Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Geçişte M. Kamal Paşa’nın Rolü: Tarihî Hakikatlere Dayalı Bir Değerlendirme

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Geçişte M. Kamal Paşa’nın Rolü: Tarihî Hakikatlere Dayalı Bir Değerlendirme

1. Osmanlı’nın Son Döneminde M. Kamal Paşa: Bir Bürokratın Görev Alanı

M. Kamal Paşa, 1920’ye kadar Osmanlı Devleti’nin resmî subayı ve askeri bürokratı olarak hizmet etmiş, kendisine verilen görevleri sadakatle yerine getirmiştir. O dönemde Osmanlı Devleti’nin askerî ve idarî başarı veya başarısızlıklarında, M. Kamal Paşa’nın rolü, kendi mevkisindeki diğer bürokratlar kadarıyla sınırlıdır. Henüz siyasî bir sorumluluk ya da bağımsız bir karar mekanizmasına sahip değildir. Nitekim 1919’da Samsun’a gönderilmesi, onun inisiyatifiyle değil, Osmanlı Devleti’nin kendi içinde hazırladığı bir planın sonucudur[^1].

2. Samsun Görevi: Vatan Müdafaası mı, İstihbarat Planı mı?

M. Kamal Paşa’nın Samsun’a gönderilmesi, dönemin en mühim hadiselerinden biri olarak değerlendirilse de, bu süreç çoğu zaman sathî ve efsanevî bir anlatımla ele alınmaktadır. Oysa İngilizlerin Anadolu’ya geçmesine ses çıkarmadığı nadir paşalardan biri olması, bir tercih değil, bir stratejinin parçası olabilir. O dönemde Anadolu’ya gönderilmesi düşünülen on altı paşa arasından M. Kamal’in seçilmesi, hem Saray’daki Batı hayranı çevrelerin telkiniyle, hem de İngiliz istihbaratının dolaylı yönlendirmesiyle gerçekleşmiştir[^2]. Bazı kaynaklarda, “En güvenli kişi, İngilizlerin ses çıkarmadığı kişidir” kanaatiyle M. Kamal’in tercih edildiği vurgulanır[^3].

3. Millî Mücadele ve Yeni Rejim: Müdafaa mı Tasfiye mi?

Millî Mücadele” olarak adlandırılan süreç, çoğu zaman bir “istila karşıtı halk hareketi” olarak idealize edilse de, bu mücadelenin siyasal ve ideolojik yönü göz ardı edilmemelidir. Gerçekte bu süreç, Osmanlı Devleti’nin tasfiyesi, hilafetin lağvı ve İslamî temeller üzerine kurulmuş hukukî ve içtimaî düzenin ilgası gibi çok daha derin dönüşümleri beraberinde getirmiştir. M. Kamal, bir süre sonra bu süreci kendi iradesiyle yönlendirerek, hem padişahı hem de Meclis-i Mebusan’ı devre dışı bırakmıştır. Bu durum, Anadolu’daki direnişin bir “vatan savunması” mı, yoksa “sistem değişikliği” amacı taşıyan bir proje mi olduğu sorusunu doğurmuştur[^4].

4. İngiliz Desteği ve Rejim Değişikliği: Bir İttifakın İzdüşümleri

Cumhuriyet rejiminin kurulması, sadece savaşla elde edilen bir netice değildir. Bu sürecin arka planında, özellikle İngiltere ile doğrudan ya da dolaylı birçok temas ve örtülü işbirliği de vardır. Lozan’da hilafetin kaldırılmasına İngiliz heyetinin doğrudan müdahil olması ve bunu Ankara hükümetinin kabul etmesi, bu irtibatın en açık delillerindendir[^5]. M. Kamal’in yaptığı devrimlerin halk iradesiyle değil, bizzat ordu ve emniyet gücüyle tatbik edilmiş olması, bu değişimin halkın değil, ideolojik bir zümrenin dayatması olduğunu göstermektedir.

5. Ekonomik ve Ahlakî İrtifa Kaybı

Sultan II. Abdülhamid Han döneminin sonlarında 1 Osmanlı lirası yaklaşık 4 Amerikan dolarına tekabül etmekteydi. Cumhuriyet döneminde ise, alınan dış borçlara ve devrim iddialarına rağmen ne ekonomik istikrar sağlanmış ne de ahlaki çöküş engellenebilmiştir[^6]. M. Kamal dönemi, ekonomi bakımından sürekli dış desteğe muhtaç, sosyal yönden ise köklerinden koparılmış bir millet gerçeği doğurmuştur. Halk, sadece maddî olarak değil, manevî olarak da ağır bir travmaya uğramıştır.

6. Gerçek Başarı Nerede? İslami Kimlik Üzerine Yeniden Yükseliş

Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin gösterdiği yükselişin temelinde, Batı’yı taklit eden ve ahlaki yozlaşmayı teşvik eden jakoben kadroların değil; Osmanlı’ya ve İslami kimliğe sadakatle bağlı, inançlı ve yerli kadroların payı vardır. Adnan Menderes, Necmeddin Erbakan, Turgut Özal ve Recep Tayyip Erdoğan gibi liderlerin önderliğinde yükselen Türkiye; savunma sanayisinde Selçuk Bayraktar, milli uçak motoru teknolojisinde Mahmut Akşit gibi öncülerle yeniden kendi özüne dönmektedir[^7]. Bu başarılar, Kemalist inkılapların değil; onlara rağmen inançla ve sabırla yürütülen yerli ve İslamî gayretlerin meyvesidir.

7. Hakikatle Hesaplaşma: Cumhuriyetin Aslı, Kopuşun İsmi

Tarihî olayları değerlendirirken şahıs merkezli bir yüceltme veya düşmanlaştırmadan uzak durmak esastır. Lakin, milletin hafızasını kasıtlı olarak çarpıtan, dinî ve ahlaki değerleri hedef alan devrimlerin, sadece “ilerleme” kılıfıyla meşrulaştırılması artık mümkün değildir. M. Kamal Paşa’nın Osmanlı’yı kurtardığı değil, Osmanlı’dan kopuşu temsil ettiği; Cumhuriyetin de bu kopuşun kurumsal adı olduğu hakikatiyle yüzleşmek, artık bir tarihî zarurettir.

Sonuç: İlâhî Takdirin Derûnî Hikmeti Üzerine Bir Tefekkür

Denilebilir ki -kesin hüküm vermeksizin ve yalnız bir teemmül sadedinde- M. Kamal Paşa’nın Türkiye’nin yeniden dirilişine, iradesi ve kastı dışında, dolaylı bir vesile oluşu söz konusudur. Zira eğer İngilizler işgali fiilen devam ettirip, daha derin, daha sinsi ve daha sistematik bir yöntemle, yani telkin ve kültürel işgal yoluyla Türk milletinin zihin ve ruh dünyasını dönüştürmeye muvaffak olsalardı, yeniden ayağa kalkışın zeminleri belki de tamamen ortadan kalkmış olabilirdi.

Tarih bize göstermiştir ki; en tehlikeli tahakküm şekli, bedeni değil zihni esir eden, insanı kendi celladına muhabbet besleyecek derecede bağımlı hâle getiren, kimliğini unutturan ve direniş ihtiyacını bile hissettirmeyen işgaldir. Oysa M. Kamal Paşa’nın baskıcı ve jakoben metodu, halkın manevî reflekslerini harekete geçirmiş, muhalefet hissiyatını beslemiş, direniş ruhunu canlı tutmuştur.

Bu yönüyle bakıldığında, her ne kadar niyeti bu olmasa da, Paşa’nın icraatları milletin köklerine yönelişini geciktirmek yerine hızlandırmış, kimliğine sadakat duyan yeni nesillerin yetişmesine zemin hazırlamıştır. Niyet hayır olmasa da, neticenin hayra kapı aralaması, Kur’ân’da beyan buyurulan “Siz, hoşlanmadığınız bir şeyde sizin için hayır olabilir” (Bakara, 216) ilâhî fermanının bir tecellisi olarak görülebilir.

Bunun benzeri bir hâdise yakın geçmişte de müşâhede edilmiştir. F. Gülen cemaatinin 2016’daki darbe teşebbüsü, ilk bakışta büyük bir musîbet gibi görünse de, sonrasında ordu ve emniyetin yeniden yapılandırılmasına, derin yapılara karşı bir arınma sürecine ve halkın şuurlanmasına vesile olmuş, uzun vadede hayırlı neticeler doğurmuştur. Bu örnekler bize gösteriyor ki; insanın şer zannettiği nice hadiseler, ilâhî takdirin derûnî planında hayırlara kapı aralayabilir.

Hazırlayan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
01.08.2025, OF

Dipnotlar:
[^1]: Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, Cilt I, s. 50-52.
[^2]: Cemal Kutay, İttihat ve Terakki’den Günümüze Türk Politikası, s. 218-220.
[^3]: Mehmet Akif Tural, Mustafa Kemal’in Seçimi: Saray ve İngilizler Arasında, s. 93.
[^4]: Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Cilt I-II, özellikle Cilt II s. 27-35.
[^5]: Lord Curzon’un Lozan tutanakları, ayrıca bkz. Feroz Ahmad, Modern Türkiye’nin Oluşumu, s. 112.
[^6]: Osmanlı Bankası Arşivleri; Prof. Dr. Ahmet Tabakoğlu, Osmanlı Ekonomik Sistemi, s. 348.
[^7]: Türkiye’nin son yıllarda savunma sanayii, insansız hava araçları, siber sistemler ve uçak motor teknolojileri gibi stratejik alanlarda gösterdiği atılım, inançlı ve yerli mühendislerin çabasıyla gerçekleşmiştir. Selçuk Bayraktar, Baykar firmasındaki çalışmalarıyla insansız hava aracı teknolojisinde öncü olmuş; Mahmut Akşit ise TEI (TUSAŞ Motor Sanayii A.Ş.) bünyesinde yürüttüğü çalışmalarla Türkiye’nin ilk milli turbojet ve uçak motorlarını geliştiren ekiplere öncülük etmiştir. Her iki isim de savunma sanayisinin millileşmesinde ve Türkiye’nin küresel düzeyde özgün kabiliyetler kazanmasında anahtar rol oynamıştır.

ترجمة من التركية إلى العربية: 👇

دور مصطفى قمال باشا في الانتقال من الدولة العثمانية إلى الجمهورية: قراءة واقعية في ضوء الحقائق المدعومة

أولًا: مصطفى قمال باشا في أواخر العهد العثماني: موظّف بيروقراطي يؤدي واجباته
حتى عام 1920، كان مصطفى قمال باشا ضابطًا رسميًا في الجيش العثماني، يؤدي المهام التي توكلها إليه الدولة، شأنه في ذلك شأن سائر البيروقراطيين من رتبته. ولم يكن له آنذاك أي موقع مستقل في صنع القرار أو دور سياسي مؤثر. ومن ثم، فإن ما تحقق من نجاحات أو ما وقعت فيه الدولة من إخفاقات في تلك المرحلة لا يمكن أن يُنسب إليه إلا بقدر ما يُنسب إلى أي ضابط برتبة مماثلة. بل إن إرساله إلى سامسون عام 1919 لم يكن من قبيل المبادرة الذاتية، وإنما جاء ضمن خطة وضعتها الدولة العثمانية نفسها[^1].

ثانيًا: مهمة سامسون: دفاع عن الوطن أم تنفيذ لأجندة خفية؟
يُروّج عادةً أن إرسال مصطفى كمال إلى سامسون كان نقطة تحول في “حرب التحرير”، غير أن هذا الحدث يُقدّم غالبًا بروايات أسطورية تفتقر إلى التمحيص. والحقيقة أن كونه أحد الضباط القلائل الذين لم تعترض بريطانيا على تعيينهم في الأناضول، يُثير تساؤلات عميقة عن طبيعة هذا الاختيار. فقد كان ضمن قائمة مكوّنة من ستة عشر باشا مرشّحين لإدارة الوضع هناك، لكن ترجيحه تمّ بفعل توصيات بعض الشخصيات ذات النزعة الغربية داخل القصر، وقد لا يكون بعيدًا عن تأثير غير مباشر من البريطانيين أنفسهم[^2]. وتشير بعض المصادر إلى أنه اختير لأنه “الشخص الذي لا يعارضه الإنجليز”، وهي ميّزة ليست بالضرورة في صالحه، بل قد تكون دلالة ضده[^3].

ثالثًا: الكفاح الوطني والنظام الجديد: دفاع عن الوطن أم تصفية شاملة؟
ما يُعرف بـ”الكفاح الوطني” يُقدَّم عادة كحركة شعبية ضد الاحتلال، غير أن أبعاده الأيديولوجية والسياسية العميقة قلّما تُناقش بإنصاف. فقد أدّت هذه المرحلة إلى تصفية شاملة للدولة العثمانية، وإلغاء الخلافة، وهدم البنية الاجتماعية والقانونية ذات الأسس الإسلامية. ومع مضي الوقت، أصبح مصطفى كمال هو المتحكّم الوحيد في المشهد، وأقصى السلطان ومجلس المبعوثان عن المشهد السياسي. وهذا يطرح تساؤلًا جادًا: هل كانت المقاومة من أجل الوطن، أم كانت مدخلًا لتغيير النظام؟[^4]

رابعًا: الدعم البريطاني وتغيير النظام: تحالف غير معلن
لم يكن تأسيس الجمهورية نتيجة حروب فقط، بل كانت خلفه أيضًا تفاهمات وتحالفات غير مباشرة مع بريطانيا. فقد كانت الأخيرة مهتمة بإلغاء الخلافة، وتدخلت في مؤتمر لوزان لتثبيت هذا الهدف، ووجدت من الحكومة التركية تجاوبًا واضحًا[^5]. كما أن معظم الإصلاحات التي أجراها مصطفى كمال لم تتم بإرادة شعبية، بل فرضت بالقوة العسكرية والأمنية، مما يجعل الحديث عن “اختيار شعبي” في غير محله.

خامسًا: الانحدار الاقتصادي والانهيار الأخلاقي
في أواخر عهد السلطان عبد الحميد الثاني، كان سعر الليرة العثمانية يعادل نحو أربعة دولارات أمريكية، وهي دلالة على متانة العملة في حينه. أما في عهد الجمهورية، فقد ورغم الاستدانة من الخارج تحت غطاء “الإصلاح”، لم يتحقق استقرار اقتصادي، ولا انتعاش اجتماعي. بل عانت الأمة من جراح مادّية وروحية عميقة[^6].

سادسًا: النجاح الحقيقي: منبعه الهوية الإسلامية
إنّ نهوضَ الجمهورية التركية في عصرنا الحاضر لم يكن ثمرة جهود النخب الجاكوبية التي قلّدت الغرب وروّجت للانحلال الخلقي، بل هو ثمرة إخلاص الكوادر المؤمنة، الأصيلة، المتمسكة بهويتها الإسلامية والمرتبطة بتراث الدولة العثمانية. وقد كانت النهضة التي شهدناها بقيادة رجالٍ من أمثال عدنان مندريس، ونجم الدين أربكان، وتورغوت أوزال، ورجب طيب أردوغان؛ تجلّت في الصناعات الدفاعية على يد سلجوق بيرقدار، وفي تكنولوجيا محركات الطائرات الوطنية على يد محمود أقشط. إنّ هذه الإنجازات لم تكن من ثمار الانقلابات الكمالية، بل جاءت ثمرةً للجهود المحلية والإسلامية التي سارت بثباتٍ وإيمان رغم كل العوائق والضغوط[^7].

سابعًا: المُصارَحةُ معَ الحقيقة: الجُمهوريّةُ جوهرُها القطيعةُ واسْمُها القطيعةُ
ليس من الإنصاف أن نُخضع التاريخ لتمجيد أشخاص بعينهم أو لشيطنة آخرين، ولكن من واجبنا كذلك أن لا نغض الطرف عن جرائم فكرية وأخلاقية ارتُكبت تحت راية “التقدم”. فمصطفى قمال لم يكن منقذًا للدولة العثمانية، بل رمزًا للقطيعة معها، وكانت الجمهورية تعبيرًا مؤسساتيًا عن تلك القطيعة. ومواجهة هذه الحقيقة لم تعد ترفًا أكاديميًا، بل ضرورة لفهم حاضرنا وبناء مستقبلنا.

الخاتمة: تأمّلات في حكمة القضاء الإلهي
قد يُقال -دون الجزم أو القطع- إنّ لمصطفى قمال باشا أثراً غير مقصود ومباغت في ما آلت إليه تركيا من يقظة وبعث جديد. فلو أنّ البريطانيين قد واصلوا الاحتلال المباشر، وسلكوا طريق التغيير الهادئ البطيء عبر اختراق البنية الذهنية والثقافية للمجتمع التركي، لربما لم تبقَ للأمة فرصة حقيقية للنهوض من جديد. فقد أثبت التاريخ أنّ أخطر أنواع الاحتلال، هو ذلك الذي يُغيِّر العقول، ويفسد الهويات، ويجعل المستعبَدين يقعون في حبِّ جلاديهم!
أمّا الأسلوب الذي انتهجه كمال باشا، بما فيه من قهر واستبداد وإقصاء للمخالف، فقد أثار مشاعر الرفض، وأبقى جذوة المقاومة مشتعلة في النفوس، وولّد في عمق الضمير الجمعي حاجةً للتمسك بالهوية الأصلية. ولو أن المحتلَّ البريطاني نجح -كما فعل في بلاد أخرى- في السيطرة على النفوس قبل الأجساد، لجعل الناس عبيداً له وهم لا يشعرون، ولما وُلدت الحاجة إلى مقاومةٍ أو بعثٍ من جديد.
ومن هذا الوجه، فإنّ استبداد كمال باشا -وإن كان من حيث النيّة والغاية لا يُحتفى به- قد صار سبباً في دفع الأمة للبحث عن ذاتها، والتمسّك بهويتها، والانبعاث من جديد. وكأنّ قوله تعالى: ﴿وَعَسَىٰ أَن تَكْرَهُوا شَيْـًٔا وَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ﴾ قد تحقّق في هذا السياق.
ونظير ذلك ما رأيناه من محاولة الانقلاب الفاشلة التي قادتها جماعة فتح الله غولن؛ فقد فتحت تلك الحادثة البابَ أمام إعادة هيكلة الجيش والشرطة، وساهمت -جزئياً- في تفكيك المنظومة العميقة المرتبطة بالجلايو. وهكذا، فإنّ الحوادث التي تبدو للوهلة الأولى شؤماً محضاً، قد تكون في حكمة الله تعالى جسوراً للخير وسبلاً للبعث والنهوض من جديد.

أعدّه: أحمد ضياء إبراهيم أوغلو
٠١ / ٠٨ / ٢٠٢٥م في مدينة أوف

الهوامش:
[^1]: يوسف حكمت بايور، تاريخ الثورة التركية، الجزء الأول، ص. 50–52.
[^2]: جمال قوطاي، من الاتحاد والترقي إلى السياسة التركية الحديثة، ص. 218–220.
[^3]: محمد عاكف تورال، اختيار مصطفى كمال: بين القصر والإنجليز، ص. 93.
[^4]: شوكت سليمان أيدمير، الرجل الأوحد، الجزء الثاني، ص. 27–35.
[^5]: مذكرات لورد كورزون في لوزان، انظر أيضًا: فيروز أحمد، نشأة تركيا الحديثة، ص. 112.
[^6]: أرشيف بنك عثماني؛ د. أحمد تَباق أوغلو، النظام الاقتصادي العثماني، ص. 348.
[^7]: إنّ الطفرة التي شهدتها تركيا في السنوات الأخيرة في مجالات حيوية مثل الصناعات الدفاعية، والطائرات المسيّرة، والأنظمة السيبرانية، وتكنولوجيا محركات الطائرات؛ كانت ثمرة جهود المهندسين المحليين المؤمنين. فقد كان سلجوق بيرقدار رائداً في مجال الطائرات المسيّرة من خلال أعماله في شركة “بايكار”، بينما تصدّر محمود أقشط فرق التطوير في شركة TEI التابعة لصناعات الفضاء والطيران التركية، وأسهم في إنتاج أولى المحركات التوربوجيتية والطائراتية الوطنية. وقد لعب كلاهما دوراً محورياً في توطين الصناعات الدفاعية ومنح تركيا قدرات مستقلة وفريدة على المستوى العالمي.