Osmanlı Devletinin Adını Bile Doğru Bilmeyenler ..
Aşağıdaki yazımı, emekli albaylardan, kendi ifadesi ile milliyetçi Atatürkçü mütedeyyin Hüseyin Akkaya Beyin bana gönderdiği bir yazıyı değerlendirmek için yazdım. Onun gönderdiği yazıyı da yazımın altına koyuyor; gerisini okuyanların takdirine bırakıyorum.
Albayım,
Gönderdiğiniz yazıyı düzeltmeye kalksam küçük bir kitapçık yazmam gerekir. Tarihini doğru tanımayan, İngiliz ve siyonist telkinlerine aldanarak bindiği kayığın nereye gittiğini görüp bilemeyen bir zavallı değil ise tilkilik yapmaya çalışan, etki ajanlığına soyunmuş bir kalemin yazısı.
Tahdit için değil temsil için bir iki hususa işaret etmekle iktifa edeceğim.
Birincisi, Osmanlı bir İmparatorluk değildi ve hiç bir zaman da olmadı. Osmanlı’nın adını Siyonist ve İngiliz telkinine göre zikredenler bu inceliğin nasıl vahim bir hata olduğunu fark edecek seviyede bile değildirler.
Dünyada sicili temiz olan tek bir İmparatorluktan söz edilemez; hepsinin sicili bozuk, kan göz yaşı ve zulümlerle dolu geçmişleri vardır. Osmanlı, tarihin hiç bir döneminde İmparatorluk olarak anılmamış, sicilinde yüz kızartan hiç bir zulmün faili de olmamıştır. Osmanlı bir cihan devleti anlamında Devleti Aliye-i Osmaniye olarak anılmış ve kayıtlarda böyle zikredilmiştir. Osmanlıyı İmparatorluk olarak zikreden sadece İngiliz ve Siyonist kaynaklardır. O kaynakların dili ile konuşup yazanlardan tarih öğrenemeyiz.
Yıkıldıktan 115 yıl sonra bile hasret ve özlemle anılan bir başka devlet sadece Hz. Muhammed’in (sav) kurduğu ve ondan sonra da 30 yıl devam eden Hulefai Raşidin devleti dışında bir devletin varlığında ittifak edilemez. Bu gerçeği bilip göremeyen, ecdadının kurduğu ve 620 yıl dünyaya hükmetmiş devletin adını doğru telaffuz etmekten aciz bir kişinin yazısını okumaya değer bulmayız; görmeyiz.
İkinicisi, İngilizlerin Osmanlıyı yıkmaya malzeme olarak kullandığı fikir ve düşünceleri allayıp pullayarak kurtarıcı değermiş gibi takdim etmek tam bir tarih bilmezlik değil ise, tilkilik yapmaya çalışırken etki ajanlığı sözcülüğüne soyunmaktır.
Taraftarlık karşıtlık mantığını bir tarafa koyup teknik bir maharetle bilgi kaynaklarını tarayarak önüne koyabilen yapay zeka bile bu tesbitlerin yanlışlığını ortaya koyabiliyor. Tereddüdü olanlar şu mülakat üslubu ile yazılmış yazıyı okuyabilirler: 👇
https://www.aynamayansiyanlar.com/uncategorized/kutul-amare-zaferi/
Daha fazla değerlendirmeyi hak etmeyen müsvedde bir yazı. 17.05.2025 OF
Ahmet Ziya İbrahimoğlu
İşte Emekli Albayın Bana Gönderdiği Yazı: 👇
BU YAZIYI KİM YAZMIŞSA TEBRİK EDİYORUM. MUTLAKA SABIRLA SONUNA KADAR OKUYUN…
Osmanlıyı 1299 yılında Oğuz Türklerinin Kayı Boyu kurmuştur.
Osmanlı imparatorluğu;
- 1299 da kurulmuş, 1579‘a kadar 3 asır YÜKSELMİŞ….
- 1579 dan 1699 kadar,
1 Asır DURAKLAMIŞ. - 1699 dan 1919 kadar.
GERİLEMİŞ VE YIKILMIŞTIR.
Gerçekte iki farklı Osmanlı vardı;
- Halifeliğe kadar olan Osmanlı… (1299-1517) Nam-ı diğer Türk İmparatorluğu
- 1517 tarihinde Halifeliğin alınmasından sonraki Araplaşan Osmanlı İmparatorluğumuz… Ve Araplaştıkça daha çok batan koca Osmanlı İmparatorluğumuz…
Aslında Türkler için her şey güzel gidiyordu…
Ta ki Halifelik sevdasına düşülene kadar…
O günkü şartlarda halifeliği olmazsa olmaz gören Yavuz Sultan Selim ile akıl hocası Şeyh İdris-i Bitlis-i ve diğerleri Memlüklülerin elinden Abbasi halifeliğini almak için Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını tertip ederler…
Bu savaşların sonunda, kılıç zoruyla artık halifelik Türklerdedir. (1517)
Ama çok büyük bir sorun çıkar, çünkü Arap dünyası halifeliğin kendilerinden alınmasına şiddetle karşı çıkar ve Türk halifeye biat etmek istemezler…
İşte bu sorunu çözmek, Arapları, Türk halifeye bağlamak için Arapların da kabul edeceği bir orta yol bulunur.
Bu yol Mısır’dan ve Arap diyarlarından seçilecek iki bin civarında ulemanın, Mollanın, Ebussuud Efendilerin İstanbul’a davet edilerek, para, mal, mülk, arazi de verilerek kalıcı olarak yerleşmeleri sağlanır…
İmparatorluğu Araplaştırmak, diğer bir deyişle; Türk İslam’ının terk edilerek, Arap İslam’ına doğru evrilmesini sağlamak konusunda anlaşırlar.
Bu projeyi Araplar da destekleyince proje hayata geçer ve maalesef bundan sonra artık imparatorlukta “bugün de kısmen olduğu gibi” Türk kelimesi yasaklanır, “Türk’üm!”, “Türkmen’im!” diyen Kızılbaş diye aşağılanır, dışlanır, kafası kesilir.
Bu dönem sadece Kuyucu Murat Paşanın “Türk’üm!“, “Türkmen’im!” dedikleri için kafasını kestirip, kuyulara doldurduğu insan sayısı 158 bindir.
Maalesef Osmanlının son 350 yılı ilk 250 yılın aksine, Türklere zulümle geçer, sıkı bir Arap tandanslı mezhepçilik kurulur…
1603 yılına gelindiğinde artık Ehl-i Beyt Türk Tekkeleri yasaklanır, kapatılır; yerine Halidî, Nakşî, Kürdî Tekkeler kurulur.
Yine bu dönem Kürtlere sayısız imtiyazlar verilir,
1839 birinci Tanzimat Fermanına kadar Kürtler askerlikten bile muaf tutulurlar. (Kürtlere Şah İsmail diyeti ödenir…)
Yine bu dönem Türkler, saraydan, ordudan ve müesses nizamdan tasfiye edilirler…
Türklerin askeri ve siyasi gücünü kırmak için bu Arap mollaların fetvalarıyla, serdengeçti birlikleri sadece Türklerden oluşturulur ve en ön safta savaştırılır, böylece kırdırılırlar, ganimet bile toplatmazlar…
Ganimeti de saraylardaki Arap mollalar ile işbirliği yapan yeniçeriler kendi aralarında paylaşırlar…
Ordudan, saraydan ve müesses nizamdan yavaş yavaş tasfiye edilen, kafası kesilen, sürgün edilen Türklerin bir kısmı bu mollalara kızar ve canını kurtarmak için de Kürtleşmeyi ana stratejik hedef olarak seçerler.
Bu aşiretler ve boyların en büyükleri Avşarlardır, Halaçlardır, Mukri, Bayat, Beğdili, Evya, Yıvadır… Buna tarihimizde “Ekrad (kürtleşmiş) Türkmanlar” denir…
Yine Kelkit’ten Hakkâri’ye kadar olan bölgede yaşayan Akkoyunluların büyük bir kısmı İran’a gider. (Bugün dünyanın en büyük Türk nüfusunun yaşadığı başkent Tahran’dır…)
Böylece yüzyıllarca başımızı ağrıtacak Kürt sorunu ve bu politikalar sonucu gelişir ve büyür.
Osmanlı öyle bir açmaza düşmüştür ki, ne halifelikten vazgeçebilir, artık ne de imparatorluğun kan kaybetmesini durdurabilir… Çünkü imparatorluğu kuran asli unsur Türkmenler dışlanmış, mezhepçiliğe kurban edilmiştir…
Mollalar, başta matbaa olmak üzere bir sürü saçma sapan fetva verirler…
Ve sonuçta Osmanlı’ya Rönesans’ı ıskalatırlar, Rönesans’ı İngiltere kapar…
Matbaa Osmanlı’ya ilk kez 1480’de Yahudiler ile gelir, sonra 1527’de Ermeniler matbaaya kavuşur. 1563’te ise Rumların matbaası vardır.Bu meşhur mollalarımız her seferinde yeni bir fetva ile bizimkilerin matbaaya kavuşmasını engellerler, ta ki Batı Rönesans’ı ve aydınlanmayı yakaladıktan, yani 240 yıl sonra, 1727’de İbrahim Müteferrika’nın çabaları ile matbaaya kavuşuruz; ama bilgiye sahip olmak için artık çok geçtir…
Şimdi açıkça şu soru sorulmalıdır:
1299’dan 1683 Viyana Bozgunu’na kadar savaştığı tüm savaşları kazanan bir Türk imparatorluğu (Osmanlı) varken; neden son 250 yılda girdiği tüm savaşları kaybedip, bir de Kurtuluş savaşı yapmak zorunda kalmıştır?
Osmanlı bu dönemde; yani yaklaşık son 250 sene, 1683 Viyana Bozgunu’ndan, nihayet 1922’de Ankara, Haymana Ovası’nda yapılan Sakarya Savaşını kazanana kadar tüm savaşları kaybetmiştir.
Acaba; Halifelik ve akabinde yürütülen Türk düşmanı, Arap tipi mezhepçi politikalara dönülmeseydi; koca bir imparatorluk batar mıydı?
Ve yine; Yunus Emre’lerin, Hacı Bektaş’ların, Seyit Gazi’lerin, Ahmet Yesevi’lerin İslam’ı, İslam değil miydi?
Osmanlıyı kuran Şeyh Edebali’lerin İslam’ı, Akşemseddin’lerin İslam’ı İslam değil miydi de, Ebussuud’lara teslim edip batırdık koca imparatorluğu…
Bugün de aynı sürecin devam etmesi tarihten hiç ders almadığımızı göstermektedir.
Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi der ki:
“Din bir seçimdir, ama Türklük kaderdir!”
İşte bu yüzden “Arap sevici, mezhepçi” değil, Cumhuriyetçiyiz, Türk’üz, Atatürkçüyüz…
Ne Mutlu Türküm diyene…!!! 🇹🇷
ALINTI
الذين لا يعرفون حتى اسم الدولة العثمانية على وجهٍ صحيح…
كتبتُ هذا المقال لأُقيِّم به نصًّا أرسله إليّ العقيد المتقاعد السيد حسين أقايا، الذي عرَّف عن نفسه بأنه قوميّ، أتاتوركيّ، ومتديِّن. وأضع نصَّه في أسفل كتابتي هذه، تاركًا ما تبقّى لتقدير القارئ.
يا سيادة العقيد…
لو أردتُ تصحيح ما أرسلتموه، لوجب عليّ أن أكتب كُتيِّبًا صغيرًا. فإن لم يكن صاحب هذا النصّ مسكينًا لا يعرف تاريخه، ولا يدرك إلى أين تسير المركب التي ركبها استجابةً للإيحاءات الإنجليزية والصهيونية، فهو إذًا ثعلبٌ يراوغ بقلمه، وقد تصدّى لدور عميل التأثير.
لن أُطيل، بل سأكتفي بالإشارة إلى نقطتين لا على سبيل الحصر بل على سبيل التمثيل:
أولًا: الدولة العثمانية لم تكن إمبراطورية، ولم تُوصَف يومًا بذلك. من يذكر اسم الدولة العثمانية بحسب الإيحاء الصهيوني والإنجليزي ليس في مستوى يُمكِّنه من إدراك خطورة هذا الخطأ الفادح.
ليس في التاريخ إمبراطورية واحدة نقيّة السجل؛ كلها ملطّخة بالدماء، مملوءة بالظلم والدموع. أما الدولة العثمانية، فلم تُعرَف قطّ كإمبراطورية، ولم تكن في سجلّها وصمة ظلم واحدة تخجل منها. بل كانت تُعرف بدولة “عليّة”، أي “الدولة العليّة العثمانيّة”، بهذا اللفظ، وفي هذا السياق.
وإنما من وصَف الدولة العثمانية بأنها إمبراطورية هم الإنجليز والصهاينة فقط. فلا يُؤخذ التاريخ ممَّن يتكلم بلسانهم ويكتب بأقلامهم.
لا يُعرَف في التاريخ، بعد مرور مئة وخمس عشرة سنة على سقوطه، دَولَةٌ يُحنُّ الناس إليها ويُذكَر اسمُها بالشوق والوفاء إلا دولتان: إحداهما دولة الخلافة الراشدة التي أسسها النبي محمد صلى الله عليه وسلم ودامت ثلاثين عامًا بعده، والثانية هي الدولة العثمانية.
فمن عجز عن نُطق اسم الدولة التي أسسها أجداده والتي حكمت العالم ستمئةٍ وعشرين سنة، لا نرى من الجدوى قراءة كلامه.
ثانيًا: من يعيد إنتاج الأفكار التي استخدمها الإنجليز لهدم الدولة العثمانية ويقدّمها في صورة أفكار منقذة أو عظيمة، فإما أنه جاهل بالتاريخ، وإما أنه قد انخرط في لعب دور عميل التأثير، وهو يلبس ثوب الثعلب.
حتى الذكاء الاصطناعي -إذا ما تُرك بعيدًا عن العواطف وأُحسن استعماله في تتبُّع المصادر والتحقيق العلمي المحايد– يستطيع أن يُثبت بطلان هذه المزاعم.
ومن لديه شكّ، فليقرأ هذا المقال المكتوب بأسلوب سؤال وجواب:
👇
وأما المقال الذي أرسلتموه، فهو مسودّة لا تستحق مزيدًا من التعليق.
17.05.2025
أحمد ضياء إبراهيم أوغلو
مقالة ناتجة عن الجهل: 👇
من كتب هذا المقال فإنني أُهنئه… اقرأوه بصبر حتى النهاية!
أسّس العثمانيون دولتهم عام 1299، وقد كانوا من فرع قبيلة قايى من الأوغوز الأتراك.
وقد مرّت الدولة العثمانية (الإمبراطورية العثمانية) بالمراحل التالية:
من عام 1299 إلى 1579: مرحلة الصعود، دامت ثلاثة قرون.
من عام 1579 إلى 1699: مرحلة الجمود، دامت قرنًا.
من عام 1699 إلى 1919: مرحلة التراجع والانهيار.
وفي الحقيقة، كانت هناك دولتان عثمانيتان مختلفتان:
- الدولة العثمانية قبل الخلافة (1299–1517)، وتُعرف أيضًا باسم الإمبراطورية التركية.
- والدولة العثمانية بعد عام 1517، أي بعد استلام الخلافة، حيث بدأت في التعرُّب، وكلّما تعرّبت، ازداد سقوطها.
كان كل شيء يسير على ما يُرام بالنسبة للأتراك، حتى وقعوا في حبّ الخلافة…
في تلك الظروف، رأى السلطان سليم الأول ومستشاروه –كشيخ الإسلام إدريس البِدليسي وغيره– أن الخلافة أمر لا بدّ منه، فشنّوا حروب مرج دابق والريدانية ضدّ المماليك لانتزاع الخلافة العباسية منهم.
وبعد هذه الحروب، أصبحت الخلافة بأيدي الأتراك بالقوة عام 1517، لكن ظهرت مشكلة كبيرة؛ فقد رفض العرب بشدّة أن تُنتزع منهم الخلافة، ولم يرغبوا في مبايعة الخليفة التركي.
ولحلّ هذه المعضلة، تمّ التوصّل إلى صيغة وسط يرضى بها العرب:
استُقدِم نحو ألفي عالِم ومُلاّ وإمام –منهم مَن هم على نمط أبي السعود– من مصر والبلاد العربية إلى إسطنبول، وأُغدق عليهم المال والممتلكات، وأُسكنوا هناك ليكونوا مقيمين دائمين.
وهكذا، تم التوافق على تعريب الدولة العثمانية، أي الانتقال من إسلام تركي إلى إسلام عربي.
وحين دعم العرب هذه الخطة، وُضعت حيّز التنفيذ، ومنذ ذلك الحين، للأسف، أصبح لفظ “التركي” محظورًا، وكل من قال: “أنا تركي” أو “أنا تركماني” كان يُوصم بـ”العلوي الكافر”، ويُهمّش، بل يُقطع رأسه.
في عهد قويّجك مراد باشا وحده، قُتل 158 ألف إنسان فقط لأنهم قالوا: “أنا تركي، أنا تركماني”، ودُفنوا في آبار جماعية.
وهكذا، كان الـ350 عامًا الأخيرة من عمر الدولة العثمانية مختلفةً عن الـ250 عامًا الأولى: فقد شهدت قمعًا للأتراك، وفرض مذهب عربي صارم، وتعصّب طائفي ممنهج.
بحلول عام 1603، تمّ إغلاق التكايا التابعة لأهل البيت الأتراك، وأُسّست بدلًا عنها تكايا نقشبندية، خالدية، وكردية.
وفي هذه الفترة أيضًا، مُنح الأكراد امتيازات واسعة.
حتى عام 1839، أي حتى صدور مرسوم التنظيمات الأول، لم يكن الأكراد يُجنّدون في الجيش، وكان يُقدَّم لهم نوع من التعويض عن خسارتهم أمام الشاه إسماعيل.
في الوقت نفسه، بدأ الأتراك يُقصَون من القصر والجيش ومؤسسات الدولة تدريجيًا.
ولتفكيك القوة العسكرية والسياسية للتركمان، أصدرت هذه الطبقة من العلماء العرب فتاوى بتأسيس فرق “السر دَنگچِ” (الفدائيين)، وكانت مكوّنة فقط من الأتراك، يُزَجّ بهم في الصفوف الأمامية، ليُقتلوا ولا تُمنَح لهم حتى الغنائم.
وكانت هذه الغنائم تُقسّم بين العلماء العرب المتحالفين مع الانكشارية في القصور.
ومع تصاعد الإقصاء، بدأ بعض الأتراك –خوفًا على أرواحهم– باختيار التكرّد (التحوّل إلى أكراد) كخيار استراتيجي للبقاء.
ومن أبرز هذه القبائل والعشائر: الأفشار، الحَلَج، المُكري، البَيَات، البَغْدلي، الأُوَيا، الإيواد.
ويُطلَق على هؤلاء في تاريخنا: “التركمان المُتكرّدون” (أكراد تركمانيون).
كما انتقل قسم كبير من قبائل آق قوينلو، التي كانت تسكن بين كَلْكيت وحكاري، إلى إيران. واليوم، توجد أكبر جالية تركية في العالم في طهران، عاصمة إيران.
وهكذا نشأ وتضخّم “المسألة الكردية” التي تؤلمنا منذ قرون، نتيجة هذه السياسات.
وصلت الدولة العثمانية إلى مأزق لا يمكن الخروج منه؛ فلا هي قادرة على التخلّي عن الخلافة، ولا هي قادرة على وقف النزيف في كيانها، لأن العنصر التأسيسي –التركمان– تم إقصاؤه، وضُحِّي به في مذبحة الطائفية.
وهؤلاء العلماء العرب أصدروا فتاوى غريبة عجيبة، بدءًا من تحريم المطبعة، ومرورًا بأمور شتّى…
وكان من نتائج ذلك أن العثمانيين فوتوا فرصة النهضة الأوروبية (الرنسانس)، والتي اقتنصتها إنجلترا.
دخلت المطبعة إلى الدولة العثمانية أول مرة عام 1480 على يد اليهود، ثم استعملها الأرمن عام 1527، واليونانيون عام 1563.
لكن علماءنا المشهورين منعونا من امتلاك المطبعة عبر فتاوى متكرّرة، حتى أدركت أوروبا عصر النهضة، وبعد فوات الأوان بـ240 عامًا، تمكّن إبراهيم مُتفرّقة من تأسيس أول مطبعة عثمانية عام 1727.
لكن كان قد فات الأوان للّحاق برَكب العلم والمعرفة.
والآن، لا بدّ من طرح هذا السؤال صراحة:
إذا كانت الدولة العثمانية، أو الإمبراطورية التركية، قد ربحت كل معاركها حتى هزيمة فيينا عام 1683، فلماذا خسرت كل حروبها في الـ250 سنة التالية، واضطُرّت إلى خوض حرب استقلال أيضًا؟
لقد خسرت العثمانية كل حروبها من هزيمة فيينا عام 1683 إلى أن ربحت معركة سَكَريا في سهول حَيْمانا قرب أنقرة عام 1922.
أفلم يكن من الممكن تجنّب سقوط هذه الدولة العظيمة لو لم تنسحب إلى الخلف بسبب الخلافة والسياسات الطائفية المعادية للترك؟
أليس إسلام يونس أمره، وحاجي بَكتاش، وسيد غازي، وأحمد يسَوي هو الإسلام الحقيقي؟
أليس إسلام الشيخ أديب علي، وآق شمس الدين –الذين أسّسوا الدولة العثمانية– هو الإسلام الحقيقي؟
فلماذا سلّمنا الدولة إلى أمثال أبي السعود وأغرقناها؟
وما يجري اليوم من استمرار نفس المسار، يدلّ على أننا لم نتعلّم شيئًا من التاريخ.
قال بيرِ تُركستان أحمد يسوي:
“الدين اختيار، أما التُركية فمصير لا مهرب منه.”
لهذا السبب نحن جمهوريون، أتاتوركيون، وأتراك ولسنا “محبّي العرب” ولا “طائفيين”.
نه متلو تُركوم ديَنه!
(ما أسعد من قال: أنا تركي!)
منقول