجارب تاريخية مخصوصة.

أولًا: الانتماء القَبَلي بوصفه أمرًا فِطريًا

إن اختلاف الناس في الشعوب والألسنة والألوان ليس مدعاةً للتفاضل أو الإقصاء، بل هو مظهر من مظاهر الحكمة الإلهية. قال تعالى:

﴿يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَىٰ وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا﴾¹

فالانتماءات القَبَلية أمر فِطري لا يُنكر، غير أن التفاضل في الميزان الإلهي لا يقوم عليها، بل يقوم على التقوى وتحمل المسؤولية الأخلاقية، كما جاء في تتمة الآية نفسها¹. وعليه، فإن إنكار الانتماء خروج عن الفطرة، كما أن جعله معيارًا للسيادة خروج عن العدل.

ثانيًا: الهوية الجامعة بين المبدأ والانتماء

الهوية الجامعة في التصور الإسلامي لا تُبنى على اسم قبيلة أو قوم، وإنما تقوم على منظومة من القيم، وفي مقدمتها العدل، والأمانة، وتحمل التبعة المشتركة. وقد عبّر الإسلام عن هذا الإطار بمفهوم «الأمة»، وهو مفهوم جامع لا يُلغي الخصوصيات، بل ينظمها في سياق أخلاقي أوسع.

وقد حسم النبي ﷺ هذا الباب في خطبة الوداع بقوله:

«لا فضل لعربي على أعجمي، ولا لأعجمي على عربي»²

فالمنفي هنا ليس الانتماء، بل تحويله إلى أداة استعلاء أو قهر.

ثالثًا: تضييق الأفق عبر تقديس الأشخاص

إن حصر أفق أمة كاملة في آراء رجل عاش قبل قرن، ضمن ظروف سياسية وعسكرية مغايرة، لا يستقيم مع المنهج العلمي، ولا ينسجم مع السنن الاجتماعية. فاحترام الشخصيات التاريخية لا يعني تعليق الحاضر والمستقبل على تصوراتهم الخاصة.

الإسلام، في جوهره، دين مبدأ لا دين أشخاص، والحقيقة فيه لا تُقاس بالأسماء، بل بالميزان. ومن ثمّ، فإن تقييد أفق الأمة بتجربة زمنية محدودة يُعد حجرًا على طاقتها في التطور والترقي.

رابعًا: مركزية النَّسَب وعمى البصيرة

لقد دلّ التاريخ مرارًا على أن جعل الانتماء القومي سقفًا أعلى للهوية يقود إلى الانغلاق ثم التصدع. وقد شهد الواقع المعاصر نماذج لأقوام يجتمعون في الأصل وينفصلون في الاتجاه، مما يثبت أن العبرة ليست بالنسب، بل بالوعي والفكر.

فالانتماء حين ينفصل عن العدل يتحول إلى أداة صراع، وحين يُنزَع عنه البعد القيمي يفقد قدرته على الجمع.

خامسًا: الهوية الجامعة في ميزان الإسلام والعلم

يرى ابن خلدون أن العصبية لا تكون باعثًا على العمران إلا إذا اقترنت بالحق والعدل³، أما إذا استقلت عنهما انقلبت إلى سبب للهدم والفساد. وهذا يبيّن أن الإسلام لا يرفض الاجتماع، بل يرفض الاجتماع القائم على الغلبة المجردة.

فالهوية الجامعة، في الميزان الإسلامي، تقوم على:
• الاعتراف بالفطرة والتنوع،
• نفي التفاضل العرقي،
• ترسيخ العدل والمسؤولية،
• وجعل القيم معيار الاجتماع.

خاتمة

إن الوحدة التي تحتاجها الأمة اليوم لا تُبنى بالعصبيات الضيقة، ولا بتقديس تجارب الماضي، بل تُبنى على أفق جامع يستمد روحه من الإسلام، ويستند إلى ميزان العقل والعدل.

فالحق هو الذي يجمع، لا الاسم ولا الدم، والهوية الجامعة الحقة هي التي تفتح المستقبل، لا التي تحبسه في قوالب الأمس.

إعداد: أحمد ضياء إبراهيم أوغلو
28 ديسمبر 2025 – أُسكُودار

الحواشي (الهوامش)
1. سورة الحجرات، الآية 13.
2. أحمد بن حنبل، المسند، ج 5، ص 411.
3. ابن خلدون، المقدمة، ج 1، ص 286.