ABD Sokağı Siyasi Kararı Etkileyebilir mi?

Amerikan Sokağı Siyasi Kararı Etkiler mi? .. En Büyük Serap

Eğer “serap” şişelenip satılabilecek bir madde olsaydı, kuşkusuz şişelerin üzerine şöyle yazılırdı: “Amerika Birleşik Devletleri’nde üretilmiştir.” Çünkü dünyada hiçbir ülke, ABD kadar yüce insanî değerleri simgeleyen parlak sloganlar üretip sonra da en önce kendisi bu değerlere sırtını dönmemiştir. Amerika, bu serabı önce kendi halkına, ardından da dünya milletlerine pazarlamıştır.

Mesela özgürlük sloganı… Amerika bu değerin kutsallığını yüceltmek için bir heykel bile dikmiş, bu heykelle özgürlüğe olan bağlılığını ve dünya halklarının hürriyetini sahiplendiğini ilan etmiştir. Fakat gerçekte bu heykel, Beyaz Saray’daki efendilerin ne zaman emperyalist açlık hissetseler kemirdikleri hurmadan bir puttan ibarettir. Zira onlar bu değerleri, ister kendi halklarıyla olsun ister diğer milletlerle, son derece göreceli bir şekilde ele alırlar.

Bu bana, ünlü yönetmen Yusuf Şahin’in bir filmini hatırlatıyor. Filmde, gençlerin “yeryüzündeki cennet” olarak hayal ettikleri Amerika’ya göç etme arzusu anlatılırken, Özgürlük Heykeli’nin yüzü ahlâksızca göz kırpan ve arsızca kahkaha atan bir kadına benzetilir. Bu, Amerika’ya atfedilen “özgürlük” kavramının nasıl bir seraba dönüştüğünü açıkça gözler önüne serer.

Beyaz Saray’ın efendileri, ifade özgürlüğü hayalini önce kendi halkına sattılar. Halkı, seslerinin ve görüşlerinin dış politikayı etkileyebileceğine, karar vericileri baskı altına alabileceklerine inandırdılar. Bu hayale biz de kandık.

Bir an için umutlandık. Amerikan üniversitelerinde başlayan ve ardından Avrupa kampüslerine yayılan güçlü protestolar, Gazze’ye karşı yürütülen soykırımın durdurulması için yöneticilere baskı yapacak sanıldı. Pek çok kişi bu halk hareketinin savaşta bir dönüm noktası olacağını düşündü. Biz de umutlandık: Belki Amerikan halkı sonunda, beyinleri felç eden medyanın tesirinden kurtulmuştu. Belki de artık, Gazze’deki olaylara medya filtresi olmadan, çıplak gerçeğiyle bakabiliyordu. Ve bu da Amerikan yönetimi üzerinde baskı kurmak için yeterli olacaktı…

Evet, biz gerçekten aşırı derecede hayal kurmuşuz.

Amerikan yönetimi, İsrail’e verdiği desteğin sınırsız ve sarsılmaz olduğunu net bir şekilde gösterdi. Ne kadar kayıp verirse versin, ne kadar müttefik yitirirse yitirsin, bu destekten vazgeçmeyeceğini ortaya koydu. Bugün hâlâ Gazze topraklarında akan kanları kutsamakta, siyonistlere öldürmek ve yok etmek için gereken her türlü silahı temin etmekte, arabulucu değil çatışmanın bizzat tarafı olarak hareket etmektedir. Hem de açıkça İsrail’in tarafında.

Bu, tıpkı Beyaz Saray’ın halkına sattığı diğer bir serap gibiydi: Amerikan ordusunun Vietnam’dan çekilişi, halk baskısıyla gerçekleşmiş bir “barış” hamlesi olarak anlatıldı. Bu büyük bir aldatmacaydı. Gerçekte ise, Amerikan ordusu hedeflerine ulaşamamış, 50 binden fazla askerini kaybetmiş ve başarısızlığa uğramıştı. “Halk baskısı sonucu barışçıl çekilme” söylemi, bu yenilgiyi gizlemeye yönelik bir perdeydi sadece.

O dönemde savaşa karşı çıkanların çoğu, aslında askeri müdahaleyi destekliyordu. Hatta savaş karşıtı kampanyaya öncülük eden Senatör Eugene McCarthy’nin seçmenlerinin büyük kısmı, askeri harekâtı destekliyor; yalnızca savaşın gidişatına ve hükümetin yöntemlerine karşı çıkıyordu. Onların sloganı “Ya kazanın, ya Vietnam’dan çıkın” idi. Yani bu muhalefet, ne savaşın ahlaki boyutunu, ne de stratejik gerekçelerini sorguluyordu.

Vietnam Savaşı, Soğuk Savaş’ın bir cephesiydi. Dolayısıyla savaşın arkasındaki “Soğuk Savaş kurmayları” bile sonunda bu batağın artık sürdürülemez olduğunu kabul etti. Başkan Johnson’a, görevin tamamlanamayacağını ve ordunun geri çekilmesi gerektiğini söylediler. Johnson da bu tavsiyeye uyarak ateşkes ilan etti ve barış görüşmelerini başlattı. Savaş yanlıları ise geri çekilme kararını halkın baskısıyla alınmış gibi göstererek Amerikan yönetimini “demokratik” göstermeye çalıştılar. Böylece halka yeni bir serap daha satıldı.

Bu büyük serabın en açık göstergesi şuydu: Aynı Amerikan siyaseti, daha önce halkı beynini yıkayarak Vietnam’da savaşa ikna etmişti. Toplum, orduya katılmak için adeta yarışmış, bu savaşı “şerefli bir görev” olarak görmüştü. Dolayısıyla, Amerikan halkının siyasi kararlar üzerinde özellikle Filistin-İsrail çatışması bağlamında baskı oluşturabileceğini düşünmek, neredeyse imkânsızdır. Çünkü halkın düşüncelerini yönlendirmekte uzmanlaşmış olan bu yönetim, “düşman yaratma” sanatında ve halkı mobilize etmede çok beceriklidir. Aynı şekilde, ifade özgürlüğü ve karar süreçlerine katılım gibi hakları da, halkı eğlendirecek, oyalayacak bir oyun alanına indirgemiştir.

Amerikan yönetiminin zihniyeti şudur: “İstediğiniz kadar bağırın, biz sizi susturmayacağız… ama yolumuzdan da dönmeyeceğiz.” Bu yaklaşım, halkla ilişkilerde baskı ve şiddet kullanımını dahi meşru kılacak kadar kökleşmiş bir siyasî tavırdır. Nitekim, Gazze savaşının ve İsrail’e desteğin durdurulması için gösteri yapan üniversite öğrencilerine karşı güvenlik güçlerinin sert müdahalesi de bunun somut örneğidir.

Amerikan halkı, Filistin davasını duymaya başlamış, medyasının ne denli çarpıtıcı olduğunu görmüştür belki; fakat hâlâ tüketim kültürünün esaretinden kurtulmuş değildir. Dr. Abdülvehhâb el-Mesîrî’nin deyimiyle, Amerikalı fertler “hazza anında ulaşma” güdüsüyle hareket eder. Maddî uyarana verilen tepkide, yüksek ideallerin rolü yoktur. Bu nedenle tüketim, halkın birinci önceliğidir. Ayrıca, zannedildiği gibi bu halk yüksek bilinç seviyesinde değildir. Nitekim eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski, “Kaos: 21. Yüzyılın Eşiğinde Küresel Düzensizlik” adlı kitabında, Amerika’da 23 milyon insanın tam bir cehalet içinde yaşadığını ifade eder.

İşte bu yüzden, Amerikan halkına serap satmak kolaydır. Ellerinde devasa bir medya makinesi olduğu sürece, bunu sürdürmeye de muktedirdirler. Ve bizler, Batı halklarının toplu baskısıyla Gazze savaşının biteceğine dair kurduğumuz hayalden uyanmak zorundayız.

Allah, işinde galip olandır Ama insanların çoğu bunu bilmez.

Yazar: İhsan el-Fakîh

Tercüme: Ahmet Ziya İbrahimoğlu
16.04.2025 Üsküdar

الشارع الأمريكي يؤثر على القرار السياسي… الوهم الأكبر

لو كان الوهم يُعَبّأ في قوارير لبيعها، حتما كنا سنقرأ على ملصقاتها عبارة: صنع في الولايات المتحدة الأمريكية. لم تُر دولة في العالم تخترع الشعارات الرنانة المعبرة عن أسمى القيم الإنسانية، وتكون في الوقت نفسه أول من يتنكر لها، أكثر من الولايات المتحدة الأمريكية، التي باعت الوهم لشعبها أولا قبل أن تبيعه لشعوب الأرض.
على سبيل المثال: شعار الحرية الذي أقامت له أمريكا تمثالا يعبر عن سؤدد هذه القيمة الإنسانية في الحياة الأمريكية ورعاية الأمريكيين للحريات في العالم، ليست سوى صنم من العجوة يأكله سادة البيت الأبيض، كلما جاعت إمبرياليتهم، فهم يتعاملون مع هذه القيمة بنسبية واضحة، سواء مع الشعب الأمريكي، أو الدول الأخرى، يذكرني ذلك بمشهد من أحد أفلام المخرج الشهير يوسف شاهين، الذي يحكي عن حلم الشباب في الهجرة إلى الجنة الأرضية المسماة (أمريكا)، تضمن هذا المشهد تجسيد تمثال الحرية وقد بدا وجهه كامرأة عاهرة تغمز بعينها وتطلق ضحكة ماجنة، في إشارة واضحة إلى وهم الحرية الذي التصق بهذه الدولة. باع سادة البيت الأبيض وهْم حرية التعبير عن الرأي لشعبهم، وأقنعوا الجماهير، بأن أصواتهم وآراءهم لها ثقلها بما يمكن من خلالها التأثير على السياسات الخارجية الأمريكية والضغط على صناع القرار.
لوهلة، استبشرنا بالاحتجاجات والاعتصامات القوية التي انطلقت في الجامعات الأمريكية، ثم انسابت إلى جامعات أوروبا، للضغط على صناع القرار لوقف حرب الإبادة التي يشنها العدو الصهيوني على قطاع غزة.

وكانت معظم الآراء تتجه للقول إن هذا الضغط الجماهيري سوف يكون محطة فارقة في الحرب، وأن صناع القرار سوف يرضخون لهذا الضغط. وكم كنا مفرطين في التفاؤل ونحن نرى أن الشعب الأمريكي تحرر أخيرا من هيمنة الإعلام الأمريكي على العقول، وأنه صار منفتحا على الأحداث في غزة، بعيدا عن التزييف الإعلامي، وأن هذا كفيل بالضغط على الإدارة الأمريكية.. نعم كنا مفرطين في الوهم، فالإدارة الأمريكية أثبتت لنا بما لا يدع مجالا للشك، أن رعايتها ودعمها للكيان الصهيوني لا حدود له، ولا يتأثر بشيء، وأنها ماضية في طريق هذا الدعم مهما تكبدت من خسائر، ومهما خسرت من حلفاء، فهي إلى يومنا هذا تبارك سفك الدماء على أرض غزة، وتزود العدو بكل ما يلزمه لمزيد من الفتك والتدمير، وأنها طرف في الصراع، وليست وسيطا، طرف ينحاز بشكل فج للكيان الإسرائيلي. إنه الوهم ذاته الذي باعه سادة البيت الأبيض للشعب الأمريكي وصدقناه جميعا، عندما أقنعوه وأقنعونا بأن انسحاب القوات الأمريكية من فيتنام كان انسحاب سلام، استجابة لضغط الجماهير الأمريكية. وانطلاقا من هذه الأكذوبة وهذا الوهم، حملت الذاكرة الشعبية الأمريكية عبارة «حرب فيتنام انتهت من الداخل»، أي أنها انتهت من الداخل الأمريكي عن طريق التظاهرات والاحتجاجات المناهضة للحرب.. لكن في حقيقة الأمر، انسحبت القوات الأمريكية بعد فشل أهدافها في فيتنام وخسارة خمسين ألف جندي على مدى سنوات، فلم تكن أكذوبة الاستجابة للضغط الجماهير، سوى غطاء لهذا الانسحاب الذي لجأت إليه الولايات المتحدة. لقد كان معظم المعارضين للحرب يؤيدون العمل العسكري، حتى الذين ساروا تحت راية السيناتور الأمريكي يوجين مكارثي، الذي قاد حملة مناهضة للحرب، كان عدد كبير جدا من ناخبيه يؤيدون العمل العسكري، وإنما كان اعتراضهم على سياسات وسلوكيات الإدارة الأمريكية في الحرب، فقد كانوا يخاطبون الرئيس بشعار «الفوز أو الخروج من فيتنام»، فكانت معارضة لم تتناول المبررات الأخلاقية، أو الاستراتيجية للحرب. ونظرا لأن حرب فيتنام كانت حلقة في الحرب الباردة بين الأمريكيين والسوفييت، فقد أيد معظم أعضاء مؤسسة الحرب الباردة الخروج من هذا المستنقع، ونصحوا الرئيس الأمريكي جونسون، بأن المهمة المحددة لم يعد بالإمكان القيام بها، وأن عليه سحب القوات من فيتنام، وبالفعل استجاب الرئيس الأمريكي وأعلن وقف إطلاق النار والبدء في محادثات السلام. المؤيدون للحرب وجدوا فيها فرصة سانحة للتواري خلف رغبات وتطلعات الشعب الأمريكي، وروجوا إلى أن وقف القتال كان ثمرة المعارضة ومناهضة الحرب، لإضفاء الصبغة الديمقراطية على الإدارة الأمريكية، والاستمرار في بيع الوهم للشعب.

أكبر دليل على هذا الوهم، أن الساسة الأمريكيين قاموا قبلها عبر آلتهم الإعلامية الضخمة بغسيل أدمغة الشعب لإقناعه بضرورة التدخل العسكري في فيتنام، وبالفعل كان هناك تأييد جماهيري كبير للحرب، وتسابق الشباب لنيل شرف الالتحاق بالخدمة العسكرية لخوض القتال، لذلك يمكن القول إن تأثير الضغط الشعبي الأمريكي على القرار السياسي خاصة في ملف الصراع العربي الإسرائيلي يكاد يكون من المستحيل، فالإدارة الأمريكية التي دأبت على التلاعب بآراء شعبها وتفننت في صناعة العدو لتجييش وتعبئة الجماهير، هي نفسها التي تتلاعب به في ممارسة مظاهر حرية التعبير عن الرأي والمشاركة في صناعة القرار،

بِحشْرِه في مساحة يلهو بها، لكن لسان حال الإدارة: اصرخوا كما تشاؤون، فلن نحجب أصواتكم، لكننا ماضون في الطريق. هذا هو مسلك الساسة الأمريكيين مع الجماهير، حتى لو اقتضى الأمر استخدام القوة والعنف، وهذا ما شاهدناه في تعامل أجهزة الأمن مع الاحتجاجات الطلابية المطالبة بوقف الحرب ووقف دعم الكيان الإسرائيلي.
الشعب الأمريكي على الرغم من أنه انفتح على الرواية الفلسطينية للحرب وظهرت له الخديعة التي قام بها إعلامه المُضلِّل، إلا أنه لم يخرج بعد من سيطرة وطغيان النزعة الاستهلاكية، فهو ينطلق من ضرورة الإشباع الفوري، الذي لا يتخطى سطح المادة بعيدا عن المثل العليا الضابطة للمسافة بين المثير والاستجابة كما يقول الدكتور عبد الوهاب المسيري، ومن ثم يبقى الاستهلاك هو شأنه الأول والأقوى. وخلافا لما يظن الجميع، فإن هذا الشعب يعاني ضعف الوعي، ويكفي أن زبيغنيو برجينيسكي مستشار الأمن الأمريكي الأسبق، ذكر في كتاب «الفوضى.. الاضطراب العالمي عند مشارف القرن الحادي والعشرين»، أن عدد المواطنين بأمريكا الذين يعيشون في جهل تام يصل إلى 23 مليون مواطن.
لذلك هذا الشعب يسهل بيع الوهم له، خاصة أن الولايات المتحدة تمتلك آلة إعلامية ضخمة مؤثرة، وهذا بدوره يجعلنا نفيق من وهم التعويل على الضغط الجماهيري الغربي في وقف الحرب على غزة، والله غالب على أمره ولكن أكثر الناس لا يعلمون.

الكاتبة إحسان الفقيه