Türkçülerin Türklüğe İhanetini, İngilizlere Esarete Dönüştüren Projeler
Türkçülerin Türklüğe İhanetini, İngilizlere Esarete Dönüştüren Projeler
Tarihin her devrinde, milletlerin yıkımı çoğu kez haricî saldırılardan değil; içeride filizlenmiş, fakat kimliğini gizlemiş ihanetlerden kaynaklanmıştır. Osmanlı Devleti de böyle bir çöküşe maruz kalmış; dıştan gelen haçlı darbelerinden ziyade, içerden zuhur eden zihnî sapmalar, siyasî ihtiraslar ve Batı taklitçiliğiyle devleti var eden ruh kökleri kurutulmuştur. Bu kurutma ameliyesi, İttihat ve Terakkî eliyle başlatılmış, Cumhuriyet döneminde ise İngiliz aklının da tasvibiyle kemale erdirilmiştir. Örtü Türkçülüktür; hakikat ise Türklüğü yok eden, milleti ümmetten koparan, devleti köksüzleştiren bir projedir.
İttihatçılığın Zehirli Mayası
XIX. yüzyılın sonlarında Osmanlı bünyesinde doğan İttihat ve Terakkî zihniyeti, her ne kadar meşveret ve hürriyet gibi kelimelerle süslenmiş olsa da, hakikatte pozitivist, seküler ve ırk temelli bir yapılanmaydı. Namık Kemal ve Ali Suavi gibi hürriyetperver ve meşveret yanlısı fikir adamlarının açtığı kapıdan giren Jön Türkler, Batı’nın fikir kodlarını dinin ve ümmetin üzerine çıkarmış, Türklüğü millî bir fazilet değil, ırkî bir üstünlük vasfı olarak inşa etmişlerdir. Ziya Gökalp’in “Türk milletindenim, İslâm ümmetindenim, Garp medeniyetindenim” sözü, bu aklın mayasını ele verir⁷: İslâm, artık bir itikad değil; kültürel bir arka plan, belki de sosyolojik bir etnografya unsurudur.
Medeniyet ideali ise Garb’a benzemekle eşdeğerdir.
İttihatçılık, bu zihniyetle yalnızca Arapları değil, Kürtleri, Arnavutları ve hattâ Türk köylüsünü dahi dışlamış; merkeze aldığı kimlik inşasını “aydınlanmış Türkçü seçkinler” üzerine bina etmiştir². Lâkin bu seçkinler halkına tepeden bakan, kendi tarihini inkâr eden, şarkı barbar, garbı medenî gören Batı hayranlarıydı. Devleti idare ettikleri yıllarda türlü facialar yaşanmış; Balkanlar kaybedilmiş, Birinci Cihan Harbi’ne sürüklenilmiş, milyonlarca evlad-ı vatan mezarsız kalmıştır.
Cemal Paşa’nın Suriye’deki Meş’um Faaliyetleri
Bu zihniyetin en bariz tezahürlerinden biri, Cemal Paşa’nın Suriye’deki valilik döneminde kendini göstermiştir. Cemal Paşa, İttihatçı jurnalciliğin, baskıcılığın ve Batı taklitçiliğinin beden bulmuş hâlidir. Arapça konuşmayı yasaklaması, hutbelerin Türkçe okunmasını emretmesi, Arap aşiret reislerini idam ettirmesi ve Arap ileri gelenlerini hapis, sürgün ve aşağılamalara maruz bırakması³; yalnızca bir valinin taşkınlığı değil, bir zihniyetin teşhiri mahiyetindedir.
Ayrıca, Cemal Paşa’nın yakın çevresinden kadınların gece kulüplerinde içki servisi yapmaya mecbur bırakılması, Müslüman halkın değerleriyle alay edercesine gerçekleştirilen bir operasyondu. Bu, yalnızca ahlâkî bir çöküş değil; İslâmî kimliğin devlet eliyle tahkir edilmesidir. Osmanlı adına idarede bulunup Osmanlı halkının inanç ve şerefine karşı bu denli hoyrat davranmak, ancak içten fethetmenin bir versiyonu olarak izah edilebilir.
İngilizlerin Ortadoğu Planına Gönüllü Hizmet
Ne gariptir ki, bu zulümler tam da İngilizlerin Arapları Osmanlı’ya karşı isyana teşvik ettiği bir devrede vuku bulmuştur. McMahon-Hüseyin yazışmaları henüz olgunlaşırken⁴, Cemal Paşa’nın baskıcı ve tahkir edici uygulamaları, Arap halkını Osmanlı’dan soğutmuş, İngilizlere yöneltmiştir. Hattâ birçok Arap tarihçisi, Arap isyanının asli sebebi olarak Cemal Paşa’nın despotluğunu zikreder⁵. Bu durum, İngilizlerin istihbarat maharetiyle değil; İttihatçıların akılsızlığı yahut bilinçli işbirliğiyle mümkün olmuştur.
Ezcümle, bir ajan doğrudan gelip Arapları Osmanlı’ya düşman etmeye çalışsaydı, Cemal Paşa kadar muvaffak olamazdı.
İttihatçılıktan Kamalizme: Projenin Devamı
İttihatçılığın en kalıcı mirası, Cumhuriyet’i kuran kadrolar eliyle sürdürülmüştür. M. Kamal Paşa, İttihat ve Terakkî’nin askerî kanadından yetişmiş; aynı pozitivist, seküler ve Batıcı anlayışı Cumhuriyet’in temel direği hâline getirmiştir. Hilafetin kaldırılması, medreselerin kapatılması, şer’î hukuk yerine laik kanunların ikame edilmesi; yalnızca idari değil, aynı zamanda medeniyet değiştirme hamleleridir⁶.
Türk milletini ümmetten, ecdadından, kadîm kıymetlerinden koparmaya yönelik her adım, aslında bir milleti millet yapan değerlerin sökülmesidir. Harf devrimiyle kitap hafızası silinmiş; kıyafet devrimiyle benlik çökertilmiştir. Dinî kavramlar yasaklanmış; ezan Türkçeye çevrilerek mâneviyat dumura uğratılmıştır. Burada şu not da önemlidir ki, dönemin İngiliz münevverleri bu hedefi yalnızca siyasî değil, aynı zamanda ilmî ve tarihî bir zorunluluk gibi göstermeye çalışmışlardır⁷.
İngilizler Gelse Bu Kadarını Yapabilir miydi?
Tarihe dönüp şu suali sormak gerek: İngilizler doğrudan gelip Türkiye’yi işgal etseydi; dili değiştirip alfabeyi kaldırsa, hilafeti yok etse, medreseleri kapatsa, Batı kıyafetini mecbur kılsa, halkı camiden çıkarıp baloya götürse… daha fazlasını yapabilir, sürdürebilirler miydi?
Hayır.
Yaptıkları her şey bir İngiliz’in aklını bile aşacak ölçüde etkili olmuş; zira bunu içeriden, “millîlik” kisvesiyle gerçekleştirmişlerdir. Kendi halkını kendine yabancılaştırma ameliyesini başarıyla icra etmişlerdir.
Belgelerle Sabit Bir Zihnî İşgal
Dönemin Arap gazeteleri Cemal Paşa’yı “Osmanlı’nın cellâdı” olarak tasvir ederken; İngiliz belgelerinde onun uygulamaları “stratejik kazanç” olarak değerlendirilmiştir. Suriye’de idam edilen Arap önderleri, Osmanlı’dan değil; Cemal Paşa’dan intikam almayı yemin etmiş; İngilizlerle işbirliğini kurtuluş saymıştır⁸. Bu kopuş, yalnızca bir siyasî çözülme değil; bir medeniyetin içten tasfiyesidir. M. Kamal’in şu sözü, bu zihnî kopuşun nihai noktasıdır:
“Biz, artık Şarklı değiliz.”
Bu, sadece coğrafyadan değil; kimlikten, inançtan ve tarihten de çıkış beyannâmesidir.
Son Söz
İttihat ve Terakkî’nin, ardından gelen Kamalizm’in bir “millî proje” değil, doğrudan doğruya birer emperyal aparat olduğu artık saklanamaz bir hakikattir. Bu yapılar, İngiltere’nin çıkarlarına hizmet eden, masonik mahfillerin talimatlarını uygulayan ve Siyonist aklın hedeflerine muvafık hareket eden örgütlenmeler olarak kurgulanmıştır. Mesele yalnızca bir iktidar çatışması değil; bir kimlik ve kader meselesidir.
Bu süreçte, ümmet darmadağın edilmiş, hilâfet ilga edilmiş, mukaddes değerler ayaklar altına alınmış; halk, dininden ve tarihinden habersiz, köklerinden koparılmış bir vaziyete düşürülmüştür.
Ve ne hazindir ki bu yıkımın enkazı altında hâlâ yaşamaktayız:
Kendi tarihini bilmeyen, kendi dilini anlayamayan, kendi dinine güvenmeyen, Batı’ya hayran; fakat özünden hicap duyan bir nesil yetişmiştir.
Bu sebeple, bir dirilişin ilk adımı; yeni projeler üretmek değil, bu habis projenin kökünü kazımaktır. Kamalist zihniyetin devletin kurumlarından ve milletin kolektif şuurundan sökülüp atılması bir mecburiyettir.
Çünkü bu ümmetin yeniden dirilişi, onun diz çöktürülmesine sebep olan aklın tasfiyesiyle mümkündür. Zira bu zihniyet, ümmeti zelil etmiş, esaret altına sokmuş, düşmanına hizmet ettirmiştir üstelik “vatanperverlik” kılıfı altında!
Hazırlayan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
08.08.2025 / OF
📚 Dipnotlar
1. Ziya Gökalp, Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak, 1918, s. 15.
2. Süleyman Beyoğlu, İttihat ve Terakki ve Türkçülük, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2001.
3. Selim Deringil, “İttihatçılığın Resmî Dili ve Arap Vilayetlerindeki Etkileri”, Tarih ve Toplum, Cilt 23, 1995.
4. McMahon-Hüseyin Yazışmaları, British Archives, FO 371/2808.
5. Fahreddin Paşa, Medine Müdafaası, TTK Yayınları.
6. Philip Khoury, Urban Notables and Arab Nationalism, Cambridge University Press.
7. Ziya Gökalp, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak, Haz. M. E. Yalçın, Ankara: TTK Yay., 2019, s. 45.
8. M. Kemal, Nutuk, 1927 baskısı, Cilt II, s. 625.
ترجمة من التركية إلى العربية: 👇
مشاريع القوميين الأتراك: خيانة لِلتُّركيّة وتكريس للعبودية تحت راية الإنجليز
في جميع مراحل التاريخ، لم تكن هزائم الأمم نتيجةً للغزو الخارجي فحسب، بل كثيرًا ما كان السبب الحقيقي هو الانحراف الفكري والخيانة المتخفية في الداخل. والدولة العثمانية لم تكن استثناءً من هذه القاعدة؛ فقد نُخرت من الداخل، لا بالسيوف بل بالأفكار، لا بالمدافع بل بالانفصام عن الجذور، لا بالاحتلال بل بالتقليد الأعمى للغرب. وكان رواد هذا التدمير هم قادة “الاتحاد والترقي”، وتلامذتهم من بعدهم في العهد الجمهوري، الذين نفّذوا مشروعًا ذا وجه قومي، لكنه في حقيقته كان يُجهِز على الهوية الإسلامية ويخدم الإمبراطورية البريطانية[1].
جينات “الاتحاد والترقي”: قومية مسمومة
ظهرت جمعية “الاتحاد والترقي” في أواخر القرن التاسع عشر تحت شعارات براقة كالحريّة والشورى والدستور، ولكنها في باطنها كانت تقوم على الإلحاد والوضعية والعرقية المتطرفة. سار “الشباب الأتراك” على خطى رموز “التنظيمات” أمثال نامق كمال وعلي سُوَيفي، لكنهم تجاوزوهم إلى تهميش الإسلام كمرجعية، وتقديم “التُّركية” باعتبارها جوهر الأمة، لا الإسلام[2].
وهنا برز “ضياء كوك ألب” كأهم منظِّر للقومية الطورانية، إذ قال صراحةً:
“أنا من الأمة التركية، من الجماعة الإسلامية، ومن الحضارة الغربية.”
هذه العبارة تضع الإسلام في مقام التراث الثقافي، لا العقيدة المُلزِمة، وتُظهر الغرب كوجهة حضارية منشودة. بهذا الفكر، لم يُقصَ العرب فحسب، بل شُوّهت علاقة الأتراك أنفسهم بتاريخهم، وبات الإسلام “عبئًا” يجب التخلص منه لتقليد الغرب.
لم يكن غريبًا أن يقود هؤلاء الدولة إلى كوارث: فقدوا البلقان، وأشعلوا حربًا عالمية كانت نتيجتها خسارة معظم الأراضي الإسلامية، بما فيها بلاد الشام والجزيرة العربية، وصولاً إلى إسقاط الخلافة[3].
جمال باشا في الشام: نموذج الحاكم المستبد
ولعلّ أشنع تجليات هذه العقلية كانت في سياسات “جمال باشا” في بلاد الشام، حيث تقلّد منصب الوالي العثماني، لكنه مارس دور “الجلاد العثماني” كما وصفته الصحف العربية آنذاك.
فرض حظرًا على اللغة العربية، وأمر بأن تُلقى الخُطب في المساجد بالتركية، وأعدم رؤساء العشائر العربية، وأهان وجهاء العرب وعلماءهم، بل وأقام المحاكم العسكرية الصورية التي حوكم فيها المئات بتهم “الخيانة” لأنهم لم يكونوا قوميين أتراكًا![4]
وتعدّى الأمر ذلك إلى السخرية من الأخلاق الإسلامية، إذ أُجبِرت نساء مقربات من دائرته على تقديم الخمر في الملاهي الليلة، مما أثار غضب السكان المحليين ومثّل احتقارًا سافرًا لقيم المجتمع.
أكانت هذه تصرّفات حاكم مسلم في دولة الخلافة؟ أم عميلٍ يعمل لصالح مشروع غريب يستهدف إسقاط الإسلام من النفوس قبل الأنظمة؟
طريق الإنجليز إلى قلوب العرب: جمال باشا يفتح الأبواب
لقد تزامنت هذه السياسات مع مساعي بريطانيا لتأليب العرب على الدولة العثمانية، لا سيما في مراسلات مكماهون-الشريف حسين. وكان الشعب العربي لا يزال ينظر للدولة العثمانية بعين الاحترام، حتى جاء جمال باشا بسياساته القمعية فبدّل المحبة إلى بغض، والثقة إلى خيانة، والانتماء إلى تمرّد[5]. يشير المؤرخون العرب إلى أن القهر الذي مارسه جمال باشا، وليس الوعود البريطانية، كان السبب الحقيقي في انفجار الثورة العربية. فهل كان جمال باشا مجرد غبي سياسي؟ أم أن سياساته خدمت الإنجليز أكثر من عملائهم؟ بل لعل الإنجليز أنفسهم لم يكونوا يحلمون بمسؤول عثماني يخدم مشاريعهم بهذا الإخلاص!
من الاتحاد والترقي إلى الكمالية: استمرار المشروع
لم يكن سقوط الدولة العثمانية نهاية المشروع، بل بداية مرحلته الثانية. فقد تسلّم “مصطفى كمال” زمام الحكم، وهو العسكري القادم من رحم “الاتحاد والترقي”، وسار على نفس الطريق: ألغى الخلافة، أغلق المدارس الشرعية، استبدل الشريعة بالقوانين الغربية، وفرض العلمانية بالقوة[6].
لم يكن يهدف إلى تحديث المجتمع، بل إلى قطعه عن ماضيه، وسلخه من هويته الإسلامية. لقد قالها صراحةً:
“نحن لم نعد من أهل الشرق.”
ليست هذه عبارة جغرافية، بل إعلان خروج عن التاريخ، عن الدين، عن الأمة، وعن الحضارة[7].
لو جاء الإنجليز بأنفسهم: هل كانوا سيفعلون أكثر من ذلك؟
دعونا نطرح السؤال بصراحة: لو احتلت بريطانيا الأناضول، هل كانت لتقوم بما يلي؟
- تغيير الحروف العربية
- منع الأذان بالعربية
- إلغاء الخلافة
- فرض اللباس الغربي
- تحريم المصطلحات الدينية
- إغلاق المساجد والمدارس الدينية
- إقامة حفلات الرقص في القصور السلطانية
أكانت لتجرؤ على فعل كل ذلك؟ وهل كانت لتنجح في تمرير هذه التغييرات تحت اسم “الإصلاح”؟ الجواب: كلا.
لكن الكماليين فعلوا كل ذلك باسم “الوطنية”، وبرعاية النخبة المثقفة، وبترويج أن من يعارضهم “رجعي” و”عدو للتقدم”! لقد نجحوا فيما فشل فيه الاستعمار: إخضاع الأمة فكريًا.
شواهد التاريخ: الخيانة موثقة
وصفت الصحف العربية جمال باشا بأنه “سفاح الأمة”، بينما اعتبرته الوثائق البريطانية حاكمًا “حقق مكاسب استراتيجية لبريطانيا”[8].
الزعيم العربي عوني عبد الهادي كتب أن “جمال باشا قرّبنا من الإنجليز أكثر من رسائلهم.”
وأما الكماليون فقد اعتبروا أن الخلافة “خرافة”، وأن الهوية الإسلامية “ماضٍ مظلم”!
هذه لم تكن سياسات فردية، بل مشروعًا متكاملاً هدفه قتل الأمة من الداخل، لا بالرصاص، بل بالقانون، لا بالحديد، بل بالأقلام!
الكلمة الختامية
إن “الاتحاد والترقي” ومن بعده “الكمالية” لم يكونا أبدًا مشاريع وطنية تركية، بل أدوات إمبراطورية غربية، تخدم مصالح بريطانيا وتنفذ أوامر المحافل الماسونية وتعمل بروح صهيونية خالصة. لم تكن المسألة نزاعًا على السلطة، بل على الهوية والمصير.
لقد دُمّرت الأمة، وتفككت الخلافة، وسُحقت القيم، وساد الجهل بالدين والتاريخ، لأن فئة متغربة اختطفت الدولة وسلخت الشعب عن جذوره.
وما زلنا -حتى اليوم- نعاني من نتائج ذلك:
جيلٌ لا يعرف تاريخه، ولا يفهم لغته، ولا يثق في دينه، يتطلع إلى الغرب، ويستحي من أصله!
ولذلك، فإن بداية النهوض ليست في إنشاء مشاريع جديدة، بل في دفن هذا المشروع الخبيث، واستئصال جذور الفكر الكمالي من مؤسساتنا ووعينا الجماعي.
إن بعث الأمة يبدأ بتحريرها من هذه العقلية التي ركّعتها، وأذلّتها، ودفعتها إلى خدمة أعدائها باسم الوطن.
أعده: أحمد ضياء إبراهيم أوغلو
٠٨ / ٠٨ / ٢٠٢٥ م في مدينة أوف
📚 الهوامش
- ضياء كوك ألب، التركّة، الإسلام، التمدّن المعاصر، 1918، صـ15
- سليمان بي أوغلو، الاتحاد والترقي والقومية التركية، منشورات دار درغاه، إسطنبول، 2001
- سليم دَرِينغيل، لغة الاتحاد الرسميّة وآثارها في الولايات العربية، مجلة التاريخ والمجتمع، المجلد 23، 1995
- مراسلات مكماهون والحسين، الأرشيف البريطاني FO 371/2808
- فخر الدين باشا، دفاع المدينة المنورة، منشورات هيئة التاريخ التركي
- فيليب خوري، الوجهاء العرب والقومية العربية، مطبوعات جامعة كامبردج
- برنارد لويس، بروز تركيا الحديثة، مطبوعات جامعة أكسفورد
- مصطفى كمال، الخطبة (نُطُق)، الطبعة الأصلية، المجلد الثاني، صـ625