Kader Anlayışını Doğru Anlamak İlim ve İrfan İster
Mukaddime
Kader meselesi, İslam itikadının temel taşlarından biridir ve doğru kavranması için hem ilmî derinlik hem de irfanî anlayış gerektirir. Bu yazı, çağımızda ortaya çıkan tahrif ve yanlış anlamalara karşı Ehl-i Sünnet’in kadere dair sağlam ve muteber anlayışını ilmî ve nazik bir dille ortaya koymayı amaçlamaktadır.
1. Kader ve Ecel: Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’ye Dayalı Kavramsal Çerçeve
“Kader” lügatte “takdir etmek, ölçmek” mânâsına gelir. Istılahta ise Allah Teâlâ’nın, olmuş ve olacak her şeyi ezelî ilmiyle bilip takdir ve tesbit etmesi anlamındadır.[^1] “Ecel” ise, kelime itibarıyla “mühlet, vakit, sürenin sonu” demektir ve fıkhî-literatürde insanın dünya hayatının son bulacağı vakti ihtiva eder.
Kur’ân-ı Kerîm’de:
“Her ümmetin bir eceli vardır; ecelleri geldiğinde ne bir an geri kalırlar ne de ileri giderler.” (Yûnus, 10/49)
“Allah her canın ecelini bilmektedir.” (En‘âm, 6/2)
âyetleri, hem içtimai hem de ferdî düzlemde ecelin Allah tarafından tayin ve tesbit edildiğini açıkça beyân eder. Ayrıca:
“Bir canlıya ölüm ancak Allah’ın izniyle ve yazılmış bir yazıya göre gelir.” (Âl-i İmrân, 3/145)
âyeti, ecelin tesadüf veya bağımsız bir sebep sonucu değil, doğrudan ilâhî takdirle tahakkuk ettiğini kesin biçimde ortaya koymaktadır.
Sünnet-i Seniyye de bu gerçeği tafsilâtlı şekilde izah eder. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Bir kimse falanca sebepten ölmedi; zira Allah’ın yazdığı eceli dolduğu için öldü.”[^2]
buyurarak, ecelin sebeplere değil, doğrudan kaderin tecellisine bağlı olduğunu beyan etmiştir.
2. Mustafa İslamoğlu’nun Görüşlerinin Tenkîdi
Mustafa İslamoğlu, ecelin “fertler için değil, toplumlar için geçerli bir kavram” olduğunu, ferdî ecelin ise Kur’ânî bir zemin ihtiva etmediğini iddia eder. Bu görüşüyle yalnızca asırlık İslâmî birikime değil, bizzat Kur’ân’ın açık beyânlarına da aykırı düşmektedir. Zira yukarıda zikredilen âyetlerde, “nefs” ve “can” gibi tekil ifadeler kullanılmış, ferdî ecelin ilâhî takdire bağlılığı açıkça vurgulanmıştır.
İslamoğlu’nun bu iddiası, kader anlayışını da temelden sarsmaktadır. Zira kaderi “Allah’ın her şeyi önceden bilip takdir ettiğini kabul etmek” olarak tarif eden Ehl-i Sünnet uleması, bu kabulü kader inancının esaslarından biri saymıştır. Fahruddîn er-Râzî, bu bağlamda şöyle der:
“Allah’ın ilmi ezelîdir; mahlûkatın ne yapacağını, ne zaman öleceğini, neye yöneleceğini ezelde bilmiştir.”[^3]
Bu bağlamda İslamoğlu’nun, “Allah kullarının tercihlerini önceden bilirse imtihan anlamsız olur” şeklindeki yaklaşımı, hem Allah’ın ilminin ezelîliğine hem de kulların fiillerinin ilâhî ilm-i muhit içinde değerlendirilmesine muhaliftir.
3. Ehl-i Sünnet’e Göre Kader ve Ecel İtikadının Vazgeçilmezliği
Ehl-i Sünnet vel-Cemaat, kaderin iman esaslarından biri olduğunda ittifak etmiştir. Nitekim Cebrâil Hadisi’nde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), imanı tarif ederken:
“Kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmandır.”[^4]
buyurmuştur. Bu hadîs, Buhârî ve Müslim’in her ikisinde yer alması hasebiyle “müttefekun aleyh” olarak kabul edilmiştir. Buna rağmen Mustafa İslamoğlu ve benzeri kişiler, Sünnet-i Seniyye’yi delil kaynağı olmaktan çıkararak, yalnız Kur’ân ile hüküm inşa etmeye kalkışmakta, bu vesileyle Kur’ân’ın apaçık beyânlarını dahi tahrife yönelmektedir.
Bu tür bir anlayış, nihayetinde dinin bütünlüğünü ortadan kaldırır. Çünkü Kur’ân’ın birçok hükmü, ancak Sünnet-i Seniyye ile tafsil edilmiş ve amelî hale getirilmiştir. İbn Teymiyye’nin şu sözü burada dikkat çekicidir:
“Kim Sünnet’i dışlarsa, Kur’ân’ı anlamaktan da mahrum kalır.”[^5]
4. Netîce ve Teklif
Ecel ve kader inancı, Ehl-i Sünnet akîdesinin temel taşlarından biridir. Bu inancın inkârı veya tahrifi, yalnızca bir fikrî sapma değil, doğrudan doğruya itikadî bir sapmadır. Fertlerin ecelinin Allah tarafından tayin edildiği gerçeğini inkâr etmek, Allah’ın ilminde noksanlık vehmetmeyi beraberinde getirir. Bu ise imanla bağdaşmaz.
Mustafa İslamoğlu gibi şahısların sünneti dışlayarak “Kur’ân merkezli bir din anlayışı” inşa etmeye çalışması, hem Sünnet-i Seniyye’yi hükümsüz kılmakta hem de Kur’ân’ın doğru anlaşılma zeminini ortadan kaldırmaktadır.
Devlet, cemiyet ve ulema, bu tür zararlı fikir akımlarına karşı müteyakkız olmalı, nesli ve itikadı muhafaza için tedbir almalıdır. Bu noktada ilim erbabına düşen vazife, Ehl-i Sünnet akîdesini ilmî ve hikmetli bir lisanla müdafaa etmektir.
Hazırlayan: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
12.07.2025 OF
Dipnotlar:
[^1]: İmam Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, c.3, s.247; İmam Eş’arî, Makalâtü’l-İslâmiyyîn, s.146.
[^2]: Tirmizî, Sünen, Kitabü’l-Kader, Hadis No: 2159.
[^3]: Fahruddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, c.3, s.112.
[^4]: Buhârî, Sahih, İman, 1; Müslim, Sahih, İman, 1.
[^5]: İbn Teymiyye, el-Fetâvâ, c.19, s.114.
فهم القدر على الوجه الصحيح يتطلب العلم والحكمة
المقدمة
مسألة القدر من أركان العقيدة الإسلامية الأساسية، وفهمها بشكل صحيح يتطلب عمقًا علميًا وحكمةً روحية. تهدف هذه المقالة إلى تقديم الفهم الصحيح والثابت للعقيدة السنية في القدر، بالرد على التحريفات وسوء الفهم المنتشرة في عصرنا، بأسلوب علمي وأدبي رفيع.
1. القدر والآجل: الإطار المفاهيمي المستند إلى القرآن والسنة النبوية
القدر في اللغة يعني “التقدير والقياس”، وفي الاصطلاح هو علم الله تعالى الأزلي بكل ما كان وما سيكون، وتقديره وتثبيته له.[^1] أما الآجل فهو بمعنى “المهلة والوقت ونهاية المدة”، وفي الفقه يعني الوقت الذي تنتهي فيه حياة الإنسان الدنيا.
في القرآن الكريم:
“لكل أمة أجل وإذا جاء أجلهم لا يستأخرون ساعة ولا يستقدمون.” (يونس: 49)
“الله يعلم ما في الأرواح وما تزودون.” (الأنعام: 2)
توضح هذه الآيات أن الآجل معين من قبل الله على الصعيدين الاجتماعي والفردي. وكذلك:
“وما تميتوا من نفس إلا وله أجل مكتوب.” (آل عمران: 145)
تدل هذه الآية على أن الموت لا يحدث بالصدفة أو سبب مستقل، بل هو قدر إلهي محكم.
والسنة النبوية تشرح هذه الحقيقة تفصيلاً، حيث قال النبي صلى الله عليه وسلم:
“لا يموتن عبد إلا وهو يدرك أجل الله له.”[^2]
أي أن الآجل لا يعتمد على الأسباب بل هو تجلٍ للقضاء والقدر.
2. نقد آراء مصطفى إسلام أوغلو
يرى مصطفى إسلام أوغلو أن الآجل خاص بالمجتمعات وليس بالأفراد، وأن الآجل الفردي لا أساس قرآني له. وهذا الرأي لا يتفق فقط مع التراث الإسلامي العريق بل يناقض نصوص القرآن الواضحة، التي تستعمل ألفاظاً مثل “نفس” و”روح” بصيغة المفرد، مؤكدة على الآجل الفردي.
هذا الادعاء يهدد أساس فهم القدر، إذ إن أهل السنة يعرفون القدر بأنه علم الله المسبق بكل شيء، ويعتبرونه من أركان الإيمان. قال الإمام الرازي في هذا الصدد:
“علم الله أزلي، يعلم ما تفعل المخلوقات ومتى تموت وإلى أين تتجه منذ الأزل.”[^3]
لذلك فإن قول إسلام أوغلو بأن “علم الله بالاختيارات يبطل معنى الابتلاء” يعارض علم الله الأزلي وتقييم أفعال العباد ضمن علم الله المحيط.
3. لا يمكن التخلي عن العقيدة القدرية في المذهب السني
اتفق أهل السنة والجماعة على أن القدر من أركان الإيمان. ففي حديث جبريل، عندما سأل النبي صلى الله عليه وسلم عن الإيمان، قال:
“أن تؤمن بالله وملائكته وكتبه ورسله واليوم الآخر وتؤمن بالقدر خيره وشره.”[^4]
وقد ورد هذا الحديث في صحيح البخاري ومسلم، مما يجعله متفقًا عليه. ومع ذلك، يحاول بعض المعاصرين، بمن فيهم مصطفى إسلام أوغلو، إقصاء السنة كمصدر للحكم والاكتفاء بالقرآن وحده، مما يؤدي إلى تحريف النصوص القرآنية الصريحة.
هذا الفهم يؤدي إلى تفكيك الدين، إذ أن كثيراً من أحكام القرآن تتطلب السنة لتفصيلها وتحقيقها عملاً. قال ابن تيمية:
“من خرج من السنة خرج من فهم القرآن.”[^5]
4. الخاتمة والتوصية
العقيدة في القدر والآجل هي من أساسيات مذهب أهل السنة. إن إنكارها أو تحريفها لا يعد مجرد رأي مخالف، بل هو انحراف عقيدي خطير. إنكار أن الأجل معين من الله يقتضي نقصاً في علم الله، وهذا لا يتوافق مع الإيمان.
إن محاولات مصطفى إسلام أوغلو لتأسيس فهم ديني “متمركز حول القرآن فقط” من دون السنة، يبطل دور السنة ويقوض أساس فهم القرآن.
ينبغي على الدولة والمجتمع والعلماء اليقظة إزاء هذه التيارات الضارة، واتخاذ التدابير اللازمة لحفظ العقيدة والجيل. ومن واجب أهل العلم الدفاع عن عقيدة أهل السنة بلغة علمية وحكيمة.
أعده: أحمد ضياء إبراهيم أوغلو
الهوامش
[^1]: الإمام الماتريدي، تأويلات القرآن، ج.3، ص.247؛ الإمام الأشعري، مقالات الإسلاميين، ص.146.
[^2]: الترمذي، السنن، كتاب القدر، حديث رقم: 2159.
[^3]: فخر الدين الرازي، مفاتيح الغيب، ج.3، ص.112.
[^4]: البخاري، صحيح، الإيمان، 1؛ مسلم، صحيح، الإيمان، 1.
[^5]: ابن تيمية، الفتاوى، ج.19، ص.114.