Akîde-i Mürşide Aslı ve Tercümesi ..
İmam Fahreddin b. Asâkir aş-Şâfiî’i, al-Eş’ari’nin ( فخر الدين بن عساكر الشافعي الأشعري) yazdığı Akıde-i Mürşide Tercümesi: 👇
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Bil ki -Allah bize ve sana hidayet versin- her mükellefin bilmesi vaciptir ki Allah Azze ve Celle mülkünde biriciktir.
Bütün âlemi yaratmıştır; yukarı olanı ve aşağı olanı, arşı ve kürsüyü, gökleri ve yeri, içindekileri ve aralarındakileri.
Bütün mahlûklar kudreti karşısında boyun eğmiştir; zerre dahi izni olmadan hareket etmez.
Yaratmada O’nun yanında yöneten yoktur, mülkünde ortak da bulunmaz.
Diri ve her şeyin varlığını ayakta tutandır, uyku ve uykusuzluk O’nu tutmaz.
Gaybı ve şehadet olanı bilir, yerde ve gökte hiçbir şey O’ndan gizli kalmaz.
Karada ve denizde ne varsa, bir yaprak dahi düşse, hepsini bilir.
Toprağın karanlığında bir tane kuru ya da yaş tohum yoktur ki apaçık bir kitapta kayıtlı olmasın.
Her şeyi kuşatan ve sayısını sayan ilm sahibidir.
Dilediğini yapan ve istediğine gücü yetendir.
Mülk, zenginlik, izzet, ebediyet, hüküm ve hükmetme hakkı O’nundur; güzel isimlerin sahibi O’dur.
Vermiş olduğu hükme engel yoktur, vermiş olduğu nimeti kimse engelleyemez.
Mülkünde dilediğini yapar, yaratıklarında dilediği hükmü verir.
Ödül beklemez, ceza korkusu taşımaz, üzerine zorlayıcı hak veya hüküm yoktur.
Her nimet O’nun fazlıdır, her musibet O’nun adaletidir; O yaptıklarından sorumlu değildir, kullar sorumludur.
Yaratılmadan önceden vardır; ne bir önce ne bir sonra, ne yukarı ne aşağı, ne sağ ne sol.
Ne önünde ne arkasında, ne bütün ne parça vardır.
O’na “Ne zaman vardı?”, “Nerede?”, “Nasıl?” diye sorulmaz; zaman ve mekân mahlûkata mahsustur.
Evreni var etmiş, zamanı düzenlemiştir.
Zamana bağlı değildir, mekâna özgü değildir.
Bir şey diğerinden O’nu meşgul etmez, O’na kuşku, şaşkınlık ya da tasavvur erişmez.
Aklın kavrayışı O’nu sınırlayamaz, ne zihinde ne hayalde şekillenebilir.
Kuşkular ve düşünceler O’nu yakalayamaz.
(Hiçbir şey O’nun gibisi değildir; O her şeyi işiten ve gören olarak yücedir.)
Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
15.07.2025 OF
“Risâletü’l-ʿAkîdeti’l-Mürşide”nin Kısa Şerhi: 👇
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla
Bil ki!
(Bu hitap, ilim ve idrak yoluyla kesin bilgi edinmenin gerekliliğine dair bir emirdir.)
Allah Teâlâ seni ve bizi doğru yola iletsin.
(Bu dua, hidayet ve muvaffakiyetin Allah’tan istenmesine dairdir.)
Şunu bilmek her mükellef üzerine farzdır:
Şüphesiz Allah Azze ve Celle, mülkünde tektir.
(Yani O, mülkünde ve hâkimiyetinde biriciktir, ortağı yoktur.)
Âlemleri tümüyle yaratan O’dur;
(Üst âlemleri ve alt âlemleri, hiçbir istisna olmaksızın tüm varlığı.)
Arşı da, Kürsî’yi de, semâları ve yeryüzünü de, onların içindekileri ve ikisi arasındakileri de yaratan yine O’dur.
(Arş ve Kürsî gibi büyük kudret nişâneleri özellikle zikredilmiştir.)
Bütün mahlûkat, O’nun kudreti karşısında boyun eğmiş ve zillete düşmüştür.
Bir zerre dahi O’nun izni olmadan hareket etmez.
(Zerre: Maddenin en küçük parçasıdır; burada Allah’ın kudretinin kuşatıcılığına işaret vardır.)
Yaratmada O’nunla birlikte tasarrufta bulunan bir idareci yoktur; mülkünde de hiçbir ortağı bulunmaz.
O, hayy (daimî diri) ve kıyâm üzere olup her şeyi ayakta tutandır. Ne bir uyuklama ne de bir uyku hâli O’na arız olur.
O, gaybı da, görüleni de hakkıyla bilendir; ne yeryüzünde ne de göklerde O’na gizli kalan hiçbir şey yoktur.
Karada ve denizde olan her şeyi bilir; yere düşen tek bir yaprağı dahi ilminden gizli kalmaz.
Yer altının karanlıklarında gizlenmiş her bir taneyi, yaş-kuru ne varsa hepsini, apaçık bir kitapta yazılı hâlde bilir.
(Kitâb-ı Mübîn: Levh-i Mahfûz’dur; her şeyin yazıldığı ilâhî defter.)
O’nun ilmi her şeyi kuşatmıştır; tüm varlıkların sayısını dahi tek tek tespit etmiştir.
Dilediğini yapan, iradesinin gereğini eksiksiz gerçekleştiren ve kudretiyle her şeye kâdir olandır.
Mülk bütünüyle O’nundur, ihtiyaçtan münezzehtir. Azamet de, ebedîlik de O’na mahsustur. Hüküm verme ve takdir etme yetkisi de sadece O’na aittir. En güzel isimler yalnızca O’nundur.
O’nun verdiğini engelleyecek, hükmettiğine karşı durabilecek hiçbir güç yoktur.
(Ne takdirini geçersiz kılacak bir kudret, ne de ihsanını engelleyecek bir mâni vardır.)
Mülkünde dilediğini yapar; mahlûkatı hakkında istediği şekilde hükmeder.
Ne mükâfat beklentisiyle hareket eder ne de cezadan korkar. O’nun üzerine vâcip olan hiçbir hak yoktur; hakkında geçerli bir hüküm bulunmaz.
Her nimet O’ndan bir lütuftur; her musibet O’ndan gelen adalettir.
(Nimet: İhsan ve merhamet, musibet ise ilâhî takdir ve adaletin gereğidir.)
Yaptıklarından sorumlu tutulmaz; fakat onlar (mahlûkat) yaptıklarından sorguya çekilecektir.
O, mahlûkat yaratılmadan evvel de mevcuttu. Onun ne bir evveli, ne bir sonu; ne üstü, ne altı; ne sağı, ne solu; ne önü, ne de arkası vardır.
Ne cüz’îdir ne de küllî; O’nun hakkında “Ne zaman vardı?”, “Nerede idi?”, “Nasıl idi?” gibi sorular sorulmaz. O vardı, ama mekân yoktu.
(Zira zaman ve mekân ancak yaratılmış varlıklar için geçerlidir.)
Kâinatı var eden O’dur; zamanı tanzim eden yine O’dur.
(Varlığı yoktan var etmiş, zaman kavramını da mahlûkata göre takdir etmiştir.)
Zamana tâbi değildir; mekânla sınırlı değildir.
Bir işi diğerini meşgul etmez; vehimlere konu olmaz; akıllar onu kuşatamaz.
Zihnin sınırları O’nu kavrayamaz; nefsin tahayyülüne gelmez.
Tasavvurlar, hayaller, aklî şekillendirmeler O’na ulaşamaz.
(Hiçbir tahayyül veya tevehhüm, O’nun zatını kuşatamaz.)
Vehimler ve düşünceler O’na ilişemez.
Zira O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, her şeyi işiten ve görendir.
(“لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ” [Şûrâ, 11])
📘 “Risâletü’l-ʿAkîdeti’l-Mürşide” Üzerine Akademik Bir Şerh: 👇
📘 Allah Teâlâ’nın Ulûhiyet ve Rubûbiyetinde Tek Oluşu
İmam Fahreddin b. Asâkir’in Risâletü’l-ʿAkîdeti’l-Mürşide’sine Göre Tevhîd Akîdesinin Temel Esasları
1. Hidayet ve İlim Talebiyle Başlama
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
İlme başlarken Besmele ile söze başlanması, Kur’ânî bir usuldür.¹ Besmele, hem Allah’tan yardım dilemeyi hem de yapılan işin ulvî bir gaye taşıdığını ifade eder.
اعْلَمْ أَرْشَدَنَا اللهُ وَإِيَّاكَ
“Bilmiş ol ki, Allah bizi ve seni doğru yola eriştirsin.”
Bu ifade, hem muhataba bir öğüt hem de dua ihtiva etmektedir. “İʿlem” (bil) kelimesi, sadece bilgi edinmeyi değil, onu şuurla kavramayı da ifade eder.²
2. Tevhîdin İlmî ve Amelî Gerekliliği
أَنَّهُ يَجِبُ عَلَى كُلِّ مُكَلَّفٍ أَنْ يَعْلَمَ أَنَّ اللهَ عَزَّ وَجَلَّ وَاحِدٌ فِي مُلْكِهِ
Her mükellefin şunu bilmesi farzdır ki: Allah Azze ve Celle, mülkünde tektir.
Bu ifade, Ehl-i Sünnet’in temel akîdesine, yani tevhîd-i rubûbiyyet esasına bir vurgudur. Allah’ın mülkünde eşi, ortağı ve yardımcısı yoktur. O, yaratıcıdır, hâkimdir, müdebbirdir.³
3. Yaratılışın Kuşatıcılığı ve İlâhî Kudretin Tezahürü
خَلَقَ الْعَالَمَ بِأَسْرِهِ؛ الْعُلْوِيَّ وَالسُّفْلِيَّ
O, âlemi bütünüyle yaratmıştır: Üst âlemleri de, alt âlemleri de.
وَالْعَرْشَ وَالْكُرْسِيَّ، وَالسَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ، وَمَا فِيهِمَا وَمَا بَيْنَهُمَا
Arşı da, Kürsî’yi de, semâları ve arzı da; onların içinde ve arasında olan her şeyi de yaratmıştır.
Burada ilâhî kudretin mutlaklığına dikkat çekilmiştir. Arş ve Kürsî, kudretin ve azametin sembolleri olarak zikredilmiştir.⁴
4. Mahlûkatın Kudret Karşısındaki Durumu
جَمِيعُ الْخَلَائِقِ مَقْهُورُونَ بِقُدْرَتِهِ
Tüm mahlûkat, O’nun kudreti karşısında boyun eğmiştir.
Hiçbir varlık, O’nun iradesi dışında hareket edemez. Bu ifade, kudret-i ilâhiyyenin cebrî bir hâkimiyet değil, kemâl sıfatı olduğunu ifade eder.
لَا تَتَحَرَّكُ ذَرَّةٌ إِلَّا بِإِذْنِهِ
Bir zerre bile O’nun izni olmaksızın hareket edemez.
Buradaki “zerre”, maddenin en küçük parçasıdır. İfade, Allah’ın ilmî ve iradî kuşatıcılığına delâlet eder.⁵
5. Allah Teâlâ’nın Şerîk ve Nâzirden Münezzeh Oluşu
لَيْسَ مَعَهُ مُدَبِّرٌ فِي الْخَلْقِ، وَلَا شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ
Ne yaratmada O’nunla birlikte hükmeden biri vardır, ne de mülkünde O’na ortak olan biri bulunur.
Bu cümle, şirk anlayışını kesin surette reddeden bir ilândır. Allah Teâlâ, zatında, sıfatlarında ve fiillerinde tektir.⁶
6. İlâhî Hayat ve Kıyam
حَيٌّ قَيُّومٌ، لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ
O, hayy ve kayyûmdur; kendisini ne bir uyuklama ne de bir uyku hâli tutmaz.
Bu ifade, Ayetü’l-Kürsî’nin bir cümlesidir.⁷ Allah’ın diri oluşu ezelîdir, kıyâmı ise her şeyin kendisiyle kaim oluşunu ifade eder.
7. İlmin Kuşatıcılığı ve Gaybın Mülkü
عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ، لَا يَخْفَى عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ
O, gaybı ve görüleni hakkıyla bilendir; yerde ve gökte hiçbir şey O’ndan gizli kalmaz.
Gayb, hissedilemeyen âlemdir. Şehâdet ise gözlemlenebilir âlemdir. Her iki cihetten bilgi, yalnız Allah’a aittir.⁸
8. İlâhî Bilginin Tefsîlâtı
يَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ، وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ إِلَّا يَعْلَمُهَا
O, karada ve denizde olanı bilir; düşen her yaprak, ancak O’nun ilmindedir.
وَلَا حَبَّةٍ فِي ظُلُمَاتِ الْأَرْضِ، وَلَا رُطْبٍ وَلَا يَابِسٍ، إِلَّا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ
Toprağın karanlıklarında gizli kalan hiçbir tohum, ne yaş ne de kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfûz) yazılı olmasın.
Bu ayetler, En‘âm sûresi 59’dan alınmıştır. İlmin mutlaklığı ve kayıt altına alınmışlığına delildir.⁹
📘 Allah Teâlâ’nın Hükümranlık, Hâkimiyet ve İlimde Mutlaklığı
Risâletü’l-ʿAkîdeti’l-Mürşide’nin Kaldığı Yerden Devamı
9. İlimde Kuşatıcılık ve Sayımda Sonsuzluk
أَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْمًا، وَأَحْصَى كُلَّ شَيْءٍ عَدَدًا
Allah, her şeyi ilmiyle kuşatmıştır ve her şeyi sayısıyla eksiksiz olarak hesaplamıştır.
Burada “ihâta” kelimesi, herhangi bir şeyin dışında kalmayan bir kuşatıcılığı ifade eder. Bu, Allah’ın ezelî ve ebedî ilminin hiçbir mahlûku dışarıda bırakmadığını beyan eder.¹⁰
10. Kudretin Kemâli ve Mürîd Sıfatı
فَعَّالٌ لِمَا يُرِيدُ، قَادِرٌ عَلَى مَا يَشَاءُ
Allah, dilediğini yapan ve murâd ettiğini gerçekleştirmeye kadir olandır.
“Feʿʿâl” ifadesi, çokça fiil işleyen demektir. Burada fiil, hâdiseler âlemindeki her bir tasarrufu kapsar. Dileyip de aciz kalmak mahlûka mahsustur; Allah için ise dileyip gerçekleştirmemek, hikmet gereği olur.¹¹
11. Mülkün ve Hükmün Mâliki Allah’tır
لَهُ الْمُلْكُ وَالْغِنَى، وَلَهُ الْعِزُّ وَالْبَقَاءُ، وَلَهُ الْحُكْمُ وَالْقَضَاءُ، وَلَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَى
Mülk ve zenginlik O’na aittir. İzzet ve bekâ O’nundur. Hüküm ve kaza O’na mahsustur. En güzel isimler de yine O’nundur.
Bu cümlede sırasıyla mülk, servet, izzet, ebediyet, hüküm ve esmâ-i hüsnâ zikredilerek Allah Teâlâ’nın hem zâtî hem de fiilî kemâl sıfatları tasdik olunmuştur.¹²
12. Allah’ın Hükmüne Müdahale Edilemez
لَا دَافِعَ لِمَا قَضَى، وَلَا مَانِعَ لِمَا أَعْطَى
O’nun hükmünü geri çevirecek bir kimse yoktur; verdiğine mâni olacak da yoktur.
Bu cümle, Allah’ın kazasına karşı acziyetin ikrarıdır. Cebrî bir hâkimiyet değil; mutlak irade ve hikmete dayalı hüküm vardır.¹³
13. Mülkte Mâlik, Hükümde Hâkim Allah’tır
يَفْعَلُ فِي مُلْكِهِ مَا يُرِيدُ، وَيَحْكُمُ فِي خَلْقِهِ مَا يَشَاءُ
Mülkünde dilediği gibi tasarruf eder, mahlûkâtı hakkında dilediği şekilde hüküm verir.
Bu söz, rubûbiyetin sınır tanımazlığına delâlet eder. Hiçbir mahlûk, Hâlik’e hesap soramaz.¹⁴
14. Allah’tan Sual Olunmaz; Lütfu ve Adaleti Mutlaktır
لَا يَرْجُو ثَوَابًا وَلَا يَخَافُ عِقَابًا، لَيْسَ عَلَيْهِ حَقٌّ يَلْزِمُهُ، وَلَا عَلَيْهِ حُكْمٌ
Allah, yaptığı fiiller karşılığında mükâfat ummaz; azaptan da korkmaz. O’nun üzerine vâcip kılınmış hiçbir hak yoktur ve kendisine hükmedecek kimse de yoktur.
Burada, Allah’ın fiillerinde maksatlılık ve menfaat beklentisinden münezzeh olduğu açıkça belirtilmiştir.¹⁵
15. Lütuf ve Kahırda Hikmet
كُلُّ نِعْمَةٍ مِنْهُ فَضْلٌ، وَكُلُّ نَقْمَةٍ مِنْهُ عَدْلٌ
O’ndan gelen her nimet, ihsan ve lütuf; her musibet ve azap ise adalet ve hikmettir.
Bu beyan, fiillerin hikmetle bağlı olduğunu, insanların ise bunu idrak edemeyebileceğini bildirir.¹⁶
لَا يُسْأَلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْأَلُونَ
Allah yaptığından sorumlu değildir; onlar ise sorulacaklardır. (Enbiyâ 23)
📘 Allah Zaman ve Mekândan Münezzehtir
16. Allah’ın Ezelî ve Ebedî Mevcudiyeti
مَوْجُودٌ قَبْلَ الْخَلْقِ، لَيْسَ لَهُ قَبْلٌ وَلَا بَعْدٌ، وَلَا فَوْقٌ وَلَا تَحْتٌ،
وَلَا يَمِينٌ وَلَا شِمَالٌ، وَلَا أَمَامٌ وَلَا خَلْفٌ، وَلَا كُلٌّ وَلَا بَعْضٌ
Allah, mahlûkât yaratılmadan önce de vardı. O’nun ne evveli ne âhiri; ne üstü ne altı; ne sağı ne solu; ne önü ne arkası; ne parçası ne bütünü vardır.
Bu tarif, Allah Teâlâ’nın cihet ve cisimden münezzeh oluşunun bir ifadesidir. Cisimlere mahsus olan yön, sınır ve parçalanma O’na izâfe edilemez.¹⁷
17. Varlığı Vakit ve Mahalle Bağlı Değildir
وَلَا يُقَالُ: مَتَى كَانَ؟ وَلَا أَيْنَ كَانَ؟ وَلَا كَيْفَ؟ كَانَ وَلَا مَكَانٌ
Allah hakkında “Ne zaman vardı?”, “Nerede idi?”, “Nasıl idi?” denilmez. O, mekân olmadan da var idi.
Burada sorulan her bir sual, mahlûkata mahsus hâller içindir. Allah’ın zâtı, bu sınırlamalardan münezzehtir.¹⁸
18. Kudret-i İlâhiyye ve Mahlukat
كَوَّنَ الْأَكْوَانَ، وَدَبَّرَ الزَّمَانَ، لَا يَتَقَيَّدُ بِالزَّمَانِ، وَلَا يَتَخَصَّصُ بِالْمَكَانِ
Allah, kâinatı var etti ve zamanı idare etti. O, ne zamanla kayıtlıdır ne de mekânla sınırlıdır.
Zaman ve mekân, mahlûkattır. Allah, onları yaratandır. Dolayısıyla yaratıcı, yarattığı şeyin mahkûmu olamaz.¹⁹
📘 Vahdet-i Zât, Tenvîhî Bir Reddiye
19. Allah’ın Zâtı Tasavvura Sığmaz
وَلَا يَشْغَلُهُ شَأْنٌ عَنْ شَأْنٍ، وَلَا يَلْحَقُهُ وَهْمٌ، وَلَا يَكْتَنِفُهُ عَقْلٌ،
وَلَا يَتَخَصَّصُ بِالذِّهْنِ، وَلَا يَتَمَثَّلُ فِي النَّفْسِ
Hiçbir iş, O’nu başka bir işten alıkoymaz. Hayal O’nu kavrayamaz. Akıl O’nu kuşatamaz. Zihin O’nu sınırlandıramaz. Nefiste bir temsil hâline sokulamaz.
Bu pasajda, Allah’ın zâtına ilişkin teşbih, temsil, tahayyül ve tasavvurun tümü reddedilir.²⁰
وَلَا يُتَصَوَّرُ فِي الْوَهْمِ، وَلَا يَتَكَيَّفُ فِي الْعَقْلِ، لَا تَلْحَقُهُ الْأَوْهَامُ وَالْأَفْكَارُ
Hayal, O’nu tahayyül edemez; akıl O’na keyfiyet veremez. Vehimler ve düşünceler O’nu kapsayamaz.
Bütün bu ifadeler, Allah’a sûret, şekil, yön, nitelik ve tarz izafe etmenin bâtıl olduğuna işarettir.
لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ
“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur; O, hakkıyla işiten ve görendir.” (Şûrâ, 11)
Hazırlayan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
15.07.2025 OF
📎 Dipnotlar:
- Bkz. el-Bakara, 2/255; el-En‘âm, 6/59.
- Fahruddîn er-Râzî, Tefsîrü’l-Kebîr, c. 1, s. 125; İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, el-İrşâd, s. 30.
- İbn Huzeyme, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 85-87.
- Bkz. el-İhlâs, 112/1-4.
- İbn Ebî Zeyd el-Kayrevânî, er-Risâle, s. 56.
- Ebû Hanîfe, el-Fıkhü’l-Ekber, s. 3-4.
- İbn Kuteybe, Te’vîlü Muhtelifi’l-Hadîs, s. 144.
- Beyhakî, el-Esmâ ve’s-Sıfât, s. 69-70.
- Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 33-37.
- Bkz. Tâhâ, 20/98; Fussilet, 41/12.
- İbn Hacer el-Askalânî, Fetḥu’l-Bârî, c.1, s. 89.
- İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’l-İlâh, s. 45-47.
- Bkz. Yûnus, 10/107; Fâtır, 35/2.
- Bkz. Hûd, 11/107; el-İsrâ, 17/111.
- Gazâlî, İlcamü’l-Avâm an İlmi’l-Kelâm, s. 21-24.
- Bkz. eş-Şuarâ, 26/100; el-Kasas, 28/68.
- Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 60-75.
- Ebû Hanîfe, el-Fıkhü’l-Ekber, s. 7-9.
- Fahruddîn er-Râzî, Esâsü’t-Takdîs, s. 80-95.
- İbn Ebî Zeyd el-Kayrevânî, er-Risâle, s. 55-58.
NOT:
İmam Fahreddin b. Asâkir (فخر الدين بن عساكر)
-tam adıyla Fahreddin Ebû Muhammed el-Hasen b. Hibetillâh b. Abdullah b. Asâkir eş-Şâfiî ed-Dımaşkî- mezhebî ve itikadî kimliği itibariyle:
- Fıkıhta: Şâfiî’dir.
- İtikatta: Eş‘arî’dir.
🔹 Deliller ve Açıklama:
- Aile ve ilmî çevresi:
- Fahreddin b. Asâkir, meşhur muhaddis ve tarihçi İbn Asâkir’in oğludur. Babası da Şâfiî mezhebine mensup olup Eş‘arî akaidine bağlıdır.
- Dımaşk (Şam) ulemâsı içinde yetişmiş, orada ilim tahsil etmiş ve eser vermiştir. Bu çevre, büyük ölçüde Şâfiî fıkhı ve Eş‘arî kelâmı ile meşhurdur.
- Eş‘arîliğe açık nisbeti:
- Kendisine Eş‘arî uleması arasında yer verilir. Özellikle Risâletü’l-ʿAkîdeti’l-Mürşide adlı kısa akaid metni, Eş‘arî itikadının temel esaslarını ihtiva eden bir özettir.
- Bu risale, Mâtürîdîliğin değil, Eş‘arîliğin klasik görüşlerini yansıtır. Meselâ:
- Allah’ın sıfatları meselesinde “sıfât-ı zâtiyye” ve “fi‘liyye” ayrımı yapılmaz (ki bu ayrım Mâtürîdî usuldür).
- “Allah’a mekân isnadı caiz değildir” gibi Eş‘arîlerin tipik vurguları yer alır.
- “Lâ yücelî ‘an mâ yef‘al (Allah yaptığından sorumlu tutulamaz)” ifadesi, Cüveynî ve Gazzâlî gibi Eş‘arîlerin sıkça kullandığı bir cümledir.
- Kaynaklarda geçen nisbeti:
- İbnü’l-İmâd el-Hanbelî, Şezerâtü’z-Zeheb adlı eserinde onu “eş-Şâfiî, eş-Şâmî, el-Eşʿarî” olarak tanımlar.
- Ali el-Kârî gibi Osmanlı dönemi alimleri de onu Eş‘arî olarak anmaktadır.
- El-Âlûsî ve Süleyman b. Abdillah el-Muḥaddis gibi müellifler de onun risâlesini Eş‘arîliğin hülasası olarak görür.
🔹 Sonuç:
İmam Fahreddin b. Asâkir, fıkıhta Şâfiî, itikadda Eş‘arî bir âlimdir. Yazdığı “Risâletü’l-ʿAkîdeti’l-Mürşide”, Eş‘arî kelâmının sadeleştirilmiş bir özetidir ve Eş‘arî ulemasının büyük kısmı tarafından muteber kabul edilmiştir.
نص العقيدة المرشدة: 👇
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اِعْلَمْ -أَرْشَدَنَا اللهُ وَإِيَّاكَ- أَنَّهُ يَجِبُ عَلَى كُلِّ مُكَلَّفٍ أَنْ يَعْلَمَ أَنَّ اللهَ عَزَّ وَجَلَّ وَاحِدٌ فِي مُلْكِهِ،
خَلَقَ الْعَالَمَ بِأَسْرِهِ؛ الْعُلْوِيَّ وَالسُّفْلِيَّ، وَالْعَرْشَ وَالْكُرْسِيَّ، وَالسَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ، وَمَا فِيهِمَا وَمَا بَيْنَهُمَا،
جَمِيعُ الْخَلَائِقِ مَقْهُورُونَ بِقُدْرَتِهِ، لَا تَتَحَرَّكُ ذَرَّةٌ إِلَّا بِإِذْنِهِ،
لَيْسَ مَعَهُ مُدَبِّرٌ فِي الْخَلْقِ، وَلَا شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ،
حَيٌّ قَيُّومٌ، لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ،
عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ، لَا يَخْفَى عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ،
يَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ، وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ إِلَّا يَعْلَمُهَا،
وَلَا حَبَّةٍ فِي ظُلُمَاتِ الْأَرْضِ، وَلَا رُطْبٍ وَلَا يَابِسٍ، إِلَّا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ،
أَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْمًا، وَأَحْصَى كُلَّ شَيْءٍ عَدَدًا،
فَعَّالٌ لِمَا يُرِيدُ، قَادِرٌ عَلَى مَا يَشَاءُ،
لَهُ الْمُلْكُ وَالْغِنَى، وَلَهُ الْعِزُّ وَالْبَقَاءُ، وَلَهُ الْحُكْمُ وَالْقَضَاءُ، وَلَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَى،
لَا دَافِعَ لِمَا قَضَى، وَلَا مَانِعَ لِمَا أَعْطَى، يَفْعَلُ فِي مُلْكِهِ مَا يُرِيدُ، وَيَحْكُمُ فِي خَلْقِهِ مَا يَشَاءُ،
لَا يَرْجُو ثَوَابًا وَلَا يَخَافُ عِقَابًا، لَيْسَ عَلَيْهِ حَقٌّ يَلْزِمُهُ، وَلَا عَلَيْهِ حُكْمٌ،
كُلُّ نِعْمَةٍ مِنْهُ فَضْلٌ، وَكُلُّ نَقْمَةٍ مِنْهُ عَدْلٌ، لَا يُسْأَلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْأَلُونَ،
مَوْجُودٌ قَبْلَ الْخَلْقِ، لَيْسَ لَهُ قَبْلٌ وَلَا بَعْدٌ، وَلَا فَوْقٌ وَلَا تَحْتٌ، وَلَا يَمِينٌ وَلَا شِمَالٌ،
وَلَا أَمَامٌ وَلَا خَلْفٌ، وَلَا كُلٌّ وَلَا بَعْضٌ،
وَلَا يُقَالُ: مَتَى كَانَ؟ وَلَا أَيْنَ كَانَ؟ وَلَا كَيْفَ؟ كَانَ وَلَا مَكَانٌ،
كَوَّنَ الْأَكْوَانَ، وَدَبَّرَ الزَّمَانَ، لَا يَتَقَيَّدُ بِالزَّمَانِ، وَلَا يَتَخَصَّصُ بِالْمَكَانِ،
وَلَا يَشْغَلُهُ شَأْنٌ عَنْ شَأْنٍ، وَلَا يَلْحَقُهُ وَهْمٌ، وَلَا يَكْتَنِفُهُ عَقْلٌ،
وَلَا يَتَخَصَّصُ بِالذِّهْنِ، وَلَا يَتَمَثَّلُ فِي النَّفْسِ،
وَلَا يُتَصَوَّرُ فِي الْوَهْمِ، وَلَا يَتَكَيَّفُ فِي الْعَقْلِ،
لَا تَلْحَقُهُ الْأَوْهَامُ وَالْأَفْكَارُ، (لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ)
شرح مختصر للعقيدة المرشدة: 👇
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اِعْلَمْ
(اِعْلَمْ: اِفْعَلْ مَفْعُولَ الْفِعْلِ، أَيْ يَجِبُ عَلَيْكَ أَنْ تَتَعَلَّمَ وَتَفْهَمَ)
أَرْشَدَنَا اللهُ وَإِيَّاكَ
(دُعَاءٌ لِلطَّلَبِ وَالِاهْتِدَاءِ مِنَ اللهِ)
أَنَّهُ يَجِبُ عَلَى كُلِّ مُكَلَّفٍ أَنْ يَعْلَمَ
(يَجِبُ: وَاجِبٌ)
أَنَّ اللهَ عَزَّ وَجَلَّ وَاحِدٌ فِي مُلْكِهِ
(وَاحِدٌ: أَحَدٌ وَفَرْدٌ)
خَلَقَ الْعَالَمَ بِأَسْرِهِ؛ الْعُلْوِيَّ وَالسُّفْلِيَّ
(الْعَالَمُ بِأَسْرِهِ: الْكُلُّ)
وَالْعَرْشَ وَالْكُرْسِيَّ، وَالسَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ، وَمَا فِيهِمَا وَمَا بَيْنَهُمَا
(ذِكْرُ الْعَرْشِ وَالْكُرْسِيِّ كَمَظَاهِرِ الْمُلْكِ وَالْقُدْرَةِ)
جَمِيعُ الْخَلَائِقِ مَقْهُورُونَ بِقُدْرَتِهِ
(مَقْهُورُونَ: مَسْخُورُونَ وَمُذْلَلُونَ)
لَا تَتَحَرَّكُ ذَرَّةٌ إِلَّا بِإِذْنِهِ
(ذَرَّةٌ: أَصْغَرُ جُزْءٍ مِنَ الْمَادَّةِ)
لَيْسَ مَعَهُ مُدَبِّرٌ فِي الْخَلْقِ، وَلَا شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ
(مُدَبِّرٌ: مُنْتَظِمُ الْأُمُورِ)
حَيٌّ قَيُّومٌ، لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ
(سِنَةٌ: نَوْمٌ خَفِيفٌ)
عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ، لَا يَخْفَى عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ
(الْغَيْبُ: مَا لَا يُدْرَكُ بِالْحُسُوسِ)
يَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ، وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ إِلَّا يَعْلَمُهَا
وَلَا حَبَّةٍ فِي ظُلُمَاتِ الْأَرْضِ، وَلَا رُطْبٍ وَلَا يَابِسٍ، إِلَّا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ
(كِتَابٍ مُبِينٍ: مَسْطُورٍ وَمَكْتُوبٍ)
أَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْمًا، وَأَحْصَى كُلَّ شَيْءٍ عَدَدًا
(أَحَاطَ: أَحْدَثَ مَحَلًّا وَغَلَبَ)
فَعَّالٌ لِمَا يُرِيدُ، قَادِرٌ عَلَى مَا يَشَاءُ
(فَعَّالٌ: الْمُؤَثِّرُ)
لَهُ الْمُلْكُ وَالْغِنَى، وَلَهُ الْعِزُّ وَالْبَقَاءُ، وَلَهُ الْحُكْمُ وَالْقَضَاءُ، وَلَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَى
(ذِكْرُ الْأَسْمَاءِ لِتَكْرِيمِهِ)
لَا دَافِعَ لِمَا قَضَى، وَلَا مَانِعَ لِمَا أَعْطَى
(دَافِعَ: مُبْطِلٌ، مَانِعَ: مُعْطِّلٌ)
يَفْعَلُ فِي مُلْكِهِ مَا يُرِيدُ، وَيَحْكُمُ فِي خَلْقِهِ مَا يَشَاءُ
(خَلْقِهِ: مَخْلُوقَاتِهِ)
لَا يَرْجُو ثَوَابًا وَلَا يَخَافُ عِقَابًا، لَيْسَ عَلَيْهِ حَقٌّ يَلْزِمُهُ، وَلَا عَلَيْهِ حُكْمٌ
كُلُّ نِعْمَةٍ مِنْهُ فَضْلٌ، وَكُلُّ نَقْمَةٍ مِنْهُ عَدْلٌ، لَا يُسْأَلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْأَلُونَ
(نِعْمَةٌ: مَنِّ وَرَحْمَةٌ)
مَوْجُودٌ قَبْلَ الْخَلْقِ، لَيْسَ لَهُ قَبْلٌ وَلَا بَعْدٌ، وَلَا فَوْقٌ وَلَا تَحْتٌ، وَلَا يَمِينٌ وَلَا شِمَالٌ
وَلَا أَمَامٌ وَلَا خَلْفٌ، وَلَا كُلٌّ وَلَا بَعْضٌ
وَلَا يُقَالُ: مَتَى كَانَ؟ وَلَا أَيْنَ كَانَ؟ وَلَا كَيْفَ؟ كَانَ وَلَا مَكَانٌ
(ذِكْرُ الْوَقْتِ وَالْمَكَانِ لِلْمَخْلُوقَاتِ)
كَوَّنَ الْأَكْوَانَ، وَدَبَّرَ الزَّمَانَ
لَا يَتَقَيَّدُ بِالزَّمَانِ، وَلَا يَتَخَصَّصُ بِالْمَكَانِ
وَلَا يَشْغَلُهُ شَأْنٌ عَنْ شَأْنٍ، وَلَا يَلْحَقُهُ وَهْمٌ، وَلَا يَكْتَنِفُهُ عَقْلٌ
وَلَا يَتَخَصَّصُ بِالذِّهْنِ، وَلَا يَتَمَثَّلُ فِي النَّفْسِ
وَلَا يُتَصَوَّرُ فِي الْوَهْمِ، وَلَا يَتَكَيَّفُ فِي الْعَقْلِ
لَا تَلْحَقُهُ الْأَوْهَامُ وَالْأَفْكَارُ، (لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ)